sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 2. VE 6. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 2. VE 6. AYETLER ARASI
30.09.2019
601
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

2- O, kendinden başka bir ilâh bulunmayan, diri ve yarattıklarını gözetip yöneten Allah’tır.

3/4- Sana daha önceki semavi kitapları onaylayan hakk içerikli kitabı indirdi. Daha önce de insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti. Doğru ile eğriyi birbirinden ayıran bu kitabı da aynı amaçla indirdi. Allah’ın ayetlerini inkâr edenleri ağır bir azap beklemektedir. Hiç kuşkusuz Allah üstün iradeli ve intikam alıcıdır.2

5- Hiç şüphesiz, ne yerde ve ne gökteki hiçbir şey Allah için gizli değildir.

6- Size döl yataklarında dilediği biçimi veren O’dur. O’ndan başka ilah yoktur. O, üstün iradeli ve hikmet sahibidir.

İşte sure, Peygamberin (salât selâm üzerine olsun) mesajını reddeden ehl-i kitaba hitaben başlıyor. Eğer mesele hüccet ve delil ile ikna olma meselesi olsaydı Peygamberliğin, peygamberlerin, Allah tarafından indirilen kitapların, Allah’tan gelen valıyin ne olduğunu daha iyi bilmeleri gereken ehl-i kitab, diğer insanlardan daha önce davranıp kendilerine sunulan gerçeği tasdik edip müslüman olmaları gerekirdi.

Sure, onların içlerini kemiren ya da kasıtlı olarak müslümanların kalplerine ekmeye çalıştıkları büyük şüphe tohumları hususunda meseleyi kesin çizgilerle ayıran, bu şüphelerin hangi kanallardan ve gizli yollardan kalplere akıtıldığını ortaya çıkaran, gerçek müminlerin Allah’ın ayetleri karşısındaki tutumları ile kalblerinde hastalık ve sapıklığa eğilim duyanların tavırlarını belirleyen, müminlerin Rabblerine karşı tutumlarını, O’na sığmışlarını, O’na niyazda bulunuşlarını ve O’nu yüce sıfatlarıyla tanımalarını tasvir eden bir bölümle başlıyor:

“O, kendinden başka bir ilâh bulunmayan, diri ve yarattıklarını gözetip yöneten Allah’tır.”

Bu apaçık ve berrak Tevhid inancı, müslümanın inancıyla diğer bütün inançlar arasındaki yol ayrımıdır. Bu açıdan bakıldığında ateistlerin ve müşriklerin inançları ile Hakk yoldan sapmış olan yahudi ve hıristiyanların inançları, aralarındaki tüm din ve mezhep ayrılığına rağmen aynı kategoriye girer. Bu da müslümanın hayatı ile yeryüzündeki diğer inanç sahiplerinin hayatı arasındaki ayrılış noktasıdır. İşte burada sözü edilen inanç, hayat düzenini her alanda kontrol altına almakta ve ona yön vermektedir.

“O, kendinden başka bir ilâh bulunmayan, diri ve yarattıklarını gözetip, yöneten Allah’tır.”

Uluhiyette O’nun ortağı yoktur. “Hayy”dır; Mutlak olarak hayatı kendisinden kaynaklanır. O’nun hayatı her çeşit kayıttan uzaktır, sıfatlarında O’nun bir benzeri yoktur. “Kayyum”dur; her canlı ve cansız O’nunla varlığını sürdürebilir, bütün hayata ve tüm varlıklara hakim olan da O’dur. Bu evrende O’nsuz ne bir varlıktan ne de hayattan söz edilebilir.

İşte bu, düşünce ve inançta yol ayrımıdır; hayat ve ahlâk sisteminde yol ayrımı. Uluhiyet hakkını yalnız Allah’a veren bir inançla, birçok cahili düşüncenin kargaşası sonucu ortaya çıkan çok ilahlılık inancı arasındaki yol ayrımı. O zaman Arap yarımadasında hüküm süren müşriklerin inançlarıyla Allah’a oğul isnad eden yahudi ve hıristiyan inancı arasında veya birden çok ilahı benimseyen hıristiyan inancı arasında hiçbir fark yoktur.

Kur’an-ı Kerim yahudilerin “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediklerini haber veriyor. Nitekim bugün yahudilerin “Kitab-ı Mukaddes” olarak kabul ettikleri kitap da buna benzer birtakım sapık düşüncelerle doludur. Tekvin bölümü, altıncı babda buna değinilmiştir.”(Bu kitabın “el-ishahhüssadis” denen yerinde şunlar yazılıdır: “Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başlayıp çok miktarda kız evlatları olunca, Allah’ın oğulları bu kızların güzelliğine hayran kalıp beğendiklerini kendilerine zevce edindiler. Sonra Rabb dedi ki: Benim ruhum insanoğlunda devamlı kalamaz. Zira o beşerdir. Bu durum yüzyirmi yıl sürdü. O yıllarda yeryüzünde birtakım azgınlar vardı. Bilahare ise, yine Allah’ın oğulları insanların kızlarıyla evlendiler ve çocukları oldu. O günden beri bunlar birtakım isimlerle tesmiye olunan “zalimler”dir.)

Hıristiyanların sapık düşüncelerine gelince, Kur’an onların bu inançlarından; “Allah, üç ilahın üçüncüsüdür”, “Allah Meryem oğlu Mesih’tir” sözlerinin yanında, Mesih’i ve annesi Meryem’i Allah’ın dışında iki ilah olarak benimsediklerini, keşişleri ve rahiplerini de kendilerine Rabb’ler olarak kabul ettiklerini haber vermektedir.

T.V. Arnold’un İslâm’a Çağrı adlı eserinde de bu düşüncelerin bir kısmına rastlanmaktadır: “Jüstinyen, İslâm’ın ortaya çıkışından yüz yıl önce Roma İmparatorluğu’nda halkın birliğini bir dereceye kadar sağlamayı başarmıştı. Fakat onun ölümünden sonra bu birlik hemen dağıldı. Bunun üzerine devletin başkenti ile diğer vilayetler arasında bir bağın kurulmasını sağlayacak ulusal ortak bir bilince şiddetle ihtiyaç duyuldu. Bu amaçla birtakım çalışmalar yapmasına rağmen Herakliyüs Şam’ı tekrar merkezî hükümete bağlamayı tam anlamıyla başaramadı. Birliği sağlamaya yönelik benimsenen tüm vasıtalar bölünmeleri yok edeceği yerde bu anlaşmazlıkları daha da arttırıyordu. Ortalıkta dinî duyguların dışında ulusçuluk bilincinin yerine geçebilecek başka bir şey de yoktu. Bu yüzden inancı; gönülleri huzura kavuşturacak, birbiriyle kıyasıya savaşan ve birbirine kin besleyen gruplar arasındaki düşmanlık ateşini söndürecek şekilde yorumlamaya yöneldi. Dine karşı çıkanlarla Ortodoks kilisenin arasını bulmaya ve daha sonra . da onlarla merkezi hükümetin birliğini sağlamaya çalıştı. Miladi 451 yılında Halkadonya’da (İznik) toplanan Konsül’de şu karar alınmıştı: “Mesih’in, birbirine karışmayan, değişmeyen, bölünmeyen ve ayrılmayan iki tabiata sahip olduğu kabul edilmelidir. Bu iki tabiatın birleşmesi nedeniyle onların ayrı ayrı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. İşin doğrusu, her iki tabiat kendi özelliklerini muhafaza ederek bir tek bedende birleşmiştir. İki parçanın tek bir cesette birleşmesi sonucunda Oğul Allah ve Ruh’ul Kuds meydana gelir.” Yakubiler (Bunlar, Yakub el-Baraziiye tabi olanlardır ki hıristiyanlıkta tek Allah nazariyesini savunurlar. (el-Raid S. 1634)) bu toplantıda alınan kararları reddettiler. Onlar Mesih’te yalnız bir tabiatın varlığını kabul ediyorlar ve: “Mesih, tüm unsurları kendisinde toplamıştır; hem İlahî hem de beşerî tüm niteliklere sahiptir. Fakat bu nitelikleri taşıyan madde ikilik kabul etmez, aksine unsurların toplandığı bir bütünlük arz eder” diyorlardı. Herakliyüs’ün Mesih’i “Üçten biri” olarak kabul ettiği mezhebi halka benimsetmeye çalıştığı bu dönemde, Ortodokslarla, özellikle Mısır, Şam ve Bizans İmparatorluğu sınırları dışında yaşayan Yakubiler arasında yaklaşık iki asır sürecek bir mücadele başladı. Jüstinyen’in benimsediği mezheb ise, bir yandan iki tabiatın varlığını kabul ederken diğer yandan da bu iki tabiatın Mesih’in bedeninde, tek bir varlığa dönüştüğünü ileri sürüyordu. Onlara göre Allah’ın oğlu olan Mesih ilahî ve beşerî kuvvetleri kendinde toplamış bulunan tek bir varlıktı. Bu ise, beden halinde somutlaşan bu şahsın içinde tek bir irade olduğu anlamına geliyordu. Fakat Herakliyüs de, barışın temellerini atmaya çalışan pek çok ıslahatçının akıbetine uğramaktan kurtulamadı. Çünkü iki mezhep arasındaki mücadeleyi bir an olsun durduramadığı gibi, bu savaşı daha da şiddetlendirmiş ve bizzat kendisi de üçüncü bir taraf olup diğer iki grubun öfkesini üzerine çekmiş ve Allahsız olarak damgalanmıştı.”

Aynı şekilde Hıristiyan bir araştırmacı olan Canon Taylor İslâm’ın ortaya çıktığı sırada doğu hristiyanlarının durumunu şöyle ifade ediyor: “O dönemde insanlar gerçekten müşrikti; Azizlerden, keşişlerden ve meleklerden bazılarına tapıyorlardı “(Hasan İbrahim ve iki arkadaşı tarafından yapılan tercüme sayfa: 52-53)”

Müşriklerin inançlarındaki sapıklıklara gelince; Kur’an, onların cinlere, meleklere, güneşe, aya ve putlara taptıklarını bildiriyor. Onların inançlarında en hafif sapıklık olarak değerlendirilebilecek sözleri şöyledir: “Biz, putlara ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.”

İşte birkaç örnekle değindiğimiz bu bozuk ve sapık düşüncelere İslâm şiddetle karşı çıkmış ve onların tutarsızlığını açık ve kesin bir biçimde ortaya koymuştur:

“…O, kendinden başka bir ilâh bulunmayan, diri ve yarattıklarını gözetip yöneten Allah’tır.”

İşte bu, hem düşünce ve hem de inançta yol ayrımı olduğu gibi yaşam biçimi ve ahlâkta da yol ayrımıdır.

Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan tek Allah’a inanan ve gerçek hayatın tek sahibi; Hayy olan, her varlığın, her canlının kendisiyle ayakta durup O nunla varlığını sürdürdüğü Kayyum olan bir Allah bilincine eren bir insan düşünün.

Bu varlığın bilincinde olan bir insanın yaşam biçimi ve hayat düzeni ile, tüm duygularını sözü edilen çarpık ve tutarsız düşüncelerle bulandırmış, vicdanında hayatına hükmeden ve onu yönlendiren uluhiyet hakkında hiçbir his kalmamış bir insanın yaşam biçimi ve hayat tarzı temelde ayrı olması gerekmektedir.

Apaçık ve tertemiz Tevhid inancının yanında Allah’tan başkasına kulluğa yer yoktur. Ne hukuk ve düzende, ne eğitim ve ahlâkta, ne de ekonomik ve sosyal alanda Allah’tan başkasından yardım dilemeye ve O’na şirk koşmaya yer yoktur İslâm’da. Kısaca ne bu dünya için ne de ahiret hayatı için Allah’tan başkasından yardım dileme yoktur bu dinde. Gerçeğinden saptırılmış, doğru ve açık olmayan temeller üzerine kurulmuş bulunan düşüncelerde ise, ne hukuk ve düzende, ne eğitim ve ahlâkta ve ne de sosyal ve ekonomik alanda… Bunların tamamında… Ama tamamında ne bağlanılacak taraf ve ne de durulabilecek bir yerden sözedilebilir. 8u düzenlerde ne helal ve haramın, ne de doğru ve yanlışın sınırı belirlenmiştir. Emirlerin kendisinden alındığı, yönelmenin kendisine doğru olduğu, itaat, kulluk ve teslimiyetin yalnız kendisine yapıldığı otorite açıklık kazanıp tek olarak kabul edildiğinde herşey netleşir ve ahenk kazanır. Bu nedenle bu yol ayrımında kesin bir tavırla karşılaşıyoruz:

“O, kendinden başka bir ilah bulunmayan, diri ve yarattıklarını gözetip yöneten Allah’tır.”

Onun için bu yalnız bir inanç ilkesi değil, İslâmî hayatın yapısını ortaya koyan, Onu diğer yaşam biçimlerinden ayıran temel ilke olmuştur. İslâmî hayat, bütün ilke ve kurallarıyla İslâm düşüncesinin bu net ve kesin olan Tevhid inancından kaynaklanır. Tevhid, pratik hayata tesiri olmadığı sürece gönüldeki inanç olarak da gerçekleşemez. Allah’tan gelen hukuk düzeni ve Tevhid inancı hayatın her alanında kendini gösterdiği an, Tevhid, anlam kazanır. Allah’ın zatı ve sıfatlarında tek olduğu ilan edilip diğer hayat düzenleriyle bu dinin ayrılış noktaları açıklandıktan sonra, bütün insanlık tarihi boyunca beşeri hayatın düzenlenmesi için gönderilen peygamberlerin, kitapların ve dinlerin de bu tek kaynaktan geldiği açıklanıyor:

“…Sana daha önceki semavi kitapları onaylayan hakk içerikli kitabı indirdi. Daha önce de insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti. Doğru ile eğriyi birbirinden ayıran bu kitabı da aynı amaçla indirdi. Allah’ın ayetlerini inkâr edenleri ağır bir azap beklemektedir. Hiç kuşkusuz Allah üstün iradeli ve intikam alıcıdır.”

Bu ayetin birinci bölümü, İslâm inancının temel ilkelerinden bir kısmını kapsaması yanında, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve O’nun Allah tarafından getirdiği gerçekleri reddeden ehl-i kitab ve diğer inkârcıların iddialarını da çürüten ifadeleri de içeriyor.

Peygamberlere gönderilen kitapların tek bir kaynaktan gönderildiği bildirilen ayeti kerimede şöyle deniliyor: “Daha önce de Musa’ya Tevrat’ı, İsa’ya da İncil’i indiren kendisinden başka ilah olmayan, hayatın ve kudretin yegane kaynağı yüce Allah’tır sana bu Kur’an’ı indiren”. O halde uluhiyet ve ubudiyeti birbiriyle karıştırma veya aynı bedende birleştirmeden söz edilemez. Ortada, kulları arasından seçtiği bazı kimselere kitap veren tek bir ilâh ve bir de o kitapları teslim alıp kabul eden Allah’ın kulları vardır. Sonuçta onlar Nebi de olsalar Resul de olsalar Allah’ın kullarıdırlar.

Ayeti kerime, Allah katından indirilen kitaplarda yer alan dinin ve hakkın da aslında bir olduğunu açıklıyor. “Sana daha önceki semavi kitapları onaylayan hakk içerikli kitabı indirdi”. Bu kitapların her biri aynı ortak amacı hedef almaktadır; “İnsanlara doğru yolu göstermek”. Daha önce hıristiyan bir yazar olan S.W. Arnold’un “İslâm’a Çağrı” adlı kitabından yaptığımız alıntıda örneğini gördüğümüz gibi, bu kitap, aynen kendinden önce indirilen kitaplardaki Hakkı içeren ve insanların heva ve heveslerinin ürünü olan düşünce ekolleri ve siyasal akımların etkisiyle bu kitaplara karıştırılan saptırmaları ve şüpheleri gerçek olandan ayrıştıran “Furkan”dır.

Ayeti kerimede kapalı bir üslupla ehl-i kitabın yeni gelen peygamberi ve peygamberliği yalanlamasının tutarlı bir yanı olmadığı belirtilmekte. Zira bu yeni Risalet de kendisinden önceki Risaletlerin metoduna bağlı kalmakta; getirdiği kitap da daha önceki kitaplar gibi Hakk ile indirilmektedir. Bundan önceki kitaplar insanların arasından bir elçiye indiği gibi bu kitap da insanlardan bir elçiye indirilmiştir ve bu yeni Risaletin kitabı Allah’tan gelen kendisinden önceki kitapları doğrulamakta; diğer kitapların kanat gerdiği Hakki bu kitap da koruma altına almaktadır. Üstelik bu yeni kitabı da kitap indirmede tek yetki sahibi olan Allah indirmiştir. İşte bu kitap, insanların inanç hakkındaki düşüncelerini, hayat düzenlerini, ahlâk, eğitim ve yasalarım belirleyen ve elçisine indirdiği kitap doğrultusunda temelden kurma hakkına sahip olan Allah tarafından indirilmiştir.

Ayetin ikinci bölümü ise, Allah’ın ayetlerini inkâr edenlere korkunç bir tehdit yöneltmekte, Allah’ın kudretini, üstünlüğünü, azap ve intikamının dehşetini onlara göstermektedir. Allah’ın ayetlerini kabul etmeyenler bu tek gerçek dini bütünüyle reddedenlerdir. Daha önce kendilerine indirilen Allah’ın kitabından sapmış olan ve bu hareketlerinin sonucu olarak, Hakk’ı batıldan apaçık bir şekilde ayıran, bu yeni kitabı da yalanlama yoluna sapan ehl-i kitab, burada küfürle nitelendirilmekte; Allah’ın dehşet verici azabı ve kaçıp kurtulmanın mümkün olmayacağı intikamıyla tehdit edilenlerin başında yer almaktadırlar.

Bu azap ve intikam tehdidinin hemen ardından da kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmadığı, hiçbir sırrın gizlenip kaçırılamadığı Allah’ın sınırsız bilgisi vurgulanmaktadır:

“Hiç şüphesiz, ne yerde ve ne gökteki hiçbir şey Allah için gizli değildir.”

Burada, Allah’ın hiçbir şeyin kendisinden gizli kalmadığı sınırsız ilim sıfatıyla vasıflandırılması, surenin başında yeralan ulûhiyet ve otorite birliği kavramlarıyla uyum arz ettiği gibi bir önceki ayette dile getirilen korkunç tehditle de ahenk içindedir. “Ne yerde ne de gökte” tüm genişliğine ve sınırsızlığına rağmen hiçbir şey Allah’ın bilgisinden kurtulamayacaktır. Öyleyse niyetleri O’ndan gizli tutmak mümkün olmadığı gibi, tuzakları örtbas etmek de mümkün olmayacaktır. O’nun o şaşmaz cezasından, herşeyi en ince ve gizli yönlerine varıncaya kadar kuşatan engin bilgisinden kaçma imkanı yoktur.

Ne yerde ne de gökte hiçbir şeyin kendisine gizli kalmadığı, herşeyin en ince ve gizli taraflarına varıncaya kadar bilinen kapsamlı bilginin ışığı altında insanların duygularına hassas ve engin bir şekilde temas edilmekte; gayb aleminin bilinmezliği ve ana rahminin karanlığında insanın hiçbir bilgisi, gücü, kavrayışı olmadığı mahiyeti bilinmeyen yaratılışa değinilmektedir:

“Size dâl yataklarında dilediği biçimi veren O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. O üstün iradeli ve hikmet sahibidir.”

Böyle “şekillendiriyor sizi”. Allah insanı kendi mutlak iradesi ve isteğiyle beşeri vasıflar doğrultusunda şekillendiriyor, o dilediğini yapar; O’ndan başka ilâh yoktur; Aziz’dir; yaratma ve şekil vermede güç ve kudret sahibidir; Hakim’dir; yarattığı ve şekil verdiği mahlukatının işlerini kendi hikmetiyle hiçbir yardımcı ve ortağa ihtiyaç duymaksızın idare edendir.

Bu noktaya temas edilmekle Hristiyanların, Hz. İsa’nın (selâm üzerine olsun), yaratılışı ve doğumu hakkında yaydıkları şüpheler aydınlanmaktadır. Buna göre; İsa’ya “dilediği” şekli veren Allah’tır. Yoksa Hıristiyanların ileri sürdüğü gibi İsa; Rabb, Allah, Oğul ya da beşeri ve ilahî nitelikleri aynı anda üzerinde toplayan üç varlıktan biri değildir. Aynı zamanda O, zihinlerin rahatça kavrayabildiği apaçık Tevhid düşüncesinin karşısına çıkan saptırılmış ve gizemli bir nitelik kazandırılmış düşüncelerin ileri sürdüğü gibi anlaşılması zor bir şahıs da değildir.

Daha sonra, Kur’an’ın apaçık (muhkem) ayetlerindeki kesin gerçekleri bırakıp, te’vil yapma imkanı bulunan (müteşabih) ayetlerini kuşku uyandırmak amacıyla kurcalayarak eğip-büken ard niyetliler deşifre edilirken diğer taraftan Allah’a samimiyetle inananların parlak simaları, tertemiz inançları ve kendilerine Allah katından gelen herşeyi tereddütsüz kabul edip teslim olmalarını tasvir eden ayetlere geliyor sıra:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.