SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 97. VE 100. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
97- “Acaba o ülkelerin halkları geceleyin uyurlarken başlarına azabımızın gelmeyeceğinden emin midirler?”
98- “Acaba o ülkelerin halkları, kuşluk vakti eğlenirlerken, azabımızın gelmeyeceğinden emin midirler?”
99- “Onlar Allah’ın tuzağına yakalanmayacaklarından emin midirler? Oysa hüsrana uğrayan toplum dışında hiç kimse kendini Allah’ın tuzağından emin sayamaz. “
100- “Üzerinde yaşadıkları toprakları eski yerlilerinden miras alanlar, istesek kendilerini günahları yüzünden musibetlere çarptırabileceğimizi, kalplerini mühürleyebileceğimizi ve kulaklarının işitemez olabileceğini, bu tarihi sürecin ışığında halâ kavrayamadılar mı?”
Yüce Allah’ın sıkıntılarla ve sevinçlerle, zorluklarla ve nimetlerle denemeye, ilişkin yasası (sünnetullah) ortada iken, kendilerinden önce bu ülkeleri onardıkları, imar ettikleri halde, onları yüzüstü bırakan ve kendilerine terkedip giden eski milletlerin, şaşkına dönen yalanlayıcıların acı akıbetleri gözlerinin önünde olduğu halde, yine de kasabaların halkı güven içinde miydi? Onlar gafletlerinin birine daldıkları bir sırada, dalgınlıklarının biri içinde debelendikleri bir sırada, Allah’ın cezasının kendilerini yakalayıp darmadağın hale getirmesinden yok etmesinden emin mi oldular? Uyku halinde insanın iradesi elinden alınır, gücü elinden alınır. Önlem alma imkânına sahip değildir. En küçük bir böcekten bile kendisini koruyamaz. Yüce kudret sahibi olan Allah’ın cezasına karşı kendisini nasıl koruyabilecektir? Çünkü bu, ulu kudretin karşısında değil uyurken, en fazla uyanık, güçlü ve önlemlerini aldığı anlarda bile karşı koyamaz!
Yoksa onlar Allah’ın cezasının kuşluk vaktinde oyuna daldıkları sırada kendilerini yakalamasından emin mi oldular? Oyuna dalmak insanın uyanıklığını ve tedbir almasını engeller. Hazırlık yapmasına ve ihtiyatlı bulunmasına fırsat vermez. İnsan oyuna, eğlenceye daldığı sırada bir saldırgan karşısında kendisini koruyamaz. Hal böyleyken, insanın en ciddi ve tedbirli sıralarda, savunma için gerekli bütün önlemlerini aldığı hallerde ile bir varlık gösteremediği Allah’ın saldırısı karşısında durumu ne olacaktır?
Allah’ın cezası o kadar şiddetlidir ki, insanların ona karşı ne uyku halinde, ne uyanık haldeyken, ne oyunda, ne hazırlıklı oldukları sıralarda karşı koymaları asla mümkün değildir. Fakat Kur’an-ı Kerim’in anlatım tarzı, insanın vicdanını derinden sarsmak, onun sakınma ve uyanma duygularını harekete geçirmek için onun en zayıf anlarını yakalıyor. Derinden sarsan büyük saldırıyı beklerken onu zaafın, gafletin ve beklenmedik bir zaman diliminin içinde uyarıyor. Bu durumda o ister uyanık olsun, ister gaflet içinde olsun asla kurtulamaz. Hem uyanık olmak, hem de gaflet içinde debelenmek Allah’ın cezası karşısında farketmez. Aynıdır!
“Allah’ın cezasından emin mi oldular?”
Allah’ın insanlar tarafından bilinmeyen gizli planından emin mi oldular ki Ondan korunsunlar ve sakınsınlar…
“Oysa hüsrana uğrayan toplum dışında, hiç kimse kendini Allah’ın tuzağından emin sayamaz.”
Kendini güven içinde hissetmenin, gafletin ve vurdumduymazlığın ardında hüsrandan başka bir şey yoktur. Bu hüsrana müstehak olanlardan başkası Allah’ın cezasından bu derece güven içinde olamazlar! Yoksa onlar günahları yüzünden yok edilen, gafletlerinin cezasına çarptırılan tarihin derinliklerine gömülmüş önceki toplumlardan bu yeryüzünün hakimiyetini devraldıkları halde Allah’ın cezasından emin mi oldular? Kendilerinden önce gelip geçenlerin acı akıbetleri onlara yol göstermeli ve yollarını aydınlatmalı değil miydi?
“Üzerinde yaşadıkları toprakları eski yerlilerinden miras alanlar, istesek kendilerini günahları yüzünden musibetlere çarptırabileceğimizi, kalplerini mühürleyebileceğimizi ve kulaklarının işitemez olabileceğini, bu tarihi sürecin ışığında halâ kavrayamadılar mı?”
Allah’ın yasası (sünnetullah) kesinlikle değişmez. Allah’ın iradesi asla duraklamaz. Şu halde Cenab-ı Allah’ın önceki milletleri cezalandırdığı gibi, kendilerini de günahları yüzünden cezalandırmayacağını garanti eden nedir? Kalplerine mühür vurmasına, bundan böyle doğru yolu bulamaz hale gelmelerine, hatta hidayete erdirecek belgelere kulak asmaz bir duruma düşmelerine, neticede hem dünyada, hem de ahirette sapıklıklarının cezasına çarptırılmalarına engel olacak neleri vardır?.. Hiç şüphesiz önceki milletlerin acı akıbetleri, kendilerinin onların yerine geçmeleri ve Allah’ın yürürlükteki değişmez yasaları… Evet bunların hepsi korunmaları ve sakınmaları, yalancı (sahte) güven havasından, şaşkına döndüren vurdumduymazlıktan, uçuruma götüren gafletten kurtulmaları için bir uyarıcı olmalıydı. Kendilerinden önceki milletlerin akıbetlerinden ders almalıydılar. Belki bu şekilde aynı akıbete uğramazlardı! Keşke buna kulak verselerdi!
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu sakındırıcı direktifle, insanların sürekli korku ve endişe içinde yaşamalarını, gecenin veya gündüzün herhangi bir saatinde ölümün ve yok oluşun kendilerini yakalayacağının endişesiyle tir tir titremelerini istememiştir. Bilinmeyen gizemli şeylerden sürekli korku, istikbalden sürekli endişe içinde hareket etme, her an ölüm tehdidi ile yaşama, insanın enerjisini sekteye uğratabilir, gücünü dağıtabilir: Hatta onun çalışma, üretim, hayatı geliştirme ve yeryüzünü imar etme umudunu kırabilir. umutsuzluk içine itebilir… Bu ayetlerle yüce Allah’ın insanlardan istediği tek şey uyanıklık, duyarlılık, Allah korkusu, otokontrol (nefis murakabesi), insanlığın deneyimlerinden ibret almak, insanlık tarihini harekete geçiren dinamikleri görmek, Allah ile sürekli bir bağ içinde olmak, geçimin güzel şartlarında ve hayatın bolluk ve saadetine aldanmamaktır.
Yüce Allah, insanlar bütün duyarlılıklarıyla O’na yöneldiklerinde, kulluklarını, ibadetlerini yalnız O’na sunduklarında, onlara hem dünya, hem ahiret güvenini, huzurunu, mutluluğunu ve kurtuluşunu söz veriyor. İnsanlar Allah’tan korktuklarında hayatın tadını kaçıran her kirli şeyden kurtulacaklardır. Yani yüce Allah onları aldatıcı maddi nimetlerin himayesindeki güvene değil, Allah’ın himayesindeki güvene, emniyete çağırıyor. Geçici maddi kuvvetlerine değil, Allah’ın gücüne güvenmeye davet ediyor. Dünya mallarına değil, Allah’ın katındaki nimetlere dayanmaya dikkat çekiyor.
Müminlerin önünde Allah’a iman eden, Allah’tan korkan ve O’nun cezasından emin olmayan, O’ndan başkasına dayanmayan bir nesil vardır. Bu neslin sözü edilen sıfatları onların kalplerini imanla onarmış, Allah’ın zikri ile huzura kavuşmuş, şeytana, arzu ve isteklerine karşı güçlü bir konuma gelmiş, Allah’ın gösterdiği yol ile yeryüzünde iyiliği yaygınlaştırmış, insanlardan korkmamış, Allah’ı korkulmaya daha lâyık görmüş olmalarıdır.
İşte hiçbir şekilde karşı konulmayan Allah’ın cezasından ve asla farkına varılmayacak olan Allah`ın tuzağından, sürekli olarak korkulmasını aşılayan ayetlerden anlamamız gereken budur. Çünkü yüce Allah bizi kararsızlığa çağırmaz, yalnızca uyanık olmaya çağırır. Bizi endişeye sürüklemez, sadece duyarlı olmamızı ister. Hayatı durdurmak istemez. Fakat onu umursamazlıktan ve azgınlıktan korumayı öngörür.
Kur’an-ı Kerim’in metodu bunun yanında değişmekte olan ruhların ve kalplerin gelişmelerini, değişik milletlerin ve toplulukların gelişme aşamalarını ele alır ve onları uygun bir zaman diliminde, uygun bir tedavi şekliyle tedavi eder. Buna bağlı olarak insanın, yeryüzünün güçlerinden ve hayatın cilvelerinden korktuğu sıralarda Allah’ın himayesindeki güvenden, emniyetten ve huzurdan bir yudum verilir ona. Yeryüzünün güçlerine ve hayatın aldatıcı nimetlerine dayanmaya başladığında ise, ona bir yudum korku, sakınma ve Allah’ın cezasını bekleme duygusu verir. Ve şüphesiz Allah yarattıklarını en iyi bilendir. Yüce hikmet sahibidir ve her şeyden haberi olandır.
Kur’an-ı Kerim’in ifade tarzı yürürlükteki yasayı belirledikten ve insanın vicdanına onca kuvvetli temaslara dokunduktan sonra, hitabını Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- yöneltiyor. Bütün bu kasabaların sınanmasına ilişkin evrensel sonucu kendisine açıklıyor. Bu sınanma ile ortaya çıkan küfrün yapısına, imanın yapısına, sonra bu milletlerde ortaya çıkan insanın genel karakterlerine ilişkin gerçeklere dikkatini çekiyor: