sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 12. VE 14. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 12. VE 14. AYETLER ARASI
14.03.2020
630
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

12- Allah, İsrailoğullarından kesin söz almış başlarına kendi aralarından on iki önder göndermiştik. Allah onlara demişti ki; “Ben sizinle beraberim. Eğer namazı kılar, zekatı verir, peygamberime inanır, onların tarafını tutar ve dünyada karşılığını beklemeksizin Allah’a borç verirseniz, kesinlikle kötülüklerinizi siler, sizleri altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştiririm. Bu sözleşmeden sonra içinizden kim kâfir olursa doğru yoldan sapmış olur.

13- Verdikleri sözlerden caydıkları için onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin anlamlarını değiştirirler, kendilerine verilen öğütlerin başlıcalarını unuturlar. Pek azı dışında, onlardan sürekli ihanet görürsün. Yine de onları bağışla, yaptıklarına aldırış etme. Hiç şüphesiz Allah iyi davrananları sever.

14- “Biz hristiyanız” diyenlerden de kesin söz almıştık. Fakat onlar da kendilerine verilen öğütlerin başlıcalarını unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin .saldık. Allah şimdi yaptıklarını ilerde onlara tek tek bildirecektir.

Allah’ın yahudilerle yaptığı sözleşme, şartı ve sonucu olan iki taraflı bir antlaşma idi. Bu ayet, antlaşmanın bağlanması ve hangi şartlar altında yapıldığını anlattıktan sonra, bu antlaşmanın maddelerini, şartını ve sonucunu tesbit ediyor. Antlaşma, İsrail denilen Hz. Yakub’un oğullarından türeyen tüm kabileleri temsil eden 12 yahudi reisle yapılmıştır. Antlaşmanın metni şöyledir:

“Allah, İsrailoğullarından kesin söz almış başlarına kendi aralarından on iki önder göndermiştik. Allah onlara demişti ki; “Ben sizinle beraberim. Eğer namazı kılar, zekatı verir, peygamberime inanır, onların tarafını tutar ve dünyada karşılığını beklemeksizin Allah’a borç verirseniz, kesinlikle kötülüklerinizi siler, sizleri altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştiririm. Bu sözleşmeden sonra içinizden kim kafir olursa doğru yoldan sapmış olur.”

“Ben sizinle beraberim”. Bu büyük bir söz. Allah’ın beraber olduğu kimseye -bu halde- kim karışabilir. Biri ona karşı koymaya bile, o gerçekte ne bir varlığa, ne de bir olan toz zerresinden ibarettir. Allah’ın yanında olduğu kişi, yolunu şaşırmaz.

Allah’ın birlikteliği yeterli olduğu gibi doğru yolu da kılavuzlar. Allah’ın yanında olduğu kimse, asla üzülmez ve hiçbir sorunu olmaz. Çünkü Allah’ın yakınlığı gönlünü rahatlatır ve onu mutlu kılar. Özetle Allah’ın beraber olduğu kişi, garantidedir ve amacına da ulaşmıştır.

Artık bu yüce konumunu yükseltmesine gerek kalmamıştır. Fakat yüce Allah, bu birlikteliği sebep ve şartlardan kopuk bırakmadığı gibi, bir onur bahşetme olayı da kılmamıştır. O yalnızca, şartları ve sonuçları olan bir antlaşmadır. ‘

1- Bu antlaşma ilkin, “namaz kılmak” yükümlülüğünü getiriyor. Bunu sıradan bir şekilde kılmak değil, kul ile ilahı arasında gerçek irtibatı sağlayan usulüne uyarak kılmak. Sağlam ilahi sisteme uygun eğitim ve arındırma unsuru olması ve kötülük ve aşırılıktan uzaklaştıran bir özellik taşıması sebebiyle Allah’ın huzurunda verdiği bir utanma duygusu ile kötülük ve günahtan uzaklaşmayı unutmamalıdır.

2- Zekat vermek… Böylece Allah’ın rızıktaki nimetine, malın ilk sahibi olduğu ve o gerçek -hükümdar ve insanlar O’nun vekilleri olduğu için- şartlarına uygun tasarruflarda bulunarak O’na itaati kabullenmek müslüman toplumun hayatını temellendirdiği esaslara dayanan toplumsal yükümlülükleri yerine getirmek ve ekonomik hayatı ise, malın küçük bir azınlık arasında el değiştiren bir imtiyaz olmaması büyük bir çoğunluğun yeteri kadar alım satıma ve tüketimden acizlikleri yüzünden genel bir durgunluk olmaması ve üretim tüketim dengesinin bozulmaması ve işlemez hale gelmemesini üstlenen sisteme göre düzenlenmesi sağlanır. Aksi halde bir yanda bolluk, diğer yanda ise sefalet olması ve toplumda her türlü bozulma ve karışıklıklara sürüklenmesi demektir. Tüm bu kötülükler ekonomik düzenin ve malın paylaşımının Allah’ın sistemine göre yapılması ile ve ayrıca zekat sayesinde önlenir.

3- Allah’ın peygamberlerine ayırım yapmaksızın inanmaktır. Hepsi Allah katından gönderilmiş, tümü Allah’ın dinini getirmiştir. Bunlardan birine bile inanmamak tümünü reddetmek , tümünü reddetmek ise Allah’ı inkardır…

İslâm sadece pasif-kuru bir imandan ibaret değildir. O, peygamberleri destekleyen, Allah’ın görevlendirdiği ve onları gerçekleştirmek için bütün hayatları adadıkları hususlarda onlara arka çıkarak yerine getirilen aktif bir davranıştır.

Allah’ın dinine iman; müslümanın inandığının muzaffer olması, yeryüzünde değerlenmesi ve insan hayatında uygulanması için çalışmayı gerektirmektedir. Allah’ın dini sırf inanca dayalı düşünce ne de sadece ibadetlerden ibarettir. O, hayatta uygulanan bir dünya görüşü ve hayatı tüm yönleriyle düzenleyen bir sistemdir.

Tatbiki için desteklenmeye, omuz verilmeye, gayret ve cihada ve tatbike konulduktan sonra da korunmaya gerek duyan dünya görüşü ve sistemidir. Aksi halde mümin sözünü yerine getirmemiş olur.

4- Zekattan başka genel infak yükümlülüğü, yüce Allah bu konuda -O herşeyin sahibi olduğu halde- `Bağışlayıcı olan Allah’a borç vermek’ deyimini kullanıyor. O’nu ihsan ettiği şeylerden Allah için infak etmeyi, “Allah’a borç vermek” olarak isimlendirmek, O’nun katmerli bir lütfudur.

İşte bunlar şartlar ve yükümlülüklerdir. Sonuçları ile şunlardır:

1- Günahları bağışlamak… İnsan hata eder. Ne kadar iyilikte yapsa, günaha düşmekten kurtulamaz. Buna göre, onun günahlarını bağışlamak; onun zayıflığını, acizliğini ve kusurlarını gideren geniş bir nimettir.

2- Altından ırmaklar akan cennet!… Bu, Allah’ın büyük bir lütfudur. İnsanın ameli ile ulaşamıyacağı, ancak insanın malından infak etmesi ve gücü yettiğince çaba sarf etmesi üzerine, Allah’ın fazlı ile ulaşabileceği şeydir…

Yapılan antlaşmanın bir de zorunlu karşılığı olan bir şartı vardır:

“… Bu sözleşmeden sonra içinden kim kafir olursa doğru yoldan sapmış olur.”

Hidayet kendisine belirtildikten, ahdinin sınırları gösterildikten, yol apaçık ortaya konduktan ve karşılığı kesinleştikten sonra ne küfreden kimse artık hidayete ulaştırılır ne de sapıklıktan kurtarılır.

Bu Allah’ın yahudilerin -tümü adına- reisleri ile yaptığı antlaşmadır. Hepsi bunu kabul etmişler, böylece ahid de herbiri ile yapılmış ve ümmetin tümüne mal olmuştur. Peki yahudiler ne yaptı? Allah ile yaptıkları antlaşmayı bozdular, sebepsiz yere peygamberlerini öldürdüler. Yahudiler Hz. İsa’yı öldürmek ve çarmıha germek için tuzaklar kurdular. Kitapları Tevrat’ı değiştirdiler ve hükümlerini yerine getirmeyip unuttular. Peygamberlerin sonuncusuna da inadla ve alçakça karşı durdular. O’na ve aralarındaki antlaşmalara ihanet ettiler. Allah’ın hidayetinden kovulmayı hakkettiler ve kalpleri -artık bir daha bu hidayete yönelmemecesine- kaskatı oldu.

“Verdikleri sözlerden caydıkları için onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin anlamlarını değiştirirler, kendilerine verilen öğütlerin başlıcalarını unuturlar…”

Allah doğru söylemiştir… Bu, yahudinin değişmez karakteridir. Lanet yüzlerinden okunmakta. Çünkü hidayetten kovulmuşluk ve lanetlenmişlik cibilliyetlerine sinmiştir.

Katılık, rahmet ve sevecenlikten uzak karanlık bakışlarında ve insanı duygulardan uzak ilişkilerinde belirmektedir. Korktuklarında ve bir çıkar gördüklerinde yada bir meydan okuma ve direnç ile karşılaştıklarında ise, -riyakarca- yumuşak sözler etmeye başlarlar. Görünüşleri ve bakışlarındaki kabalık yayılmış ve kalpleri ile gönüllerinin sertliğini yansıtan bir gösterge olmuştur. Onların asıl tabiatı, sözlerin anlamını bozmak ve Musa’ya indirilen kitabın ilk şeklini tahrif etmektir. Bunu da; ya kitaba, kaypakça hedefleri doğrultusunda çok şey eklemeleri ve bunları -Allah’a iftira ile- kitabın ayetleri kabul ederek yada, geri kalan temel ayetleri de çıkar ve pis amaçları doğrultusunda tevil ederek yaparlar.

Dini emir ve hükümleri özel hayatlarında ve toplumlarında uygulamayarak ihmal ederler ve unuturlar. Çünkü bunları uygulamak onlara, Allah’ın sağlam ve temiz sistemi doğrultusunda olma sorumluluğu yüklüyor:

“… Pek azı dışında onlardan sürekli ihanet görürsün…”

Medine’de, İslâm toplumundaki yahudilerin durumunu tasvir eden bu ayet, peygambere seslenmektedir. Onlar öteden beri bilinen taraflarına uygun olarak, peygamberlere tuzak kurmaktan geri durmuyorlardı.

Bu durumları, Medine’de, daha sonra Arap yarımadasında kaldıkları sürece devam etti. Dahası, İslâm toplumu; onları barındıran, açlarını doyuran, güzellikle muamele eden ve refahlandıran, onları faydalandıran tek toplum olmasına rağmen, bu tavırları sürüp gitti.

Her zaman, -Peygamber döneminde olduğu şekilde- hile ve hiyanetliklerini sürdürerek akrepler, yılanlar, tilkiler ve kurtlar gibi, hile ve hiyanetlerine devam ettiler ve antlaşmalarına uymadılar. Müslümanların başına açıkça bela açmaya güç yetirdikleri nadir zamanlarda, tuzaklarını kurdular ve ağlarını yaydılar. Her fırsatta müslümanların üstün düşmanlarıyla güç birliği yaptılar, antlaşmalarını bozdular, ne sözlerine uydular ne de zulmettikleri müslümanlara acıdılar. Yahudilerin çoğunluğu böyledir. Nitekim yüce Allah da Kitap’da onları böyle vasıflandırmış ve öteden beri, Allah’ın sözleşmesini bozan, tevarüs ettikleri cibilliyetlerinden haber vermiştir.

Kur’an’ın, yahudilerin Medine’de peygambere karşı konumlarına dair özel ifadeleri çok nüktelidir:

“Pek azı dışında, onlardan sürekli ihanet görürsün…”

Her ince bir davranışın altından alçakça bir niyet, melûn sözler ve namert bakışlar. Ayet, ihanetlerini tek başına tebarüz ettirmek, ihanet havasını oluşturmak ve bütün toplumu bu sıfatın kapladığını belirtmek için, nitelenenden söz etmeyip yalnızca “ihanet” sıfatından bahsediyor, işte bu, cibilliyetlerinin ve Hz. Peygamber ile İslâm toplumuna karşı konumlarının özünü oluşturmaktadır. Şüphe yok ki, bu Kur’an, bu ümmetin öğreticisi, mürşidi, gözeticisi ve tüm yol boyunca kılavuzudur… O, düşmanlarının konumları ile Allah’ın hidayeti karşısında atalarının ve tarihlerinin durumunu ortaya koyar. Eğer bu ümmet, Kur’an’a danışırsa, direktiflerini dinlerse, kanunlarını ve hükümlerini hayatında uygularsa, düşmanları hiçbir zaman kendisine bir zarar veremez. Fakat Allah ile olan sözleşmelerini bozarsalar, Kur’an’ı yürürlükten kaldırıp onu, vaaz, nasihat ve dualarda kullanırsalar, onu güzel sesle okumalarının yanında hayattan uzaklaştırsalar hep bilinen belalar başlarına gelir. Geldide.

Yüce Allah, yahudilerin kendisi ile yaptıkları antlaşmayı bozmaları üzerine, Allah ile yapılan antlaşmayı bozmaktan kaçındırmak için, onların melûn kovulmuş ve katı kalpli oluşlarını ve kelimelerin anlamlarını tahrif edişlerini anlatıyor ve sözünde durmayan herkesin başına gelenlerin onların da başına gelmesinden sakındırıyor. Bu uyarıya aldırış etmedikleri ve diğer yollara saptıkları takdirde Allah, onlardan insanlığa önderlik yetkisini aldı ve onları şu andaki aşağılık durumlarıyla baş başa bıraktı. Eğer onlar, Allah’a döner, sözlerine sarılır ve antlaşmalarını yerine getirirlerse, Allah ta, onları yeryüzünde egemenlik,insanlara önderlik ve şahidlik konumuna tekrar getireceğine ilişkin vaadini tutar.. Yoksa, İnsanlar arasındaki bu ezilmişlikleri devam edip gider. Bu Allah’ın bir sözüdür. Allah ise sözünden dönmez.

Ayetin indiği sırada Allah’ın peygambere bu konudaki tenbihi şöyledir: “…

Yine de onları bağışla, yaptıklarına aldırış etme..”

Yahudilerin kötülüklerinin bağışlanması, iyiliktir. İhanetlerinin affedilmesi, iyiliktir. Fakat bir daha affedilip bağışlanmıyacakları bir zaman geldi. Ve Allah, peygamberine onlar: Medine’den çıkarmasını emretti. Sonra bütün Arap yarımadasından çıkarılmaları emredildi. Bu da yerine getirildi.

Bunun yanısıra Allah, peygamberine ve İslâm toplumuna, “Biz hristiyanız” diyen Kitap Ehli’nden de “söz” aldığını, fakat onların da sözlerini bozduklarını ve sözlerini bozmalarının cezasını çektiklerini anlatıyor:

“Biz hristiyanız” diyenlerden de kesin söz almıştık. Fakat onlar da kendilerine verilen öğütlerin başlıcalarını unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Allah şimdi yaptıklarını ilerde onlara tek tek bildirecektir.”

Burada özel bir anlama gelen hususi bir tanımlama kullanılıyor:

“Biz hristiyanız” diyenlerden de…”

Bu tanımlama, “onların, hayatlarında gerçekliği olmayan bir iddia” ileri sürdüklerini göstermektedir. Ayette geçen sözün anlamı, Allah’ın “bir” kabul edilmesidir. Bu ise, hristiyanların tarihlerindeki köklü sapma noktasıdır. Bu kendilerine hatırlatıldığı halde unuttukları hisseleridir. Bu unutkanlıkları, daha sonraki bütün sapmalarına da sebep olmuştur. Nitekim -az ileride genel olarak açıklayacağımız gibi- tarihte ve günümüzde sürüp giden gruplara, menkıbeler ve fırkalar arasındaki ayrılıklar ve Allah’ın kendisi ile olan sözleşmelerini bozmaları ve onlara hatırlatılmış olan hisselerini unutmalarının cezası olarak, kıyamete değin aralarında sürüp gideceğini bildirdiği düşmanlık ve kinleri; bu unutkanlıktan doğmuştur.

Allah’ın yaptıklarının karşılığı olarak bildirdiği ve yaptıklarına uygun düşen cezalarını içeren ahiret cezası ise bunlardan ayrıdır.

“Biz hristiyanız” diyenler arasında gerek eski, gerekse modern tarihleri boyunca, Allah’ın Kitab’ında anlattığını doğrular şekilde; ayrılık kin ve düşmanlık sürüp gitmiştir. Bütün tarihleri boyunca başkaları ile yaptıkları savaşlarda akıttıklarından daha fazla kanı, birbirlerinin eliyle akıtılmışlardır. Bu, onların ister inanç çevresindeki dini tartışmaları sonucunda isterse dini liderlik çevresindeki ayrılıklardan kaynaklansın yada siyasi, ekonomik ve sosyal çatışmalar nedeniyle olsun, aynıdır. Uzun yıllar boyunca bu düşmanlık ve ayrılıklar dinmemiş, bu savaşlar ve karşılıklı saldırılar son bulmamıştır. Bu durum, en doğru sözlü olan yüce Allah’ın buyurduğu gibi, sözleşmelerini bozmaları ve kendilerine hatırlatılan Allah’ın ahdinin gereğini yerine getirmeyi unutmalarının cezası olarak kıyamete değin sürecektir.

İlk madde Hz. İsa’nın ölümünün ardından, bir müddet geçtikten sonra saptıkları; Allah’ın `Bir bilinmesi’ maddesidir. Diğer sebepleri burada uzunca saymaya yerimiz müsait değildir.

VE SON ÇAĞRIYA KİTAP EHLİNİN TUTUMU

Ayetlerin akışı, yahudi ve hristiyanların Allah ile yaptıkları “sözleşmeleri” karşısında konumlarını ortaya koyduktan sonra hitabı, peygamberlerin sonuncusunun risaletini ve O’nun ümmi (okuma-yazmasız) Araplara geldiği gibi, tüm insanlara da geldiğini kendilerine bildirmek için hem yahudileri hem de hristiyanları içerecek şekilde bütün Kitap Ehli’ne yöneltiyor. Onlar buna muhataptırlar ve son peygambere uymakla emr olunmuşlardır. Daha önce söylediğimiz gibi bu da Allah ile yaptıkları sözleşmenin bir maddesidir. Son peygamber, bu konudaki Allah ile olan sözleşmelerini bozarak ellerindeki Kitap’tan gizlediklerinden pek çoğunu onlara açıklamak, onların kimini de şeriatte zorunlulukları kılmadığı için ortadan kaldırmak üzere gelmiştir. Şimdi, hristiyanların, “İsa-Mesih, Allah’tır” sözleri ile yahudilerin “Bir Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” şeklindeki sözlerle saldırıldığı gibi son peygamberin düzeltmek için geldiği sapık inançlarına da saldırılıyor. Bu hitab, herşeyi apaçık ortaya koyan risalet sonrasında, Allah katında bir delillerinin kalmadığını ve “peygamberlerin ardından uzun süre, unuttular ve işi karıştırdılar” asla hakları olmadığı belirtilerek son buluyor:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.