SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 41. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
42- Hani Bedir savaşında siz vadinin Medine’ye yakın yakasında, onlar Medine`ye uzak yakasında ve ticaret kervanı da vadi tabanına sizden daha yakın idi. Eğer bu şekilde buluşmak üzere sözleşseydiniz bile bu şekilde buluşamazdınız. Fakat Allah ortaya çıkması gereken bir sonucun gerçekleşmesi için bu buluşmayı böyle düzenledi. Böylece can veren bile bile can verecek, Hayatta kalan da bile bile hayatta kalacaktı. Hiç kuşkusuz Allah Her şeyi işitir ve her şeyi bilir.
43- Hani Allah onları sana rüyanda az gösteriyordu. Eğer onları kalabalık gösterseydi moraliniz bozulur, bu konuda aranızda tartışmaya düşerdiniz. Fakat Allah, sizi bu tehlikeden korudu. Hiç şüphesiz O, kalplerin özünü bilir.
44- Allah, ortaya çıkması gereken sonucun gerçekleşmesi için savaş alanında karşılaştığınızda onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Her işin sonu Allah’a varır.”
Savaş, iki grubun konumlarıyla birlikte canlanmaktadır. Bunların da ötesinde yeralan gizli planla birlikte gözler önündedir. Şunları şuraya, şunları da oraya, kervanı ise biraz daha uzağa yerleştirirken Allah’ın eli az kalsın görülecektir. Kelimeler, Peygamberimizin rüyasına, her grubun diğerine az görülmesine, her iki grubun birbirlerini tahrik etmesine ilişkin Allah’ın planından dolayı adeta şeffaflaşmaktadır.
Bu sahneleri ve bu sahnelerin ötesini bu canlılık ve gözle görülen bu hareketlilikle, üstelik böylesine az ifadelerle sunmak ancak Kur’an’ın eşsiz ifade tarzıyla mümkündür. ‘
Bu ayetlerin canlandırdığı sahneleri, Peygamberimizin hayatını anlatan kitaplardan yaptığımız alıntılarla sunduğumuzda işaret etmiştik. Müslümanlar Medine’den çıktıkları zaman vadinin Medine’ye yakın yakasına konaklamışlardı. Ebu Cehil’in komutasındaki müşrik ordusu da Medine’nin uzak yakasında konaklamıştı. İki grubu birbirinden bir tepe ayırıyordu. Kervanı ise, Ebu Süfyan deniz sahiline doğru, iki ordunun aşağısına yöneltmişti.
Her iki ordu da birbirlerinin yerinden habersizdi. Yüce Allah dilediği bir işin gerçekleşmesi için onları bu şekilde bir tepenin iki yamacında biraraya getirmişti. Öyle ki, buluşmak üzere aralarında sözleşmiş olsalar bile, zamanlama ve yer bakımından böylesine dikkatli ve özenli bir şekilde buluşamazlardı. Bu, yüce Allah’ın planlama ve takdirini hatırlamaları için müslüman kitleye sözünü ettiği bir olgudur:
“Hani Bedir savaşında siz vadinin Medine’ye yakın yakasında, onlar Medine’ye uzak yakasında ve ticaret kervanı da vadi tabanına sizden daha yakın idi. Eğer bu şekilde buluşmak üzere sözleşseydiniz bile, bu şekilde buluşamazdınız. Fakat Allah ortaya çıkması gereken bir sonucun gerçekleşmesi için bu buluşmayı böyle düzenledi.”
Bu şekilde dikkatli ve özenli bir tarzda gerçekleşen bu sürpriz buluşmanın ötesinde hiç kuşku yok ki, yüce Allah’ın realiteler dünyasında gerçekleşmesini dilediği ve onun için bu gizli ve latif planı tasarladığı bir olay sözkonusudur. Sizi bu olayın gerçekleşmesine aracı kılmıştır. Bunu rahatlıkla gerçekleştirebilmeniz için bütün koşulları hazırlamıştır.
Yüce Allah’ın gerçekleşmesi için bütün koşulları düzenlediği takdir edilmiş bu olay ise, yüce Allah’ın şurada sözünü ettiği olaydır:
“Böylece can veren bile bile can verecek, hayatta kalan da bile bile hayatta kalacaktı.”
Ayette geçen “Helak” kelimesi doğrudan doğruya kendi anlamında kullanıldığı gibi, küfür anlamına da gelebilir. “Hayat” kelimesi de öyle; kendi anlamında kullanıldığı gibi iman için de kullanılmıştır. Kelimelerin ikinci anlamları burada daha bir belirgindir. Yüce Allah’ın şu sözü de bu anlama bir örnek oluşturmaktadır:
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürürken yararlandığı bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde bocalayıp oradan bir türlü dışarı çıkamayan kimse gibi midir? (En’am, 122)
Burada küfür, ölüm kelimesiyle ifade edilmiş, iman da hayat kelimesiyle… Bununla da islâmın, küfür ve imanın özüne bakışı da ortaya çıkmaktadır. Dördüncü ciltte yeralan En’am suresinin bu ayetini tefsir ederken, bu bakışı ayrıntılı biçimde açıklamıştık.
Bu anlamın tercih edilmesinin nedeni, yüce Allah’ın belirttiği gibi Bedir gününün “ayrılık günü” olmasıdır. Bu günde yüce Allah hak ile batılı birbirinden ayırmıştı. -Nitekim buna az önce değinmiştik- Bu yüzden, bundan sonra kâfir olan bir şüpheden dolayı değil, bile bile kâfir olmaktadır, dolayısıyla bile bile can vermektedir. Aynı şekilde bundan sonra mü’min olan da savaşın belirginleştirdiği açık bir kanıta dayanarak mü’min olmaktadır.
Bedir savaşı beraberinde getirdiği koşullarıyla, insanın planından öte bir plana, insanın gücünden başka geri planda yeralan bir gücün varlığına karşı konulmaz bir kanıt, çürütülmez bir belge niteliğindedir. Bu savaş kesinlikle kanıtlamaktadır ki, bu dinin taraftarları tamamen onu hoşnut etmek için, onun yolunda cihad ettikleri, sabredip direndikleri sürece onlara yardım eden, onları destekleyen, onları koruyan bir Rabbleri vardır. Yoksa eğer iş, gözle görülen maddi güçlere kalsaydı müşrikler yenilmez, müslüman kitle de böylesine büyük bir zafer elde edemezdi.
Bizzat müşrikler, savaşa giderken kendilerine yardım amacıyla asker göndermek isteyen müttefiklerine şöyle demişlerdi: “Andolsun ki, şayet biz insanlarla savaşacaksak, onlardan geri kalır bir yanımız yoktur. Yok eğer biz Muhammed’in iddia ettiği gibi Allah’la savaşacaksak, hiç kimsenin gücü Allah’a yetmez! Şayet bilmek fayda verseydi onlar, her zaman doğru söyleyen, güvenilir Muhammed’in dediği gibi, Allah’la savaştıklarını ve hiç kimsenin Allah’a güç yetiremeyeceğini gayet iyi biliyorlardı. Bundan sonra kâfir olmakla helâk oluyorlarsa, can verip gidiyorlarsa, bile bile can veriyorlardır.
Bunlar şu değerlendirmenin zihnimde ilk planda uyardığı düşüncelerdir:
“Böylece can veren bile bile can verecek, hayatta kalan da bile bile hayatta kalacaktır.”
Ne var ki, bunun ötesinde bir diğer işaret de yeralmaktadır.
Hak ordusuyla batıl ordusu arasında savaş çıkması, vicdanlarda üstünlük sağladıktan sonra, realiteler dünyasında da hakkın egemenliğinin pekişmesi… evet bütün bunlar gerçeğin, gözlerin ve kalplerin görebileceği şekilde belirginleşmesine, akıllarda ve vicdanlarda karışıklığın giderilmesine yardımcı olmaktadırlar. Bu zafer sayesinde durum o kadar kesinleşmiş ve belirginleşmiş ki, artık yokolmayı, yani küfrü tercih eden birinin açıkça ilan edilen ve realiteler dünyasında üstünlük sağlayan hakka ilişkin olarak herhangi bir kuşkusu kalmamıştır. Aynı şekilde hayatta kalmak isteyen yani mü’min olmak isteyen- biri yüce Allah’ın bu zaferi bahşettiği ve tağutları yüzüstü bıraktığı bu dinin hak olduğundan kuşku duymamaktadır.
Bu açıklamalar bizi tekrar, dokuzuncu cüzde Enfal suresini tanıtırken, kötülüğün gücünü ve tağutun egemenliğini yerle bir etmek, hak sancağını ve Allah’ın egemenliğini yüceltmek için cihad etmenin zorunluluğuna ilişkin olarak söylediklerimize götürüyor. Kuşkusuz bu, hakkın belirginleşmesine yardım etmektedir: “Böylece can veren bile bile can verecek, hayatta kalan da bile bile hayatta kalacaktı.” Bu yaklaşım aynı zamanda bu surede yeralan yüce Allah’ın şu sözünün verdiği işaretlerin boyutlarını kavramamıza da yardımcı olmaktadır.
“Onlara karşı elinizden geldiği kadar gerek Allah’ın gerekse özünüzün düşmanlarını ve bunlar dışında Allah’ın bildiği, fakat sizin bilmediğiniz gizli düşmanlarınızı yıldırıp caydıracak savunma gücü ve atlı savaş birlikleri hazırlayınız.”
Güç hazırlamak ve yıldırmak bazı gönüllerin hakkı daha iyi görmelerine yardımcı olur. Bu gönüller, daha önce de söylediğimiz gibi “yeryüzünde” bütün “insanlığın” evrensel özgürlüğünü ilan etmek üzere harekete geçen hakkın sahip olduğu gücün etkinliği olmadığı sürece uyanmaz, gerçeği kavrayamaz. (Enfal suresinin giriş kısmına bkz.)
Savaşta rol oynayan ilahi planın bu yönü ve pratik olarak gerçekleşen bu planın amacı üzerine yapılan değerlendirme de şudur:
“Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”
Hak taraftarlarının ve batıl taraftarlarının söyledikleri, sözlerinin ve davranışlarının ardında göğüslerinde gizledikleri hiçbir şey yüce Allah’a saklı değildir. Açıkta olanlardan haberdar olması, gizli olanları da bilmesiyle O, her şeyi planlar ve takdir eder. O, her şeyi işitir ve her şeyi bilir.
Savaş, savaşta meydana gelen kimi olaylar ve savaş koşulları sunulurken, arada yeralan bu değerlendirmeden sonra ayetlerin akışı normal seyrini sürdürüp yüce Allah’ın gizli ve latif planını gözler önüne seriyor.
“Hani Allah onları sana rüyanda az gösteriyordu. Eğer onları kalabalık gösterseydi, moraliniz bozulur, bu konuda aranızda tartışmaya düşerdiniz. Fakat Allah sizi bu tehlikeden korudu. Hiç şüphesiz O, kalplerin özünü bilir.”
Yüce Allah’ın savaş planlarından biri, Peygamberimize rüyasında kâfirlerin güç ve ağırlık bakımından az olduklarını göstermekti. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- rüyasını arkadaşlarına anlatıyor, onlar da buna seviniyor ve savaşmaya istekli oluyorlar. Daha sonra yüce Allah burada onları niçin peygamberine az gösterdiğini haber veriyor. Kuşkusuz yüce Allah, onları çok gösterse, Peygamberimizle birlikte bulunan azınlığın moralinin bozulacağını biliyordu. Çünkü herhangi bir hazırlık yapmadan ve savaşacaklarını tahmin etmeden Medine’den çıkmışlardı. Nitekim düşmanla karşılaşmaktan çekinmiş, bu konuda aralarında tartışma baş göstermişti. Bir grup onlarla savaşmayı, diğer bir grup da onlardan uzak durmayı uygun görüyordu. Bu şartlarda böyle bir tartışmaya girmek ise, düşmanla karşılaşan bir ordunun başına gelebilecek en kötü durumdur.
“Fakat Allah sizi bu tehlikeden korudu. Hiç şüphesiz O kalplerin özünü bilir.”
Kuşkusuz yüce Allah kalplerin özünü biliyordu. Bu noktada müslüman kitlenin içinde bulundukları zaaf halini bildiğinden onlara lütfetti ve müşrikleri rüyada peygamberine az gösterdi, oldukları gibi çok göstermedi.
Bu rüya, gerçekte doğru bir rüyadır. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- onları az görmüştür. Onlar sayı bakımından çokturlar ama, birçok şeyden yoksundurlar ve savaşta bir ağırlıkları sözkonusu değildir. Kalpleri, geniş bir kavrama yeteneğinden, ortak bir imandan, böyle durumlarda büyük yararı olan ruh gıdasından yoksundur. Yüce Allah bu yanıltıcı dış görünüşün ötesindeki gerçek olguyu Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- gösteriyor. Böylece mü’min kitlenin gönüllerine güven bahşediyor. Çünkü yüce Allah mü’minlerin gizli hallerini biliyor. Sayılarının az, hazırlıklarının yetersiz olduğunu, şayet düşmanlarının kalabalık olduğunu öğrenecek olurlarsa karşılaşmaktan çekinmek ve savaşmak ya da savaşmamak konusunda çekişmek gibi olayların başgöstereceğini biliyordu. İşte bu rüya, kalplerin özünü bilen yüce Allah’ın savaşa ilişkin planlarından biriydi.
İki ordu karşı karşıya geldiğinde Peygamberimizin rüyası, iki taraf üzerinde fiilen gerçekleşti. İşte bu da, savaşı ve savaştaki olayları ve ötesini sunarken, yüce Allah’ın onlara sözünü ettiği planın bir parçasıydı.
“Allah, ortaya çıkması gereken sonucun gerçekleşmesi için savaş alanında karşılaştığınızda onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Her işin sonu Allah’a varır.”
Her iki grubu savaşa teşvik etmek için birbirleri hakkında yanıltmak bu ilahi planın bir parçasıydı. Evet, mü’minler düşmanlarının sayı bakımından az olduklarını görüyorlardı. Çünkü onlar hakikat gözüyle bakıyorlardı. Müşrikler de zahiri gözlerle baktıklarından dolayı, mü’minleri az görüyorlardı. İki gruptan her birinin rakibini gördüğü bu iki gerçeğin ötesinde ilahi plan amacına ulaşıyor, yüce Allah’ın takdir ettiği sonuç gerçekleşiyordu.
“Her işin sonu Allah’a varır.”
Bu, planın amacına ulaşmasına, takdir edilen sonucun gerçekleşmesine uygun bir değerlendirmedir. Ve bu, sonunda tek başına Allah’a varan bir iştir. Kendi otoritesiyle yönlendirir, iradesiyle gerçekleştirir O. Gücünün ve egemenliğinin etki alanının dışında bir şey değildir bu. Varlık bütününde O’nun öngördüğünün ve takdir ettiğinin dışında hiçbir şey meydana gelemez.
Durum böyle olduğuna göre… Plan Allah’ın planı ve zafer O’nun katından geldiğine göre… Zaferi garantileyen sayısal çoğunluk olmadığına göre.. Savaşın sonucunu belirleyen, maddi hazırlık olmadığına göre, o halde mü’minler kâfirlerle karşılaştıklarında direnmelidirler. Savaş için gerekli olan gerçek hazırlıkları yapmalıdırlar. Olayları planlayan, takdir eden, yardım ve destek gönderen güç ve egemenlik sahibi olan yüce Allah’ın yarattığı sebeplere sarılmalıdırlar. Sayı ve maddi hazırlık bakımından oldukça kalabalık olmalarına rağmen kâfirlerin yenilmesinde etkin rol oynayan yenilgi sebeplerinden uzak durmalıdırlar. Şımarmaktan, büyüklük taslamaktan ve batıl düşüncelerden soyutlanmalıdırlar. Şu kâfirleri mahveden şeytanın aldatmasına karşı sürekli uyanık olmalıdırlar. Sadece Allah’a dayanmalıdırlar. Çünkü her şeyden üstün, güçlü ve olayları hikmetle yönlendiren, onlara hükmeden O’dur.