SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 125. VE 126. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
MÜSLÜMAN OLARAK CANIMIZI AL
125- “Büyücüler de dediler ki, “Biz zaten Rabbimize döneceğiz.”
126- “Sen ancak Rabbimizin ayetleri bize gelince onlara inandık diye bizden öç alıyorsun. `Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak al canımızı. “
İşte korku ve sarsılma nedir bilmeyen, Allah’tan başkasına karşı eğilmek, boyun eğmek nedir bilmeyen iman budur. Gönül huzuru içinde insanı sonuca götüren ve sonuca atlanmaya razı eden, Rabbine döneceğine kesin kanaat getirten ve huzur içinde O’na dönmesini sağlayan iman budur işte.
“Büyücüler de dediler ki: “Biz zaten Rabbimize döneceğiz.”
Kendisi ile zorbalar ve azgınlar arasındaki mücadelenin özelliklerini kavrayan ve bu savaşın bütün samimiyetiyle bir inanç savaşı olduğunu bilen asla yağcılık yapmaz. Asla manevralara girişmez… İnancını terketmedikten sonra kendisini tanımayacak olan bir düşmandan barış ve bağışlanma umuduna kapılmaz. Çünkü bu, düşmanın kendisiyle savaşmasının, sürtüşmesinin temeli akideye dayanmaktadır:
“Sen ancak Rabbimizin ayetleri bize gelince onlara inandık diye bizden öç alıyorsun.”
Savaşta kime ve hangi tarafa yöneleceğini kavrayan insan kendi düşmanından barış ve güven talep etmez. Onun tek arzusu imtihan anlarından Rabbinden sabır dilemesi ve islâm dini üzerine ölmesini arzu etmesidir.
“Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak al canımızı.” İman karşısında, bilinçli hareket karşısında ve gönül huzuru karşısında zorbalık, diktatörlük aciz kalır. Görünüşte olarak insanları kendilerine boyun eğdiren, onlara egemen olan ve dolayısıyla kalplere de hakim olduğunu sanan zorbalar, kesin karar sahibi kalpler karşısında aciz düşerler! İnsanların bedenlerine hakim oldukları gibi, onların gönülleri üzerinde de hakim olduklarını sanan diktatörler, iman sahibi kalplere mağlûp olurlar! Fakat bir de bakarlar ki onlar kendilerine baş kaldırmışlardır. Çünkü kalplerin tasarrufu Allah’ın elindedir. Allah’tan başkası onlara hakim olamaz… Kalpler Allah’ın elindedir. Allah’dan başkası onlara hakim olamaz… Kalpler Allah’ın himayesini arzuladıktan sonra zorbalar ne yapabilirler? Kalpler Allah’a bağlandıktan sonra diktatörler nasıl engel olabilirler? Kalpler otoritenin sahip olduklarına rağbet etmeyince, ondan yüz çevirince, otorite onlara ne yapabilir ki?
Bu, insanlık tarihinde gerçekten önemli olan kesin tavırlardan biridir. Firavun ve kurmayları ile daha önceden büyücü olan müminler arasında gerçekleşen bu olay, gerçekten tarihte ciddi bir olaydır.
İnancın hayata galip gelmesi, azimli iradenin bütün acılara üstün gelmesi ve “insanın”, “şeytana” galebe çalması açısından insanlık tarihinde gerçekten önemli bir olaydır!
Ayrıca bu gerçek özgürlüğün doğuşunun ïlânı olması nedeniyle de insanlık tarihinde önemli bir olaydır. Zaten özgürlük akideyle zorbaların, zulümlerine, diktatörlerin diktasına karşı üstün gelmekten başka nedir ki? Bedenleri ve boyunları egemenliği altına alan, fakat kalpleri ve ruhları kendisine boyun eğdirmekten aciz kalan kaba kuvveti basite indirgemekten başka nedir ki özgürlük! Ne zaman ki, kaba kuvvet kalpleri kendisine boyun eğmekten aciz düşerse, işte bu kalplerde gerçek özgürlük o zaman doğmaya başlar.
Bu olay insanlık tarihinde materyalizmin iflas ettiğini ortaya koyan kesin bir realitedir! Az önce başardıkları takdirde Firavun’dan ücret isteyen, idari mekanizmaya yakın olmaya arzu eden bu bir avuçluk insan topluluğu kendisini Firavun’un üstünde gören, tehditleri ve cezalandırmaları küçümseyen, cezalandırmayı ve asılmayı mükafatını Allah’tan dileyerek, direnerek karşılayan topluluğa dönüşmüştür. Madde dünyasında, onların etrafını kuşatan eşyada ve hayatlarında hiçbir şey değişmemiştir. Meydana gelen olay, kendi başına hareket eden gezegeni koca bir sistem içine sokan, başıboş bir atom tanesini sabit bir eksen etrafında toplayan, fani olan bireyi ezeli ve ebedi olan güce (kuvvete) bağlayan gizli bir dokunuştur… İbreyi değiştiren bir dokunuş meydana geldi. Böylece insanın kalbi kudretin temaslarından etkilendi, vicdanı hidayetin seslerini işitir hale geldi. Basireti aydınlığın parıltılarını algılayacak düzeye geldi. Maddi realitede herhangi bir değişimi beklemeyen bizzat kendisi maddi realiteyi değiş. tiren realiteler dünyasında insanı hayal bile edemediği ufuklara ulaştıran dokunuş meydana geldi!
Tehdit gelip geçer… Cezalandırmaya ilişkin savrulan sözler yok olup gider… İman yine yoluna devam eder. Sağa-sola bakmaz. Tereddüte kapılmaz. Geri dönmez!
İşte bu sırada Kur’an-ı Kerim’in anlatım üslubu sahneyi kapatıyor ve bundan fazla bilgi vermiyor. Zaten burada sahnenin parlaklığı zirveye ulaşıyor ve amacına varmış oluyor. İşte bu esnada Kur’an’ın sunuş metodundaki sanat güzelliği kıssanın sunuluşundaki manevi hedefle bütünleşiyor. Bu, Kur’an’ın inanmış vicdanlara sanatın güzelliği diliyle tam bir ahenk içinde hitab etmesidir. Böyle bir ahenge Kur’an’dan başka bir ifade tarzında rastlamak mümkün değildir.
FİRAVUNLAR VE İNANANLAR
Fakat biz bu Fî Zılâl kitabında bu etkili ve üstün manzara karşısında kısa bir süre daha durmak istiyoruz…
1- Başta Firavun ve kurmaylarının büyücülerin alemlerin Rabbine, Musa’nın ve Harun’un Rabbine iman etmelerinin kendi devlet düzenleri ve saltanatlarına karşı büyük bir tehlikeyi oluşturduğunu kavramaları üzerinde durmayız… fakat biz bu konuyu daha önce ele almıştık… Şimdi bu gerçeğe bir kere daha parmak basıyor ve onu vurguluyoruz… Bir tek kalpte, bir tek ülkede ve bir tek devlet düzeninde Allah’ın alemlerin Rabbi oluşu ile insanların pratik hayatlarındaki otoritenin kullardan birinin elinde olması insanlara kendisinin çıkardığı kanunlar ve yasalarla hükmetmesi asla birleşemez… Çünkü bu ayrı bir dindir, o ayrı bir din!..
2- İkinci olarak büyücülerin, kalplerinde imanın nuru parladıktan ve düşüncelerinde tam bir netlik meydana getirdikten sonra, kendileri ile Firavun ve kurmayları arasındaki savaşın inanç savaşı olduğunu ve Firavun’un kendilerinden sırf alemlerin Rabbine iman etmelerinden dolayı öç almaya kalktığını kavramış olmaları üzerinde bir nebze durmalıyız. İşte bu niteliklere sahip bir iman Firavun’un tahtını ve saltanatını tehdit eder. Firavun’un otoritesinden, saltanatından başka ve aynı anlamdaki bir ifade ile Firavun’un ilâhlığından destek alan makamlarını, mevkilerini ve otoritelerini tehdit altında bırakır. Puta tapıcı toplumun bütün değerlerinin hepsini tehdit etmeye baslar. Savaşın bu özellik ve karakterini böylece kavramak, yalnız Allah’ın ilâhlığına çağırmaya kalkmanın, bunun için ortaya çıkan herkes için zorunludur. İşte tek başına savaşın karakterini bu şekilde kavrayış, önceleri büyücü olan o müminlerin Allah’a davet yolunda karşılaştıkları bütün engellemeleri basit görmelerini sağlamıştır.
3- Üçüncü olarak inanç sisteminin hayata karşı galip gelişi, azim ve iradenin tüm acılara üstün gelişi “insanın “şeytana” karşı zafer kazanması ile ilgili ilginç ve parlak manzara üzerinde durmalıyız… Gerçekten çok etkili ve üstün bir sahnedir.. Biz bu konuda söz söylemekten, onu tasvir etmekten aciz olduğumuzu kabul ediyor ve onu Kur’ana Kerim’in tasvir ettiği biçimde bırakmayı daha uygun görüyoruz.
DİKTATÖRLERİN TUZAKLARI
Şimdi tekrar Kur’an-ı Kerim’in kıssasına dönüyoruz. Burada Kur’an-ı Kerim’in anlatım tarzı dördüncü bir sahnenin perdesini açıyor. Bu komplolar, gizli olarak bakışma, fısıldaşma ve teşvik etme sahnesidir. İman ile zulüm arasındaki savaşta mağlûbiyet ve hüsrandan sonraki sahnedir. Firavun’un kavminden ileri gelen topluluğun Hz. Musa’nın ve onunla birlikte iman edenlerin bu sınavdan başarı ile çıkmalarına tahammül edemeyenlerin sahnesi. Halbuki Hz. Musa’ya iman edenler ancak küçük bir topluluktu. Bunlar da Firavun’un ve ileri gelen kurmaylarının başlarına getireceği belaların korkularına rağmen iman etmişlerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu konuya başka bir yerde değinilmiştir. Birden Firavun’un kurmayları kötülük ve günah şebekesi için biraraya geliyorlar. Firavun’u, Hz. Musa’ya ve onunla birlikte olanlara karşı kışkırtmaya çalışıyorlar. Bu konuda gevşek, davranmasının kötü sonuçlar doğuracağı, elindeki kuvvetin ve hakimiyetin kayıp olacağı konusunda endişelere kapılmasını körüklüyorlar. Alemlerin Rabbi olarak Allah’ın kabul edilmesini öngören bu yeni akidenin yaygınlık kazanmasıyla hükümdarlığının elinden alınacağını ifade ediyorlar. Ve bir de bakıyorsunuz ki Firavun köpürmüş, kükremiş tehditler savuruyor. Etrafına korku savuruyor. Elindeki büyük kuvvetle, kendisine dayandığı maddi güç ile övünüyor!