SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 148. VE 149. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
148- Soydaşları, Musa’nın ardından, ziynet eşyalarından yapılmış, böğürme sesi verebilen bir buzağı heykelini ilâh edindiler. Oysa görmüyorlar mıydı ki, O onlarla ne konuşabiliyor ve ne de kendilerine bir yol gösterebiliyor? Onlar bu heykeli ilâh edinerek, zalimlerden oldular.
149- Fakat başları ellerinin arasında düştüğünde (yaptıklarına pişman olduklarında), sapıtmış olduklarını gördüklerinde “Eğer Rabbimiz bize acımaz, bizi bağışlamaz ise, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan, mahvolanlardan oluruz” dediler.
İşte İsrailoğulları’nın karakteri budur. Doğru yolda bir adım atar atmaz, hemencecik yoldan sapıveren, düşünce ve inanç sistemi alanında; henüz somut görme alanının dışına taşmayan, düzeltme ve yönlendirmeye ilişkin direktiflerin boşluğundan yararlanıp gerisin geriye dönüş yapan bir karakter.
İsrailoğulları daha önce, sırf kendi putları etrafında toplanıp onlara kulluk yapan puta tapıcı bir topluluk gördüklerinde,peygamberlerine başvurmuş ve kendilerine onlarınki gibi bir ilâh yapmasını istemişlerdi! Yalnız peygamberleri onların bu düşüncesine karşı çıkmış ve bu tekliflerini sert biçimde reddetmişti. Kendi başlarına kaldıklarında, ceset kavramının da ifade ettiği gibi hayat izi taşımayan altından ceset halindeki bir buzağıyı gördüklerinde… Evet bu ceset halindeki buzağıyı gördüklerinde, ona uçarcasına koşmuşlardı. Taha suresindeki kıssanın detaylarında göreceğimiz gibi bu buzağıyı onlara, Samira’dan biri olan Samiri yapmış ve onu öküzlerin böğürmesine benzer bir ses çıkarabilecek bir şekilde kahba dökmüştü. Samiri onlara, “İşte bu sizin ve Musa’nın kendisiyle sözleştiği, buluşmaya gittiği ilâhtır. Musa onunla olan randevusunu unutmuştur” dediğinde, putun üzerine üşüştüler. Hz. Musa’nın kavminin bilmediği son on günün arttırılması da bu işe bir ölçüde zemin hazırlamış olabilir. Otuz gün geçip de Musa geri dönmeyince, Samiri onlara, “Musa ilâhına verdiği randevuyu unuttu. Onun ilâhı budur!” dedi. İsrailoğulları bu sırada, peygamberlerinin daha önce kendilerine yaptığı nasihatı hatırlamadılar. Halbuki Musa onlara, gözle görülmeyen alemlerin Rabbi olan Allah’tan başkasına tapmamalarını öğütlemişti. Sonra kendilerinden birinin yaptığı bu buzağının niteliği ve gerçekliği üzerinde de düşünmediler! Aslında bu, İsrailoğulları’nın temsil ettiği beşeriyet için gerçekten aşağılık bir tablodur. Kur’an-ı Kerim bu tabloyu Mekke’de putlara tapan müşriklere arzederken bile, hayretle karşılıyor!
“Oysa görmüyorlar mıydı ki, o onlarla ne konuşabiliyor ve ne de kendilerine bir yol gösterebiliyor? Onlar bu heykeli ilâh edinerek zalimlerden oldular.”
İnsanın bizzat elleriyle yaptığı bir yaratığa tapandan, daha zalim kim olabilir? Halbuki onları da, onların yaptıklarını da yaratan Allah’tır!
Onların buzağıya taptığı sırada Hz. Harun -salât ve selâm üzerine olsunda onların arasındaydı, fakat onların bu çirkin sapıklığa düşmelerine engel olamadı. Yine onların içinde, akıllı bazı kimseler de vardı. Yalnız bunlar da, ceset halindeki buzağıya doğru atılan sapık kitlelerin dizginlerine hakim olamadılar. Özellikle buzağının İsrail’in asıl ilâhı konumundaki altından yapılması da bu işin cazibesini arttırıyordu!
Neticede heyecanlar dindi. Gerçekler gün yüzüne çıktı. Beyinsizlik ortaya çıktı. Sapıklık aydınlık kazandı, pişmanlık ve gerçekleri kabul etmenin sırası geldi:
-Fakat başları ellerinin arasında düştüğünde (yaptıklarına pişman olduklarında), sapıtmış olduklarını gördüklerinde “Eğer Rabbimiz bize acımaz, bizi bağışlamaz ise kesinlikle hüsrana uğrayanlardan, mahvolanlardan oluruz” dediler.
Herhangi bir konuda tezgâhlanan oyun sonuç vermeyince, “elleri böğründe kaldı” denir. İsrailoğulları’nın bu dönüşle, olup biten ve engelleyemeyecekleri bir konuma düştüklerini anladıklarında, elleri böğürlerinde kaldı. Ve şöyle söylediler:
“Eğer Rabbimiz bize acımaz, bizi bağışlamaz ise, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan, mahvolanlardan oluruz” dediler.
Bu söz, o zamana kadar onların içinde bozulmamış bazı duygular, yeteneğin kalıntıları bulunduğunu göstermektedir. Yani onların kalpleri, onları en iyi bilen Allah’ın belirttiği gibi taş gibi veya daha sert biçimde katılaşmamıştı! Sapıklık içine yuvarlandıkları kendilerine açıklandığı zaman, pişman oldular. Yaptıklarının cezasından kurtulmanın tek çaresi olarak, Allah’ın rahmetinin ve bağışlamasının kendilerine ulaşması olduğunu anladılar. Bu da, onların fıtratlarında halâ düzelme yeteneği kalıntısının kaldığını gösteren güzel bir işarettir.
- MUSA’NIN DÖNÜŞÜ
Tüm bunlar olurken Hz. Musa -salât ve selâm üzerine olsun- yüce Rabbinin huzurunda, O’na niyazda bulunuyor ve O’nunla konuşuyordu. Kavminin kendisinden sonra neler yaptığını bilmiyordu. Rabbinin bildirdikleri dışında hiçbir şeyden haberi yoktu… İşte burada onbirinci sahnenin perdesi açılıyor: