SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 168. VE 171. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
MEDİNE YAHUDİLERİ
168- Biz yahudileri yeryüzünde çeşitli gruplara ayrıldık. Kimileri iyi kimselerdir, kimileri öyle değildir. Ola ki doğru yola dönerler diye onları iyilikler ile ve kötülükler ile sınavdan geçirdik.
169- Onların arkasından yerlerine Kitab’a (Tevrat’a) varis olan başka bir kuşak geçti. Bunlar bu alçak dünyanın menfaatini alıyorlar ve “Nasıl olsa affedileceğiz” diyorlar. Kendilerine o menfaatin bir katı daha verilse onu da kaparlar.
Peki Allah hakkında yalnız doğruyu söyleyecekler diye bir kitapta onlardan söz alınmamış mıydı? Bu kitabın içerdiği mesajları okumamışlar mıydı? Günahlardan sakınanlar için ahiret yurdu kesinlikle daha hayırlıdır. Buna akıl erdiremiyor musunuz?
170- Onlar ki, Kitab’a sımsıkı sarılırlar ve namımızı kılar! Hiç kuşkusuz biz iyi amel işleyenlerin mükâfatını kayba uğratmaksızın tam olarak veririz.
171- Hani o dağı (Tur Dağı’nı) başları üzerine çıkarmıştık, onlar dağın üzerlerine düşeceğini sanmışlardı. Bu durumda kendilerine “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılınız ve içindeki mesajları sürekli aklınızda tutunuz.
Bunlar, İsrailoğulları’nın Musa’dan sonraki kıssasını tamamlama bağlamında gelmiş bulunan Medeni ayetlerin bir devamıdır. Musa’dan sonra yahudiler yeryüzüne dağıldılar. Mezhepleri ve düşünceleri, ekolleri ve davranış biçimleri (meşreb ve meslek) birbirinden ayrı gruplara ayrıldılar. Bu grupların bir kısmı iyi, bir kısmı iyi değildi. Yalnız Allah’ın rahmeti halâ onları muhafaza ediyor, bazan nimetlerle, bazan da sıkıntılarla arka arkaya onları sınavlardan geçiriyordu. Belki tekrar Rabblerine dönerler, olgunluğa kavuşurlar ve doğru yola gelirlerdi:
“Ola ki doğru yola dönerler diye onları iyilikler ile ve kötülükler ile sınavdan geçerdik.”
Arka arkaya sınavlardan geçirilmek Allah’ın kullarına bir rahmetidir. Onlar için sürekli bir uyarı niteliğindedir. İnsanı gayrete ve vurdumduymazlığa iten unutkanlığa karşı koruyucu bir önlemdir…
-Onların arkasından yerlerine Kitab’a (Tevrat’a) varis olan başka bir kuşak geçti. Bunlar bu alçak dünyanın menfaatini alıyorlar ve “Nasıl olsa affedileceğiz” diyorlar. Kendilerine o menfaatin bir katı daha verilse onu da kaparlar.
Musa peygamberin peşisıra gelen nesillerden sonraki bu nesillerin ana vasıfları şudur: Onlar, Kitab’ı miras almışlar ve onu incelemişlerdir. Yalnız onun direktifleri doğrultusunda şekillenmiş, kalpleri ve davranış biçimleri de ondan etkilenmemiştir. Nitekim etüdlere tabi tutulan bir kültüre, ezberlenen bir bilgiye dönüşen her inanç sisteminin durumu budur. Bunun yanında onlar, dünya hayatının mallarından birini gördüklerinde, hemen üzerine üşüşmüşlerdir. Sonra da dönmüşler, bu yaptıklarını te’vile kalkışmışlar ve: “Nasıl olsa affedileceğiz” demişlerdir. İşte bu mantıkla onlar, her ne zaman yeni bir dünya malı ile karşılaşmışlarsa yeniden onun üzerine atılmışlardır!
Yüce Allah onların bu tutumlarını olumsuz bir soru ile ortaya koyuyor:
“Peki Allah hakkında yalnız doğruyu söyleyecekler” diye bu Kitap’ta onlardan söz alınmamış mıydı? Bu kitabın içirdiği mesajları okumamışlar mıydı?
Tevrat’ta onlardan söz alınmış değil miydi? Onu te’vil etmemek ve hükümlerini hilelerle saptırmamak, Allah adına gerçeğin dışında hiçbir şeyi söylememek üzere söz vermemişler miydi? Öyleyse nasıl oluyor da, “Nasıl olsa affedileceğiz” deyip dünya hayatının malları üzerine atılıyorlar? Allah adına yalan sözlerle kendilerini temize çıkarıyorlar. O’nun kendilerini bağışlayacağını kesin söylüyorlar: Halbuki onlar, yüce Allah’ın ancak gerçekten tevbe edenleri, fiili olarak günahlardan dönüş yapanları bağışlayacağını biliyorlar. Kendilerinin böyle bir durumları olmadıklarını, dünya hayatının mallarından herhangi biri ile karşılaştıklarında hemen ona sarıldıklarını görüyorlar. Ve onlar bu Kitab’ı inceleyip içindekilerini öğrendikten sonra, böyle bir tavır takınıyorlar!
Evet! Onlar Kitab’ı incelemişler, ancak inceleme kalplerini harekete geçirmediği sürece, hiçbir fayda sağlamaz. Dini incelemiş-öğrenmiş nice bilginler vardır ki, kalpleri ondan tamamen uzaktır. Onların incelemeleri sırf onu te’vil etmek açık bir kapısını bulmak ve hükümlerini saptırmak içindir. Niyetleri, kendilerini dünya hayatının nimetlerine kavuşturabilecek fetvalar çıkarmaya yöneliktir. Dinin karşısındaki en büyük felâket; dini bir bilim dalı olarak incelediği halde, bir inanç sistemi şeklinde ona sahiplenmeyen ve Allah’tan korkup sakınmayan bilginlerden başka nedir ki!
“Günahlardan sakınanlar için ahiret yurdu kesinlikle daha hayırlıdır. Buna akıl erdiremiyor musunuz?
Evet. Orası ahiret yurdudur! Allah’tan korkup sakınanların kalplerinde ahiretin önemi, terazinin kefesinde ağır basan biricik değerdir. İnsanı, bu dünyanın geçici ve imtihan için verilen nimetlerine kapılmaktan koruyacak en önemli değer kaynağıdır. Ahiret hayatını hesaba katmadan hiçbir ruh ve hiçbir canlı doğru yolda ilerleyemez. Ahiret yurdu olmadan, insanın içindeki şiddetli arzuları, yeryüzünün nimetlerine duyulan eğilimleri hangi şey dengeleyebilir? Hangi güç insanın ümit ve arzuları önüne geçebilir ve onu kötülükten alıkoyabilir? İnsanın içindeki bu arzuların taşkınlığını, şehvetlerin ateşini, ümitlerin sarhoşluğunu hangi kuvvet dindirebilir? Dünya hayatının sona ermesiyle kaybedilen ve insanın uğrunda mücadele verdiği dünyalık nasibine karşılık onu ne huzura kavuşturabilir? Hak ile batıl, iyilik ve kötülük arasındaki savaşta onun direnmesini hangi güç sağlayabilir? Dünyanın nimetlerinin birbir ellerinden kaçıp gitmesi, kötülüğün, şımarıklığın ve batılın azgınlığı karşısında insanın şiddetli arzularını frenleyecek ne vardır?
Bu korkunç hengâmede ve bu büyük savaş meydanında kesin bir ahiret inancı olmadan taş taş üstünde kalmaz. Gelişen olaylara ve değişen durumlara karşı direnemez. Ahiret yurdu; Allah’tan korkan, bağışlayan, kendisini arındıran, sarsıntılara, kasırgalara ve fitnelere karşı hak ve iyilik üzerinde direnen, etrafına bakmadan güvenle, gönül huzuru ile, kalpleri kesin inançla dolu olarak yürüyenler için, gerçekten daha güzeldir.
Bu ahiret yurdu, “Bilimsel Sosyalizm”in propagandacılarının kalplerimizden, inanç sistemimizden ve hayatımızdan söküp atmaya çalıştığı gayblerden biridir. Onlar bu gayb inancı yerine, “Bilimsellik” adını verdikleri kâfir, cahil ve kör bir düşünceyi yerleştirmeye çalışıyorlar.
İşte ortaya konmaya çalışılan bu uğursuz çabalar hayatın düzenini bozduğu gibi, insanın iç huzurunu da zedelemektedir. Kesin bir inanç dışında hiçbir şekilde frenlenemeyecek çılgın ihtirasları harekete geçirmektedir. Rüşvetin, bozgunculuğun, arzu ve isteklerin, taşkınlıkların alevlerini serbest bırakmaktadır. İhmalkârlığı, vurdumduymazlığı ve hainliği hayatın her alanına yaymaktadır…
“Gaybilik” ile çelişen “Bilimsellik” onsekizinci ve ondokuzuncu asrın yobazlıklarından biridir. “Beşeri Bilimler” bile bu yobazlıktan sıyrılmıştır. Artık yirminci asırda cahillerden başka bu tür yobazlıklara takılan kimse kalmamıştır! (En’am, 59. ayetinin tefsirine bkz.) “İnsan”ın fıtratı ile çelişen üstelik “hayat”ı da beşeriyeti yok edecek, tehdid edecek biçimde felâkete sürükleyen bir cehalettir bu! Bütün beşeriyetin elinden hayatının ve güzelliklerinin ana maddelerini soyup almak isteyen ve böylelikle bütün insanlığın sonunda siyonizmin otoritesine boyun eğmesini kolaylaştıran siyonist bir plândır bu. Belki plânsız olarak işinin bilincinde olmayan bazı kimseler, şurada burada papağan gibi bilimsellik naraları atmaktadırlar. Yalnız siyonizmin dünyanın değişik ülkelerinde kurduğu ve kendilerini beslediği rejimler şurada burada bu korkunç planı bilinçli olarak uygulamaya çalışmaktadırlar!
Hem ahiret meselesi hem de takva meselesi inanç sisteminde ve insanın hayatında iki ana meseleyi oluşturduğundan Kur’an-ı Kerim’in anlatım tarzı, bu basit hayatın, dünya hayatının mallarına üşüşen muhataplarının düşünmelerini sağlamaya çalışıyor:
“Günahlardan sakınanlar için ahiret yurdu kesinlikle daha hayırlıdır. Buna akıl erdiremiyor musunuz?
Eğer insanın arzu ve istekleri değil de aklı hüküm verseydi, bilim diye adlandırılan cehalet değil de gerçek bilimin sözü geçseydi, ahiret yurdu şu fani dünyanın bir kesin kaynağı olurdu:
“Onlar ki, Kitab’a sımsıkı sarılırlar ve namazı kılarlar. Hiç kuşkusuz, biz iyi amel işleyenlerin mükafatını kayba uğratmaksızın tam olarak veririz.”
Burada kendilerinden söz alınan ve kitabın muhtevasını incelediği halde incelediği kitaba sarılmayan, onu uygulamaya koymayan, düşüncelerinde, hareketlerinde, davranış tarzlarında ve hayatlarında ona başvurmayan ve bağlanmayanlara üstü kapalı olarak değinilmektedir. Yalnız ayeti kerime bu özel dokunuşun ötesinde genel bir hüküm niteliğindedir. Bütün şartlarda her kuşağa mesajını eksiksiz olarak vermektedir.
“Sarılırlar” sözcüğünün ifade tarzı, rahatlıkla algılanabilecek ve görülebilecek bir manayı tasvir eder gibidir. Kitaba, kuvvet, ciddiyet ve kesinlikle sarılmanın tablosudur. Yüce Allah kendi kitabına ve hükümlerine bu şekilde sarılmalarını ister. Gerçeği kabul etmekten kaçmadan, baskı yapmadan ve taassuba koşmadan… Ciddiyet, kuvvet ve kesinlik başkadır, gerçeği kabule yanaşmamak, baskı yapmak ve taassub göstermek daha başkadır. Ciddiyet, kuvvet ve kesinlik meseleye yumuşak bakmakla çelişmez. Yalnızca kaypaklıklar çelişir. Geniş ufuklu olmayı engellemez, yalnızca umursamazlıkla çelişir. Realitelerin de Allah’ın şeriatının hükmüne boyun eğmesi gerektiği anlamına gelir.
Kitab’a ciddiyet, kuvvet ve kesin biçimde bağlılık ve namazın -yani ibadetin ikame edilmesi, Rabbani yolun insanın hayatını düzeltmek için gerekli olan iki tarafı niteliğindedir. Bu ayette Kitab’a sarılmanın ibadetlerle beraber verilmesi özel bir anlam ifade etmektedir. Buradan anlaşılıyor ki, bu hayatın düzelmesi için Kitab’ın insanın hayatında uygulanması gerektiği gibi, insanların kalplerinin düzelmesi için de ibadet amaçlı davranışların yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu iki unsur, insanın hayatını, iç dünyasını düzeltecek ilâhi sistemin iki kesimini oluşturmaktadır. Bu iki ana unsur olmadan hayatı ve insanın iç dünyasını düzeltmek mümkün değildir. Ayetin son kısmı bu düzeltmeye işaret etmektedir:
“Hiç kuşkusuz biz iyi amel işleyenlerin mükâfatını kayba uğramaksızın tam olarak veririz.”,
İşte ayetin bu cümlesi, sözkonusu gerçeğe işaret etmektedir. Kitab’a pratik olarak ciddi biçimde sarılmak ve birer ibadet olarak bu şiarları yerine getirmek adı geçen düzelmenin iki ana unsurudur.
Bu düzelme, Allah’ın bu yolda çalışanların mükâfatını zayi etmeyeceği bir düzelmedir.
Bu ilâhi sistemin iki tarafından biri ihmal edilmedikçe, hayat bozulmaya yüz tutmaz. Ciddi biçimde Kitab’a sarılma ve onu insanların hayatına hakim kılmanın terkedilmesi, kalpleri düzelten ve Kitab’ın hükümlerini hilelere başvurmadan uygulamayı sağlayan ibadetin terkedilmesi ile hayat fesada uğrar. Kitap ve ibadete sarılma olmayınca ehli kitabın konumuna düşülür. Nitekim kalpleri ibadetten usanan, dolayısıyla Allah korkusu duygusu körelen bütün kitap sahipleri bu konumdadır.
İslâmın yolu, unsurları birbirini tamamlayan mükemmel bir yoldur. Otoriteyi Kitab’ın ana ilişkilerine dayandırdığı gibi, kalbi de Allah’a kulluk temeline dayandırır. Bu nedenle kalpler Kitap’la bir uyum içine girer. Kalpler de düzelir, hayat ta düzelir.
İşte bu Allah’ın yoludur. Allah’ın cezasına müstehak olan ve bedbaht olmaya mahkûm olanlardan başkası bu yoldan sapmaz ve onu başka bir yolla değiştirmeye kalkmaz!
Bu surede yer alan kıssanın halkalarının sonunda, yüce Allah’ın İsrailoğulları’ndan nasıl söz aldığı açıklanıyor:
“Hani o dağı (Tur Dağı’nı) başları üzerine çıkarmıştır, onlar dağın üzerlerine düşeceğini sanmışlardı. Bu durumda kendilerine “Size verdiğimiz kitaba sımsıkı sarılınız ve içindeki mesajları sürekli aklınızda tutunuz ki, kötülüklerden sakınabilesiniz” dedik.”
Bu unutulmayacak bir sözleşme, unutulmayacak şartlarda alınmıştı. Bu sözü aldığında yüce Allah, dağı bir gölgelik gibi üzerlerine kaldırmıştı. Onlar dağın tepelerine ineceğini sanmışlardı! Önceden bu sözü vermekten geri durmuşlardı. Ne var ki, korkunç bir harikanın gölgesinde bu sözü vermekten başka çare bulamamışlardı. Ve bu korku onları bir daha döneklik yapmaktan alıkoymalıydı. Bu güçlü harikanın altında, bu sözlerine kuvvet ve ciddiyetle sarılmaları istenmişti. Var güçleriyle ve kesinlikle ona bağlı kalmaları emredilmişti. Bu sağlamlaşmış sözleşmelerinden geri dönmemeleri, onu basite indirgememeleri ve hafife almamaları, bu sözleşmeyi bütün muhtevasıyla hatırda tutmaları istenmişti. Belki böylece kalpleri kendilerine gelir ve Allah’tan korkarlardı. Sürekli Allah’a bağlı kalır, O’nu unutmazlardı!
Ne var ki, yahudi bildiğimiz yahudidir, sözleşmeyi bozdu. Allah’ı unuttu. Günahlara daldı. Neticede Allah’ın gazabına ve lânetine müstehak oldu. Allah’ın cezasını haketti. Halbuki Allah onları o zamanlar tüm insanlar arasından seçmişti. Onları bol bol nimetleri ile donatmıştı. Yine de yahudi nimetlere şükretmedi, sözleşmeye bağlı kalmadı, verdiği kesin sözü hatırlamadı… İşte böylece Allah’ın kurallarına asla zulmetmediğini daha net olarak kavrayabiliyoruz…
TEVHİD VE ŞİRK
Şimdi ele alacağımız ders tamamıyla Tevhid ve Şirk konusu etrafında yoğunlaşıyor. Nitekim daha önce surede yer alan bütün kıssalar da bu konuyu ana eksen olarak almışlardı. Her peygamberin sürekli olarak insanlara Tevhid gerçeğini hatırlattığı, şirke bulaşmanın akıbetinden onları sakındırdığı, bu hatırlatma ve sakındırmalardan sonra yapılan uyarıların teker teker gerçekleştiği surede yer alan kıssalarla işlenmiştir.
Şimdi ele alacağımız bölüm Tevhid konusuna yeni bir açıdan, köklü bir perspektiften bakmaktadır. Allah’ın insanlara sunduğu fıtrat açısından Tevhid’e bakmaktadır. Allah, daha zerrecikler aleminde iken onların ruhlarından ve oluşumlarından Tevhid’e ilişkin söz almıştır! Allah’ın ortaksız ilâhlığını kabul etmek, insanın oluşumunda yer alan fıtratın gereğidir. Bu yüce yaratıcının insanın yapısına yerleştirdiği ve insanı öz varlığının yargısı ile kendi üzerine tanık tuttuğu fıtratıdır. Yaratılışının derinliklerinde bu gerçeğin bilincinde oluşunun yargısı da ayrıca bu hükmün pekiştiricisi niteliğindedir. Allah tarafından insanlara iletilen mesajlara -peygamberliklere gelince, bunlar ancak birer hatırlatma ve ilk fıtratın doğrultusundan sapıp hatırlatmaya ve uyarıya muhtaç konuma düşenlere birer uyarıdırlar. Tevhid, ilk yaradılışında insanın, fıtratı ile yaratıcısı arasında gerçekleşen sarsılmaz bir sözleşmedir. Kendilerine hatırlatmada ve uyarıda bulunacak peygamberler gönderilmese bile, onlar için bu sözleşmenin bozulmasında haklı bir gerekçe olamaz. Yalnız yüce Allah’ın rahmeti insanları icabında yolunu şaşırabilecek fıtratları ile başbaşa bırakmamayı, aynı şekilde sapıklığa sürüklenebilecek olan akıllarına da onları havale etmeyi uygun görmemiştir. Yüce Allah’ın bu konuda uygun gördüğü yöntem, insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler göndermek ve peygamberlerin gönderilişinden sonra insanlara, sapıklığa düşmeleri için ellerinde hiçbir bahane bırakmamaktır!
Şimdi ele alacağımız derste Tevhid konusu bu açıdan işlenirken, Kur’an’ın anlatım tarzı bu önemli meseleyi değişik çizgilerden ele almaktadır:
1- Hikaye ile ifade edilen çizgi: Bazı rivayetlere göre İsrailoğulları’nın tarihinde böyle bir durumun sözkonusu olduğu dile getirilirse de tercihe şayan görüşe göre, bu hiçbir yer ve zamanla sınırlı olmayan bir örnektir. Bu insanların iç dünyasında ve tarihte her zaman tekrarlanan bir durumun tasviridir. Her ne zaman insanlardan bazısına ilimden bir pay verilmişse bu ilmin onları gerçeğe ve doğru yola iletmesi beklenmiştir. Fakat insan kendisine verilen bu ilimden sıyrılabilir, ondan hiçbir şekilde yararlanmayabilir. Kendilerine ilimden hiçbir şey verilmeyenler gibi sapıklık yolunda yürümeye devam edebilir. Hatta yolun karanlıklarında aydınlatıcı bir fener olan iman zevkiyle kaynaşmamış olan bu ilim, insanı daha uğursuz, daha sapık ve daha bedbaht bir yola çekebilir!
2- Başka bir hikâye ile ifade edilen çizgi: Bu kıssadan fıtratın Tevhid’den adım adım şirke doğru nasıl kaydığı tasvir edilmektedir. Burada yüce Allah’ın kendilerine vereceği çocuktan hayır bekleme umudu ile yaşayan bir insan çifti örnek gösterilmektedir. Her ikisinin de fıtratı Rabbleri olan Allah’a yönelmektedir. Eğer kendilerine iyi bir halef verecek olursa, şükredenlerden olacaklarına dair kesin olarak Allah’a söz vermektedirler. Allah’ın onların dileklerini yerine getirmesinden sonra kalpleri sapmakta, Allah’ın kendilerine verdiğini O’na ortak koşmaya başlamaktadırlar!
3- Bu kıssada tasvir ile ifade edilen unsur: Burada insanın öz yapısında var olan alıcı cihazlarının nasıl köreldiği ve insanları insanlık derecesinden aşağıya yuvarlatıp hayvanların seviyesine indiren, gerçekten ve haklı olarak onları cehennemin yakıtı haline getiren sapıklığa nasıl vardığı tasvir edilmektedir. Bu duruma düşen insanların kalpleri vardır, fakat onlarla bir şey duyamazlar. Gözleri vardır onlarla bir şeyi göremezler. Kulakları vardır onlarla bir şeyi işitemezler. Ve bunların hepsinin ötesinde onlar dönüşü ve kurtuluşu olmayan bir sapıklığa düşmüşlerdir!
4- Mesaj unsurunu ifade eden çizgi: Bu direktifler, körden bu alıcı cihazları harekete geçirmek, düşüncelerini ve değerlendirmelerini sağlamak, onları göklerin ve yerin harika sistemine yöneltmek ve bu cihazları ardında ölümün gizlendiği geliş zamanı belli olmayan ecelle ilişkiye geçirmek, onları doğru yola çağırdığı halde sapıkların kendisini delilikle ihtar ettiği bu onurla peygamberin durumunu değerlendirmeye davet etmekle ilgilidir.
5- Onların sözde ilâhları etrafında yoğunlaşan, tartışma ile ifade edilen çizgi: Halbuki onların ilâhları, ilâh olmanın özelliklerinden, hatta hayatın özelliklerinden bile yoksundur!
Bu direktiflerin hepsi Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- onlara ve onların ilâhlarına meydan okumaya yönlendirilmesi, hem onlardan, hem ilâhlarından hem de ibadetlerinden tamamen ayrı ve uzak olduğunu ilan etmesi, kendisinden başka hiçbir dostun bulunmadığı yegâne dosta sığınması ile sona ermektedir:
“Benim dostum, koruyucum Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’dır. O, iyileri dost edinir, koruması altında tutar.” (A’raf Suresi, 196)’
Geçen dersin, sonu İsrailoğulları kıssasının son bölümünde yer alan yüce Allah’ın onlardan havaya kaldırılmış dağın gölgesi altında söz alması sahnesiydi. Bu yeni ders ise onu izlemektedir. Yüce Allah’ın insanın fıtratından aldığı söz ile büyük sözleşme ile başlamaktadır. Bu sahne üstünlüğü ve şaheserliği ile havaya kaldırılmış dağ sahnesinin bile kendisine yetişemeyeceği bir sahnedir!