SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 83. VE 86. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
83- Peygambere indirilen Kur’an-ı işitince gerçeği tanımalarının sonucu olarak gözlerinden yaşlar akarken onların şöyle dediğini görürsün: “Ey Rabbimiz, inandık, bizi de gerçeğe şahit olanlar arasında yaz. “
84- Rabbimizin bizi iyi kulları arasına katacağını umarken neden Allah’a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?
85- Allah, onları bu sözlerinden dolayı, altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetler ile ödüllendirdi. Bu iyi kulların mükafatıdır.
86- Kafirlere, ayetlerimizi yalan sayanlara gelince, onlar temelli cehennemliktir.
Bu ayetler, bir durumu tasvir etmekte ve bu durumla ilgili bir hükmü belirtmektedir. Hz. İsa’nın (selâm üzerine olsun) izcilerinden bir kesimin, “Biz hristiyanız diyenlerin” durumunu tasvir etmekte ve onların iman edenlere en çok sempati duyanlar olduğunu belirtmektedir.
Bu ayetlerin bir bütün olarak ele alınması; onların belli bir durumunu tasvir ettiğinden ve bu belli açıklamanın bununla ilgili olduğu konusunda şüpheye yer bırakmamasına rağmen, pek çok kimseler bu ayetin anlamını kavramakta hataya düşmektedir. Bu ayetleri, müslümanların değişik düşman çevreleriyle ilişkilerini belirlemesinde ve bu düşmanların kendilerine karşı nasıl bir tavır aldıklarını tespit etmesinde rahatsız edici bir kaypaklığa alet etmektedirler. Bu nedenle Tefsirimizde, özel bir durumla uyum arzeden, özel bir hükmü tasvir eden bu ayetleri dikkatli bir biçimde inceleme gereği duyuyoruz.
Bu ayetlerin tasvir ettiği durum; “Biz hristiyanız” diyen insanlardan bir grubun durumudur. Onlar iman edenlere daha çok sempati duymaktadırlar: “Çünkü onlar arasında Allah’a bağlı bilginler ve din adamları vardır ve onlar büyü)dük taslamazlar.” Onlardan hristiyanların gerçek dinini bilen ve gerçekler kendilerine izah edildiğinde büyüklük taslamayan kimseler vardır. Yalnız Kur’an’ın ifadesi bununla yetinmiyor. Meseleyi kapalı ve belirsiz halde bırakmıyor. Ve “Ben hristiyanım” diyen herkesi kapsayacak şekilde geniş tutmuyor. Kastettiği bu kesimin tutumlarını tasvir etmeyi sürdürüyor:
“Peygamber’e indirilen Kur’an’ı işitince gerçeği tanımalarının sonucu olarak gözlerinden yaşlar akarken onların şöyle dediğini görürsün: “Ey Rabbimiz, inandık, bizi de gerçeğe şahid olanlar arasına yaz.”
“Rabbimizin bizi iyi kulları arasına katacağını umarken neden Allah’a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?”
İşte bu iman edenlere daha çok sempati duyan bu insan kesimini, canlı bir biçimde gözler önüne seren Kur’anî tasvirdir. Bunlar, peygambere gönderilen Kur’an’ı işittiklerinde duyguları harekete geçer, kalpleri yumuşar, işittikleri gerçeğin engin ve yakıcı etkisinin bir ifadesi olarak gözlerinden yaşlar boşanır. İlk olarak onunla karşılaştıklarında sözle onun etkisini ifade edemediklerinden hüngür hüngür ağlarlar. Bu imanın fıtratında var olan bir realitedir. İnsan sözle ifade edemeyeceği bir ölçüde etkilendiğinde, sözle ifade edemediklerini gözlerinden akan yaşlarla dile getirmiş olur. Bu da içinde biriken engin ve şiddetli ağırlığın etkisinden kurtulmasını sağlar insana.
Sonra onlar bu coşkun gözyaşlarıyla da yetinmemiş Kur’an’ı dinledikleri sırada duydukları ve kendisinden bu ölçüde etkilendikleri gerçeğe, Kur’an’ın ihtiva ettiği gerçeğin bilincine varmalarına ve Kur’an’ın üstünlüğünü duygularıyla idraklarına karşı olumsuz bir tutum içine girmemiştir. Onların durumları, bu gerçekle ilişkileri, geçici bir süre onun etkisinde kalarak gözlerinden yaşlar akanların durumu gibi değildir! Onlar bu gerçeğe karşı daha olumlu ve açık bir tavır içine girmek için hemen ileriye atılıyorlar. Bu gerçeği kabul edip ona iman etmelerini, onun gücüne boyun eğmelerini; bu imanlarını ve boyun eğişlerini açık, derin ve güçlü bir ifade ile dile getirmeye yöneliyorlar.
“Ey Rabbimiz, inandık, bizi de gerçeğe şahid olanlar arasına yaz. Rabbimizin bizi iyi kulları arasına katacağını umarken neden Allah’a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?”
Onlar önce Rabblerine, tanıdıkları bu gerçeğe iman ettiklerini ilan ediyorlar. Sonra yüce Rablerine, kendilerini bu gerçeğe şahid olanların listesine katması, yeryüzünde bu gerçeğe bağlı olarak yürütmesi için niyaz ediyorlar. Onlar, bu dinin gerçek olduğuna şehadet eden, bu gerçeği beşer hayatında hakim kılmak için şehadetinin gereklerini diliyle, eylemiyle ve karakteriyle yerine getiren müslüman ümmet ile birlikte kılınmalarını Rablerinden diliyorlar… İşte bu yeni şahidler de bu müslüman ümmete katılıyor ve bu ümmetin kendisine tabi olduğu gerçeğe iman ettiklerine Rablerini şahit tutuyorlar. Ve kendilerini de İslâm ümmetinin kütüğüne kaydetmesi için yüce Rablerine niyaz ediyorlar.
Ayrıca onlar herhangi bir sebebin; kendilerini Allah’a imandan ve bu gerçeği işittikten sonra O’na inanmaktan alıkoymasını yadırgıyorlar. Bu imanla Rablerinin kendilerini kabul edeceğini, katında derecelerini yükselteceğini ve kendilerini iyi olan toplulukla beraber kılacağını ummamayı yeterli bulmuyorlar.
“Rabbimizin bizi iyi kullarının arasına katacağını umarken neden Allah’a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?”
Onların, Allah’ın peygamberine indirdiği gerçek karşısında takındıkları bu tavır, açık ve kesin bir tavırdır. Dinleme ve onaylama… Derin biçimde etkilenme ve apaçık bir iman… İslâm ve müslüman ümmete katılma… Bunun yanında yüce Allah’ın kendilerini bir gerçeğe şahit olanlarla beraber kılması için niyaz ediyorlar. Bu dinin yeryüzüne hakim kılınması ve insanların hayatına egemen olması için hayatları, eylemleri ve cihadları ile şehadetlerinin gereğini yerine getiren şahitlerle birlikte olmalarını sağlamasını diliyorlar. Ayrıca onların anlayışında yolun birliği ve açıklığı da gözlenebilmektedir. Yani yürünmesi ve işlenmesi gereken yol sadece bir tanedir. O da, Allah’a ve O’nun peygamberine gönderdiği gerçeğe iman yoludur. Ancak bundan sonra Allah’ın katından, takdir edilmekten, Allah’ın rızasına kavuşmaktan söz edilebilir.
Kur’an’ın anlatımı burada: “Biz hristiyanız” diyenlerden Allah’a iman edenlere en fazla sempati duyanların kimler olduğunu açıklamakla; Allah’ın peygamberine (salât ve selâm üzerine olsun) gönderdiği gerçeğe karşı tutumlarını belirlemekle, apaçık bir imanla müslümanların safına katılmakla; canları, malları ve tüm gayretleriyle şehadetin gereklerini yerine getirmeye çalışmalarını bu gerçeğe, sözü edilen nitelikleri taşıyan bir şahadeti gerçekleştirenlerin saflarında kendilerini de kabul etmesini Allah’tan dilemelerini ve sonunda kendilerini bu güzel kafile ile birlikte kılmasını arzu etmeleri nedeniyle apaçık, olumlu bir tavır içine girmelerini açıklamakla yetinmiyor..
Kur’an’ın anlatımı, Allah’a iman edenlere en çok sempati duyanların bunlar olduğunu açıklama sınırında kalmıyor. Tabloyu tamamlamak ve onların sonunda ulaştıkları konumu aydınlatmak için kendi yolunu izliyor:
“Allah, onları bu sözlerinden dolayı, altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetleri ile ödüllendirdi. Bu iyi kulların mükafatıdır.”
Yüce Allah, kalplerinin ve dillerinin dürüstlüğünü, doğru yolda yürüme arzularının ciddiyetini, iman ettikleri yeni dine ve seçtikleri bu müslüman safa karşı, şehadetlerini yerine getirmek için gönülden samimiyetlerini biliyordu. Onların bu şehadetin canla, malla ilgili tüm yükümlülüklerini yerine getirmeyi Allah’ın dilediği kullarına bahşettiği bir nimet olarak kabul ettiklerini izlemeleri gereken yolun, üzerinde yürüyeceklerini ilan ettikleri yoldan başka bir yol olmadığını ve onların, Rablerinden kendilerini iyi kullar arasına katmasını dilediklerini biliyordu.
Allah, onların tüm bu hallerini biliyordu. Bildiğinden dolayı da onların bu dualarını kabul ediyor ve mükafat olarak kendilerine cenneti veriyor, bizzat kendisi onların iyi insanlar olduğuna ve kendilerini iyi insanların mükafatı ile ödüllendireceğine şahitlik ediyor:
“Allah, onları sözlerinden dolayı, altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetler ile ödüllendirdi… Bu iyi kulların mükafatıdır.”
Ayet-i kerimede geçen “ihsan” kavramı, iman ve İslâm’ın en üstün derecesidir. Ve yüce Allah, bu insanların, bu dereceye ulaştıklarına şahitlik ediyor. Bunlar nitelikleri belli olan özel bir gruptur. Kur’an-ı Kerim bu ayette onlardan söz ediyor:
“…Müminlere en çok sempati duyanların “Biz hristiyanız” diyenler olduğunu göreceksin.”
Bunlar gerçeği duyduğunda büyüklük taslamazlar. Onu, takdirle, açık tavırla ve engin bir teslimiyetle kabul ederler. Onlar İslâm’ı kabul ettiklerini, müslümanların saflarına katıldıklarını açıklamakta tereddüt etmezler. Bu akidenin yükümlülüklerini özel bir biçimde yerine getirmekte, bu akidenin doğrultusunda dosdoğru yürümek ve onu hakim kılıp yerleştirmek için cihad etmek suretiyle, akidesinin şehadetini yerine getirmekte tereddüt etmezler. Bunlar, Allah’ın, doğru söylediklerini bildiği ve kendilerini ihsan düzeyine ulaşanların safına kabul ettiği bir gruptur.
Fakat Kur’an’ın anlatımı, insanlar içinde iman edenlere en çok sempati duyduklarını gördüğümüz bu sözü edilen grubun niteliklerini bu ölçüde belirtip bırakmıyor; açıklamasını sürdürüyor. Bu kesimi, yine kendilerinin hristiyan olduğunu söyleyen fakat, aynı gerçeği işittiği halde onu red edip yalan sayan, onu kabul etmeyen ve şahitlerin saflarına katılmayan diğer gruptan ayırıyor.
“Kafirlere, ayetlerimizi yalan sayanlara gelince, onlar temelli cehennemliktirler.”
Bu ayette söz konusu edilen kafirlerin ve yalan sayanların “Biz hristiyanız”, deyip gerçeği işittiği halde onu kabul etmeyenler olduğu kesindir. Buna benzer bütün tutumlarında olduğu gibi burada da Kur’an onlara, “kafirler” adını vermektedir. Bu konuda yahudiler ve hristiyanlar arasında fark yoktur. Allah’ın, peygamberine gönderdiği gerçeği yalanlama tutumlarını, Allah’ın,kendisinden başka hiçbir dini kabul etmeyeceği İslâm’a girmeye yanaşmama tavırlarını sürdürdükleri sürece Kur’an onları, müşriklerle birlikte “kafirler kafilesine” katacaktır. Bu gerçek aşağıdaki ayetlerde de görülmektedir.
“Ehli Kitap’tan ve müşriklerden kâfir olanlar kendilerine beyyine gelinceye kadar birbirinden ayrılmış değillerdi.” (Beyyine Suresi, 1)
“Ehli Kitap’tan ve müşriklerden kâfir olanlar cehennem ateşindedirler. Orada ebedi kalacaklar. Onlar yaratıkların en kötüleridir.” (Beyyine Suresi, 6)
“Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır.” (Maide Suresi, 73)
“Allah Meryem oğlu İsa’dır, diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır.” (Maide Suresi, 17)
“İsrailoğullarının kâfirleri Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın dilinden lanetlenmiştir.” (Maide suresi, 78)
Bu ifade, Kur’an’da alışılan bir ifadedir ve bu hüküm de yadırganmayacak bir hükümdür. Bu ayeti kerimeler, “Biz hristiyanız” diyen iki hristiyan grup arasındaki farkı bildirmekte, her iki grubun iman edenlere karşı tutumlarını belirlemekte, hem beriki hem öteki grubun Allah katındaki akıbetini açıklamaktadır. Olumlu tavır takınan gruba, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler ve ihsan sahibi kulların mükâfatı vardır. Olumsuz tavır içine girenler ise, cehennemliktir.
Öyleyse, hristiyan olduğunu söyleyen herkes, “Onların iman edenlere en çok sempati duyanlarının “Biz hristiyanız” diyenler olduğunu göreceksin.” hükmünün kapsamına girmez. Kur’an ayetlerini, bir bütün olarak değil de, parça parça yorumlayanların bu çabaları boşunadır. Bu hüküm Kur’an anlatımının meselesini kapalı, niteliklerini belirsiz bırakmadığı özel bir durumla ilgilidir. Hiç bir şekilde başka tavırlarla karıştırılmayacak bir tutumla ilgilidir.
Bu ayeti kerimelerde sözü edilen hristiyanların kimler olduğunu belirleme konusunda özel ağırlığı olan rivayetler de vardır:
Buna bağlı olarak Kurtubî, tefsirinde şunları kaydetmektedir: “Bu ayet-i kerime, Habeş İmparatoru Necaşi ve yakın arkadaşları hakkında inmiştir. İbni İshak ve diğer İslâm Tarihi yazarlarının da kaydettiği gibi, birinci hicret esnasında müslümanlar, müşriklerin eziyetlerinden Habeşistan’a hicret etmişlerdi ve bunların sayısı hayli kabarıktı. Bundan sonra peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) Medine’den hicret etmişti. Onlar ise, Resulullah’a ulaşamadılar. Harb durumu onların, peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) ulaşmasına engel olmuştu. Bedir olayı gerçekleşip, Allah, orada kâfirlerin ileri gelenlerini öldürdüğünde Kureyş kâfirleri adamlarına: “Sizin intikam alacağınız kimseler Habeşistan’dadır. Necaşi’ye hediyeler hazırlayıp beraberinde yüksek düzeyde iki adam gönderin. Memleketinde bulunan müslümanları size vermesini isteyin. Bedir’de sizden öldürülenlere karşılık onları öldürürsünüz” dediler. Kureyş kafirleri, Amr b. As ve Abdullah b. Ebi Rebia’yı hediyelerle Necaşi’ye gönderdiler. Peygamber (salât ve selam üzerine olsun) bu;girişimden haberdar oldu. Amr. b. Ümeyye ed-Damiri’yi bir mektupla birlikte Necaşi’ye gönderdi. Amr, Necaşi’ye gitti. Necaşi, peygamberin mektubunu okudu. Sonra Cafer b. Ebi Talib ve diğer muhacirleri çağırdı. Din adamlarına ve Allah’a bağlı bilginlere de haber gönderip hepsini topladı. Sonra Cafer’e, kendilerine Kur’an okumasını söyledi. Cafer, Meryem suresini okudu. Adamlar yerlerinden kalktıklarında gözlerinden yaşlar akıyordu. İşte bu ayet onlar hakkında indirilmiştir: “Müminlere en çok sempati duyanların “biz hristiyanız” diyenler olduğunu göreceksin..” (Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. Ebu Davud der ki: Muhammed b. Mesleme el-Muradi, İbni Vehb, Yunus b. Şihab, Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Hars b. Hişam, Said b. Müseyyib, Urve b. Zübeyr kanalıyla kaydeder ki: “Birinci Hicret, müslümanların Habeşistan’a yaptıkları göçtür.” Ebu Davud hadisi uzun boylu olarak kaydeder.)
Beyhaki’de İbn İshak’tan aldığı rivayetinde diyor ki:Peygamber Mekke’de veya Mekke yakınlarında olduğu bir sırada Habeşistan’dan peygamber ve peygamberlik haberini duyan yirmi adam geldi. Gelen adamlar Peygamber’i camide gördüler. Kendisiyle sohbet ettiler. Ve ona bir takım sorular sordular. Bu sırada Kureyş’ten bazı adamlar da Kabe çevresindeki puthanelerindeydi. Peygamber’e (salât ve selâm üzerine olsun) sormak istedikleri sorularını bitirince, peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) onları aşkın ve yüce olan Allah’a davet ettiği ve kendilerine Kur’an okudu. Kur’an’ı işittiklerinde gözlerinden yaşlar boşandı. Sonra çağrısını kabul edip, ona iman ettiler ve kendisini tasdik ettiler. Kendi kitaplarında yer alan onun sıfatlarını tamdılar. Peygamberin yanından ayrıldıklarında, Ebu Cehil, Kureyş’ten bir grupla kendilerine sataşıp: “Siz ne Allah’ın cezası bir topluluksunuz. Sizi, din kardeşleriniz buraya gönderdi ki, onlar adına araştırasınız ve adam hakkında bilgi götüresiniz. Onunla fazla oturmadan hem dininizden arıldınız ve size söylediklerine bakıp onu tasdik ettiniz. Sizden daha ahmak bir topluluk görmedik” dediler. Veya bu anlamda bir şeyler söyledi. Onlar ise Allah size selamet versin, sizi bilmiyor değiliz. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size. Biz kendimizi güzel şeyden mahrum etmeyiz… Bir rivayete göre, hristiyanların bu topluluğu Necran halkındandı. Yine rivayete göre: “Ondan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, evet onlar buna iman ediyorlar… Bizim cahillerle işimiz yok…” ayeti onlar hakkında inmiştir.
Bir rivayete göre Cafer ve arkadaşları, üzerlerinde yün elbise bulunan yetmiş kişilik bir grupla Peygamber’e (salât ve selâm üzerine olsun) gelmişti. Bu yetmiş kişinin altmış iki kişisi Habeşistan’lı, sekiz kişisi ise .Şam’lıydı. Şam’lıların isimleri: Rahib, Bahira, İdris, Eşref, Ebrehe, Sümâme, Kas’an, Dureyd ve Eymen idi. Peygamber onlara, “Yasin” suresini sonuna kadar okudu. Kur’an’ı dinlediklerinde ağladılar, O’na iman ettiler. Ve: Bu sözler, Hz. İsa’ya gönderilen sözlere ne kadar çok benziyor, dediler. İşte: “İnsanlar arasında müminlere en amansız düşman olanların yahudiler ve Allah’a ortak koşanlar olduğunu göreceksin. Buna karşılık müminlere en çok sempati duyanların “Biz hristiyanız” diyenler olduğunu göreceksin.” ayeti, Necaşi’nin gönderdiği bu elçilere işaret ediyordu. Bunlar hayatlarını manastırlara adayan kimselerdi. Said b. Cübeyr der ki; “Ondan önce kendisine kitap verdiklerimiz ona iman ederler. Bu kitap kendilerine okunduğunda: Ona iman ettik. Bu Rabbimizin katından gelen gerçektir. Biz ondan önce de müslüman idik. Bunlara sabrettiklerinden, kötülüğe iyilikle karşılık verdiklerinden ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ettiklerinden mükafatları iki kere verilecektir.” (Kasas Suresi, 52-54) ayetleri de, bunlar hakkında inmiştir. Mukatil ve Kelbi ise; bu kafilenin kırk kişisinin Habeşistan’dan, altmış iki kişisinin de Şam yöresinden olduğunu söylemişlerdir. Katade der ki; Bu ayet, Hz. İsa’ya gönderilmiş hak dine bağlı bulunan, Hz. Muhammed’in (salât ve selâm üzerine olsun) Allah tarafından peygamberlikle görevlendirilmesinden sonra O’na da iman eden ve böylece Allah’ın takdirine mazhar olan Ehli Kitap’tan bir grup hakkında inmiştir.”
Burada ayetin anlamıyla ilgili olarak yaptığımız tesbitler; bizzat ayetlerin ifade tarzı ve az önce verdiğimiz rivayetler tarafından desteklendiği gibi, bu sûrede ve başka sûrelerde yer alan, genel olarak Ehli Kitab’ın -yahudisiyle, hristiyanıyla- İslâm’a ve müslümanlara karşı tutumlarına ilişkin açıklamalar tarafından da desteklenmektedir. Bu yaklaşım aynı zamanda ondört asır boyunca müslüman ümmetin yaşadığı tarihi gerçeklere de uygun düşmektedir.
Bu sûre, yönelişiyle, gölgeleriyle, atmosferiyle ve hedefleriyle tam bir bütünlük arzetmektedir. Yüce Allah’ın kelâmı içinde asla çelişmez. “Bunlar Kur’an’ı hiç incelemiyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, içinde mutlaka birçok çelişkiler bulurlardı. (Nisa Suresi, 82) Bizzat bu sûrenin kendisinde açıklamaya çalıştığımız ayetin anlamını belirleyen ve ona açıklık kazandıran ayetler ve açıklamalar yer almaktadır. Onlardan sadece bir kaçını belirtelim:
“Ey iman edenler, yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Gerçekten Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Maide Suresi, 51)
De ki; Ey Kitap Ehli, sizler Tevrat’a, İncil’e ve Rabbiniz tarafından size indirilen Kur’an’a gereği gibi uymadıkça boşluktasınız, hiçbir teméle dayanmış olmazsınız. Rabbin tarafından sana indirilen ayetler, onların çoğunun azgınlığını ve kafirliğini arttıracaktır. O halde kâfirler için üzülme.” (Maide Suresi, 68)
Bakara suresinde de buna ilişkin bir ayet vardır: “Kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır. De ki; “Doğru yol, sadece Allah’ın yoludur. Eğer sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan andolsun ki, Allah tarafından ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazsın.” (Bakara Suresi, 121)
TARİHE BAKIŞ
Yüce Allah’ın, müslüman ümmeti hem yahudilerden hem de hristiyanlardan sakındırmasını, tarihi gerçekler de doğrulamış bulunmaktadır. Tarihi gerçeklerin bildirdiğine göre, yahudiler İslâm’ın Medine’ye girdiği ilk günden bu yana, İslâm’a karşı iğrenç bir tutum içine girmiş ve bu iğrenç tutumlarını bitmez, tükenmez oyunlarla, hilelerle şu ana kadar sürdürmüşlerdir. Ayrıca bu günde yahudiler dünyanın her yerinde iğrenç kinleriyle ve alçak oyunlarıyla İslâm’a karşı yapılan saldırıların başını çekmektedirler… Aynı şey tarihi bir realite olarak Haçlı hristiyanları için de geçerlidir. Hristiyanlar da İslâm ordusu ile Bizans orduları arasında meydana gelen Yermuk savaşından beri, İslâm’a karşı düşmanca bir tutum içine girmiş bulunmaktadır. Bir bütün olarak hristiyanların eğilimini temsil eden bu tutum, bugün dış görünüş olarak sona erdiği kabul edilen fakat gerçekte alevleri hâlâ sönmemiş bulunan Haçlı savaşlarıyla simgelenmektedir. İslâm’ın Yermuk kıyılarında Bizanslılarla karşı karşıya geldiği günden itibaren ateşin alevleri sönmemiştir. Şu anda açıklamaya çalıştığımız ayetlerin değindiği ve bazı gönüllerin İslâm’a yönelip müslüman olduğu bir takım durumlar istisnadır. Bazı hristiyan grupların kendi dindaşlarından gördükleri zulme karşı, İslâm’ın adaletiyle diğer grupların zulmünden korunmaya çalışmaları da bu tür istisnaî durumlardan sayılır.
Haçlıların İslâm’a ve müslümanlara karşı kinleri, iki asır boyunca devam eden Haçlı savaşları sırasında bütünü ile ortaya çıkmıştı. Ayrıca Haçlıların bu kinleri; İspanya’daki İslâm’a ve müslümanlara karşı yerli halkı kışkırtmaları ile, önce Afrika’daki daha sonra tüm dünyadaki İslâm memleketlerine karşı sürdürülen sömürme ve misyonerlik hareketleri ile de gözler önüne serilmiştir.
Uluslararası siyonizm ile uluslararası Haçlılar, aralarında onca düşmanlıklara rağmen, İslâm’a karşı savaşta tam bir dost gibi davranmaya devam etmektedirler. Yalnız onlar, yüce Allah’ın da belirttiği gibi, İslâm’a karşı savaşta “birbirlerinin dostudur”. Onlar böylece son hilafet devletini parçaladılar. Beraberlik yollarını izleyerek İslâm dinini halka halka çözmeye yöneldiler. Önce “Devlet” halkasını parçaladılar ve sonra “Namaz” halkasını parçalamaya yöneldiler!
Şimdi onlar, eski yahudilerin,, müslümanlara ve putperestlere karşı tutumlarını tekrar diriltiyorlar. Nerede olursa olsun İslâm’a karşı putperestliği destekliyorlar. Bu eylemlerini bazen ellerindeki imkanları doğrudan kullanmak suretiyle, bazen de ellerindeki uluslararası kurumlar aracılığıyla gerçekleştirmektedirler. Hindistan ile Pakistan arasındaki savaşın nedeni Keşmir değildir ve Haçlıların bu savaştan uzak olduğu sanılmamalıdır.
Bunların ötesinde dünyanın her tarafındaki uyanış ve diriliş hareketlerini kökten bastırmayı üstlenen; ulusal devletleri kurmaları, onları beslemeleri ve her konuda desteklemeleri, bu devletleri kuranlara sahte kahramanlık giysileri giydirmeleri, etraflarında davul zurna çaldırmaları, dünyanın her tarafında bu sahte kahramanlar etrafında koparılan gürültüler sayesinde, İslâm’ı yok etmeye yol bulmaya çalışmaları da bu düşmanlığın bir tezahürüdür.
İşte bu, yahudilerin ve Haçlıların on dört asır boyunca İslâm’a karşı takındıkları tavırlara ilişkin tarihi realiteler tarafından tescil edilen gerçeklerin kısa bir özetidir. Yahudiler ile Haçlılar arasında hiçbir fark yoktur. İslâm’a karşı düzenlenen komplolarda, ona karşı duyulan kinde, uzun zamanlar boyunca ateşi sönmeyen savaşlarda yahudilerin cephesiyle, Haçlıların cephesi arasında hiç bir ayrılık yoktur.
Bu, bugün de yarın da tüm bilinçli kimselerin anlaması gereken bir realitedir. İdrak sahibi kimseler bu olguları anlamalı ve aldatıcı veya aldatılmış kaypak hareketlerin peşine takılmamalıdır. Bu tip insanlar, genellikle buna benzer Kur’an ayetlerinin devamına bakmadan, sûrenin bütünlüğünü göz önünde bulundurmadan, Kur’an’ın temel ilkeleri ile ilgili açıklamaları incelemeden ve bunların hepsini doğrulayan tarihi gerçekleri dikkate almadan ayetlerin ön kısımlarını alırlar. Ve kendilerine kin besleyen, kendilerine karşı tuzak peşinde olan düşmanlarının hesabına; bu ayet parçalarını birer vasıta olarak müslümanların duygularını, bilinçlerini uyuşturmak için kullanırlar. Bu, aynı zamanda düşmanların da gerçekleştirmeye çalıştığı bir eylemdir. Ve bu inanç sisteminin köklerine indirilmek istenen son darbe mesabesindedir.
Bu düşman gruplarının en büyük korkusu sayıları ve hazırlıkları ne kadar azda olsa, inanmış kitlenin gönlündeki uyanıştır. Onun içindir ki, bu uyanış hareketini uyutmaya çalışanlar İslâm’ın en büyük düşmanlarıdır. Bunların bir kısmı aldatılarak bu uyutma eylemine alet edilmiş olabilirler. Yalnız ne olursa olsun onların zararları, en büyük düşmanın zararından hiçte az değildir. Hatta onlarınkinden daha zararlı ve daha etkili olmaktadır.
Önümüzdeki bölüm -değindiği konuların farklılığına rağmen- bütünü ile bir meseleyi ele alıyor, hepsi tek bir eksen etrafında dönüyor. Burada ele alınan mesele yasa koyma meselesidir. Bu bölümde, yasama meselesi ilahlığın bir meselesi olarak ele alınıyor. Helal ve haram belirleyecek olan Allah’tır. Sakıncalı gören ve serbest bırakan Allah’tır. Yasaklayan ve emreden de Allah’tır. Sonra bu kural karşısında bütün meseleler küçüğü ile büyüğü ile eşit ağırlığa kavuşturuluyor. Öyleyse insan hayatının bütün meseleleri, başka hiçbir esasa göre değil, yalnızca bu kaideye dayandırılması gerekmektedir.
Yasama yetkisinin kendisinde olduğunu iddia eden ya da bunu bizzat üstlenen kimse, ilahlık hakkını iddia ediyor veya bunu bizzat üstleniyor demektir… Aslında böyle bir hak Allah’tan başka kimsenin değildir… Yoksa bu, Allah’ın hakkına, hakimiyetine ve ilahlığına karşı haddini aşmak olur. Ve Allah haddini aşanları sevmez. Bu konuların herhangi birinde, insanların geleneklerine, görüşlerine ve uzlaşmalarına dayanan kimse, Allah’ın, peygamberine gönderdiğinden yüz çevirmiş olur. Bu yüz çevirmesi ile, Allah’a iman dışına çıktığı gibi, bu dinin de dışına çıkar.
YASAMA KONUSU
Okuyacağımız bölümün her maddesi tekrar edilen tek bir çağrı ile bağlanmaktadır: Ey İman edenler…” “Ey müminler, Allah’ın size helal kıldığı temiz nimetleri haram saymayın.” “Ey müminler içki, kumar, anıt taşları ve fal okları şeytan işi iğrençliklerdir. Bunlardan uzak durunuz”. “Ey müminler, Allah kendisini görmeksizin O’ndan kimlerin korktuğunu belirlemek için sizleri, ihramlı iken ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği av hayvanları aracılığı ile dener.”
“Ey müminler, açıklandıkları takdirde zorunuza gidecek konuları sormayın” “Ey müminler, siz kendinizden sorumlusunuz, eğer siz doğru yolda olursanız, sapıklar size zarar vermez.” “Ey müminler, içinizden biri ölmek üzereyken vasiyet edeceği zaman sizden olan sözüne güvenilir iki kişiyi şahit tutsun, ya da sizden olmayan iki kişiyi…”
Yasama meselesini ele alan ve bu meseleyi ilahlık meselesi, iman meselesi ve din meselesi olarak gören bu bölümde, bu tür çağrıların ayrı bir yeri ve anlamı vardır. Bu çağrı iman sıfatı ile yapılan bir çağrıdır ki, anlamı ve gereği, ilahlığı yalnız Allah’a vermeyi, hakimiyeti yalnız yüce Allah’a mahsus kılmayı gerektirir. Bu çağrı, sûrenin buna ilişkin bölümünde imanın temelini ve kaidesini hatırlatma ve yerleştirme kabilinden bir çağrıdır. Bununla beraber Allah’a ve peygambere itàat emredilmekte, yüz çevirmekten ve sırt çevirmekten sakındırılmakta, Allah’ın şiddetli azabı ile tehdit edilmekte, kendisine sığınanlara karşı Allah’ın rahmeti ve bağışlanmasının bol olduğu telkin edilmektedir.
Sonra… Bundan sonra müminler ile onların yolundan sapanların, küçük-büyük her meselede yasama yetkisini yalnız Allah’a bırakma, Allah’ın hakkına, hakimiyetine ve ilahlığına karşı haddini aşmaktan uzak durma konularında müminlerin bu metodlarını izlemeyenlerin ayrılışından söz edilmektedir:
“Ey müminler, siz kendinizden sorumlusunuz, eğer siz doğru yolda olursanız sapıklar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır, O size yaptıklarınızın iç yüzünü bildirecektir.”
Müminler, kendilerine has; dini, yolu, hukuku ve Allah’tan başka hiçbir kimseye dayanmayan yasa kaynağı bulunan tek bir ümmettir. Bu ümmet kendisine has proğramı ile ortaya çıktıktan ve buna bağlı olarak insanlara karşı konumunu belirledikten sonra, insanların sapıklığa düşüşünden ve cahiliye hayatlarını sürdürmelerinden dolayı bu ümmete bir zarar gelmez. Bundan sonra onların dönüşü Allah’a olacaktır.
Gelecek hükmün bir bütün olarak etrafında dönüp-dolaştığı eksen budur. Bu çerçeve içinde yeralan konulara gelince, bunları bu cüzün giriş kısmında özetlemiştik. Şimdi ise, bu genel çerçevenin sınırları içinde bu konuları detaylı olarak ele alacağız: