SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 9. VE 14. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
9- Hani siz Rabbinizden yardım istediğinizde Allah bu çağrınıza ‘Ben size ardarda gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile yardım edeceğim’ diye cevap verdi.
10- Allah sadece müjde olsun ve kalpleriniz güven bulsun diye size bu yardımı yaptı. Zaten yardım, zafer doğrudan doğruya Allah katındandır. Hiç kuşkusuz Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir.
11- Hani Allah, korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Ayrıca sizi temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak, kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlamak için size gökten su indirdi.
12- Hani Rabbin meleklere “Ben sizinle beraberim, mü’minleri yüreklendirin, ben kafirlerin kalplerine korku salacağım, vurun boyunlarını, indirin darbelerinizi parmaklarına,’ diye vahyetti.
13- Şundan dolayı ki, onlar Allah’a ve Peygamber’e karşı çıktılar. Kim Allah’a ve Peygamber’e karşı çıkarsa bilsin ki, Allah’ın azabı ağırdır.
14- İşte size Allah’ın azabı, tadınız onu. Ayrıca kâfirler için cehennem azabı da vardır.
Savaş bütünüyle Allah’ın emri, iradesi, tedbir ve takdiriyle meydana gelmiş; O’nun ordusu ve yönlendirmesiyle sürmüştü. Bu ordu, olmuş bitmiş bir sahneyi şu anda oluyormuş gibi sunan Kur’an’ın tasvirli, hareketli ve canlı ifadelerinde tüm hareketleri ve adımlarıyla açıkça görülmektedir.
Yardım isteme olayına gelince, İmam Ahmed Ömer b. Hattab’dan -Allah ondan razı olsun- şöyle rivayet eder: “Bedir günü Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- arkadaşlarına baktı, üçyüz küsûr kişi, müşriklere baktı, binden fazla… (Diğer rivayetlerde müşriklerin sayılarının binle-dokuzyüz arasında olduğu geçmektedir.) O zaman Peygamberimiz üzerinde hırkası ve zırhı olduğu halde kıbleye döndü, “Allah’ım bana va’dettiğin zaferi ver. Allah’ım şayet şu müslüman topluluğu helâk edersen, yeryüzünde sana kulluk eden kalmaz” diye dua etti. Ömer diyor ki, sürekli Rabbine dua ediyor, yardım istiyordu. Ta ki, hırkası omuzlarından düştü. Ebubekir hırkayı alıp Peygamberimizin üzerine attı ve onu arkadan kucaklayıp, “Ey Allah’ın peygamberi, Rabbine bu kadar yakarışın yetişir, O sana va’dettiği zaferi verecektir” dedi. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi: “Hani siz Rabbinizden yardım istediğinizde Allah bu çağrınıza, `Ben size ardarda gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile yardım edeceğim’ diye cevap verdi.”
Bedir günü müslümanlara yardım için gönderilen melekler, sayıları, ne şekilde savaşa katıldıkları, savaşta dayanıklılık gösteren mü’minlere ve yenik müşriklere neler söyledikleri konusunda birçok ayrıntılı rivayet yeralmıştır. Ne var ki, biz -şu tefsirde takip ettiğimiz yöntem uyarınca- bunun gibi gayb dünyasına ilişkin durumlarda Kur’an ya da sünnette yeralan kesin açıklamalarla yetiniyoruz. Buradaki Kur’an ayetleriyse, bizim için yeterlidir: “Hani siz Rabbinizden yardım istediğinizde Allah bu çağrınıza `Ben size ardarda gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile yardım edeceğim’ diye cevap verdi.”
İşte sayılar… “Hani Rabbin meleklere `Ben sizinle beraberim, mü’minleri yüreklendirin, ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım, vurun boyunlarına, indirin darbelerinizi, parmaklarına’ diye vahyetti.” Yaptıkları da budur. Bunun ötesinde ayrıntılara girmenin gereği yoktur. Çünkü Kur’an ayetinde belirtilenler yeterlidir. Kendileri sayısal bakımdan az, düşmanlarıysa çok çok fazla olduğu böyle bir günde, yüce Allah’ın müslüman kitlenin ve bu dinin durumuyla yüceler aleminden yüce Allah’ın sözleriyle nitelediği gibi fiili bir şekilde ilgilendiğini bilmemiz yeterlidir.
Buharî, “Meleklerin Bedir savaşına katılmaları” bölümünde şöyle der: “Bize İshak b. İbrahim anlattı; bize Cerir anlattı, o da Yahya b. Said’den, o da Muaz b. Rifae b. Rafi ez Zerkî’den, o da babasından (babası Bedir savaşına katılan müslümanlardandı) şöyle anlattı: Cebrail -selâm üzerine olsun- Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- geldi ve `Aranızda Bedir savaşana katılanları nasıl biliyorsunuz?’ dedi. Peygamberimiz de, `müslümanların en üstünleri’ -veya buna benzer bir söz- dedi. Cebrail,”`Bedir savaşına katılan melekler de öyle’ dedi. (Bu hadisi sadece Buharî rivayet etmiştir.)
“Hani siz Rabbinizde Allah bu çağrınıza `Ben size ardarda gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile yardım edeceğim” diye cevap verdi.”
“Allah sadece müjde olsun ve kalpleriniz güven bulsun diye size bu yardımı yaptı. Zaten yardım, zafer doğrudan doğruya Allah katındadır. Hiç kuşkusuz Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir.”
Yardım istediklerinde Rabbleri onlara cevap vermiş ve ardarda gelen bin kişilik melek ordusuyla yardım edeceğini bildirmişti. Bu olayın büyüklüğüne ve müslüman kitle ile bu dinin Allah’ın ölçüsündeki değerine işaret etmesine rağmen, yüce Allah müslümanların bu sonucu doğuran herhangi bir sebep olduğunu düşünmelerine imkân vermiyor, müslümanın inancını ve düşüncesini düzeltmek için olayı kendisine bağlıyor. Yüce Allah’ın verdiği cevap, gönderdiği yardım ve şu haber… Evet tüm bunlar müjdeden ve kalplere güven duygusunu vermekten başka bir şey değildir. Yoksa zafer kesinlikle Allah katındandır ve başka türlü de olamaz. Burada Kur’an ayetlerinin akışında belirginleşen inanca ilişkin gerçek budur. Böylece müslümanın gönlünün herhangi bir sebebe bağlanması önlenmiş olur.
Müslümanlara düşen, varolan tüm güçlerini sarfetmeleri, pratik tehlike karşısında aralarında bazılarının başına geldiği ilk sarsıntının üstesinden gelmeleri ve Allah’ın yardımına güvenerek O’na itaat etmeye devam etmeleridir. Görevlerini yerine getirmiş olmaları için bu yeterlidir. Bundan sonra kendilerini yönlendiren ve hayatlarını planlayan ilahî güç devreye girecektir. Bunun ötesi, pratik tehlike karşısında mü’min gönüllere yönelik müjde, güven ve destektir. Savaş meydanında kendine güven duyması ve direnç gösterebilmesi için mü’min kitlenin, Allah’ın ordusunun kendileriyle beraber olduğunun bilincinde olması yeterlidir. Bundan sonra zafer sadece Allah katından gelir. Çünkü O’ndan başkası zafer vermeye güç yetiremez. O, “Üstün iradelidir.” İşini yerine getirmeye kadir ve etkindir. O, “Hikmet sahibidir.” Her olayı yerli yerinde çözümler.
“Hani Allah, korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Ayrıca sizi temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak, kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlamak için size gökten su indirdi.”
Savaş öncesi müslümanları bürüyen uyku hikâyesi ilginç psikolojik bir hikâyedir. Böyle bir şey ancak Allah’ın emri, takdiri ve yönlendirmesiyle olabilir. Müslümanlar daha önce hesaplayamadıkları, o ölçüde hazırlık yapmadıkları bir tehlikeyle karşı karşıya gelip kendilerinin de sayısal bakımdan çok az olduklarını görünce paniğe kapılmışlardı. O sırada birden bire uykuya dalmışlardı. Uyandıklarında içlerini huzur kaplamıştı, gönüllerini güven duygusu sarmıştı. (Uhud gününde de böyle olmuştu. Tekrar paniğe kapılmışlardı. Yine uyku bürümüştü onları. Sonunda güven duygusu doldurmuştu içlerini).
Bir gün batımında bu ayetleri düşünüyorum. Müslümanları bürüyen bu uykuya ilişkin rivayetleri inceliyordum. Olayı meydana gelmiş ve Allah’dan başka kimsenin sırrını bilemediği ve yine O’nun haber verdiği bir olay olarak algılıyordum. Sonra birdenbire bir sıkıntıya girdim. Sebebini bilmediğim korkunç sıkıntılı anlar yaşadım. Derinden derine ızdırap çekiyordum. Sonra birkaç dakikayı geçmeyecek hafif bir uyuklama aldı beni. Daha öncekinden farklı bir insan olarak uyandım. Ruhum sakinleşmiş, kalbim durulmuştu. Gönlüm derin bir güven ve huzur havası içinde yüzüyordu. Bu nasıl olmuştu? Bu ani değişim nasıl gerçekleşmişti, bilmiyordum. Ancak ben bundan sonra Bedir ve Uhud’da meydana gelen olayı kavramıştım. Bu sefer tüm benliğimle kavramıştım, aklımla değil. Zihnimde canlı bir olgu olarak algılıyordum. Salt düşünce olarak değil. Bu olayda gizliden ve dolaysız olarak işlevini yerine getiren Allah’ın elini görüyordum. Artık içim huzur dolmuştu. Hiç kuşku yok ki, o sırada uykuya dalmaları, bunun sonucunda kalplerinin güven duygusuyla dolması, yüce Allah’ın Bedir gününde mü’min kitleye yönelik yardımlarından biriydi.
“Yuğaşşikum”, “en-Nuas ve “emeneten” kelimeleri latif ve şeffaf bir ortam oluşturuyorlar. Sahnenin genel atmosferini ve mü’minlerin o günkü durumunu tasvir ediyorlar. Müslümanların o gün yaşadıkları iki durumu birbirinden ayıran bu psikolojik anın değeri belirginleşmektedir.
Su olayına gelince:
“(…) Sizi temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak, kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlamak için size gökten su indirdi.”
Savaşın eşiğinde, yüce Allah’ın müslüman kitleye yönelik yardımlarından biri de buydu.
Ali b. Talha, Abdullah İbn-i Abbas’dan şöyle rivayet eder: `Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Bedir’e vardığında karargâh kurdu. Müşriklerle su arasında ise bir kum tepesi vardı. Bu, müslümanların moral açısından çökmelerine neden oldu. Şeytan da içlerine öfke salıp şu vesveseyi telkin ediyordu: `Siz hem kendinizi Allah’ın dostları sanıyorsunuz. Aranızda da Allah’ın peygamberi var. Oysa suyu ele geçirmede müşrikler size üstünlük sağladılar. Siz cünüp mü namaz kılacaksınız?’ Bunun üzerine yüce Allah şiddetli bir yağmur yağdırdı. Müslümanlar hem içtiler, hem de temizlendiler. Böylece yüce Allah şeytanın vesvesesini geçersiz kıldı. Yağmurdan dolayı kum da sıkıştı. İnsanlar ve hayvanlar rahatça yol alıyordu. Nihayet müşriklere yaklaştılar. Allah peygamberine bin kişilik bir melek ordusunu yardıma gönderdi. Beşyüz kişilik grubunda Cebrail, diğer beşyüz kişilik grubunda da Mikail yer alıyordu.
Bu olay, Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- Habbab b. Münzir’in görüşüne uyup Bedir kuyusunun başında konaklamasından ve diğer kuyuları kapatmasından önce meydana gelmişti.
Bilindiği gibi Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Bedir’e vardığında en yakın su kuyusunun -yani bulduğu ilk su kuyusunun- başında konaklamıştı. Bunun üzerine Habbab b. Münzir yanına varıp, “Ya Resulallah burada konaklamanı emreden yüce Allah mıdır? Yani bunu değiştiremez miyiz?.. Yoksa bir savaş taktiği ve hilesi olarak mı burayı seçtin?” dedi. Peygamberimiz, “Bir savaş taktiği ve hilesi olarak burayı seçtim” dedi. Bunun üzerine Habbab, “Ya Resulallah, burası uygun bir yer değildir. Gidip Kureyş’e en yakın kuyunun başına konaklayalım diğer kuyuları da kapatalım. Bir havuz açıp su dolduralım. Böylece bizim suyumuz olurken, onlarınki olmaz” dedi. Peygamberimiz harekete geçip dediklerini yaptı. (İbn-i Kesir tefsirinden.)
Yüce Allah’ın Bedir savaşına katılan kitleye hatırlattığı bu durum -Habbab b. Münzir’in tavsiyesine uyulmadan önce işte bu gecede meydana gelmişti. Bu gecede gönderilen yardım ise, çift yönlü bir yardımdır, hem maddi, hem psikolojik bir yardımdır. Su, çölde bir zafer aracı olmasının yanında, hayat unsurudur da. Çölde suyu kaybeden ordu, çarpışmadan önce moral kaybetmiş demektir. Sonra içinde bulunulan ortama eşlik eden bu psikolojik durum ve şeytanın bunu istismar etmesi, suyun yokluğundan dolayı gerekli temizliğin yapılamaması dolayısıyla namaz kılmanın zorlaşması durumudur. (O sıralarda henüz teyemmüm izni verilmemişti. Bu izin daha sonraları Hicri beşinci senede Beni Mustalik savaşında verilmişti) Bu noktada telkinler ve vesveseler harekete geçiyor. Böyle bir sıkıntı ve psikolojik çöküntü havası içinde savaşa giren gönüller, içten içe sarsılmış ve ruhsal olarak bozguna uğramış bir şekilde savaşa giriyorlar demektir. İşte bu noktada yetişiyor yardım, böyle bir ortamda geliyor ilahi destek.
“(…) Sizi temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak, kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlamak için. size gökten su indirdi.”
Psikolojik yardım maddi yardımla tamamlanıyor. Suyun bulunmasıyla kalpler duruluyor. Gerekli temizlik yapılarak ruhlar huzura kavuşuyor. Yerin sertleşmesi ve kumların sıkışması sonucu ayakların yere sağlam basması sağlanıyor.
İMAN ve SEBAT
Bütün bunlar, yüce Allah’ın mü’minleri yüreklendirmelerine ilişkin olarak meleklere vahyettiklerinin, kâfirlerin gönüllerine korku salacağına ilişkin va’dinin ve savaşa fiilen katılmalarına ilişkin meleklere yönelik emrinin yanında yeralıyor:
“Hani Rabbin, meleklere `Ben sizinle beraberim, mü’minleri yüreklendirin, ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım, vurun boyunlarını, indirin darbelerinizi parmaklarına’ diye vahyetti.”
Dehşet verici bir durum bu. Yüce Allah’ın savaşta meleklerle beraber olması ve meleklerin savaşta müslüman kitlenin yanında yeralması. Bu durumla, “Melekler ne şekilde savaşa katılmışlar? Kaç kişiyi öldürmüşler? Nasıl öldürmüşler?” gibisinden araştırmalara girmekle uğraşmak doğru olmaz. Bu ortama ilişkin en büyük gerçek işte bu gerçektir. Müslüman kitlenin yeryüzünde bu din uyarınca harekete geçmesi olağanüstü bir olaydır. Yüce Allah’ın savaşta meleklerle beraber olmasını, meleklerin de müslüman kitleyle birlikte savaşa katılmalarını hakedecek dehşet verici bir durumdur bu.
Biz yüce Allah’ın yarattıklarından melek adı verilen yaratıkların varlığına inanıyoruz. Ancak onların yaratıcısının onlara ilişkin olarak bildirdiklerinden başka onların mahiyetlerine ilişkin herhangi bir şey bilmiyoruz. Aynı şekilde Kur’an ayetinin açıkladığının dışında müslümanların Bedir savaşında zafer kazanmalarında katkılarının mahiyetini de bilmiyoruz. Rabbleri onlara, “Ben sizinle beraberim” diye vahyetmiş, müslümanları yüreklendirin diye emretmiş, onlar da yapmışlar. -Çünkü onlar emredileni yaparlar- Ama nasıl yapmışlar, işte onu bilmiyoruz. Yüce Allah onlara müşriklerin boyunlarını vurmalarını, parmaklarına darbeler indirmelerini emretmiştir. Yine mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde söylenenleri yapmışlardır. Bu durum, meleklerin tabiatına ilişkin olarak bizim kavrama yeteneğimizi aşan bir durumdur. Bu konuda yüce Allah’ın bize öğrettiklerinden başka bir şey bilmiyoruz. Aynı şekilde yüce Allah kâfirlerin kalplerine de korku salacağını va’detmişti. Nitekim olmuştu da. Çünkü onun va’di gerçektir. Yine biz, bunun da nasıl gerçekleştiğini bilemeyiz. Yaratan Allah’tır. Ve yarattıklarını en iyi O bilir. Çünkü O kişiyle kalbi arasına girer. Ve O insana şah damarından daha yakındır.
Bu tür fiillerin mahiyetlerini ayrıntılı biçimde kurcalamak, bu inancın ve bu inanç uyarınca girişilen pratik hareketin tabiatından olan ciddilikle bağdaşmaz. Ne var ki, insanların bunu kurcalamaları, bu dinde yeralan gerekli ideallerden uzaklaştıkları düşünsel ölçüsüzlüktür. Bunlar akıllara ve ruhlara egemen olduğu sonraki çağlarda, islâmi mezheplerin ve kelâm ilminin konuları arasına girmiştir. Oysa savaşta yüce Allah’ın meleklerle birlikte olmasının, meleklerin de müslüman kitlenin yanında savaşa katılmalarının dehşet verici işaretlerinin boyutları üzerinde durmak çok daha yararlı ve yerinde olacaktır.
Bu gözden geçirmenin sonunda ve bu dehşet verici gerçeği olanca açıklığıyla belirginleştiren bu olağanüstü sahnenin ardında, bütün savaşların ve savaşlarda meydana gelen zafer ve yenilgilerin ötesinde yeralan ve bu işlerin meydana gelişine yön veren kural ve kanuna ilişkin aydınlatıcı bir açıklama yeralıyor:
“Şundan dolayı ki, onlar Allah’a ve Peygamber’e karşı çıktılar. Kim Allah’a ve Peygamber’e karşı çıkarsa bilsin ki, Allah’ın azabı ağırdır.”
Kuşkusuz, yüce Allah’ın müslüman kitleye yardım etmesi ve müslüman kitlenin düşmanlarına korkuyu musallat etmesi, aynı şekilde meleklerin onlarla birlikte savaşta yeralması bir defalık bir olay, ya da geçici bir rastlantı değildir. Bunun nedeni kâfirlerin Allah’a ve Peygamber’e karşı bir çizgi benimsemeleri Allah ve Peygamber’in safından başka bir saf edinmeleridir. Allah’ın yolundan insanları alıkoyan ve onları Allah’ın hayat sisteminden başkasına uymaya yönelten bu zıt ve karşıt tutumu sergilemeleridir.
“(…) Kim Allah’a ve Peygamber’e karşı çıkarsa bilsin ki, Allah’ın azabı ağırdır.”
Kendisine ve peygamberine karşı çıkanlara ağır azabını gönderir. Kuşkusuz O, onları cezalandırmaya kadirdir. Onlarsa buna karşı koyamayacak kadar zayıftırlar.
Bu bir kuraldır, değişmez bir yasadır, bir defalık rastlantı değildir. Yeryüzünde tek başına Allah’ın ortaksız ilahlığını duyurmak ve sadece O’nun hayat sistemini egemen kılmak için müslüman kitle harekete geçtiği ve düşmanları Allah’a ve Peygamber’e karşı çıkış tavrını sergiledikleri sırada yürürlüğe giren temel bir kural, değişmez bir yasadır bu. Evet böyle bir durumda müslümanları yüce Allah yüreklendirir, onlara zafer verir. Korku ve yenilgi ise, Allah’a ve Peygamber’e karşı çıkanlar içindir. Ancak müslüman kitle yolunda dosdoğru hareket ettiği, Rabbine güvendiği ve sadece ona dayanarak yolaldığı sürece…
Sahnenin sonunda, yüce Allah, Allah’a ve Peygamber’e karşı çıkanlara hitab ediyor… Şu dünyada yaşadığınız korku ve ağır yenilgi size verilecek cezanın tamamı değildir. Çünkü bu din, O’nun direktifleri uyarınca hareket etmemek ve bu dinin yoluna dikilmek, sırf bu dünyayı ilgilendiren bir durum değildir, yalnızca bu dünya hayatının işi değildir. Şu yeryüzünün ötesine uzanan, şu hayatı aşan bir durumdur. Boyutları şu yakın uzaklıkların ötesine varmaktadır.
“İşte size Allah’ın azabı, tadınız onu. Ayrıca kâfirler için cehennem azabı da vardır.”
Yolun sonu budur. Yaşadığınız korku, ağır yenilgi, boyunlarınıza ve parmaklarınıza yediğiniz darbelerle mukayese kabul etmeyen azap işte budur… MADDİ TECHİZAT VE TESLİMİYET
Şimdi… Kuşkusuz müslümanlar savaşın sahnelerini ve savaşın meydana geldiği koşulları yeniden yaşamışlardı. Onlara savaş meydanında işlevini yerine getiren Allah’ın eli, tedbiri, yardımı ve desteği gösterilmişti. Dolayısıyla savaş meydanında Allah’ın takdirine ve gücüne perde olmaktan başka bir işlevlerinin olmadığını öğrenmişlerdi. Peygamberi hak üzere evinden çıkaran Allah’tı. Onu gösteri, haksızlık ve azgınlık için çıkarmamıştı. Kâfirlerin kökünü kurutmak gibi dilediği bir iş için iki gruptan biriyle karşılaşmalarını takdir eden yüce Allah’dı.
“Amaç mücrimlerin hoşuna gitmese de gerçeği yüceltmek ve bâtılı ortadan kaldırmaktı.”
Ardarda gelen bin kişilik bir melek ordusunu onlara yardım için gönderen yine Allah’tı. Kendilerine güvenmelerini sağlayan, uykuyu veren; temizlenmeleri, şeytanın vesvesesinden kurtulmaları, gönüllerini kaynaştırmaları ve ayaklarını yere sağlam basmaları için gökten su indiren Allah’tı. Mü’minleri yüreklendirmelerini meleklere vahyeden ve kâfirlerin gönüllerine korku salan yine Allah’tı. Meleklerin savaşa katılmalarını sağlayan, kâfirlerin boyunlarını vurmalarını ve müşriklerin parmaklarına darbeler indirmelerini emreden Allah’tı. Malsız, desteksiz ve hazırlıksız çıktıkları seferde bunca ganimeti almalarını sağlayan ve onları lütfuyla rızıklandıran yine Allah’tı.
Şimdi… Kuşkusuz Kur’an’ın akışı tüm bunları sunmuş, gönüllerinde yeniden yaşatmış, gözlerinin önünde canlandırmıştı. Bu sunuş, insanın tedbirlerine, sayı ve hazırlık gücüne dayanmayan, tersine Allah’ın tedbirine, takdirine, yardım ve desteğine, aynı şekilde sadece O’na dayanmaya, sırf O’na sığınmaya, O’ndan yardım istemeye ve O’nun tedbir ve takdirine göre hareket etmeye dayanan kesin zaferden bir tabloyu içermektedir.
Bu sahnenin gönüllerde yerettiği, gözler önünde canlandığı şu anda… Gönüllerin direktiflere karşılık vereceği en uygun ortamın oluştuğu şu anda… Evet işte bu anda mü’minlere bu sıfatlarıyla yönelik, kâfirlerle karşılaştıklarında direnmelerine, yenilgi ve kaçıştan ötürü arkalarına dönmemelerine ilişkin bir emir yeralıyor. Nasıl olsa zafer ve yenilgi, insanların iradesinden üstün bir iradeye, insanların gördükleri sebeplerin dışındaki sebeplere bağlıdır. Nasıl olsa her işi olduğu gibi savaşı da yönlendiren Allah’tır. Mü’minlerin eliyle kâfirleri öldüren O’dur. O’dur atılan oku hedefine ulaştıran. Mü’minler Allah’ın gücüne perde konumundadırlar. Yüce Allah cihad ve o esnada yaşadıkları sıkıntılardan dolayı sevap diliyor onlar için. Kâfirlerin gönüllerine korku salan, planlarını boşa çıkaran, Allah’a ve Peygamber’e karşı çıktıklarından dolayı onlara dünya ve ahiret azabını tattıran Allah’dır.