sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 59. VE 60. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 59. VE 60. AYETLER ARASI
01.04.2020
604
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

59- De ki; “Ey Kitap Ehli, bizden hoşlanmamanızın sebebi Allah’a, bize indirilen kitaba ve daha önce indirilmiş olan kitaplara inanmamız ve de çoğunuzun fasık, yoldan çıkmış kimseler olmanız değil midir?

60- De ki; “Allah katında bundan daha kötü konumda olanları size bildireyim mi? Allah’ın lanet ettiği, gazabına uğrattığı, aralarından bir bölümünü çarpıtarak maymuna ve domuza dönüştürdüğü kimseler ile tağuta (şeytan) tapan kimselerdir. Bunlar konumları en kötü ve doğru yoldan en sapmış olanlardır.

Yüce Allah’ın, peygamberinden Ehli Kitab’a yöneltmesini istediği bu soru; bir yönden onların pratik durumunun tespiti amacına yönelik açıklayıcı ve müslüman topluma, onların dinlerine ve namazlarına karşı alaya alıcı bir tutum içinde olmalarına neden olan etkenlerin gerçekliğini ortaya çıkarıcı bir sorudur. Diğer yönden; realitelerini ve bunu işlemeye yönelten etkenleri kötülemek amacına yönelik kınayıcı bir sorudur. Aynı zamanda bu müslümanları güçlendirmek, o kavmin dostluğundan nefret ettirmek ve bu dostluktan alıkoymaya ve sakındırmaya ilişkin geçen üç çağrıda yeralan gerçekleri bildirmek amacına yöneliktir.

Ehli Kitab’ın, Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) döneminde müslümanlardan, günümüzde de ortaya çıkan İslâmi diriliş hareketlerinden nefret etmelerinin nedeni, müslümanların Allah’a ve O’nun kendilerine indirdiği Kur’an’a ve Kur’an’ın doğruladığı, daha önce Allah tarafından Kitap Ehli’ne indirilen kitaplara inanmalıdır.

Onlar, müslüman oldukları, yahudi ya da hristiyan olmadıkları için, müslümanlara düşmanlık ediyorlar. Ehli Kitap, Allah’ın indirdiklerinden sapmış fasıklar oldukları için, müslümanlara düşmanlık besliyorlardı. Fasıklık ve sapıklıklarının kanıtı da, ellerinde bulunanı -uydurup bozduklarını değil doğruladığı halde son mesaja ve Allah’ın gönderdiği tüm peygamberleri doğrulayan ve onlara gereken saygıyı gösteren son peygambere inanmamalarıdır.

Medine’de müslümanlara ait bir organik yapı oluştuğundan, kişilikleri belirginleştikten, artık Allah’ın eşsiz sisteminin gölgesinde bağımsız dinlerinden düşünce ve hayat düzenlerinden kaynaklanan bağımsız bir varlığa sahip oldukları günden beri, 1400 sene boyunca silahlarının susmadığı, kızgınlığın dinmediği bu sürekli savaşı başlatmışlar müslümanlara karşı.

Onlar, -herşeyden önce- müslüman oldukları için, müslümanlara karşı bu kızgın savaşa tutuşmuşlar. Müslümanlar dinlerinden dönmedikçe, başka bir dine girmedikçe bu kızgın savaşı durdurmaları mümkün değildir. Bunun nedeni, Ehli Kitap’tan çoğunun yoldan çıkmış fasıklar olmasıdır. Bu yüzden doğru yolda hareket eden ve dinlerinin gereklerini yerine getiren müslümanları sevmezler.

Yüce Allah, bu gerçeği kesin bir şekilde yerleştirmektedir. Nitekim diğer bir sûrede, peygamberine şöyle buyurmaktadır: “Kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır.” (Bakara Suresi, 120) Bu sûrede de O’na, Ehli Kitab’ı gerçek psikolojik etkenleri ve konumlarının özüyle yüzyüze getirmesini buyurmaktadır.

“De ki; “Ey Kitab Ehli, bizden hoşlanmamanızın sebebi Allah’a, bize indirilen kitaba ve daha önce indirilmiş olan kitaplara inanmamız ve de çoğunuzun fasık, yoldan çıkmış kimseler olmanız değil mi?”

Yüce Allah’ın doğru ve apaçık kitabında çeşitli yerlerde belirttiği bu gerçeği; günümüzde Ehli Kitap’tan ve kendilerini “müslüman” olarak isimlendirenlerden birçoğu, iddia ettikleri gibi materyalizm ve dinsizliğe karşı “dindarların” dayanışması adına sulandırmak, karıştırmak, örtmek ve inkar etmek istemektedirler.

Günümüzde Ehl-i Kitap, bu gerçeğin sulandırılmasını hatta çarptırılmasını, örtbas edilmesini ve perdelenmesini istemektedir. Çünkü onlar İslâm ülkesinde (daha doğru bir ifadeyle bir zamanlar İslâm ülkesi olan beldelerde) yaşayanları aldatmak istemektedirler. İslâm’ın tutarlı ilahi sistemiyle içlerine yerleştirdiği sağ duyuyu köreltmek istemektedirler. Çünkü bu duyu, sağlıklı olduğu sürece haçlı sömürgeciliğinin, İslâm yurdunu sömürmesi bir yana, İslâm karşısında tutunması bile mümkün değildir. Açıktan açığa yapılan haçlı savaşlarındaki ve misyoner faaliyetlerindeki yenilgilerden sonra, aldatma ve uyutma yöntemine başvurmaları kaçınılmazdı. Çeşitli gösterişler yapıp, müslümanların varislerinin arasında, din ve din adına yapılan savaşlar sorununun bittiği düşüncesini yaymaya çalışıyorlar. Bunun yalnızca, tüm ulusların yaşadığı karanlık bir tarihsel dönem olduğunu, şimdi ise dünyanın aydınlandığını ve artık ilerlediğini söylüyorlar. İnanç esasına dayalı bir çarpışmaya girişmenin doğru olmadığını, günümüz insanına yakışmadığını ve uygun bir davranış olmadığını, günümüzde savaşın madde için yapıldığını, sadece hammadde kaynaklarını ve pazarları elde edip sömürmek için savaşıldığını söylüyorlar. O halde onlara göre müslümanların -ya da müslümanların varislerinin- dini ve din uğruna savaşmayı düşünmeleri doğru değildir.

İslâm ülkelerini sömüren Ehli Kitap, onların bu uyuşturucuyla uyuduklarından emin olduklarında, bu sorun, vicdanlarında gereken ciddiyetten uzak bir şekil aldığında, artık sömürgeciler müslümanların Allah ve inanç uğruna taşıdıkları öfkeden güvencededirler. O öfke ki, bir gün bile karşısında tutunamamışlardı. Bu uyutma ve uyuşturmadan. sonra artık iş kolaylaşmıştır. Yalnızca inanç savaşını kazanmakla kalmayıp, onun ötesinde soyacakları, çalıp çarpacakları, ganimetler, koloniler ve hammadde kaynaklarını da kazanırlar. İnanç savaşında galip geldikten sonra, madde savaşında da galip gelirler. Bunlar ise birbirlerine çok yakındırlar.

Sömürgecilerin gizli, apaçık şuraya buraya yerleştirdikleri İslâm ülkesindeki Ehli Kitab’ın işbirlikçileri de, aynı sözü tekrarlıyorlar. Çünkü onlar, sınırların içinde görevlerini yerine getirmek üzere sömürgecilerle işbirliği yapan kimselerdir. Bu adamlar, “Haçlı savaşları”nın bile “Haçlı” olmadığından söz ediyorlar. İnanç sancağı altında onlara karşı koyan müslümanlar için de, “müslüman” değil “milliyetçi” idiler diyorlar.

Uyuşturulmuş, aldatılmış bir üçüncü grup daha vardır. Emperyalist batıda, “Haçlılar”ın torunları bunlara seslenerek: “Bize gelin, gelin, dost olup birleşelim. `Dinsizlik’ hareketine karşı, `din’i savunalım”diyorlar. Bu uyutulmuş aldatılmış grup da, bu Haçlıların torunlarının her defasında müslümanlara karşı, dinsizlerle tek saf olduklarını, asırlar boyu böyle yaptıkları gibi, hâlâ da böyle olduklarını unutarak çağrılarına uyuyorlar. Aslında dinsiz materyalistlerle savaşmak, müslümanlarla savaşmak kadar zor gelmez onlara. Onlar materyalist dinsizliğin geçici bir akım, süreli bir düşman olduğunu çok iyi biliyorlar. İslâm’ın da sağlam bir temel, kalıcı bir düşman olduğundan kuşku duymazlar. Bu yaldızlı çağrı, İslâmî diriliş hareketinïn şaşmaz uyanıklığını etkisiz hale getirmek, aynı zamanda, politik sömürülerinin düşmanı olan dinsizlerle tutuştukları savaşta, bu uyutulmuş, aldatılmışların emeğinden yararlanmak, onları bir yem olarak kullanmak amacına yöneliktir. Bunlar da onlar gibi, İslâm ve müslümanlara karşı bir savaşa tutuşmuşlardır. Bu savaşta, müslümanların tutarlı, ilahî hayat metodunun eğittiği sağduyudan başka bir hazırlığı da yoktur.

Oyuna kamp doğruluk gösterilerine aldanan bu adamlar, “din” adına “dinsizler”le savaşmak için, güven ve dostluğa çağrılırlarken Ehli Kitab’ın samimi olduğunu sanıyorlar. Oysa, -istisnasız- ondört asırlık realiteyi unutuyorlar, bu konuda bizzat Rabblerinin direktifini unuttukları gibi. kişi de Allah’a karşı güven ve O’nun söylediklerine inanma duygusu varsa, bu direktiften kaçmak ve kayıtsız kalmak mümkün değildir.

Bu adamlar, sözlerinde kurnazca davranıyorlar ve müslümanlara Ehli Kitap’la iyi ilişkiler kurmayı ve yaşayış ve davranışta hoş görülü olmalarını emreden Kur’an ayetlerini, peygamber sözlerini yazarlarken onlarla, dostluk kurmaya ilişkin kesin sakındırmaları, onların etkenlerine karşı uyanık olmaya ilişkin hükümleri, İslâmî hareketin yardımlaşma ve dostluğu yasaklayan İslâm düzeninin stratejisine ilişkin açık direktifleri unutuyorlar. Çünkü yardımlaşma ve dostluk müslümanlar için din konusunda ve onun sisteminin ve düzeninin pratik hayatta kurulması uğrunda yapılabilir sadece. Her ne kadar bu dinlerin bozulmasından önce, bazı temellerde birleşmeleri söz konusu olsa da, müslümanla Ehli kitab’ın din konusunda, üzerinde birleştikleri ortak bir ilkeleri mevcut değildir. Çünkü Ehli Kitap bu dine, inanmalarından dolayı onlardan nefret etmektedir ve yüce Allah’ın dediği gibi, bu dinden dönmedikçe de onlardan hoşlanmazlar.

Kur’an’ı ikiye ayıran bu adamlar, onu bölüp parçalamakta, ondan onay almak amacıyla dilediklerini ve şaşkın, saçma iddialarına uyan kısmını almakta, şaşkın ve bozuk düşüncelerine uymayanı ise, bir kenara atmaktadırlar.

Biz de, bu soruna ilişkin, aldatılmışların ya da aldatıcıların sözlerine kulak vermektense, yüce Allah’ın sözünü dinlemeyi tercih ediyoruz. Kuşkusuz bu konuda, yüce Allah’ın sözü son derece kesin, net, belirgin ve açıktır.

Hoşlanmayışlarının sebebinin Allah’a, bize ve bizden önce indirilene inanmak olduğu belirtildikten sonra, geriye kalan sebebe ilişkin yüce Allah’ın şu sözünün üzerinde bu noktada kısaca duralım:

“…ve de çoğunuzun fasık, yoldan çıkmış kimseler olmanız.”

Fasıklar bu nedenin yarasını oluşturmaktadır. Çünkü fasıklık, kişiyi doğruluktan hoşlanmamaya sürükler. İşte bu olağanüstü Kur’anî yaklaşımın tespit ettiği realiteye uygun psikolojik bir kuraldır. Çünkü yoldan çıkıp sapıtan biri, benimsenmiş bir sistem uyarınca dosdoğru hareket eden birine tahammül edemez. Onun varlığı sürekli yoldan çıkmışlığını, sapıklığını hatırlatmaktadır. Sapıklığına ve yoldan çıkmışlığına somut bir kanıt oluşturmaktadır. Bu yüzden ondan nefret etmekte, hoşlanmamaktadır. Onun doğruluğundan nefret etmekte, sorumluluğundan hoşlanmamaktadır. Bu yüzden onu kendi yoluna çekmek için, büyük çaba sarf eder. Ya da kendisine karşı çıktığında, ortadan kaldırmaya uğraşır.

Bu sürekli bir kuraldır. Ehli Kitab’ın Medine’deki müslüman cemaate karşı tutumlarını aşar. Her zamanki Ehli Kitab’ın, her zamanki müslümanlara karşı tutumlarını yansıtır. Hatta samimi ve doğru yolda hareket eden her topluluğa karşı, yoldan çıkmış hareket edenlere karşı, yoldan çıkmışların toplumlarında samimilere karşı, sapıkların toplumlarında başlatılmış şiddetli bir savaştır bu.

Bu savaş, şu olağanüstü Kur’an ayetinin tasvir ettiği bu kurala dayanan doğal bir durumdur.

Kuşkusuz yüce Allah, iyiliğin, kötülüğün nefretini çekmesinin kaçınılmaz olduğunu, hakkın, batılın düşmanlığıyla karşılaşmasının zorunlu olduğunu, doğruluğun, mutlaka yoldan çıkmışlığın öfkesini üzerine çekeceğini, samimiyetin, zorunlu olarak sapıklığın kinini artıracağını biliyordu.

Aynı şekilde yüce Allah, iyiliğin, hakkın, doğruluğun ve samimiyetin kendini savunmasının, kötülük, batıl, yoldan çıkmışlık ve sapıklıkla zorunlu bir savaşa tutuşmasının kaçınılmaz olduğunu da biliyordu. Bu isteğe bağlı bir savaş değildir. Hak, batıla karşı koymama yetkisine sahip değildir. Çünkü batıl, mutlaka ona saldıracaktır. iyilik bir kenara çekilmez. Çünkü kötülük, onu ortadan kaldırmaya çalışacaktır.

Hak, iyilik doğruluk ve samimiyet taraftarlarının batıl, kötülük, yoldan çıkmışlık ve sapıklığın kendilerinden vazgeçtiğini, bu yüzden savaştan uzak kalacaklarını ve bir barış ve anlaşmanın mümkün olduğunu sanmaları gaflettir, hem de korkunç bir gaflet. Oysa bu uyutmalara ve aldatmacalara konacaklarına tedbir ve kuvvet bulundurmakla, zorunlu savaşa hazırlanmaları çok daha iyi olurdu. Yoksa onlar yenilmeye ve yok olmaya mahkum olacaklardır.

Daha sonra, Kur’an’ın akışıyla birlikte, Ehli Kitab’ın müslümanlardan hoşlanmayışlarının nedenleri belirtilip bunlar kınandıktan sonra, Ehli Kitap karşısında yüce Allah’ın, peygamberine yönelik direktifiyle yolumuza devam ediyoruz. Yüce Allah, eski tarihleri, Rabbleri ile olan durumları ve hazırlanan acı azapla cevap vermektedir onlara:

“De ki; “Allah katında bundan daha kötü konumda olanları size bildireyim mi? Allah’ın lanet ettiği, gazabına uğrattığı, aralarından bir bölümünü çarpıtarak maymuna ve domuza dönüştürdüğü kimseler ile Tağut’a (şeytana) tapan kimselerdir. Bunlar konumları en kötü ve doğru yoldan en sapmış olanlardır.”

Burada yahudilerin durumunu ve tarihlerini öğreniyoruz.

Onlar, yüce Allah’ın lanetlediği, gazabına uğrattığı, içlerinde kendisini maymuna ve domuza dönüştürdüğü kimselerdir. Tağuta kulluk eden de onlardır.

Allah’ın, onları lanetlemesi ve gazabına uğratması, aynı şekilde içlerinden kimisini maymuna ve domuza dönüştürmesi konuları, Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde geçmektedir. Ancak Tağut’a kulluk yapmaları sorununa gelince; burada açıklamayı gerektirmektedir. Çünkü sûrenin akışı içinde özel bir anlamı olan bir yaklaşımdır bu.

Tağut; otoritesini Allah’tan almayan her türlü yönetim, uygulamasını O’nun şeriatına dayandırmayan her iktidar, hakka tecavüz eden her türlü düşmanlıktır. Allah’ın otoritesine, ilalılığına ve hakimiyetine, tecavüz ise; düşmanlığın en iğrenci, azgınlığın en şiddetlisi, anlam ve söz olarak da Tağut’un kapsamına en çok girenidir.

Ehli Kitab’a gelince; onlar, hahamlara ve papazlara tapmazlardı. Ancak, Allah’ın şeriatını bırakıp, onların kanununa uyarlardı. Yüce Allah da onları, Haham ve papazların kulları ve müşrikleri olarak isimlendirdi. işte bu yaklaşımda şu ince anlam yatmaktadır. Evet onlar Tağut’a kulluk yapıyorlardı. Yani azgın ve gerçeğe tecavüz eden otoritelere uyarlardı. Kuşkusuz onlar, secde etmek, rükua varmak anlamında kulluk yapmıyorlardı onlara. Fakat onlara uymak ve itaat etmek anlamında ibadet ediyorlardı. İşte bu, kişiyi Allah’a kulluk dairesinden ve O’nun dininden çıkaran bir kulluk şeklidir.

Yüce Allah, peygamberine, Ehli Kitab’ı bu tarih ve bu tarihten dolayı hakkettikleri bu cezayla yüzyüze getirmesini emrediyor. Sanki onlar, karakterleri değişmez tek bir nesildirler. Onlara bunun en kötü bir ceza olduğunu bildirmesini buyuruyor:

“…De ki; Allah katında bundan daha kötü konumda olanları size bildireyim mi?”

Yani, Ehli Kitab’ın müslümanlara yönelik nefretlerinden, onlara kurdukları tuzaklardan ve imanlarından dolayı çektirdikleri eziyetlerden daha kötüsünü… Zayıf insanların hoşlanmaması nerede, Allah’ın hoşnutsuzluğu, azabı, bir de Ehli Kitab için kötülük ve doğru yoldan çıkmış hükmünü vermesi nerede?

“Bunlar konumları en kötü ve doğru yoldan en sapmış olanlardır.”

EHLİ KİTABIN KARAKTERİ

Ayetin akışı tarihlerini ve buna karşılık hakkettikleri cezayı gözler önüne serdikten sonra, dostluklarından nefret ettirmek için niteliklerini ve karakteristik özelliklerini sunmaya devam ediyor. Geceleri tasarladıkları komploları ortaya çıkarmakla,. müminlere yönelik bir sakındırma ve dikkat çekme yer alıyor. Aynı şekilde çizilen tabloda, yahudinin tipi iyice belirginleşiyor. Çünkü yaşanan olgudan söz ediliyordu ve en çok da yahudilerden kaynaklanıyordu bu kötülük.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.