sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 11. VE 18. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 11. VE 18. AYETLER ARASI
18.08.2020
769
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

11- Sizi yarattık, arkasından belirli bir biçime soktuk, sonra meleklere “Ademe secde edin, dedik. İblis dışında hepsi secde etti. Sadece o secde edenlerden olmadı. “

12- “Allah İblis’e “Secde etmeni emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan ne oldu? dedi. O da “Ben ondan üstünüm, beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın ” dedi.

13- “Allah ona “o halde in oradan, orada büyüklük taslamak haddine düşmedi. Çık dışarı, sen alçağın birisin, dedi. “

14- “İblis, “Bana insanların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi.

15- Allah “Sen mühlet verilenlerden birisin” dedi.

16- “İblis dedi ki; “Beni kışkırtıp sapıklığa düşürdüğün için, andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu keseceğim. “

17- “Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım da çoğunluğunu şükreder bulamayacaksın. “

18- “Allah dedi ki; “Çık oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onları ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım. “

İşte ilk sahne budur… Bu gerçekten etkileyici bir sahnedir. Önemli bir sahnedir… Biz burada önce kıssanın sahnelerini sunmayı, bunlar üzerinde yapılacak yorumu ve bu sahnelerin imajları üzerinde yapılacak tesbitleri sonraya bırakmayı uygun görüyoruz.

“Sizi yarattık arkasından belirli bir biçime soktuk, sonra meleklere, “Adem’e secde edin, dedik. İblis dışında hepsi secde etti. Sadece o secde edenlerden olmadı.”

Yaratma: Yapma, meydana getirme anlamına tasvirde, biçim verme ve özelliklerle donatma anlamına gelebilir. Yaratma ve tasvir meydana gelişte iki aşama değil, iki basamaktır. Çünkü buradaki “sonra” kavramı, zaman sıralamasını değil de, manevi yükseliş sıralaması için kullanılmış olabilir. Tasvir (Şekil ve özellik kazanmak) soyut anlamda varolmaktan daha ileri bir basamaktır. Varolma hammadde için de geçerlidir. İnsani bir şekil kazanma ve birtakım özelliklere sahip olma açısından tasvir, varolmanın basamaklarından daha ilerde bir basamaktır. Sanki burada şöyle denmek istenmiştir: Biz size sadece varolmayı bağışlamakla yetinmedik, sizin varlığınızı üstün özelliklere sahip bir varlık kıldık… Nitekim başka bir ayette: “Her şeye yaradılışını veren sonra da yol gösteren O’dur” (Taha -50) deniyor.

Çünkü bütün varlıklara özellikler ve fonksiyonlar verilmiş ve yaratılışı esnasında bu görevlerini yerine getirmesi için ona yol gösterilmiştir. Yaratılış özellikleri ve fonksiyon verilişi ile bu görevlerin yerine getirilmesi arasında bir zaman boşluğu yoktur. Eğer buradaki yol gösterme, O’nun Rabbine yol bulması dahi olsa, yine anlam değişmez. Çünkü her şey yaratıldığı andan itibaren Rabbine yol bulmuştur. Aynı şekilde Adem’e de yaradılışı sırasında insanî özellikleri verilmiş ve “Sonra” da ise manevi yönden yükselmeye yöneltilmişti. Yoksa arada zaman aşımı yoktur. Biz bu görüşdeyiz.

Hangi açıdan bakarsak bakalım, Hz. Adem’in -selâm üzerine olsun- yaradılışına, insanlığın meydana gelişine ilişkin Kur’an ayetlerinin bütünü, bu varlığa insani özelliklerinin ve kendisine özgü fonksiyonunu yaradılışı ile birlikte verildiği düşüncesi Kur’an’da ağırlık kazanmaktadır. İnsanlık tarihinde görülen ilerlemenin, yükselişin bu özelliklerin daha açık bir şekilde ortaya çıkmaları, gelişmeleri, terbiye edilmeleri ve insanın bunlar sayesinde üstün bir deneyime sahip olmasında görülen ilerleme olduğunu ortaya koymaktadır. Yoksa Darwinizm’in ileri sürdüğü gibi, başka türlerin gelişerek sonuçta insan olduğu şeklinde insanın “öz varlığında” herhangi bir başkalaşım olmadığını ortaya koymaktadır.

Arkeolojik kazılara dayanan yaradılış ve evrim teorisine bağlı olarak zaman süreci içinde hayvanlarda değişik ilerleme aşamalarının varlığını ve bunların birbirini izleyen gelişmeler olduğunu ileri sürmek “sağlıklı” verilere dayanmayan bir teoriden ibarettir. “Kesinlik” ifade etmez. Çünkü yerin katmanlarında bulunan kayaların ömürlerini belirleme çalışmaların da kendileri bile tahminden öteye geçemezler. Bu çalışmalar yıldızların ömürlerini radyasyon yoluyla kestirmek gibidir. Bunları düzeltecek, hatta kökünden değiştirecek daha başka tahminlerin ortaya çıkmasını engelleyebilecek hiçbir şey yoktur! Böyle bir varsayım bu canlıların birbirlerinden daha gelişmiş olduğunu söylememiz için yeterli değildir. .

Kayaların ömürlerine ilişkin bilgimizin kesin olduğunu varsaysak bile, belirli çevre şartlarının etkisiyle ve bu şartlarla uyum sağlayabildikleri oranda bazı canlı türleri varolmuş olabilir ve çevre şartları değişip yaşamalarına elverişsiz hale geldiği için bu canlıların soyu kurumuş olabilir. Bu varsayımı ileri sürmemiz için, engelleyici hiçbir veri yoktur.

Darwin’in ve ondan sonrakilerin arkeolojik kazıları bundan öte bir şeyi ispatlayamaz. Zaman süreci içinde herhangi bir hayvan türünün kendisinden önceki bir hayvan türünden organik olarak evrimleştiğini, o zaman süreci içindeki kayaların katmanlarının tanıklığına bakarak kesin biçimde ispatlayamaz. Sadece şu kadarını ispatlayabilir: Zaman süreci içinde birtakım hayvan türleri kendisinden önceki bir hayvan türünden daha gelişmiştir… Böyle bir gelişmeyi bizim anladığımız biçimde yorumlamak da mümkündür. Yani bu zaman diliminde yeryüzünde egemen olan şartlar bu hayvan türünün varlığına müsaade ediyorlardı. Şartlar değişince, yeryüzü başka bir hayvan türünün meydana gelmesine elverişli oluyordu. Bu hayvan türü de meydana geliyordu. Değişen şartlar daha önceki şartlarda yaşayan hayan türünün neslinin tükenmesine yolaçıyordu. Buna bağlı olarak bu hayvan türleri de yok oluyorlardı:

Buna bağlı olarak insan türünün yaradılışı bağımsız bir yaradılıştır. İnsan, yüce Allah’ın yeryüzündeki şartların insanın hayatı, gelişmesi ve ilerlemesi için elverişli hale geldiğini bildiği bir zaman süreci içinde yaratılmıştır. İnsanın yaradılışı konusunda Kur’an ayetlerinin bir bütün olarak ortaya koyduğu yaklaşım budur.

“İnsan” hem biyolojik ve fizyolojik yönden hem de aklî ve ruhî yönden diğer canlılardan apayrı bir özelliğe sahiptir. Bu öyle apayrı bir özelliktir ki, içlerinden bazıları ateist olmalarına rağmen, yeni Darwinist’ler insanın bu özelliğini kabul etmek zorunda kalmışlardır. İnsanın bu özelliği de, insanın yaradılışının başlı başına bir yaradılış olduğunu ve başka hayvan türleriyle hiçbir organik bağı bulunmadığını belgeleyen önemli bir delildir!

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, değişmesi mümkün olmayan bir gerçektir ki, ulu ve yüce Allah’ın kendisi bizzat ruhani varlıklar olan meleklerin hazır bulunduğu bir topluluğun huzurunda bu insan denen varlığın doğuşunu açıklıyor:

“Sonra meleklere: “Adem”e secde edin dedik. İblis dışında hepsi secde etti. Sadece o secde edenlerden olmadı.”

Melekler de Allah’ın bir başka yaratık kesimidirler. Kendilerine mahsus özellikleri ve fonksiyonları vardır. Allah’ın onlar hakkında bize verdiği bilgilerden başka bir şey bilmiyoruz. Daha önce Fî Zılâl-il’in başka bir yerinde Allah’ın bu konuda bize bildirdiklerini özetlemiştik. (Kehf-50) Aynı şekilde iblis de meleklerden ayrı olarak Allah’ın bir yaratığıdır. Nitekim Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Gerçekten iblis cinlerdendi. Fakat Rabbinin emri dışına çıktı.” Cinler de meleklerden ayrı bir varlıktır. Onlar hakkında da Allah’ın bize bildirdikleri dışında başka bir şey bilmiyoruz. Daha önce bu cüzde yüce Allah’ın cinlere ilişkin bize bildirdiklerini de özetlemiştik. (En’am 100,128,130. ayetlerinin tefsirine bakınız.) Bu surede ilerde geleceği gibi iblis ateşten yaratılmıştır ve kesinlikle meleklerden ayrı bir varlıktır. Fakat buna rağmen meleklerle birlikte Adem’e secde etmekle emredilmiştir. Kendine özgü yaratığın doğuşunda her şeyin sahibi olan yüce Allah büyük toplantıda herkesin Adem’e secde etmesini istemiştir. Bu isteğini açıkça ilân etmiştir.

Allah’a karşı gelmeyen ve aldıkları emri yapan melekler, Allah’ın emrini yerine getirmek üzere itaatkâr bir şekilde secdeye kapandılar. Hiçbir tereddüt göstermediler. Büyüklük taslamadılar. Herhangi bir sebepten, herhangi bir şekilde ve herhangi bir düşünceyle günah işlemeyi düşünmediler. Bu onların karakteridir. Ve bu onların özellikleridir. Aynı zamanda fonksiyonları da budur. Böylece bu insan denen varlığın Allah katında ne kadar değerli olduğu gözler önüne serildiği gibi, melekler diye bilinen Allah’ın kullarında kesin itaat da somut bir biçimde canlandırılmaktadır.

İblis’e gelince, o, yüce Allah’ın emrini uygulamaya yanaşmadı ve O’na karşı geldi. İlerde iblisin gönlünden nelerin geçtiği, yüce Allah’ın kendisinin Rabbi yaratıcısı, kendi işlerinin ve evrendeki bütün işlerin tümünün kendisinin elinde olduğunu bile bile, bunların hiçbirinde asla tereddüt etmediği halde yüce Rabbine itaat etmesine engel olan düşüncenin ne olduğu ifade edilecektir!

Aynı şekilde biz burada yüce Allah’ın yarattıklarının üç tane prototipini görüyoruz. 1. Kesin itaat ve bütün bir teslimiyet örneği. 2- Kesin isyan ve başkaldırma örneği. 3- Üçüncü örnek, insanın karakteri örneğidir. İlerde insanı ve çift yönlü sıfatlarını öğreneceğiz. Birinci karakter Allah’a karşı tam bir teslimiyet ve samimiyet örneğini sergilemiştir. Bu kesin teslimiyeti ile, O, bu sahnede görevini tamamlamıştır. Diğer iki karakterin nasıl şekillendiklerini, hangi tarafa yöneldiklerini ilerde öğrenmeye çalışacağız.

“Allah iblis”e “Secde etmeni emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan ne oldu?” dedi. O da “Ben ondan üstünüm, beni ateşten onu ise çamurdan yarattın” dedi.

İblis, Allah’ın kesin hükmüne rağmen, kendisinin de bir görüşü olabileceğini ileri sürdü. Allah’ın kesin emri ortada olduğu halde, şeytan kendisinin gördüğü sebeplere ve illetlere dayanarak kendisi hakkında hüküm verme yetkisini kendisinde gördü. Halbuki kesin ilâhi hüküm ve apaçık emir ortadayken tartışma olamaz. Düşünmek boşunadır. Kesin itaat gerekir. Uygulama zorunluluğu doğar. Lanet olası iblis de yüce Allah’ın yaratıcı, mülkün sahibi, rızık verici ve her şeyi düzene koyan, her şeyin ancak O’nun izni ve belirlemesiyle meydana geldiğini hiç de bilmiyor değildi. Fakat buna rağmen kendisine ulaştığı biçimde emre itaat etmedi ve bu emri kendi mantığına dayanarak başka yollara girdi:

“O da “Ben ondan üstünüm; beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın” dedi.

Bu isyanın büyüklüğünü ortaya koymak amacıyla vakit geçirilmeden derhal cezalandırıldı:

“Allah O’na: “O halde in oradan, orada büyüklük taslamak haddine düşmedi. Çık dışarı, sen alçağın birisin” dedi.

İblisin Allah’ı tanıması, O’na fayda vermedi. Allah’ın varlığına ve sıfatlarına inanması da O’na bir yarar sağlamadı… Allah’ın emirlerini öğrendiği halde bu emri kabul ve reddetme yetkisini kendisinde gören, yüce Allah’ın daha önceden kendisi hakkında hüküm verdiği bir meselede hakimiyet yetkisini kendisinde gören, bu hakimiyet yetkisiyle Allah’ın sözkonusu meseleye ilişkin hükmünü reddedebileceğini söyleyen her insan da iblisin konumundadır. Demek ki, bu bilgiye ve itikada (inanç sistemine) rağmen meydana gelen bir küfürdür. Çünkü iblisin ne bilgisi eksikti, ne de itikadı!..

İblis bu tutumuna karşılık olarak cennetten kovulmuştur. Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır. Allah’ın lanetine müstehak olmuştur. Alçaklık damgası yemiştir.

Ne var ki, bu çirkin ve inatçı yaratık Hz. Adem’in kendisinin kovulmasına ve gazaba uğramasına neden olduğunu unutmuyor. İntikam almadan bu kötü sonuna (akıbetine) teslim olmuyor. İçinde yoğrulduğu çirkin karakterine uygun biçimde fonksiyonunu yapmadan cezaya razı olmuyor:

“İblis: “Bana insanların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi.

“Allah “Sen mühlet verilenlerden birisin” dedi.

İblis dedi ki; “Beni kışkırtıp sapıklığa düşürdüğün için, andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu keseceğim.”

Sonra önlerinden, arkalarından sağlarından, sollarından onlara sokulacağım da çoğunluğunu şükreder bulamayacaksın.”

Bu, kötülük üzerinde kesin ısrar etmektir. Sapıklık, azgınlık üzerinde kesin biçimde diretmektir. Böylece iblisin bu karakterinin O’nun başlıca özelliklerinden biri olduğu ortaya çıkıyor… O’nun karakterindeki bu kötülük yüzeysel ve geçici bir kötülük değildir. Köklü, bilinçli, sistemli ve sürekli bir kötülüktür.

Ayrıca bu tasvirde iblisin aklî normları ve psikolojik hareketleri de canlı ve somut sahnelerle ortaya koymuştur.

iblis, Rabbinden kıyamet gününe kadar kendisine mühlet vermesini dilerken, bu isteğini ancak Allah’ın iradesi ve belirlemesiyle olabileceğini çok iyi biliyordu. Yüce Allah O’nun bu isteğini kabul de etmiş ona zaman tanımıştır. O’na tanınan bu süre, başka bir surede açıklığa kavuşturulduğu gibi, “Belirlenen güne.” (Hicr 38, Sâd-81) kadardır. Rivayetlerde belirtildiğine göre, bugün yeniden diriliş günü değil, Allah’ın hayatta kalmasını dilediği kimselerin dışında yerde ve göklerdeki herkesin öldüğü Sur’a ilk üfürüldüğü gündür.

İblis uzun yaşama hükmünü elde ettikten sonra yüce Allah’a karşı isyankârlığı ve gururu nedeniyle kendisine takdir ettiği sapıklığın ve bu sapıklık belasını kendisine göndermesinin intikamını alacağını iğrenç bir küstahlıkla ilân ediyor. Kendisinin dramatik akıbeti sebebiyle Allah’ın lanetine uğramasına ve cennetten kovulmasına neden olan, Allah’ın kendisini onurlandırdığı bu insanı saptıracağını söylüyor! Onun bu saptırma çabasını Kur’an-ı Kerim’in O’ndan aktardığı şu sözde somut olarak görebiliyoruz.

“Andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu keseceğim. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım.”

Demek ki, iblis Adem ve neslini saptırmak için Allah’ın dosdoğru yolu üzerinde oturacak. Oradan geçmek isteyen herkesi engellemeye çalışacaktır Allah’a giden yolun somut olması mümkün değildir. Çünkü yüce Allah, bir yere çakılıp kalmaktan münezzehtir. Böylece anlaşılıyor ki, bu yol Allah’ın rızasını elde etmeye vasıta olan iman ve itaat yoludur… İblis bu amacını gerçekleştirmek için her taraftan insana sokulacaktır: “Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından…” Onlarla iman ve itaatin arasına girmek için… Bu iblisin, insanı saptırmak için sürekli çabasını ve tükenmez gayretini ortaya koyan canlı, hareketli ve somut bir tablodur. İblisin amacı insanların Allah’ı tanımamaları ve O’na şükretmemeleridir. O’nun tuzaklarından kurtulup Allah’ın çağrısına kulak veren az bir grup müstesna:

“Çoğunluğu şükreder bulamayacaksın.”

Burada şükretmenin tekrar edilmesi surenin baş tarafında ifadesini bulan “Ne de az şükrediyorsunuz” cümlesiyle tam bir ahenk sağlamaktadır. Böylece az şükredilmesinin nedeni açıklanmış, gizli olan gerçek etken ortaya çıkarılmıştır. Bu temel etken iblisin O’na karşı çalışması ve Allah’a giden yolda oturmasıdır! İnsanın, kendisini doğru yoldan alıkoyan gizli düşmanına karşı uyanık hareket etmesi istenmiştir. İnsanların çoğunun şükretmesine engel olan bu musibetin nereden kaynaklandığını öğrendikten sonra ona karşı önlem almaları gerektiğini hatırlatmıştır.

Şeytanın arzu ettiği kendisine verilmiştir. Çünkü yüce Allah’ın iradesi bu insan denen varlığın kendi yolunu kendisinin seçmesini istemiştir. Zira insanın yaradılıştan gelen birtakım yetenekleri vardır ki, insan onlarla iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırabilir. Serbest olarak tercihini yapması için ona akıl da verilmiştir. Peygamberler aracılığıyla sürekli biçimde ona hatırlatmada bulunulmuş ve onu doğru yoldan ayrılmaktan sakındırmış, islâm dinine bağlanıp onunla kendisini düzeltmesini istemiştir. Yüce Allah’ın iradesine bağlı olarak, insan ya doğru yolu veya şeytanın yolunu algılayabilme, kendi bünyesine ya iyiliği veya kötülüğü yerleştirebilme ve iki sonuçtan birine doğru yol alma imkânına sahip kılınmıştır. Doğru yola girse de sapıklık yolunu seçse de neticede Allah’ın sınava ilişkin yasası gerçekleşir, Allah’ın dediği olur. Hidayet de sapıklık da Allah’ın yürürlükteki yasasına ve özgür iradesine bağlı olarak gerçekleşir.

Fakat ayetlerin devamında yüce Allah’ın, lanet olası iblisin kendisine süre tanınmasına ilişkin isteğinin kabul edildiğinin açıkça belirtilmesine rağmen, bu son isteğinin verildiğine dair bir açıklama yapmadıklarını görüyoruz. Yüce Allah bu konuda bir açıklama yapmamıştır. Yalnız iblisin oradan kovulduğunu açıklamıştır. Bu öyle bir kovuluştur ki, kimse ona engel olamaz. Onu yerilmiş ve gazaba uğramış bir biçimde kovmuştur. Şeytan ve kendisine uyan ve onunla beraber sapıklığa düşen insanlardan cehennemi doldurmak üzere huzurundan uzaklaştırmıştır.

“Allah dedi ki; `Çok oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onu ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım.”

İblise uyan insanlar ya Allah’ı tanımada, ilahlığına kesin inanmada, O’na uyarlar veya aynen onun gibi Allah’ın hakimiyetini ve hükmünü kabul etmezler, Allah’ın emirlerine rağmen meseleleri gözden geçirme hakkına sahip olduklarını, Allah’ın emirlerini uygulayıp uygulamamakta kendi mantıklarını kriter olarak kabul ettiklerini iddia ederler. Ya da kendilerini Allah’ın yolundan tamamen saptırması için iblise uyarlar… Fakat bu iki sapıklık da temelde aynıdır ve şeytana uymaktır. Cezası da şeytan ile birlikte cehennemi boylamaktır!

Yüce Allah, şeytan ve soydaşlarına doğru yoldan saptırma olanağı vermiştir. Hz. Adem’e ve O’nun nesline de sınama gereği olarak tercih imkânı vermiştir. Yüce Allah insana bu tercih imkânı vermekle hem ceza hem mükâfatın ona uygun düşmesini dilemiştir. Onu bu nitelikle diğer yaratıkları arasında kendisine has özelliklere sahip kılmak istemiştir. O ne melektir ne de şeytan. Onun bu evrendeki fonksiyonu ne meleğin fonksiyonu ne de şeytanın fonksiyonudur.

YASAK AĞAÇ

Olayın akışı içinde çizilen tablo burada bitiyor. Hemen arkasından başka bir sahne başlıyor:

Yüce Allah, iblisi bu şekilde cennetten uzaklaştırdıktan sonra hitabı Adem’e ve eşine yöneltiyor. Biz burada yalnız Hz. Adem’in kendi cinsinden bir eşi olduğunu biliyoruz. Bu eşinin nereden geldiğini bilmiyoruz. Şu anda sözkonusu edeceğimiz ayet ile Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetleri bu gayb konusundan haber vermemektedirler. Hz. Havva’nın Hz. Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığından söz eden rivayetlerin hepsi yahudi uydurmasından kaynaklanır. Bu nedenle bu konuda onlara dayanamayız. Bu konuda kesin olarak söylenebilecek tek şey yüce Allah’ın Hz. Adem’e kendi cinsinden bir eş yarattığı ve böylece onların iki eş olduklarıdır. Zaten yüce Allah’ın yarattığı tüm yaratıkların çift olarak yaratıldıkları değişmez bir yasadır. “Biz belki ibret alırsınız diye, her şeyden bir çift yarattık.” (Zâriyat-49) Bu sürekli geçerli olan değişmez bir yasadır. Allah’ın tüm yarattıkları için geçerli olan köklü bir kuraldır. Bu değişmez yasayı baz alarak meseleye baktığımızda Hz. Havva’nın yaradılışının Hz. Adem’in yaradılışından uzun bir süre sonra gerçekleşmediğini ve O’nun yaradılışının da Hz. Adem’in yaradılışında izlenen yolun aynısıyla gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

Durum ne olursa olsun, burada hitab Hz. Adem’e ve eşine yöneltilmektedir. Cenabı Allah hayatlarındaki sorumluluklarını bildiren emirlerini kendilerine iletirken, her ikisine de hitap ediyor. Böylece her ikisini de beraber eğitmeye ve onları asıl görevlerine hazırlamaya başlıyor. Zaten yüce Allah insanı sırf bu fonksiyonu için yaratmıştır. İnsanın bu temel görevi yeryüzünde halifelik görevidir. Nitekim Bakara suresinin (30.) ayetlerinde yüce Allah buyuruyor ki: “Hani Rabbin meleklere, `Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti.”

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.