sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 123. VE 129. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 123. VE 129. AYETLER ARASI
16.11.2019
549
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

123- Nitekim Bedir’de Allah sizi zafere ulaştırdı, oysa siz zayıftınız. O halde Allah’tan korkunuz, O’na şükretmiş olasınız.

124- Hani sen müminlere `Allah’ın gökten indirilmiş üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?’ diyordun.

125- Evet, eğer siz sabreder ve Allah’tan korkarsanız, bu arada onlar şimdi, şu taraftan üzerinize saldırırlarsa Allah size beşbin nişanlı melekle yardım eder.

126- Allah size bu yardımı sırf size müjde olsun ve bu sayede kalpleriniz rahatlasın diye yaptı. Yoksa zafer, sadece üstün iradeli ve hikmet sahibi olan Allah’tan kaynaklanır.

127 Allah kafirlerin bir bölümünü kırıma uğratmak ya da bozguna düşürüp umutsuz biçimde geri dönmelerini sağlamak için size zafer kazandırdı.

128- Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok. Allah ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır.

129- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. O dilediğini affeder, dilediğini de azaba çarptırır. Hiç kuşkusuz Allah affedici ve merhametlidir.

Daha önce de değindiğimiz gibi Bedir’deki zaferde mucize esintisi var. Çünkü zafer için gerekli bilinen maddi araçlar olmaksızın gerçekleşmiştir. Müminlerle müşrikler arasındaki kefe denk olmadığı gibi denk olmaya da yakın değildi. Müşrikler, bin kişi dolayında bir kuvvetle Ebu Süfyan’ın yardım çağrısına karşılık vermek ve beraberindeki kafileyi korumak amacı ve savaşa hazırlıklı olarak mallarını ve şereflerini korumak duygusuyla çıkmışlardı. Müslümanlar ise üçyüz dolayında bir kuvvetle bu silahlı toplulukla savaşmaktan ziyade, kafileyi karşılamak ve yolunu kesmek gibi kolay bir yolculuk için çıkmışlardı. Sayıları gibi hazırlıkları da yetersizdi. Müslümanları Medine’de belirli bir güçleri olan müşrikler, toplum içinde belirgin bir konumları olan münafıklar ve kendilerini gözetleyen yahudiler beklemekteydi. Bütün bunların yanında, küfür ve şirk çoğunluğuyla kaplı yarımadanın ortasında müslüman bir azınlıktı onlar… Sonra henüz Mekke’den kovulmuş Muhacirler ve onları koruyan Ensar’dan oluşan ve bu çevrede istikrarlı bir görünüm arz etmeyen ufacık bir topluluk sıfatını da üzerlerinden atamamışlardı.

Yüce Allah, bütün bunları onlara hatırlatmakta ve bunca olumsuz şartlar arasında gerçekleşen bu zaferi ilk sebebine döndürmektedir.

“Nitekim Bedir’de Allah sizi zafere ulaştırdı, oysa siz zayıftınız. O halde Allah’tan korkunuz ki, O’na şükretmiş olasınız”

Onlara zaferi veren yüce Allah’tır. Şu ayetler grubunda belirtilen hikmete binaen galip gelmişlerdir. Yoksa ne kendileri ne de başka birşey onları galip getirmez. O halde sakınıp korkarlarsa, zafer ve yenilgiyi elinde bulunduran, bütün güç ve otoriteye sahip olan Allah’tan sakınıp korksunlar. Olabilir ki bu sakınma onları şükretmeye sevk eder de her durumda Allah’ın üzerlerindeki nimetine layık şükrü ifa ederler…

Ayet-i kerimenin Bedir’deki zaferi hatırlatırken değindiği ilk konu… Ardından, sanki şimdi oluyormuş gibi savaş sahnesini gözlerinin önüne getirerek o manzarayı duygularında canlandırıyor:

Hani sen, müminlere `Allah’ın gökten indirilmiş üçbin melekle yardım etmesi size yetmez mi?’ diyordun”.

“Evet, eğer siz sabreder ve Allah’tan korkarsanız ve bu arada onlar şimdi şu taraftan üzerinize saldırırlarsa, Allah size beşbin nişanlı melekle yardım eder.”

Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) bu ilahi sözleri, Bedir günü kendisiyle silahlı topluluğu karşılamaktan çok, ticaret malı yüklü kervanı karşılamak üzere çıkmış ancak karşılarında silahlı bir topluluk bulan müslüman azınlığa söylüyordu. Resulullah o gün, birer beşer oluşları nedeniyle duygu ve düşüncelerine yakın alışageldikleri güçlerin yardımına her zaman ihtiyaç duyan müminlerin kalplerini ve ayaklarını sabitleştirmek için Rabbinden aldıklarını olduğu gibi tebliğ ediyordu. Ayrıca onlara bu yardımın şartını da bildiriyordu; sabır ve takva… Düşmanın saldırısını karşılarken sabır… Zafer ve yenilgi durumunda kalbi Allah’a bağlayan takva…

“Evet, eğer sabreder ve Allah’tan korkarsanız, bu arada onlar şimdi şu taraftan üzerinize saldırırlarsa, Allah size beşbin nişanlı melekle yardım eder.”

İşte şimdi yüce Allah, bütün işlerin sonuçta kendisine döndüğünü, bütün faaliyetlerin kaynağının kendisi olduğunu, melekleri indirmenin, müminlerin kalplerine bir muştu olmak ve bununla yakınlık, sevinç, güven ve sebat sağlamaktan başka bir şeye mebni olmadığını, zaferin doğrudan doğruya O’nun yüce katından olduğunu, hiçbir vasıta, sebep ve araca gerek kalmadan yalnızca takdirine ve iradesine bağlı olduğunu bildiriyor.

“Allah size bu yardımı sırf müjde olsun ve bu sayede kalpleriniz rahatlasın diye yaptı. Yoksa zafer, sadece üstün iradeli ve hikmet sahibi olan Allah’tan kaynaklanır.”

Kur’an-ı kerim, bu temel kurala bulaşan şaibelerin müslümanın düşüncesine takılmaması için bütün işleri sonuçta Allah’a döndürmeye büyük özen göstermektedir. Herşeyi topyekün Allah’ın mutlak iradesine, etkin dilemesine ve kesin kaderine döndürmeye ve sebeplerin ve aracıların kendilerinden kaynaklanan bir faaliyetlerinin olmadığını; ancak, yüce iradenin onları harekete geçirip dilediğini bunlar vasıtasıyla gerçekleştirdiği birer alet oldukları kuralını yerleştirmeye büyük özen gösteriyor.

“Yoksa zafer sadece üstün iradeli ve hikmet sahibi olan Allah’tan kaynaklanır.”

Kur’an-ı kerim gerçek alemde olduğu gibi, kul ile Rabb, mümin kalp ile Allah’ın takdiri arasında perdesiz, engelsiz, araçsız ve aracısız direkt bir bağ kurmak için bu kuralı İslâm düşüncesine yerleştirmeye ve her türlü şaibeden arındırmaya, ayrıca zahiri sebep araç ve aletlerin kendiliğinden bir faaliyetlerinin olmadığı gerçeğini yerleştirmeye dikkat etmiştir.

Kur’an-ı kerimde, çeşitli te’kid yöntemleriyle tekrarlanan bu ve benzeri direktifler, bu gerçeği son derece parlak, yol gösterici, derin ve aydınlatıcı şekilde müslümanların gönüllerine yerleştirmektedir.

Böylece müslümanlar, yalnızca yüce Allah’ın gerçek anlamda faaliyet sahibi olduğunu anlamış oldular. Kendilerinin de Allah tarafından, araç ve sebeplere sarılmaya, çaba sarfetmeye ve yükümlülüklerini yerine getirmeye emrolunduklarını kavramış oldular. Bu sayede gerçekten ikna olup emredilene itaat ederek bilinç ve davranış arasındaki şaşırtıcı dengeyi sağlamış oldular.

Ancak bütün bunlar, zamanla, olayların meydana gelmesiyle, şimdi ve bu suredeki birçok benzerinde olduğu gibi olaylar ve onların değerlendirilmesi yöntemiyle eğitme sürecinde gerçekleşti.

Bu ayetlerde, içinde Resulullah’ın (salât ve selâm üzerine olsun) müminlere sabır ve takvaya sarılmaları, savaş alanında düşmanla bu şekilde yüzyüze geldiklerinde direnmeleri halinde Allah katından yardım olarak gelecek melekleri vadettiğini görüyoruz. Sonra melekleri indirmenin ötesindeki etkin kaynağın, herşeyin iradesine bağlandığı ve zaferin O’nun emri ve izniyle gerçekleştiği yüce Allah olduğu hakikatini bildiren Bedir’den bir sahneyi gözler önüne getirmektedir.

“Üstün iradeli ve hikmet sahibi olan Allah”

“O, üstün iradeli”dir. Otorite sahibi güçlü O’dur. Ve 0 zaferi gerçekleştirmeye kadirdir. O, “Hikmet sahibi”dir. Yüce takdiri hikmetine uygun olarak tecelli eder. Zaferi de ötesindeki hikmetini gerçekleştirmek için vermektedir.

Ardından ayet-i kerime, bu zaferi ve diğer bütün zaferlerin arkasındaki gizli hikmeti açıklamakta, zaferin gerçekleşmesinde hiçbir insanın etkinliğinin söz konusu olmadığı bildirilmektedir.

“Allah kafirlerin bir bölümünü kırıma uğratmak ya da bozguna düşürüp umutsuz biçimde geri dönmelerinï sağlamak için size zafer kazandırdı.”

“Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok. Allah ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır.”

Zafer, Allah’ın takdirini gerçekleştirmek amacı ile yine Allah tarafından bahşedilmektedir. Gerek Resulullah’ın gerekse beraberindeki mücahitlerin, zaferin gerçekleşmesinde hiçbir etkinlikleri söz konusu olmadığı gibi hiçbir kişisel amaçları ya da payları da söz konusu değil. Onlar kendileriyle dilediğini gerçekleştiren ilahî güce birer perde olmaktan öteye gidemezler. Zafere sebebiyet teşkil etmedikleri ve zaferin meydana gelmesini sağlamadıkları gibi zaferin sahipleri de kendileri değildir. Dolayısıyla taşkınlık yapamazlar. Zafer, arka plânda kastedilen hikmetin gerçekleşmesi için, Allah’ın kulları aracılığıyla ve O’nun desteğiyle gerçekleşen ilahi takdirdir.

“Allah kafirlerin bir bölümünü kırıma uğratmak için…”

Öldürmek suretiyle sayılarını azaltır.. Ya da fethetmekle topraklarını eksiltir… Veya kahretmekle otoritelerini eksiltir. Yahut ganimet alarak mallarını eksiltir… Ya da yenilgiye uğratmakla yeryüzündeki faaliyetlerini kısıtlar.

“..ya da bozguna düşürüp umutsuz biçimde geri dönmelerini sağlamak için”

Yani yüce Allah onları, yenilmiş alçaklar olarak döndürür, böylece hüsrana uğrayıp kahrolarak geri dönerler.

“…ya onların tevbelerini kabul eder.”

Müslümanların zafer kazanması kâfirler için birer nasihat bir ibret vesilesi olabilir. Onları imana ve İslâm’a sevk edebilir. Böylece yüce Allah küfürden tevbe etmelerini kabul eder. Onlara İslâm ve hidayet üzere dünyadan ayrılmayı nasip eder.

“…Ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır.”

Müslümanların onlara galip gelmesiyle veya esir olmalarıyla ya da acıklı azapla sonuçlanan küfür üzere ölmeleriyle azaplandırır. Bu, kafir olmalarının, müslümanlara eziyet etmelerinin, yeryüzünde fesat çıkarmalarının, İslâm’ın hayat için koyduğu metodun, kanun ve düzenin temsil ettiği barışa karşı koymalarının, küfrün ve İslâm’a engel olmanın ardında gizli daha nice zulmü işlemelerinin cezasıdır.

Ve her hâlukârda bu, Allah’ın hikmetidir. İnsanların hiçbir etkinlikleri söz konusu değildir. Hatta ayet-i kerime bu olguyu tamamen Allah’a özgü kılmak için Resulullah’ı da aradan çıkarıyor. Çünkü bu olay ortaksız olan ve biricik uluhiyyet kapsamına girmektedir.

Böylece müslümanlar, zaferden, onun sebep ve sonuçlarından benliklerini sıyırırlar. Bu sayede, zaferin galip gelenlerin ruhlarına verdiği kibirden, azgınlıktan, böbürlenmekten, ruhlarına ve şahdamarlarına üflediği kendini beğenmişlik duygusundan kurtularak, bu işte hiçbir paylarının olmadığını, başından sonuna kadar işin tamamen Allah’a ait olduğunu idrak ederler.

Bununla ayet-i kerime, itaat eden veya isyan eden bütün insanların işlerini Allah’a döndürüyor. Bu iş, sadece Allah’ın işidir. Bunun karşısında bu davanın ve beraberinde itaatkarı ve isyânkarı ile bütün insanların konumu da bu… Nebi (salât ve selâm üzerine olsun) ve beraberindeki müslümanların görevlerini yerine getirdikten sonra sonuçtan ellerini çekmek dışında başka bir işlevleri söz konusu değildir. Mükafatları ise, sözünü yerine getiren, dostluğuna bağlı kalan ve kulların ecrini eksiksiz veren Allah’a aittir.

Ayetlerin akışında görüleceği gibi başka nedenler de “Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok” yargısını gerekli kılmıştır. Nitekim, ayetlerin akışında bazısının “Bu işte bizim bir fonksiyonumuz var mı?” (Al-i İmran suresi; 154)· dedikleri, bir kısmının da “Bu işte payımız olsaydı burada öldürülmezdik” (Al-i İmran suresi; 155) dediklerine rastlanmaktadır. Bu ayet onlara, hiçbir işte, ne zafer ne de yenilgide, hiç kimsenin bir etkinliğinin söz konusu olmadığını, insanlardan yalnızca itaat, bağlılık ve görevi yerine getirme istendiğini, bundan sonrasının ise tamamen Allah’a ait olduğunu, hiç kimsenin, hatta Resul’ün (salât ve selâm üzerine olsun) bile bir fonksiyonunun olmadığı gerçeğini haykırmaktadır. Bu hakikat, İslâm düşüncesinin temel kurallarından biridir. Bunun ruhlarda yer etmesi kişilerden, olaylardan ve bütün değerlerden daha üstündür.

Bedir savaşına ilişkin bu hatırlatma, temel gerçeklerin düşüncede yer etmesine yönelik bu çaba, zafer ve yenilgi işinin Allah’ın hikmetine ve takdirine döndüğü gerçeğini içeren daha kapsamlı bir gerçekle son buluyor. Bu hakikatin yerleşmesi asıl büyük hakikatin yerleşmesiyle tamamlanıyor; evrendeki bütün işlerin Allah’a ait olduğu, bu yüzden dilediğini bağışladığı, dilediğine de dilediği gibi azap verdiği gerçeği ile…

“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. O, dilediğini affeder, dilediğini de azaba çarptırır. Hiç kuşkusuz Allah affedici ve merhametlidir.”

Bu, mutlak egemenliğe dayalı mutlak iradedir. Göklerde ve yerde bulunanlar üzerindeki hükümdarlığı gereği, kulların işleri üzerindeki mutlak tasarruftur bu… Bağışlama ve azap etmekle kullar arasında bir zulüm veya kayırma söz konusu değildir. Bu konuda herşey hikmet, adalet, rahmet ve mağfiretle sonuçlanmaktadır. Çünkü, rahmet ve mağfiret yüce Allah’ın şanındandır.

“Hiç kuşkusuz Allah affedici ve merhametlidir.”

O’na dönmek, işleri topyekün O’na havale etmek, gerekli olan görevleri yerine getirmek, bundan sonrasını, sebep ve araçların arka plânındaki hikmetine, kaderine ve mutlak iradesine bırakmak suretiyle O’nun mağfiretinden ve rahmetinden yararlanma kapısı bütün kullara açıktır.

SAVAŞIN SÜREKLİ OLANI

Ayetlerin akışı, Uhud savaşını, orada meydana gelen olay ve hadiselerin değerlendirilmesini sunmaya girişmeden önce, bölümün başında da işaret ettiğimiz gibi ruhun derinliklerinde ve hayatın çevresinde süren büyük çarpışmaya ilişkin direktiflerle gelmektedir. Söz; faizden, faizle iş görmekten, Allah korkusundan, O’na ve Resulüne itaatten, gizli-açık infak etmekten, faiz düzenine karşılık üstün yardımlaşma düzeninden, öfkeyi yenmekten, insanları affetmekten toplum içinde iyiliği yaymaktan, günahlardan istiğfar edip, Allah’a dönmekten ve hatalarda ısrar etmemekten açılmaktadır.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.