sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 67. VE 71. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 67. VE 71. AYETLER ARASI
07.12.2020
647
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

67- Yeryüzünde üstünlüğünü perçinlemedikçe hiçbir peygamberin esir alması yerinde değildir. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah sizin hesabınıza ahireti istiyor. Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir.

68- Eğer Allah’ın daha önce kesinleşmiş (ve bu konuda lehinize işleyen) bir hükmü olmasaydı, esirlerin karşılığında aldığınız fidyeler yüzünden başınıza büyük bir azap gelirdi.

69- Artık elinize geçen ganimet mallarını helal olarak afiyetle yiyiniz, Allah’dan korkunuz. Hiç kuşkusuz Allah affedicidir ve merhametlidir.

70- Ey peygamber elinizdeki esirlere de ki; “Eğer Allah kalplerinizde hayırlı bir yaklaşım olduğunu görürse size elinizden alınandan daha iyisini verir ve sizi affeder. Hiç şüphesiz, Allah affedicidir ve merhametlidir.

71- Eğer bu esirler sana ihanet etmeyi düşünüyorlarsa bilsinler ki, daha önce Allah’a ihanet ettiler de bu yüzden O, seni onlara karşı üstün getirdi. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir.

İbn-i İshak Bedir savaşında meydana gelen olayları anlatırken şöyle der: “Müslümanlar düşmanı esir almaya başlayınca Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- çadırında bulunuyordu. Sa’d b. Muaz da Ensari’den bir grup ile birlikte Peygamber’i gelebilecek bir düşman saldırısından korumak amacıyla kılıç kuşanmış bir vaziyette çadırın kapısında nöbet tutuyordu. Bana ulaşan haberlere göre Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Sa’d’ın yüzünde halkın yaptıklarından dolayı memnuniyetsizlik belirtisi gördü. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- `Allah’a andolsun ki, ya Sa’d, bana öyle geliyor ki, sen arkadaşlarının yaptığından memnun değilsin’ dedi. Bunun üzerine Sa’d, `Evet yâ Resulullah, bu yüce Allah’ın müşriklerin başına getirdiği ilk musibetti. Onları savaşta öldürmek bana göre esir olarak elde etmekten daha iyiydi’ dedi.”

İmam Ahmed, İbn-i Abbas’dan Hz. Ömer’in -Allah ondan razı olsun- şöyle dediğini rivayet eder: “Bedir gününde iki taraf karşı karşıya geldiğinde yüce Allah müşrikleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Onlardan yetmiş kişi öldürüldü. Yetmiş kişi de esir alındı. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Ebubekir, Ömer ve Ali’nin fikirlerini sordu. Ebubekir şöyle dedi, `Bu adamlar amca çocukları, akraba çocukları ve kardeştirler. Ben onlardan fidye almanı öneririm. Onlardan aldıklarımız küfre karşı bize güç kazandırır. Belki de Allah onları doğru yola iletir de bize yardımcı olurlar’. Sonra Peygamberimiz, `Sen ne düşünüyorsun ey Ömer?’ dedi. Ben de, Allah’a andolsun ki, ben Ebubekir’in fikrine katılmıyorum. Ben diyorum ki, müsaade etsen falan akrabamın boynunu vursam, Ali’nin de Ukeyli -Ebu Talib’in oğlu- öldürmesine izin versen, Hamza’ya da falan kardeşini öldürmesine izin versen, daha doğru olur.’ “Böylece yüce Allah katında gönlümüzde müşriklere karşı bir sempatinin olmadığı belli olur” dedim. Şu adamlar müşriklerin yiğitleri, önderleri ve komutanlarıdır dedim. Ebubekir’in görüşü, Peygamberimizin hoşuna gitti, ama benim görüşümü hoş karşılamadı. Ve onlardan fidye aldı. Ertesi gün -Ömer diyor ki- sabahleyin Peygamberimiz ve Ebubekir’in yanına varınca ikisinin ağladığını gördüm. `Seni ve arkâdaşını ağlatan nedir? Ağlanacak bir şey varsa ben de ağlayayım. Yoksa siz ‘ağladığınız için ağlarım’ dedim. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- fidye aldıkları için arkadaşlarına sunulan azabdan dolayı ağlıyoruz. Size gelecek azabın -yanındaki bir ağacı işaret ederek- şu ağaçtan daha yakın olduğu bana sunuldu. Bunun üzerine yüce Allah:

“Yeryüzünde üstünlüğünü perçinlemedikçe hiçbir peygamberin esir alması yerinde değildir” ayetinden “Artık elinize geçen ganimet mallarını helal olarak, afiyetle yiyiniz.” ayetine kadar indirdi. Böylece onlara ganimetleri helal kıldı. (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Tirmizi, İbn-i Cerir, İbn-i Mürdeveyh değişik yollardan İkrimi b. Amman el-Yemani’den rivayet ettiler.)

İmam Ahmed şöyle der: “Bize Ali b. Haşim Hamid’den, o da Enes’den -Allah ondan razı olsun- şöyle rivayet etti: Bedir günü Peygamberimiz esirler konusunda müslümanların görüşlerini sordu. Şöyle dedi Peygamberimiz: “Kuşkusuz yüce Allah, onlara karşı size bir fırsat vermiştir.” Ömer b. Hattab kalktı ve şöyle dedi: “Ya Resulullah, boyunlarını vur onların” Peygamberimiz ondan yüz çevirdi ve tekrar, “Ey insanlar, kuşkusuz yüce Allah, onlara karşı size bir fırsat vermiştir. Fakat unutmayınız ki, bunlar daha düne kadar sizin kardeşlerinizdi” dedi. Ömer yine kalktı ve “Ya Resulullah, boyunlarını vur” dedi. Peygamberimiz ondan yüz çevirdi ve tekrar halka aynı şekilde söyledi. Hz. Ebubekir kalktı ve “Ya Resulullah onları bağışlamak ve fidye almak düşüncesinde olduğunu görüyoruz” dedi. Enes diyor ki, Ebubekir’in bu sözleri üzerine, Peygamberimizin yüzündeki hüznün belirtileri gitti. Esirleri bağışladı ve onlardan fidye kabul etti. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi:

“Eğer Allah’ın daha önce kesinleşmiş (ve bu konuda lehinize işleyen) bir hükmü olmasaydı, esirlerin karşılığında aldığınız fidyeler yüzünden başınıza büyük bir azap gelirdi.”

A’meş, Ömer b. Mürre’den, o da Ebu Ubeyde’den, o da Abdullah’dan rivayet ederek şöyle der: “Bedir gününde, Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- arkadaşlarına, “Esirler hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. Ebubekir kalktı ve “Yà Resulallah, bunlar soydaşların ve akrabalarındır. Onları serbest bırak ve onları tevbe etmeye çağır, belki de Allah tevbelerini kabul eder” dedi. Ömer kalktı ve “Ya Resulallah, seni yalanladılar ve yurdundan çıkardılar, onların boyunlarını vur” dedi. Abdullah b. Revaha da, “Ya Resulallah, odunları çok olan bir vadidesin. Ateşe ver vadiyi, onları da içine at” dedi. Peygamberimiz sustu ve hiçbirine herhangi bir şey söylemedi. Sonra kalktı ve çadırına girdi. Sonra bazıları Peygamberimiz için; Ebubekir’in görüşünü benimsedi, bazıları da Ömer’in görüşünü benimsedi bazıları da “Abdullah b. Revaha’nın görüşünü benimsedi, dediler. Sonra Peygamberimiz yanlarına geldi ve şöyle dedi, “Kuşkusuz yüce Allah bazı adamların kalbini o kadar yumuşatır ki, sütten daha yumuşak olurlar. Bazılarının kinini de taştan daha katı yapar. Sana gelince ey Ebubekir, sen İbrahim peygamber gibisin. İbrahim şöyle diyordu:

“Bana uyan kuşkusuz bendendir. Bana isyan edene gelince, sen bağışlayansın merhametlisin.” (İbrahim Suresi, 36)

Sen şöyle diyen İsa peygamber gibisin ya Ebubekir:

“Eğer onlara azab edersen, kuşkusuz senin kullarındır onlar. Eğer bağışlarsan onları, sen güçlüsün, hikmet sahibisin.” (Maide Suresi, 121)

Sana gelince ya Ömer, sen şöyle diyen Musa peygamber gibisin:

“Rabbimiz mallarını mahvet, sık onların kalplerini. Çünkü onlar acıklı azabı görmedikçe iman etmezler.” (Yunus Suresi, 88) , .

Ve ey Ömer sen şöyle diyen Nuh peygamber gibisin: .

“Rabbim yeryüzünde dolaşan tek bir kâfir bırakma.” (Nuh Suresi, 26)

Sizin buna ihtiyacınız var. Ya fidye verecekler ya da boyunları vurulacak. Başka türlü kurtulamazlar. “ibn-i Mes’ud diyor ki: “Ya Resulallah, Süheyl b. Beyda hariç. Çünkü o, islâmı kabul ediyor” dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz sustu. O gün gökten başına taş düşeceğinden korktuğum kadar başka hiçbir gün korkmamıştım. Ta ki, Peygamberimiz, “Süheyl b. Beyda hariç” diyene kadar. Daha sonra yüce Allah şu ayeti indirdi:

“Yeryüzünde üstünlüğünü perçinlemedikçe hiçbir peygamberin esir alması yerinde değildir.” (Bu hadisi, İmamı Ahmed; Tirmizi Ebu Muaviye’den o da Ameş’den rivayet ederler. Hakim “Müstedrek”inde rivayet eder ve ravi zinciri doğrudur der.)

Ayette geçen -Ishan- yani `üstünlüğü perçinlemekten maksat, müşriklerin gücünü kırıp müslümanların gücünü perçinleyene kadar öldürmektir. Peygamber ve müslümanlar, düşmanlarını esir alıp sağ bırakmadan, fidye karşılığı onları serbest bırakmadan önce yapmaları gereken budur. Nitekim Bedir’de böyle yapmadıkları için yüce Allah tarafından azarlanmışlardı.

Bedir savaşı müslümanlar ve müşrikler arasında meydana gelen ilk savaştı. O zaman müslümanlar halâ azınlık ve müşrikler halâ çoğunluk durumundaydılar. Müşriklerin savaşçılarının azalması, onların gücünü kırıp onları aşağılayacaktı. Bu onları bir daha müslümanlara saldırmaktan caydıracaktı. Kuşkusuz bu, son derece fakir de olsalar elde edecekleri malların gerçekleştiremeyeceği büyük bir hedeftir.

Burada ruhlarda açığa kavuşması, gönüllerde yer etmesi gereken diğer bir anlam da sözkonusuydu. Bu anlam, Hz. Ömer’in -Allah ondan razı olsun- gayet açık ve net bir şekilde ifade ettiği anlamdı. Şöyle demişti Ömer, “Böylece yüce Allah katında gönlümüzde müşriklere karşı bir sempatinin olmadığı belli olur.”

İşte bu iki açık nedenden dolayı yüce Allah’ın müslümanların Bedir günü düşmanı esir almalarını, sonra da onları mal karşılığı serbest bırakmalarını hoş karşılamadığını sanıyoruz. Hiç kuşkusuz, en iyisini Allah bilir. İşte şu ayetlerin karşıladığı realist koşullardan dolayı -ki bu ayetler her zaman için aynı koşulları karşılarlar- yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Yeryüzünde üstünlüğünü perçinlemedikçe, hiçbir peygamberin esir alması yerinde değildir.”

Bunun için Kur’an-ı Kerim, daha ilk savaşta ellerindeki esirlerden serbestlik karşılığı fidye almayı kabul eden müslümanların bu davranışını hoş karşılamıyor:

“Siz geçici dünya malını istiyorsunuz.”

Yani, onları öldüreceğinize esir aldınız, sonra da onlardan fidye alıp serbest bıraktınız.

“Oysa Allah sizin hesabınıza ahireti istiyor.”

Müslümanlar Allah’ın istediğini istemelidirler. Çünkü bu daha iyi ve daha kalıcıdır. Ahiret ise, geçici dünya nimetlerini istemekten arınmayı gerektirmektedir:

“Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir.”

Sizin için zafer takdir etti. Size de zaferi elde edecek güç verdi. Kâfirlerin kökünü kurutmak suretiyle gerçekleşmesini dilediği bir hikmetten dolayı:

“Suçluların hoşuna gitmese de hakkı üstün ve egemen kılmak, bâtılı da yerle bir etmek.” (Yunus Suresi, 82)

“Eğer Allah’ın daha önce kesinleşmiş (ve bu konuda lehinize işleyen) bir hükmü olmasaydı, esirlerin karşılığında aldığınız fidyeler yüzünden başınıza büyük bir azap gelirdi.”

Yüce Allah Bedir ehlinin yaptıklarını bağışlayacağına daha önce hükmetmişti. Dolayısıyla onlara ilişkin olarak daha önce verilmiş olan bu hüküm, onları fidye kabul etmekten dolayı hakettikleri büyük azaptan korumuştur.

Sonra yüce Allah, onlara yönelik lütfunu ve nimetini artırıyor. Aralarında aldıklarından dolayı azarlandıkları fidyeler de olmak üzere savaşta elde ettikleri ganimetleri onlara helal kılıyor. Nitekim islâmdan önceki dinlerde peygamberlere tabi olanlara savaşta ganimet almak haramdı. Bu arada yüce Allah onlardan, kendisinden sakınmalarını hatırlatıyor. Rabblerine karşı düşüncelerini dengelemek için onlara yönelik rahmetini ve bağışlamasını da hatırlatıyor. Böylece Allah’ın rahmeti ve bağışlaması onları şaşırtmaz. Takva, sakınma ve Allah korkusunu da unutmamış olurlar:

“Artık elinize geçen ganimet mallarını helal olarak, afiyetle yiyiniz; Allah’dan korkunuz. Hiç kuşkusuz Allah affedicidir ve merhametlidir.”

Sonra, içinde umut duygusunu canlandıracak, arzuyu kamçılayacak, içine bir nur salacak, onu geçmişten daha hayırlı bir geleceğe, şu anda yaşadıkları hayattan daha onurlu bir hayata, kaybettikleri mal ve mülkten daha üstün bir kazanca bağlayacak şekilde esirlerin gönül tellerine dokunuluyor. Bütün bunlardan sonra Allah tarafından bağışlanacakları O’nun rahmetini elde edecekleri hatırlatılıyor:

“Ey peygamber, elinizdeki esirlere de ki; “Eğer Allah, kalplerinizde hayırlı bir yaklaşım olduğunu görürse, size elinizden alınandan daha iyisini verir ve sizi affeder. Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir.”

Bütün bu iyilikler, kalplerinin düzelmesine, iman aydınlığına açık olmasına ve yüce Allah’ın içlerinde hayırlı bir yaklaşım olduğunu bilmesine bağlıdır. Hayrın, sözle belirtmeye ve belgelemeye gerek kalmayacak kadar, iman olduğu açıktır. Evet iman, hayrın, iyiliğin kendisidir. Öyle ki, imana dayanmadığı, ondan kaynaklanmadığı ve iman üzerine yükselmediği sürece hiçbir şey hayır, iyilik diye adlandırılamaz.

İslâm esirleri sadece gönüllerindeki iyilik, umut ve düzelme duygularını harekete geçirmek için elinde tutar. İslâm, fıtratlarındaki alıcı ve verici cihazlarını uyarmak, hidayetten etkilenen ve olumlu tepki gösteren duyguları harekete geçirmek için elinde tutar esirleri. Öç almak için onları aşağılamak, onları sömürmek suretiyle hizmetine sokmak amacında değildir. Nitekim Romalılar’ın, çeşitli ırkların ve ulusların fetihleri bu amaca yönelikti.

Zehri’den, o da isimlerini verdiği bir gruptan şöyle rivayet edilir: “Kureyş kabilesi esirlerini fidye vererek kurtardı. Abbas şöyle dedi, `Ya Resulallah ben müslüman olmuştum.’ Bunun üzerine Peygamberimiz, `Senin müslüman olup olmadığını en iyi Allah bilir. Eğer dediğin gibiyse, kuşkusuz Allah seni mükâfatlandıracaktır. Ama senin dış görünüşün bize karşıydı. Dolayısıyla, kendini kardeşin oğlu Mevfel b. Haris b. Abdulmuttalib’i, Ukeyl b. Ebu Talip b. Abdulmuttalib’i, müttefikin Beni Haris b. Fihr’in kardeşi Utbe b. Amr’ı kurtarmak içi,n fidye vermek zorundasın’ dedi. Abbas, `Bu kadar malım yok, ya Resulallah’ dedi. Peygamberimiz şöyle dedi, `Peki, seninle Ummul Fadl’ın birlikte gömdüğümüz ve eğer bu savaşta başıma bir şey gelirse gömdüğüm bu mal, Fadl, Abdullah ve Kasem’in çocuklarınındır dediğin mal ne oldu?’ Abbas dedi ki, `Ya Resulallah, şimdi anlıyorum ki, sen gerçekten Allah’ın peygamberisin. Bu söylediklerini, benden ve Ümmü Fadl’dan başka hiç kimse bilmiyordu. Yanımda yirmi ukiyye değerinde para var. Benden ne kadar alacaksanız hesab et, ya Resulallah’ dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, `Hayır, bu yüce Allah’ın senden alıp bize bahşettiği bir şeydir’ dedi. Daha sonra Abbas, kendisini, iki yeğenini ve müttefikini fidye ödeyerek serbest bıraktırdı. Sonra şu ayeti kerime indi:

“Ey peygamber, elinizdeki esirlere de ki; “Eğer Allah kalplerinizde hayırlı bir yaklaşım olduğunu görürse, size elinizden alınandan daha iyisini verir ve sizi affeder. Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir.”

Abbas diyor ki, “İslâma girince yüce Allah, verdiğim yirmi ukiyye karşılık yirmi köle verdi. Üstelik ellerinde ticaret yaptıkları malları da vardı. Bununla beraber her şeyden üstün ve ulu olan Allah’dan bağışlanma umuyorum.”

Yüce Allah, esirlere aydınlık ve şefkatli ümit penceresini açarken, onları daha önce Allah’a ihanet edip de bu sonucu hakettikleri gibi peygambere ihanet etmeye yeltenmekten de sakındırıyor:

“Eğer bu esirler sana ihanet etmeyi düşünüyorlarsa, bilsinler ki, daha önce Allah’a ihanet ettiler de bu yüzden O, seni onlara karşı üstün getirdi. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir.”

Kuşkusuz Allah’a ihanet ettiler. O’na başkalarını ortak koştular. O’nu Rabb olarak kabul etmediler. Oysa Allah, fıtratları üzerinde onlardan Söz almıştı. Ama sözlerini tutmadılar, ihanet ettiler. Şu anda elinde esir bulundukları peygambere karşı ihanet etmeyi düşünüyorlarsa, kendilerini esir konumuna düşüren ilk ihanetlerinin akıbetini hatırlasınlar. Nitekim bu ihanet sonucu Allah’ın peygamberi ve dostları onlara üstünlük sağlamıştı. Allah onların yaptıklarını “bilir.” Onları cezalandırması da “yerindedir” O’nun.

“Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir. “

Kurtubi tefsirinde İbn-i Arabi’nin şu sözlerini aktarır: “Müşrikler esir düştüklerinde kimisi müslümanlıktan söz etmeye başlamıştı. Fakat kararlı davranmıyorlardı ve kesin bir şekilde kabul etmiyorlardı. Sanki onlar, müslümanlarâ yaklaşmak, bu arada müşriklerden de uzaklaşmamak istiyorlardı. Alimlerimiz şöyle dediler: Bir kâfir kalbiyle ve diliyle iman ettiğini söylese, buna karşılık davranışlarıyla kararlı olduğunu göstermese mü’min değildir. Böyle bir şey mü’min birinde görülse kâfir olur. Fakat insanın uzaklaştıramadığı kuşkular hariç. Çünkü yüce Allah bunu bağışlamış ve günahını silmiştir. Kuşkusuz yüce Allah peygamberine gerçeği açıklamıştır: .

“Eğer bu,esirler sana ihanet etmeyi düşünüyorlarsa” yani onların müslüman olmaktan söz etmeleri, ihanet ve hile ise, “Daha önce Allah’a da ihanet etmişlerdi.” Kâfir olmak, sana komplo düzenlemek ve seninle savaşmak gibi… Yok eğer bu sözleri iyi niyetle söylüyorlarsa, kuşkusuz Allah bilir ve bu niyetlerini kabul eder. Ellerinden alınana karşılık daha iyisini verir onlara! Geçmişteki, kâfirliklerini, ihanetlerini ve komplolarını bağışlar.

İNANANLAR VE İNANMAYANLAR

Son olarak bu dersle birlikte Enfal suresi de müslüman toplum içindeki ilişkilerin, müslüman toplumla başka toplumlar arasındaki ilişkilerin, niyetlerin ve bu ilişkileri düzenleyen hükümlerin açıklanmasıyla noktalanıyor. Bununla müslüman toplumun tabiatının özü, hareketinin ve varlığının kaynağı olan temel kuralın tabiatı ortaya çıkıyor… Bu temel kan bağı değildir. Toprak bağı da değildir. Irk, tarih, dil ve ekonomi bağı da değildir. Akrabalık duygusu, yurtseverlik, milliyetçilik veya ekonomik çıkar değildir bu temel kural. Bu, inanç bağıdır. Önderlik ve pratik uygulama bağıdır bu. İman edip hicret yurduna, islâm yurduna göçedenler, kendilerini topraklarına, yurtlarına, uluslarına ve çıkarlarına bağlayan her şeyden soyutlanmış kimselerdir. Bunlar mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad etmişlerdi. Onları barındıran, yardımcı olan, onlarla birlikte, tek ve pratik bir toplum içinde inançlarına ve önderlerine boyun eğenler… İşte bunlar birbirlerinin dostudurlar. İman ettikleri halde hicret etmeyenlerle müslüman toplum arasında dostluk sözkonusu değildir. Çünkü onlar henüz inanç için başka şeylerden soyutlanmamışlar, henüz müslüman yönetimin emrine girmemişler, henüz kendilerini tek ve pratik toplumun direktifleriyle yükümlü hale getirmemişler. İşte bu biricik ve pratik toplum içinde kan bağı miras ve benzeri konularda öncelikli kabul edilir. Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar. İşte bunlar, şu kesin ve açık ayetlerin tasvir ettiği gibi insanlar arası ilişkilerin ve bağların belli-başlı çizgileridir:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.