sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 15. VE 19. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 15. VE 19. AYETLER ARASI
16.03.2020
608
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

15- Ey Kitap Ehli, size bizim peygamberimiz geldi. Bu peygamber, elinizdeki kitabın öteden beri gizli tuttuğunuz bir hükmünü açıklıyor, bir çoğuna da değinmiyor. Gerçekten size Allah tarafından bir ışık, bir açıklayıcı kitap geldi.

16- Allah, rızası peşinde koşanları, bu kitap sayesinde selamet yollarına erdirir, onları, kendi izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola iletir.

17 Allah Meryemoğlu Mesih’dir diyen/er kesinlikle kafir olmuş/ardır. Onlara de ki; Eğer Meryemoğlu İsa’yı annesini ve yeryüzünde bulunan varlıkların tümünü yok etmek istese O’na kim engel olabilir? Göklerde, yeryüzünde ve ikisi arasında bulunan tüm varlıklar Allah’ın egemenlik tekelindedir. O di/ediğini yaratır. Allah’ın gücü herşeye yeter.

18- Yahudiler ve hristiyan/ar “Biz Allah’ın evladları ve sevdikleriyiz” dediler. Onlara de ki; o halde O, niçin günahlarınızın yüzünden azaba çarptırıyor. Aslında O’nun yarattığı birer insansınız. O dilediğini affeder, dilediğini azaba çarptırır. Gökler, yeryüzünün ve ikisi arasında bulunan tüm varlıkların Allah’ın egemenlik tekelindedir. Dönüş O’nadır.

19- Ey Kitap Ehli, “Bize bir müjdeci, bir uyarıcı gelmedi ” demeyesiniz diye peygambersiz geçen bir ara dönemin arkasından size gerçekleri açıklayan peygamberimiz geldi. İşte size müjdeleyici, uyarıcı geldi. Allah’ın gücü her şeye yeter.

Kitap Ehli, kendilerinden olmayan ve daha önce onlara karşı üstünlük ve bilgiçlik tasladıkları ümmî (okuma-yazma bilmez) toplumdan olan bir peygamberin kendilerini İslâm’a çağırmasını çok gördüler. Çünkü onlar Kitap Ehli, diğerleri ise ümmî idi. Allah bu ümmileri onurlandırmak istediği zaman son peygamberi içlerinden gönderdi. Tüm insanları kuşatan son risaleti onlara sundu. Ve kendilerine ilim verdi. Böylece onlar, yeryüzündekilerin en bilgilisi, düşünce ve inancı en sağlam yol, şeriat ve sistemi en üstünü, toplum ve ahlâkı en olgunu oldular. Tüm bunlar, Allah’ın onlara karşı lütfu, bu din ile nimetlendirmesi ve onlardan hoşnut olmasıdır. Diğer bu nimet olmasaydı, ümitlerin tüm insanlara “vasi” olmaları ve bu din olmasaydı, insanların “önder” olmaları mümkün olmazdı. Kitap Ehli’ne yönelik bu ilahî seslenişte kendilerinden söz alındığı gibi onların İslâm’a, bu peygambere ve O’na yardıma, desteklemeye çağrıldıkları tescil ediliyor. Yüce Allah, ümmi peygamberlerin araplara ve tüm insanlara gönderildiği gibi onlara da gönderildiğine şahitlik ederek, tescil ediyor. Onların, O’nun risaletini Allah katında inkara güçleri olmadığı gibi, peygamberliğinin araplara has olduğu yada Kitap Ehli’ne yönelik olmadığını iddaya da güçleri yoktur.

“Ey Kitap Ehli, size bizim peygamberimiz geldi. Bu peygamber elinizdeki kitabın öteden beri gizli tuttuğunuz bir hükmünü açıklıyor, bir çoğuna da değinmiyor..”

O, görevi Allah’ın yanınızda bulunan Kitab’ından gizlediklerinize uygun gerçekleri açıklamak; ortaya koymak ve izah etmek olan sizlere gönderilmiş bir peygamberdir. Bu hususta yahudi ve hristiyanlar aynı durumdadır. (Hristiyanlar dinin en temel prensibi olan “tevhid”i gizlediler. (Yahudiler ise zina edenin recm edilmesi, bütünüyle haramlığı gibi pek çok şer’i hükümleri gizlediler.) Ayrıca hem yahudiler hem de hristiyanlar ellerinde bulunan Tevrat ve İncil’de buldukları “ümmî peygamberin gönderileceği” haberini gizlediler.

Nitekim Hz. Peygamber, onların gizledikleri yada tahrif ettikleri şeylerin kendi şeriatinde bulunmayan pek çoğunu bağışladı. Allah, sürekli ve kapsayıcı risalet gelmeden önce, geçmiş kitapların ve şeriatlerin içerdiği, peygamber gönderilen küçük toplumlarda sınırlı işlevleri olan ve Allah’ın ilminde de bir zaman parçasıyla kayıdlanmış bulunan hükümlerden, insan toplumlarında uygulanmaz hale gelenleri neshetti. Böylece Allah’ın bütünlediği, nimetini tamamladığı ve insanlara din seçtiği İslâm, son şeklini almış oldu.

Artık onda ne nesih, ne değiştirme ne de düzeltme söz konusu olamaz. onlara, bu peygamberin getirdiği şeyin tabiatını, insanların yaşamındaki fonksiyonunu, Allah’ın insan yaşamında görevini yapmasını takdir ettiği etkilerini, açıklamaktadır.

“Ey Kitap Ehli, size bizim peygamberimiz geldi. Bu peygamber elinizdeki kitabın öteden beri gizli tuttuğunuz bir hükmünü açıklıyor, bir çoğuna da değinmiyor. Gerçekten size Allah tarafından bir ışık, bir açıklayıcı kitap geldi.

“Allah, rızası peşinde koşanları, bu kitap sayesinde selamet yollarına erdirir, onları kendi izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola iletir.”

Bu kitabın -Kur’an’ın- tabiatına ve bu sistemin -İslâm’ın- tabiatına, onun “nur” olmasından daha ince, daha doğru bir delil yoktur.

Mümin bu gerçeği kalbinde tüm varlığında, yaşamında ve zihninde hisseder ve nesneleri, olayları ve kişileri onunla değerlendirir. Onu sırf imanın hakikatını kalbinde duyması sebebiyle hisseder. Bu “nur”, müminin varlığını aydınlatan, hafifleştiren, parlatan bir nurdur. Önündeki herşeyi aydınlatır, açıklar, ortaya koyar ve ona doğru yola iletir.

Varlığında, çamurun değeri, toprağın karanlığı, et ve kanın yoğunluğu, istek ve arzuların coşkunluğu vardır. Tüm bunlar, aydınlatır, ışıklandırır ve parlatır. Ağırlığını hafifletiyor, karanlığını aydınlatıyor, yoğunluğunu inceltiyor ve coşkunluğunu dizginliyor.

Bakış açısındaki kapalılık ve karanlık, adımlarındaki yavaşlık ve tereddüt, prensipleri bulunmayan aşağılık yol ve hedefteki şaşkınlık… İşte tüm bunlar aydınlanıyor, ışıklanıyor ve yol üzerindeki nefis doğru yola iletiliyor..

“…Bir ışık ve bir aydınlatıcı kitap…”

Yüce peygamberin getirdiği, tek bir kitabın iki ayrı özelliği.

“Allah rızası peşinde koşanları, bu kitap sayesinde selamet yollarına erdirir, onları kendi izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola iletir.”

Allah İslâm’ı din seçmiştir. O, bu hoşnutluğuna uyan ve Allah’ın ona seçtiği gibi onu kendisine seçen kimseyi hidayete ulaştırır, “selamet yollarına” iletir.

Bu tanımlamadan daha ince ve daha doğru ne olabilir? “Selamet” (barış) bu dinin, hayatın tümüne yaydığı, ferdin, toplumun ve herşeyin; kurtuluşun ve barışın, vicdan, akıl ve organların kurtuluşu, toplumun, ümmetin insanın ve insanlığın kurtuluşu… Hayatla, varlıkla, hayat ve varlığın Rabbi Allah ile birliktelik kurtuluşu. İnsanlığın sadece bu dinde vé ancak onun yönetiminde, sisteminde, hukukunda ve inanç kanunlarına göre düzenlenmiş toplumunda bulabildiği bir “kurtuluş”.

Gerçek şu ki, Allah hoşnut olduğu bu din ile, Allah’ın hoşnutluğuna uyanları “selamet yolları”na iletir… Tüm bu alanlardaki bütün “selamet yolları”na… Bu gerçeği, eski veya çağdaş cahiliyede harb yollarının acısını tatmış olanlar gibi hiç kimse idrak edemez. Bu gerçeği, vicdanların derinliklerindeki cahiliye inançlarından kaynaklanan dur-durak bilmez harbin ve cahiliyenin kanunlarından ve düzenlerinden kaynaklanan, hayatı tümüyle perişan eden anarşik çatışmaların acı neticelerini görmüş kimseler gibi anlayamaz.

Bu sözler ile ilk kez muhatap olanlar, cahiliye tecrübeleri sebebiyle bu kurtuluşun ve barışın anlamını biliyorlardı. Çünkü onlar, bunu bizzat tatmışlar ve bundan büyük bir haz duymuşlardı.

Bizi kuşatan ve içimize işleyen cahiliye, asırlar boyu vicdanlarda ve toplumlarda çatışmanın her türlüsünü insanlara şimdi bu gerçeği idrake ne kadar muhtacız.

Tarihimizin bir aralığında bu “kurtuluş ve barış” içerisinde yaşamış olan sonra, bu “selamet”den çıkıp ruhlarımızı ve kalplerimizi ahlâkımızı ve gidişatımızı, toplumumuzu ve halklarımızı, parça parça eden bir çatışmaya dalan bizler, şimdi ona ne kadar ihtiyaç duyuyoruz! Allah’ın bizim için seçtiğini, kendimize seçtiğimiz ve O’nun hoşnutluğuna uyduğumuzda, Allah’ın bize bağışladığı “selamet”e girmeye yetkin olacağız.

Bu cahiliyetin belalarına esir olmuşuz. İslam ise bize yakındır. İslam barışı, eğer istersek elimizi uzatabileceğimiz kadar yakın iken, cahiliye anarşisine dalmışız. Değersiz şeye karşılık değerliyi veren bu alış-veriş ne zararlı bir ticaret! Hidayete karşılık sapıklığı satın alıyoruz? Savaşı barışa tercih ediyoruz.

Biz insanlığı cahiliyenin her türlü renk ve şekildeki bu musibetlerinden kurtarabiliriz. Fakat kendimizi kurtarmadan, “selamet” gölgesine önce kendimiz girmeden ve Allah’ın hoşnutluğuna sığınıp, olduğuna uymadan önce, insanlığı kurtaramayız. Ancak bunları yaptığında, Allah’ın “selamet yollarına” erdirdiğini buyurduğu kimselerden oluruz.

“… Onları kendi izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır..”

Şüphe, hurafe, hikayeler ve masallar karanlığı… Arzular, tartışmalar ve uçsuz bucaksız çöllerde kalmak karanlığı… Sempatik ve emin yerlerden, vahşet endişe ve şaşkınlık üzüntü ve hidayetsizlik karanlığına.

Diğer ölçülerinin, hükümlerin ve dengelerin bozukluğundan kaynaklanan karanlık… Nur ise aydınlıktır. Önce sözünü ettiğimiz vicdan, akıl, varlık, hayat ve her işteki aydınlık nurdur.

“…Doğru yola iletir..”

Ruhun fıtratına ve ona hükmeden yasalara uygun olan “dosdoğru” yaratılış fıtratı ve onu yönlendiren evrensel yasalara uyan, “dosdoğru” öyle ki, şaşırıp gerçekleri, prensipleri ve hedefleri karıştırmadan Allah’a yönelik olan “dosdoğru”.

Allah insanı ve fıtratını, evreni ve yasalarını yarattı. İnsana bu sistemi gönderdi. Müminlere bu dini seçti. Aciz, cahil ve fani insanın yapısı olan başka bir sistemin onlara hidayet etmiyeceği ve ancak bu sistemin onları dosdoğru yola ileteceği apaçık ve tabiidir. Yüce Allah doğru söylemiştir. Alemlere muhtaç değildir. Onların hidayet veya sapıklıkları, O’na fayda vermez; fakat O, onlara çok merhametlidir. İşte bu, dosdoğru yoldur. Meryem oğlu İsa’nın Allah olduğu sözü küfürdür. Yahudi ve hristiyanların Allah’ın oğulları ve sevdikleri olduğu sözü de küfürdür. Bunlar hiçbir delile dayandırılmayan iftiralardır.

Tüm bunlar, son peygamberin gerçekliliğini açıklamak için getirdiği “tevhid”in sadeliğini gizleyen ve hakikati tahrif eden yahudi ve hristiyanların palavralarıdır.

“Allah, Meryemoğlu Mesih’dir diyenler, kesinlikle kafir olmuşlardır. Onlara de ki; “Eğer Meryemoğlu İsa’yı, annesini ve yeryüzünde bulunan varlıkların tümünü yok etmek isterse O’na kim engel olabilir? Göklerde, yeryüzünde ve ikisi arasında bulunan tüm varlıklar Allah’ın egemenlik tekelin-dedir. O dilediğini yaratır. Allah’ın gücü herşeye yeter.”

Hz. İsa’nın Rabbi katından getirdiği de bütün peygamberlerin getirmiş olduğu “Tevhid” idi.

HRİSTİYANLARIN HZ. İSA HAKKINDAKİ SAPIK GÖRÜŞLERİ

Allah’ın katıksız, tek kulluk sunmaya layık olduğunun kabulü, bütün peygamberlerin tavrıydı. Fakat putperestlerin hristiyanlığa girmeleri ve onların beraberinde getirdiği tevhid inancıyla karıştırdıkları putperestlik tortularına isteklilikleri sebebiyle, bu pak inanca bozukluklar girdi. Öyle ki, artık onu bu bozukluklardan ayıklamak ve temizlemek, bu inancın özünü ortaya koymak imkansız hale geldi.

Bu sapmaların tümü bir defada meydana gelmedi. Ardından gelen toplumlar da belirli zaman aralıkları ile bu imana girdiler. Sonunda akılların hatta o dine inanan bozuk inancı şerh eden alimlerin akıllarının bile şaşa kaldığı efsane ve masallarla örülü bir acayip karışım meydana çıktı.

Tevhid inancı, Mesih İsa’dan sonra da öğrencileri ve tabileri arasında bir müddet yaşadı. Yazılan pek çok İncil’den biri olan Barnaba İncili, Hz. İsa’dan Allah’ın gönderdiği bir peygamber olarak söz ediyor. Sonra Hz. İsa’nın izleyicileri arasında fikir ayrılıkları meydana geldi. Kimi; “Mesih, diğer peygamberler gibi Allah’ın gönderdiği bir peygamberdir” dedi. Kimi “O evet peygamberdir. Fakat Allah ile özel bir bağı vardır” dedi. Kimi “O, Allah’ın oğludur. Çünkü babasız yaratılmıştır. Fakat buna rağmen Allah’ın yaratığıdır.” dedi. Kimi de: “O, Allah’ın oğludur. Yaratılmış değildir. Aksine babası gibi “kadim” sıfatını taşır.” dedi.

Bu ayrılıkları ortadan kaldırmak için M.S. 325 yılında İznik’de 48.000 patrik ve piskoposun katılımıyla “İznik Konsülü” toplandı. içlerinden hristiyan tarihçi İbn-i Patrik şöyle demiştir:

“Katılanların görüşleri ve mezhepleri farklı idi. Kimi, “İsa ve annesi Allah’ın dışında iki ilahtır.” diyordu. Bunlar “Raymatiler” diye isimlendirilen berberiler idi.

Kimi: “İsa, babasından ateşten ayrılan alev gibi ayrılmıştır, ikinci parçanın ayrılması ile birinci bölümde bir azalma olmaz” diyordu. Bunlar “Sabliyus” ve taraftarları idi. Kimi: “Hz. Meryem, Hz. İsa’yı dokuz ay taşımadı. O, karnından suyun borudan geçtiği gibi geçti. Çünkü o söz (kelime) kulağından girdi. Aynı anda çocuğun çıktığı yerden de çıktı” diyordu. Bu da, “İlyan” ve taraftarlarının görüşüdür. Kimi: “Hz. İsa özde bizden biri olmasına rağmen, ilahî bir özellikle yaratılmış bir insandır. Öncelikle Meryem’in oğludur. O’nu insanı özünün katıksız olması sebebiyle göndermiş, ilahî nimeti beraberinde kılmış ve O’nda sevgi ve iradeyi birleştirmiştir.

Bu yüzden “Allah’ın oğlu” denilmiştir. Kimi de: “Allah kadîm biricik cevher ve biricik unsurdur. Üç isimle isimlendirilir” derler ve ne “kelime”ye ne de “Ruhu’l Kudüs”e inanırlar. Bu, Antakya patriği “Paulus” ve taraftarlarının görüşüdür.

Kimi de: “Onlar üç ilahtır. Birisi iyilik, diğeri kötülük tanrısıdır. üçüncüsü ise, aralarında adaleti sağlar” demiştir. Bu, lânetli “markyun”un havarilerinin başı olduğunu öne sürdüler ve “Petrus”u inkar ettiler.

Kimi ise, Hz. İsa’nın ilah olduğunu söyledi. Bu da “Aziz Paulus” ve 318 delegenin görüşü idi.

Putperestlikten hristiyanlığa geçmiş ve hristiyanlık hakkında birşey bilmeyen Roma İmparatoru “Kostantin” bu son görüşü tercih etti ve bu görüş taraftarlarını muhaliflerine musallat etti.

Diğer mezheplerin taraftarlarını -özellikle de sadece Baba’nın ilah ve Mesih’in insan olduğu görüşünde olanları- ise kovdu.

“Kıptî Ulus Tarihi” adlı kitap bu karardan şöyle bahsetmektedir:

Kutsal cemaat ve elçiler kilisesi, “Allah’ın oğlunun bulunmadığı bir zamanın mevcut olduğunu, O’nun doğmadan önce mevcut olmadığını ve O’nun yoktan var olduğunu” söyleyen herkesi veya “oğul, baba Allah’ın cevheri dışında bir usul veya cevherden meydana gelmiştir” diyeni yada “Onun yaratılmış olduğuna” inanan herkesi yahut ta “Değişmesinin, zamanın geçmesi ile bozulmasının mümkün olduğunu” söyleyen herkesi aforoz eder.

Fakat bu konsülün kararları, Aryusün izleyicilerinin Allah’ı birleyen inançlarını bozamamış ve fakat İstanbul, Antakya, Babil, İskenderiye ve Mısır’da egemen haline gelmiştir.

Sonra “Ruhul Kudüs” kavramı çevresinde yeni bir tartışma başladı. Kimileri “O ilahtır” dedi, diğerleri ise “İlah değildir” görüşünü ileri sürdü. Bu konudaki fikir ayrılığını gidermek için M.S. 381 yılında I. İstanbul Konsülü toplandı.

Hristiyan tarihçisi İbni Patrik, İskenderiye’yi delegelerinin sözlerine dayanarak bu konsülde alınan kararları şöyle nakletmektedir:

İskenderiye patriği “şöyle demiştir: “Bizce `Ruhu’l Kudüs’ Allah’ın ruhu dışında bir anlama gelmemektedir. Allah’ın ruhu ise, O’nun hayatından ayrı bir şey değildir. Biz, `Ruhu’l Kudüs’, yaratılmıştır dediğimiz zaman, “Allah’ın nuru yaratılmıştır” demiş oluruz. `Allah’ın ruhu mahluktur’ dediğimiz de ise, `O’nun hayatı mahluktur’ demiş oluyoruz. `Hayatı mahluktur’ demek ise, O’nun diri olmadığını ileri sürmektir. Biz O’nun diri olmadığını ileri sürersek, O’na küfretmiş oluruz. O’nu inkar eden ise, laneti hak eder!

Böylece İznik Konsülü’nde Mesih’in ilahlığı karar altına alındığı gibi, bu konsülde `Ruhu’l Kudüs’ün ilahlığı da karara bağlandı. Baba, oğul ve Ruhul Kudüs şeklindeki “üçleme” tamamlanmış oldu.

Sonra, Mesih’in hem insanı hem de ilahî tabiatı bir arada bulundurduğu çevresinde ve onların deyimi ile ilahlığı ve insanlığı konusunda, başka bir tartışma meydana çıktı. (Kostantiniyye) İstanbul patriği “Nastur”un görüşü Uknum ve tabiatın bir arada bulunduğu şeklinde idi. İlahlık uknumu, babaya nisbetinden dolayı, insan tabiatı ise, Meryem’den doğmuş olmasından kaynaklanıyordu. Meryem, ilahın annesi değil, insanın annesi idi! İbni Patrik’in naklettiği gibi, O, insanlar arasında ortaya çıkan ve onlara seslenen Mesih hakkında şöyle demiştir:

“Ona Mesih” diyenler, bunu oğul kavramına bağımlı bir sevgi ile ileri sürüyorlar. Başkaları ise ona, Allah veya Allah’ın oğlu diyorlar. Bu da gerçek anlamda değil, Allah’ın lütfu anlamındadır. Sonra şöyle demiştir:

Nastur; “Rabbimiz, Mesihi aslında ilah olarak değil, hareket ve nimetle yada Allah’tan ilham alan bir insan olarak yeryüzüne bıraktı. Hata işlemez ve kötü birşey yapmaz görüşünü ileri sürdü.

Rum delegeleri, İskenderiye patriği ve Antakya delegeleri bu görüşe karşı çıktılar ve 4. Konsülü toplamayı kararlaştırdılar. M.S. 431 yılında “Efes Konsülü” toplandı. Bu konsül de İbni Patrik’in de söylediği gibi “Bakire Meryem, Allah’ın anasıdır. Mesih gerçekte hem ilah hem de insandır. İki tabiatlı olduğu bilinmektedir. Uknumda ise birdir” kararına vardılar. Nastur’u lanetlediler.

Sonra İskenderiye Kilisesi yeni bir görüş ortaya attı ve bunun için 2. Efes Konsülü” toplandı. Bu konsülde:

“Mesih tek tabiatlıdır. O’nda ilahlık, insanlık ile birleşmiştir” kararına varıldı .

Fakat bu görüş kabul edilmedi, tartışmalar sürüp gitti. Bunun üzerine M.S. 451 yılında “Kadıköy Konsülü” toplandı ve “Mesih’in bir değil iki tabiatı vardır. ilahlık bir tabiatı, insanlık ise diğer tabiatıdır. Her ikisi de Mesih’de birleşmiştir” kararına vardılar ve 2. Efes Konsülünü lanetlediler. Mısırlılar bu konsülün kararlarını kabul etmediler. Mısırlılar arasında “Menafis” mezhebi ile Roma İmparatorluğunun kurduğu mezhebi arasında Al-i İmran sûresinin tefsirinin girişinde Sör. T.V. Arnold’un, “İntişar-ı İslâm Tarihi” adlı kitabındaki sözlerine dayanarak naklettiğimiz sürekli görüş ayrılığı ortaya çıktı.

Mesih’in ilahlığı çevresindeki sapıklık düşüncelerini, sürekli ihtilaflarını, düşmanlıklarını ve kinlerini (bu sebeple gruplar arasında meydana gelen ve şu güne kadar devam eden kinlerini) bu kadarlık bir özetle tasvir etmekle yetiniyoruz..

Bu konudaki gerçeği ortaya koymak ve ayırd edici sözü söylemek için, bu son risalet geldi. Ve sahih inancın gerçeğini Kitap Ehli’ne açıklamak için son peygamber geldi:

“Allah Meryemoğlu Mesih’tir diyenler kesinlikle kafir olmuşlardır.”

“Allah üçün üçüncüsüdür, diyenler kesinlikle kafir olmuşlardır.”

“Onlara de ki: Eğer Meryemoğlu İsa’yı, annesini ve yeryüzünde bulunan varlıkların tümünü yok etmek isterse O’na, kim engel olabilir?”

Böylece yüce Allah’ın zatı, aslı, iradesi ve otoritesi ile, İsa’nın annesinin ve diğer tüm varlıkların zatları arasındaki tartışmayı ortadan kaldıracak kesinlikle mutlak ayrım ortaya kondu. Yüce Allah’ın zatı tektir, dileği bağımsızdır ve hakimiyeti biriciktir. Hiç kimse dilediğinden birşeyi geri çevirmeye (Eğer Mesih e Meryem’i veya annesini yada yeryüzündekilerin tümünü yok etmeyi dilerse) ve otoritesini geçersiz kılmaya güç yetiremez.

O, herşeyin hükümdarı ve herşeyin yaratıcısıdır. O, yaratılmışlardan ayrı ve her mahlûkun var edenidir:

“Göklerde, yeryüzünde ve ikisi arasında bulunan tüm varlıklar Allah’ın egemenlik tekelindedir. O, dilediğini yaratır. Allah’ın gücü herşeye yeter.”

Böylece İslâm inancının netliği, açıklığı ve yalınlığı ortaya çıkmaktadır. Kitap Ehli gruplarının inançları ile karışan putperestlik, hikayeler, hayaller ve sapmalar yığını karşısında İslâm inancının parlaklığı artmakta ve orjinalliği belirginleşmektedir. İlahlığı gerçeği ile, kulluk sunmaya layık oluş gerçeği ve bu iki gerçek arasındaki keskin ve tam ayırım hiçbir şüphe, tereddüt ve karışıklığa yol açmayacak şekilde ortaya konmaktadır.

Yahudi ve hristiyanlar kendilerinin, Allah’ın oğulları ve sevdikleri olduklarını söylüyorlar:

“Yahudiler ve hristiyanlar, “Biz Allah’ın evladları ve sevdikleriyiz” dediler.”

Onlar, kendi düşüncelerine dayanarak yüce Allah’a, babalık yakıştırıyorlar, cesed babalığı değil, ruh babalığı iddia ediyorlardı. Bu tevhid inancına ve ilahlık ile kulluk arasındaki kesin ayrıma gölge düşürmektedir. Bu ayrım kabullenilmeden ne düşünce doğru yolu bulur, ne de hayat doğru yöne yönelir. Böylece bütün kulların kulluk ile kendisine yöneldiği bir olsun. İnsanlara yasalar koyan, onlara değerler, ölçüler, kanunlar, hükümler, sistem ve prensipler var eden merciin bir olması sonucu; özellikler birbirine karıştırılmasın sıfatlar ile özellikler birleştirilmesin ve ilahlık ile kulluk alanları karıştırılmasını.

Burada temel sorun, sadece inançtaki sapma değildir. Sorun aynı zamanda, tümüyle bu sapmaya dayalı hayat tarzı yozlaşmasıdır. Yahudi ve hristiyanlar, Allah’ın oğulları ve sevdikleri olduklarına dair iddialarının peşi sıra, “Allah’ın onlara günahları yüzünden asla affetmeyeceğini” “onları asla cehenneme sokmayacağına, girseler bile orada, sadece bir kaç gün kalacaklarını” söylüyorlar. Bu ise; Allah’ın adaletinin yerine gelmeyeceği, O’nun kullarından bir grubu kayırdığı, onları yeryüzünde bozgunculuk yapmaya bıraktığı sonra da, diğer bozgunculara vereceği azabı onlara vermeyeceği anlamına gelir. Hayattaki hangi şey, bu düşünceler kadar fesat kaynağı olabilir? Hayattaki hangi şey bu sapma kadar kargaşalık ve ızdırap kaynağı olabilir?

Bu noktada İslâm, düşüncedeki bu bozukluğa ve hayatta fesat çıkarması mümkün olan herşeye kesin bir darbe vuruyor. Bu iddianın asılsız olduğunu ilan ettiği gibi, Allah’ın kimseyi kayırmayan adaletini de ortaya koyuyor:

“Onlara de ki; “O halde O, niçin günahlarınız yüzünden azaba çarptırıyor. Aslında O’nun yarattığı birer insansınız. O, dilediğini affeder, dilediğini azaba çarptırır.”

Böylece, inancın kesin gerçeği ilan ediliyor, oğulluk iddiasının asılsız olduğu ve Kitap Ehli’nin de yaratılmış insanlar oldukları ortaya konuyor. Allah’ın adaleti; bağışlama ve azabının katında aynı temele dayandığı ilan ediliyor. Bağışlaması ve azab etmesinin her birinin kendine has sebepleri kabul edilerek bunlar O’nun yüce dileğine (oğulluk veya şahsi ilişkiye değil) dayandırılıyor.

Sadece Allah’ın herşeyin hükümdarı olduğu ve herşeyin kendisine döneceği tekrar ediliyor:

“Yahudiler ve hristiyanlar “Biz Allah’ın evladları ve sevdikleriyiz” dediler. Onlara de ki; “O halde O, niçin günahlarınız yüzünden azaba çarptırıyor. Aslında O’nun yarattığı birer insansınız. O, dilediğini affeder, dilediğini azaba çarptırır. Gökler, yeryüzünün ve ikisi arasında bulunan tüm varlıklar Allah’ın egemenlik tekelindedir. Dönüş O’nadır.”

O, teba değil, hükümdardır. Zatı da biriciktir, dilemesi de biriciktir. Her şey kendisine döner.

Bu açıklama, Kitap Ehline yönelik bu sesleniş ile son buluyor; bu sesleniş ise, onların bütün bahanelerini özürlerini ortadan kaldırıyor ve kapalılık, mazeret ve gizlilik bulunmaksızın bir yol ayrımı ile bir akıbetle karşı karşıya bırakıyor.

“Ey Kitap Ehli, ilerde, “Bize bir müjdeci, bir uyarıcı gelmedi” demeyesiniz diye, peygambersiz geçen bir ara dönemin arkasından size gerçekleri açıklayan peygamberimiz geldi. İşte size müjdeleyici, uyarıcı geldi. Allah’ın gücü her şeye yeter.”

Bu keskin karşılama ile, bütün Kitap Ehli’ne hiçbir bahane kılınıyor. Bu ümmi peygamberin kendilerine gönderilmediğine dair hiçbir delilleri kalmıyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Ey kitap Ehli, size peygamberimiz geldi…”

Onların uzun süre uyarılmadıkları, müjdelenip, korkutulmadıklarına (ve bu yüzden de unutup saptıklarına) dair hiçbir özürleri kalmıyor.

Şimdi onlara müjdeleyici ve korkutucu gelmiştir…

Sonra onlara, Allah için hiçbir şeyin imkansız olmadığı, ümmi bir peygamber göndermesinin engellenemeyeceği bunun yanısıra O’nun, Kitap Ehli’ni yaptıklarından dolayı hesaba çekmeye de muktedir olduğu ifade ediliyor:

“…Allah’ın gücü herşeye yeter.”

Kitap Ehli ile olan bu hesaplaşma son buluyor. Daha önce kendilerine peygamberlerinin getirdikleri Allah’ın dosdoğru dininden saptıkları ortaya konuyor. Allah’ın müminlere seçtiği inancın gerçeği açıkça ortaya konuyor. Ümmi peygamber karşısındaki konumlarına ilişkin bahaneleri, asılsız olduğu için reddediliyor ve kıyamet günü ileri sürebilecekleri tüm yolları kapatılıyor.

YAHUDİI,ERİN DÖNEKLİĞİ

Bütün bunlarla, bir yandan hidayete çağrılırken, diğer yandan müslümanlara karşı kurdukları tuzakların etkisi azaltılıyor. Müslüman toplum ile hidayet isteklileri için, sırat-ı müstakime giden yol aydınlatılıyor.

Dersin sonunda, yahudilerin peygamberleri ve Allah’ın vaadettiği kutsal toprakların kapılarını kendilerine açan Hz. Musa’ya karşı konumları, Rableriyle yaptıkları “sözleşme”ye karşı tutumları, onu nasıl bozdukları ve verdikleri sözlerini bozmaları üzerine hak ettikleri cezanın ne olduğu meselesine değiniliyor.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.