SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 95. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
YARATMA MUCİZESİ
95- Tohumu ve çekirdeği çatlatan Allah’tır. O ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. Nasıl olur da bu gerçeği görmezlikten geliyorsunuz?
Hiç kuşku yok ki, bu bir mucizedir. Herhangi bir kişinin böyle bir mucize-yi meydana getirmesi bir yana, sırrını dahi kavraması mümkün değildir. (Materyalistler, canlı bir organizmadaki reaksiyonların dışında elde edilmesi mümkün olmayan bazı maddeleri böyle bir ortamın dışında elde etme imkânının ortaya çıkmasından dolayı, büyük gürültüler koparıyorlar. Oysa organik madde ile canlı madde arasındaki fark oldukça büyüktür. Üstelik elde edilen bu madde, yaratılmış maddelerden meydana getirilmiştir. Yoksa, insan yaratmamıştır, yaratması da mümkün değildir.)
Bu hayat, meydana gelme ve hareket etme mucizesidir. Her an uyuyan bir bitkiden sessiz bir tane parçalanmaktadır, Donuk bir çekirdekten yükselen bir ağaç fışkırmaktadır. Tane ve çekirdekte gizlenen, bitki ve ağaçta gelişen hayat, gerçek mahiyetini ve kaynağını yüce Allah’dan başka hiç kimsenin bilemediği gizli bir sırdır. Bugün insanlık görebildiği tüm hayat belirtilerine ve şekillerine, ortaya çıkardığı çeşitli özellik ve aşamalarına rağmen, ilk insan gibi bilinmez bir sırla karşı karşıyadır. Hayatın fonksiyon ve görünümünü algılıyor, ancak kaynağını ve özünü algılayamıyor. Ve hayat yoluna devam ediyor, bu mucize her an gerçekleşiyor.
Hayatın ilk oluşumundan beri yüce Allah, diriyi ölüden çıkarmıştır. Bu evren -en azından yeryüzü- meydana geldiği zaman henüz hayat yoktu. Hayat sonradan meydana geldi. Yüce Allah, hayatı ölüden çıkarmıştır. Ama nasıl?.. Bunu bilemiyoruz. O günden beri hayat hep ölüden ortaya çıkmaya devam etmekte-dir. Her an ölü atomlar, canlılar aracılığıyla canlı organizmalara dönüşmekte ve canlı cisimlerin bünyesine yerleşmektedir. Aslı ölü atomlar olduğu halde, canlı hücrelere dönüşmektedir. Bunun tersi de böyle. Her saniye canlı hücreler ölü atomlara dönüşmektedir. Bu durum canlı bünyenin bütünüyle ölü atomlara dönüşeceği güne kadar sürecektir.
“O ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır.”
Allah’dan başka kimse yapamaz bunu. Ölüden hayatı çıkarmaya Allah’-dan başka kimsenin gücü yetmez. İlk canlının oluşumundan beri hep böyledir bu. Canlı organizmayı, ölü atomları canlı hücrelere dönüştürme kabiliyetiyle donatan, Allah’dan başkası değildir. Aynı şekilde canlı hücreleri ölü atomlara dönüştürmeye Allah’dan başka hiç kimse güç yetiremez. Bütün bunlar dönüşümlü bir süreç içerisinde gerçekleşmektedir. Ne zaman başladığı ve ne zaman biteceği hiç kimse tarafından bilinmemektedir. Sadece birtakım varsayımlar, teoriler ve ihtimaller ileri sürülmektedir.
Hayat mucizesini, Allah’ın yaratmasından başka bir temele dayandırarak açıklamaya ilişkin Avrupa’da, tıpkı aslandan kaçan yaban eşekleri gibi (Müddesir Suresi: 50-51) insanların kiliseden kaçmaya başlamalarından beri süren tüm çabalar fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Bu insanlar, evrenin ve hayatın meydana gelişini Allah’ın varlığını kabullenmeksizin açıklamaya çalışıyorlar. Ancak bütün çabaları fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Geride içtenlikten çok, inatçılığı gösteren yirminci yüzyıldaki sonuçsuz diretmeler kalmıştır. Allah’ın varlığını kabul etmeksizin hayatın varlığını açıklamaktan aciz kalan `bilginlerinin’ sözleri, bizzat kendi `bilimlerinin’ bu problem karşısındaki konumunu belirlemektedir. Bu sözleri, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda Avrupalıların attıkları kırıntıları kapıp bu dinden uzaklaşanlar için aktarıyoruz. Bu adamlar “gayb” gerçeğini kanıtladığı halde, bilgi kırıntılarıyla yetinenler “bilgiçlik” taslayıp, gaybı inkâr ediyorlar.
Onların ilgisine Amerikalı bilginlerin sözlerini sunuyoruz.
Cornel Üniversitesi’nde mastır ve doktora yapmış Kanada Manytoba Üniversitesi biyoloji profesörü Frank Allen, “Evrenin meydana gelişi rastlantı mı, yoksa planlı mıdır?’ adlı makalesinde, şöyle demektedir: (Bu makale, Dr. Demirtaş Abdulmecid Serhan tarafından Arapça’ya tercüme edilen `Bilim Çağın-da Allah Tecelli Ediyor’ kitabında yer almaktadır.)
“Şayet hayat bir hikmet ve önceden hazırlanmış bir plan gereği meydana gelmişse, o zaman tesadüf sonucu meydana gelmiştir. Bu durumda iyice inceleyebilmemiz ve hayatı nasıl yarattığını görmemiz için, tesadüfün nasıl bir şey olduğunu bilmemiz gerekmektedir…”
“Sağlıklı ve kesin bir hükmün varlığı söz konusu olmadığı zaman, tesadüf ve ihtimal teorileri geniş uygulama sahası bulabilén sağlam matematiksel temellere dayanmaktadır. Bu teoriler önümüze yanılma ihtimali bulunmakla beraber, doğruya en yakın hükmü çıkarırlar. Kuşkusuz tesadüf ve ihtimal teorileri üzerine yapılan araştırmalar, matematiksel açıdan büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Öyle ki, `Bunlar tesadüf sonucu meydana gelmişlerdir’ dediğimiz ve ortaya çıkışlarını başka bir yolla izah edemediğimiz bazı belirtilerin ortaya çıkmasıyla, bazı şeylerin meydana gelmesini önceden haber verecek duruma gelmişiz. Tavla oyununda zar atmak gibi. Bu araştırmaların ilerlemesi sayesinde tesadüf (Biz İslâmi düşüncemizle, varlık aleminde bir tek tesadüfün dahi varlığını kabul etmiyoruz. Her şeyi yaratan, Allah’ın kaderidir. `Biz her şeyi bir kaderle yarattık’ (Lokman, 49) Varlık aleminde geçerli olan genel yasalar vardır. Bu yasalar uygulandıkları her an içinde Allah’ın kaderi uyarınca uygulanmaktadır. Ancak mekanik bir zorunluluk söz konusu değildir. Kimi zaman Allah’ın kaderinin bu yasalardan farklı bir şekilde meydana gelmesi mümkündür. Ancak belli şartlarda ve özel bir hikmetten dolayı. Çünkü gerek genel yasalar ve gerekse harika olaylar hep özel bir kader uyarınca işlerler. Bu yüzden `bilginlerin sözlerini iktibas etmemiz onların dediklerine katıldığımız anlamına gelmez.) sonucu meydana gelen şeylerle, bu yolla meydana gelmesi imkânsız olan şeyleri ayırd edecek ve belirli bir zaman diliminde belirtilerden birinin ortaya çıkma ihtimalini hesaplayacak duruma gelmişiz nerdeyse. O halde hayatın meydana gelmesinde tesadüfün oynayacağı role bir göz atalım:
“Proteinler, bütün canlı hücrelerin temel bileşimlerinde yer almaktadır. Ve bunlar karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen ve kükürt elementlerinden meydana gelmektedir. Bir parçadaki atom sayısı kırkbine ulaşmaktadır. Tabiattaki kim-yasal elementlerin sayısı doksaniki olduğundan ve bunların dağılışı da rastgele bir dağılış (Bu da “Bilginlerin” saçmalıklarından biridir. Çünkü rastgele bir dağıtım söz konusu değildir. Tersine, belirli bir kader uyarınca planlanan bir dağıtım söz konusudur) olduğundan, proteinin parçalarından birini meydana getirmek için bu beş elementin biraraya gelmesi ihtimali hesaplanabilir. Çünkü bu parçayı oluşturmak için sürekli birbirlerine karışmaları gereken maddelerin sayısı bilinmektedir. Ayrıca bu parçanın atomlarının arasındaki birleşmenin olabilmesi için gerekli olan zaman diliminin süresi de bilinmektedir.
“İsviçreli matematikçi Charles Ugyn Joey, bütün bu işlemleri hesaplama-ya kalkışmış ve bir protein parçasının tesadüf yoluyla oluşması imkânının ancak 10 x 160/1 oranında olduğunu görmüştür. Yani, on sayısının yüzaltmış sayısına çarpımının bire bölünmesi gibi bir oran ortaya çıkmaktadır. Bu rakamı telaffuz etmek ya da kelimelerle ifade etmek de mümkün değildir. Bu durumda bir tek protein parçasını tesadüf yoluyla meydana getirmek için gerekli olan maddelerin sayısı, şu evrenin milyonlarca büyüklüğünde yer işgal edecektir. Böyle bir parçanın sadece yeryüzünden tesadüf yoluyla meydana gelmesi, milyarlarca senenin geçmesini gerektirmektedir. İsviçreli bilgin bunu da hesaplamış ve on sayısının ikiyüz kırküç kere kendisiyle çarpılmasında ortaya çıkan sonuç oranında sene olduğunu ortaya çıkarmıştır (10 x 243 sene)
“Proteinler, amino asitlerin uzun bir dizilişinden meydana gelirler. O hal-de bu parçaları atomlar nasıl oluştururlar. Çünkü bilindiği şekliyle birleşmiş olmasalardı, hayat için elverişli olamazlardı. Hatta kimi zamanlarda zehirli de olabilirlerdi. İngiliz bilgin J.B. Seather, basit bir protein parçasında atomların birleşebilecekleri yolları hesaplamış ve rakamın milyonlara vardığını görmüştür. (1048) … Bu nedenle bir tek protein parçasını meydana getirmek için, bütün bu tesadüflerin biraraya gelmesi akla göre imkânsız görünmektedir.
“Ancak proteinler, hayattan yoksun kimyasal maddelerden başka birşey değildirler. Şu olağanüstü sır girmediği sürece de hayat belirtisi göstermezler. Fakat biz bu sırrın mahiyetini kavrayamayız. Bu sonsuz aklın işidir. (“Sonsuz Akıl” deyimi felsefenin tortularından biridir. Adam bu deyimi kullanıyor. Çünkü kendi kültürünün ürünüdür. Müslüman ise yüce Allah’ı bizzat kendisinin bildirdiği güzel isimlerden başkasıyla isimlendirmez.) Sadece Allah bunun hikmetini kavrayabilir. (Bu doğrudur.) Protein parçasını bu şekilde haya-ta elverişli kılan, meydana getirip şekillendiren sonra da üzerine hayat sırrını döken O’dur…
İowa Üniversitesi’nden doktora sahibi, bitkilerin kalıtımsal özellikleri konusunda uzmanlaşmış Michigan Üniversitesi Fen Bilimleri profesörü İrwing William, aynı kitapta yer alan `Materyalizm Tek Başına Yetmez’ adlı makalesinde şunları söylemektedir:
“Bilim, sayılması mümkün olmayan son derece küçük atomların nasıl mey-dana geldiğini açıklayamıyor. Oysa tüm maddeler bunlardan meydana gelmektedir. Aynı şekilde bilim, bize sadece tesadüf düşüncesine dayanarak bu atomların hayatı meydana getirmek için ne şekilde biraraya geldiklerini de açıklayamaz. Gelişmiş halleriyle tüm hayat şekilleri bugünkü durumlarına rastgele sıçramaların, birleşmelerin ve biraraya gelmelerin sonucu ulaşmıştır teorisini ortaya atanlar için şunu söyleriz. “Bu teori ancak körü körüne kabul edilebilir. Çünkü mantık ve ikna temellerine dayanmıyor.” (Daha önce makalesinde Bernard Russel’ın “hayatın tesadüf sonucu meydana geldiğine ve mekanik bir zorunluluk olarak son bulacağına” ilişkin sözlerine işaret etmişti.)
Texas Üniversitesi’nden doktora sahibi Bailore Üniversitesi’nden biyoloji profesörü, uzman biyolog Albert Mocamb Wındester, adı geçen kitapta yer alan `Bilim Allah’a Olan İnancımı Güçlendirdi’ adlı makalesinde şunları söylemektedir: `Biyoloji bilimi üzerine çok incelemeler yaptım. Bu bilim dalı, hayatı incelemeyi ilgilendiren oldukça geniş bilimsel bir alandır. Çünkü şu evrende yer alan Allah’ın yarattıkları arasında, canlılardan daha üstün bir varlık söz konusu değildir.
“Basit yonca bitkisine bakın. Yolun bir kenarında yeşeriverir. Acaba insanların yaptıkları üstün alet ve gereçler arasında ona benzer üstünlükte birine rastlayabilir misin? Bu, canlı bir makinadır. Gece gündüz kesintiye uğramaksızın binlerce kimyasal ve doğal reaksiyon gerçekleştirir. Bütün bu işlemler protoplazmanın kontrolünde gerçekleşir. Protoplazma da tüm canlıların bileşiminde yer alan bir maddedir.”
“Bu kompleks canlı makina nereden geldi? Yüce Allah, onu bu şekilde tek başına yaratmamıştır. Ayrıca hayatı da yaratmıştır. O’nu kendisini koruyabilecek kapasitede ve nesilden nesile sürecek nitelikte kılmıştır. Bu arada kendisini diğer bitkilerden ayırmamıza yardımcı olan tüm özelliklerini ve ayrıcalıklarını da kaybetmez. Canlılar arasındaki üreme konusunu inceleyen biyoloji bilimi alanında yapılan incelemelerin en üstünü sayılmaktadır. Aynı zamanda bu alan, yüce Allah’ın gücünün en çok belirginleştiği bir alandır da. Yeni bir bitkinin oluşmasını sağlayan üreme hücresi oldukça küçüktür. Öyle ki, mikroskop olmaksızın görülmesi mümkün değildir. Hayret verici bir şeydir ki, bitkinin vasıflarından herbiri, damarları, otları, gövde üzerinde uzanan dalları, kökü ve yaprakları, hacimleri oldukça küçük, mühendislerin kontrolü altında tamamlarlar oluşumlarını. Bunlar bitkiyi meydana getiren hücrenin içinde yaşamlarını sürdürebilirler. Bu mühendisler topluluğu gen taşıyıcıları kromozomlardır. ( Her şeyi yaratan sonra da doğru yolu gösteren Allah’ın izniyle ve varlık alemindeki bu hareketi meydana getiren O’nun kaderiyle hareket ederler.)
Kur’an’ın akışındaki göz kamaştırıcı güzelliğe dönmemiz için bu kadarı yeterlidir.
“İşte Allah budur.”
Şu sürekli tekrarlanan, bilinmez bir sırdan ibaret mucizenin, hayat mucizesinin yaratıcısı yüce Allah’dır… Kulluk, boyun eğme ve emrine uymak suretiyle dinine uyup boyun eğmeniz gereken biricik Rabbiniz O’dur.
Nasıl olur da bu gerçeği görmezlikten geliyorsunuz?
Akılların, kalplerin ve gözlerin açıkça algılayabileceği bu gerçekten nasıl yüz çevirirsiniz?
Hayatın ölülerden ortaya çıkarılması mucizesi, -evrenin ilk yaratılması gibi Kur’an’da ilâhlık gerçeğine yönlendirme söz konusu olduğu yerlerde sıkça hatırlatılır. İbadet edilen ilâhın tek oluşunun zorunluluğu sonucunu çıkarmak için, yaratıcının tekliğine işaret eden belirtileri de zikredilir. Böylece kullar, sadece O’nun ilâhlığına inanmak, O’nun Rabblığına itaat etmek, kulluk merasimlerini sadece O’na sunmak,hayatın bütünü için uyulacak direktifleri yalnızca `O’ndan almak ve sadece O’nun şeriatına boyun eğmek suretiyle yalnızca O’na kulluk etmiş olurlar!
Ancak bu kanıtlar Kur’an-ı Kerim’de teolojik spekülasyonlar ya da felsefi kuramlar şeklinde söz konusu edilmez. Çünkü bu din, insan enerjisini soyut problemler ve felsefi kuramlar uğruna harcamamak konusunda çok ciddidir. Onlara sağlıklı bir düşünce kazandırmak suretiyle, gizli ve açık hayatlarını doğrultmak için insanların düşüncelerini doğrultmayı amaçlamaktadır.
Bu da insanları kullara kul olmaktan kurtarıp, tek Allah’ın kulluğuna döndürmekle mümkündür. Dünya hayatında ve günlük hayatın her alanında, boyun eğmeyi Allah’a özgü kılmakla mümkündür. İnsanları, ilâhlık hakkını kendisi için iddia eden, böylece insan hayatı üzerinde hakimiyet kuran diktatörlerin egemenliğinden çıkarmakla mümkün olur. Aksi takdirde sahte ilâhlar ve sayısız Rabbler ortaya çıkar. İnsanlar Allah’dan başkasına kullukta bulundukları zaman da yeryüzünde fesat yaygınlaşır ve hayat dejenere olur.
Bu noktada, hayat mucizesinin ardında şu değerlendirménin yapıldığını görüyoruz:
“İşte Allah budur. Nasıl olur da bu gerçeği görmezlikten geliyorsunuz?” Sizin üzerinizde Rabb olmayı hakeden Allah budur. Rabb; eğiten, yönlendiren, efendi ve hakim anlamlarına gelmektedir.
Bu nedenle Allah’dan başka birinin Rabb olmaması gerekmektedir.