sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 31. AYET

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 31. AYET
24.11.2020
620
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

31- Onlara ayetlerimiz okununca “işittik, istesek biz de bunlar gibisini söyleyebiliriz, bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değildirler” dediler.

İbn-i Kesir tefsirinde, Said b. Cübeyr, Südey, İbn-i Cürey’e ve başkalarına dayanarak, bunu söyleyenin Nadr b. Haris olduğunu belirtir. Bu adam -Allah’ın laneti üzerine olsun- Fars ülkesine gitmiş, orada kralları Rüstem ve İsfendiyar’ın hikâyelerini öğrenmişti. Döndüğünde Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- Allah tarafından gönderildiğini ve insanlara Kur’an okuduğunu görmüştü. Peygamberimizin bir toplantıdan ayrıldığında onun yerine oturur ve öğrendiği bu hikâyeleri insanlara anlatırdı. Sonra da “Allah için söyleyin hangimiz daha güzel hikâye anlatıyoruz, ben mi Muhammed mi?” derdi. Bu yüzden yüce Allah fırsat verip de Nadr, Bedir günü esirler arasında yeralınca, Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- boynunu vurmak üzere yanında alıkonmasını emretti. Nitekim bunu yaptı da. (Allah’a hamdolsun) Nadr’ı esir alan Mikdad b. Esved’di. -Allah ondan razı olsun- Nitekim İbn-i Cerir şöyle der: “Bize Muhammed b. Beşşar anlattı, bize Muhammed b. Ca’fer, bize Şu’be Ebu Buşr’den, o da Said b. Cübeyr’in şöyle dediğini anlattı: Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Bedir günü Ukbe b. Ebu Muit, Tuayma b. Adiy ve Nadr b. Haris’i yanında alıkoyarak öldürdü. Mikdad -Allah ondan razı olsun- Nadr’ı esir almıştı. Peygamberimiz Nadr’ın öldürülmesini emredince Mikdat, “Ya Resulallah, o benim esirimdir” dedi. Peygamberimiz, “O Allah’ın kitabı hakkında ileri geri konuşuyordu” dedi ve öldürülmesini emretti. Mikdat tekrar, “Ya Resulallah, o benim esirimdir” dedi. O zaman Peygamberimiz, “Allah’ım Mikdat’ı lütfunla zengin kıl” diye dua etti. Miktad, “İstediğim buydu” dedi. İşte bu ayet Nadr hakkında nazil olmuştur: Onlara ayetlerimiz okununca “İşittik, istesek biz de bunlar gibisini söyleyebiliriz, bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değildirler” dediler.”

Müşriklerin Kur’an’ı “eskilerin masalları” şeklinde nitelendirmeleri Kur’an-ı Kerim’de birkaç kez tekrarlanmıştır. Örneğin; “Kur’an eskilerin masallarıdır, başkalarına yazdırmış sabah akşam kendisine okunmaktadır. (Furkan, 5)

Bu söz Kur’an’a karşı koymak için giriştikleri manevraların bir halkasından başka bir şey değildir. Kur’an insan fıtratına gerçeğe dayanarak hitab eder. Fıtrat bu gerçeği kendi derinliklerinde tanır, buna karşı ürperir ve olumlu tepki gösterir. Kur’an karşı konulmaz gücüyle yönelir gönüllere. Gönüller de Kur’an’ın mesajını duyunca, derinden sarsılırlar ve ona olumlu karşılık vermekten kaçınmazlar. Burada Kureyş’in kimi büyükleri böyle bir manevraya sığınıyorlar. Üstelik onlar, bunun manevra olduğunu da bilmiyorlar. Ne var ki onlar Kur’an’da, çevrelerindeki milletlerin mitolojilerine benzer şeyleri araştırmak, böylece Arap halklarının kafalarını karıştırmak istiyorlardı. Nitekim bu halkların fiilen yaşadıkları kula kulluk durumunu sürdürmek için bu manevralara başvurmuşlardı.

Kureyş’in önderleri, bozulmamış dillerinde yeralan kelimelerin ne anlama geldiğini bildiklerinden dolayı, bu çağrının altında yatan gerçeği de çok iyi biliyorlardı. Onlar “Allah’dan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna” şahitlik etmenin insanın egemenliğine topyekün başkaldırmak, Allah’ın tek ve ortaksız ilahlığının ve hakimiyetinin altına girmek, sonra Allah’a yönelik bu kulluğa ilişkin konularda tanrılar ya da Allah adına konuşan herhangi bir insandan değil de, sadece Muhamed’den -salât ve selâm üzerine olsun- direktif almak anlamına geldiğini biliyorlardı. Ayrıca onlar, bu şekilde şahitlikte bulunan insanların Kureyş’in otoritesinden, önderlik ve hakimiyetinden çıkıp, Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- öncülük yaptığı organik bir topluma katıldıklarını, sadece onun önderliğine ve otoritesine boyun eğdiklerini, ailelerinden, kabilelerinden, aşiretlerinden, kavmin bilginlerinden ve cahiliyenin önderliğinden bağlarını ve dostluklarını koparıp, bütün bağlılıkları ve dostluklarıyla yeni önderliğe ve bu yeni önderliğin yönettiği müslüman kitleye yöneldiklerini görüyorlardı.

İşte “Allah’dan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna” şahitlik etmek, bütün bunları ifade etmektedir. Bu, Kureyş’in ileri gelenlerince görülen bir realiteydi. Bunun rejimlerine, toplumsal, siyasal ve ekonomik düzenlerine, ayrıca siyasal rejimlerinin dayandığı inanç sistemlerine yönelik bir tehdit, bir tehlike olduğunu kavramakta gecikmemişlerdi.

“Allah’dan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna” şahitlik etmek, hiçbir zaman günümüzde kendilerini müslüman sanan toplumların anladığı gibi asılsız, boş ve basit bir anlama gelmemektedir. Bu toplumlar yeryüzünde ve insanların hayatında Allah’ın ilahlığının varlığı ve etkinliği bulunmazken, toplumlara hakim olan ve onları yönlendiren cahiliye önderliği ve yasalarıyken sadece dilleriyle şehadet getirmek ve bazı ibadetleri yerine getirmekle kendilerinin müslüman olduklarını sanmaktadırlar.

Mekke’de islâmın bir toplumsal yasası ve devleti olmadığı bir gerçektir. Ancak, “Allah’dan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna” şahitlik edenler derhal Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- önderliğine teslim oluyorlardı, hemen müslüman kitleye bağlılıklarını ve dostluklarını ifade ediyorlardı. Aynı zamanda cahiliyenin önderliğinden uzaklaşıyor ve ona karşı koyuyorlardı. Dilleriyle şehadet getirir getirmez, aileleri, aşiretleri, kabileleri ve cahiliye toplumunun önderliğiyle olan bağlarını ve dostluklarını kesiyorlardı. Günümüzde olduğu gibi boş, anlamsız ve basit bir söyleyiş sözkonusu değildi. Tersine, bu şahitliğin pratik ve fiili anlamı islâmın dayandığı temel gerçeğin tercümanı niteliğindeydi.

Kureyş’in ileri gelenlerinin islâmın yayılmasından ve Kur’an’dan rahatsız oluşlarının nedeni buydu. Nitekim daha önce “Haniflerin” müşriklerin inançlarından ve ibadetlerinden uzaklaşmaları, sadece Allah’ın ilalılığına inanmaları, kulluk kastı taşıyan davranışları Allah’a sunmaları ve putlara ibadet etmeyi temelden reddetmeleri Kureyş’in ileri gelenlerini rahatsız etmemişti. Buraya kadar cahiliye tağutunu ilgilendiren bir şey sözkonusu değildir. Çünkü hareket halinde belirmeyen, eyleme dönüşmeyen soyut bir inanç sistemi ve birtakım bireysel ibadetler, tağut için bir tehlike oluşturamamaktadır. Günümüzde müslüman olmak isteyen, ancak islâmın ne olduğunu iyice bilmeyen bazı iyi niyetli kimselerin sandığı gibi islâm bu değildir. İslâm, şehadetin ilanıyla birlikte başlayan bir harekettir. Cahiliye toplumundan, düşüncelerinden, değer yargılarından, onun önderliğinden, otoritesinden ve toplumsal yasasından bütünüyle soyutlanmaktadır. Aynı zamanda islâm çağrısının önderliğine ve realite dünyasında gerçekleştirmek isteyen müslüman kitleye bağlanmaktır. İşte bu Kureyş’in ileri gelenlerinin mahvolması, yokedilmesi anlamına geliyordu. Bu yüzden çeşitli yöntemlere başvurarak islâma karşı koyuyorlardı. Başvurdukları yöntemlerden biri de Kur’an’ın “eskilerin masalı olduğunu, isteseler kendilerinin de bunun gibisini söyleyebileceklerini” iddia etmeleriydi. Bu iddiayı sık sık tekrarlıyor ve her defasında çaresiz kalıp hezimete uğruyorlardı.

Ayette geçen “Esatir” kelimesinin tekili “Ustûreb”dir. Çoğunlukla Tanrılara ilişkin hurafeden ibaret düşüncelerden, geçmişlerin olaylarından ve olağanüstü kahramanlıklarından, hayal ve hurafenin büyük rol oynadığı asılsız olaylardan oluşan karmaşık hikâye anlamına gelmektedir.

Kureyş’in ileri gelenleri, Kur’an’da yer alan geçmiş milletlere ilişkin hikâyeler, olağanüstü olayları ve mucizeleri dile getiren bölümler, yüce Allah’ın yalanlayanlara yaptıklarını ve mü’minleri kurtarmasını anlatan ayetler gibi bu konuyu içeren Kur’an’ın anlatımına (hikâye ediş tarzına) dayanarak her şeyden habersiz yığınlara, “Bu Kur’an eskilerin masallarıdır. Muhammed bunları, bu hikâyeleri derleyenlerden yazmış, gelip size okuyor. Ve bunların Allah tarafından kendisine vahyedildiğini iddia ediyor” diyorlardı. Nadr b. Haris de Peygamberimizden sonra gelip onun bulunduğu mecliste ya da ona yakın bir mecliste oturur, İran’a yaptığı seyahatlerde öğrendiği İran efsanelerini anlatırdı. Sonra da dinleyicilerine, “Bunlar da Muhammed’in söylediği türden şeylerdir. Üstelik ben onun gibi peygamberlik iddiasında bulunup, Allah’dan vahiy aldığımı da ileri sürmüyorum. Kur’an, bunlar gibi eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.

Cahiliye ortamında bu tür zihin bulandırıcı propagandaların kamuoyunda, özellikle bu tür masal ve hikâyelerle Kur’an arasındaki farkın iyice belirginleşmediği dönemlerde, büyük etki bıraktığını takdir etmemiz gerekmektedir.

Böylece Peygamberimizin Bedir savaşı öncesinde Nadr b. Haris’in öldürülmesi için özel duyuru yapmasının, sonra onu esirler arasında bulunca onunla birlikte birkaç kişinin daha öldürülmesini emretmesinin ve diğerlerinde olduğu gibi onlardan fidye kabul etmemesinin sebebini kavramış oluruz.

Bununla birlikte, Mekke’de başvurulan bu yöntemler uzun süre yaşamadı. Çok geçmeden bu manevraların gerçek mahiyeti ortaya çıktı. Kur’an, yüce Allah’dan kaynaklanan karşı konulmaz güç ve en kısa zamanda insan fıtratıyla uyum sağlayan köklü gerçek sayesinde, bu yöntemleri ve manevraları etkisiz hale getirdi, geride hiçbir şey bırakmamak üzere silip süpürdü. Bu sefer Kureyş’in ileri gelenleri paniğe kapılıp, “Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü çıkarın, belki bu şekilde onu bastırırsınız” (Fussilet, 26) demeye başladılar. Ebu Süfyan, Ebu Cehil ve Ahnes b. Şureyk gibi Kureyş’in önde gelen simaları, birbirlerini kollayarak geceleri gizliden gizliye Kur’an dinlemekten kendilerini alamıyorlardı. Diğerlerinden gizli olarak ayakları onları geceleri Peygamber’i dinlemeye sürüklüyordu. Öyle ki, gençler onları görüp bu Kur’an’ı dinlemekle kafaları karışmasın diye bir daha gelmemek üzere birbirlerine söz verip anlaşmışlardı.

Ne var ki, Nadr b. Haris’in insanları Kur’an’dan soğutmak için başka bir şey ortaya atmak suretiyle onları kandırmaya çalışması bu konudaki girişimlerin sonuncusu olmamıştır, olmayacaktır da. Bu girişim değişik görünümler altında tekrarlanmış, bundan sonra da tekrarlanacaktır. Bu dinin düşmanları insanları kesin bir şekilde Kur’an’dan uzaklaştırmak için kesintisiz bir çaba içinde olmuşlardır. Bunda başarısız olunca, bu sefer Kur’an’ı; hafızların güzel sesleriyle okuduğu, dinleyenlerin kendilerinden geçtiği nağmelere, insanların ceplerinde, göğüslerinin üzerinde taşıdıkları ve yastıklarının altına koydukları muskalara, nazar dualarına dönüştürdüler. Sonra da bu insanlara böyle yapmakla müslüman olduklarını telkin edip, bu Kur’an’ın ve bu dinin gereklerini yerine getirdiklerini zannettirdiler.

Böylece insanların hayatına yön veren prensiplerin kaynağı Kur’an değildir artık. Bu dinin düşmanları, onlar için hayatlarına ilişkin tüm direktifleri edindikleri bir alternatif getirmişlerdir. İnsanlar toplumsal yasalarını, kanunların, değer yargılarını ve ölçülerini aldıkları gibi düşünce ve anlayışlarını da bu alternatif kaynaktan edinmeye başladılar. Sonra bu düşmanlar insanlara şöyle demeye başladılar: Kuşkusuz bu din saygındır, Kur’an da dokunulmazdır. Üstelik bu Kur’an her zaman, sabah, akşam size okunmaktadır. Güzel sesli hafızlar okumakta, nağmelerle terennüm etmektedirler. Bu okuyuşun ve bu terennümün dışında bu Kur’an’dan daha ne bekliyorsunuz? Düşünce ve anlayışlarınıza, düzen ve rejimlerinize, şeriat ve kanunlarınıza, değer ve ölçülerinize gelince, bütün bunların kaynağı niteliğinde bir başka Kur’an vardır. Ona müracaat ediniz…

Kuşkusuz bu, Nadir b. Haris’in başvurduğu manevranın aynısıdır. Fakat bu sefer zamanın gelişmesine ve hayatın oturmuşluğuna paralel olarak daha bir gelişmiş ve daha ustaca hazırlanmış bir görünüm arzetmektedir. Bu, birçok görünümüyle aynı manevradır. Asırlar boyu bu dine karşı girişilen komploların tarihinden bu manevrayı tanımak her zaman mümkündür.

Ancak -ona yönelik komploların sürekliliğine, kurnazca hazırlanmış olmasına, daha gelişmiş ve ilerlemiş olmasına rağmen- bu Kur’an’ın her zaman üstün gelmesi hayret verici bir olaydır. Bu kitabın olağanüstü özellikleri vardır. Fıtratın üzerinde karşı konulmaz bir etkinliğe sahiptir. Tüm yeryüzünü kaplayan cahiliyenin komploları, Yahudi ve Haçlı şeytanların tuzakları, her yerde ve her çağda Yahudi ve Haçlıların güdümündeki evrensel iletişim araçlarının komploları hiçbir zaman Kur’an’ın bu karşı konulmaz gücüne üstünlük sağlayamayacaktır.

Kuşkusuz bu kitap, yeryüzündeki bütün düşmanlarının boyunlarını bükmekte, onları çaresiz hale getirmektedir. Öyle ki bu düşmanlar, Kur’an’ı uluslararası yayın kurumlarında propaganda aracı olarak kullanmaktadırlar. Yahudiler, Haçlılar ve onların müslüman ismi altındaki işbirlikçileri de aynı şekilde Kur’an yayı yapmaktadırlar.

Gerçekte onlar, Kur’an’ı “müslümanların” (!) nezdinde sırf nağmelerden, tecvide uygun okuyuşlardan, muska ve nazar dualarından ibaret bir kitaba dönüştürüp müslüman (!) insanların bile düşüncelerinden uzaklaştırmada başarıya ulaştıktan sonra, yayın kurumlarında, radyo istasyonlarında Kur’an yayını yapmaktadırlar. Evet onlar; Kur’an’ı hayata yön veren prensiplerin kaynağı olmaktan çıkarmışlardır. Bütün konularda yönlendirici rol oynayacak prensipler için alternatif kaynaklar ortaya atmışlardır. Ne var ki, bu kitap, bütün bu komploların ötesinde, her zaman işlevini yerine getirmiştir, getirecektir de. Yeryüzünün herhangi bir köşesinde bu Kur’an’ın kararlılığı etrafında birleşen, hayatına yön veren direktifleri sadece ondan edinen, kurulan komploların, uygulanan baskı, katliam ve sürgünlerin ötesinde yüce Allah’ın va’dettiği yardım ve zaferi gözeten müslüman bir kitle oluştuğu zaman, bu Kur’an bir kez daha işlevini eksiksiz bir şekilde yerine getirecektir.

AZGIN İNAT

Sonra surenin akışı devam ederken ayetler, müşriklerin yenmeye çalıştıkları ve her defasında yenildikleri hak karşısındaki hayret verici inatlarını tasvir ediyor. Meğer büyüklenme onları bu dine teslim olmaktan, otoritesine boyun eğmekten alıkoyuyormuş. İşte onlar -şayet bu Kur’an Allah katından gelmiş hak içerikli bir kitap ise- üzerlerine gökten taş yağdırmasını ya da can yakıcı bir azap indirmesini istiyorlar. Oysa yüce Allah’dan bu gerçeğe tabi olmayı ve gerçek taraftarlarının safında yeralmayı nasip etmesini istemeleri gerekirdi:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.