sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 87. VE 89. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 87. VE 89. AYETLER ARASI
13.04.2020
741
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

HELAL VE HARAMLAR

87- Ey müminler, Allah’ın size helal kıldığı tertemiz nimetleri haram saymayın, sınırları aşmayın. Hiç kuşkusuz Allah sınırları aşanları sevmez.

88- Allah’ın size bağışladığı helal ve temiz nimetlerden yiyince, Allah’tan korkun.

89- Allah size ağız alışkanlığı ile yaptığınız yeminlerden dolayı değil, bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Böyle bir yemini bozmanın cezası, kefareti ya ailenize yedirdiğiniz yemeğin ortalaması üzerinden on yoksulu doyurmak ya yine on yoksulu giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bunların hiçbirini bulamayan (yapamayan) kimse, üç gün oruç tutar. İşte bozduğunuz yeminlerin cezası, kefareti budur. Yeminlerinizi tutun Allah, şükredesiniz diye, size ayetlerini böyle açık açık anlatıyor.

Ey müminler… Sizin imanınızın ilk şartı -Allah’ın kulları birer insan olarak- yalnız Allah’a mahsus bulunan ilahlık özelliklerini kendinizde görmemektir. Buna göre siz, Allah’ın helal kıldığı tertemiz nimetleri haram yapamazsınız. Aynı şekilde Allah’ın size rızık olarak verdiği tertemiz ve helal nimetleri haram kılmak suretiyle onları yasaklayamazsınız. Size bu helal ve tertemiz nimetleri rızık olarak veren Allah’tır. “Şu helaldir, şu haramdır” demek yetkisine de yalnız O sahiptir.

“Ey müminler, Allah’ın size helal kıldığı tertemiz nimetleri haram saymayın, sınırları aşmayın. Hiç kuşkusuz Allah sınırları aşanları sevmez. Allah’ın size bağışladığı helal ve tertemiz nimetlerden yiyin ve inandığınız Allah’tan korkun.”

Yasama yetkisi meselesi tamamen ilahlık meselesi ile ilgili bir meseledir. İnsanın hayatını düzenleme konusunda, ilahlık hakkının temelini şu gerçek oluşturmaktadır: İnsanları yaratan ve onlara rızık veren Allah’tır. Buna göre, verdiği rızkın dilediği kısmını helal kılmak, dilediğini onlara haram kılmak hakkına sahip olan da yalnız Allah’tır. Bu, bizzat insanların da kabul edeceği bir yaklaşımdır. Çünkü mülkün sahibi, aynı zamanda mülkün tasarruf hakkına da sahiptir. Bu apaçık ilkenin dışına çıkan kimse, hiç kuşkusuz haddini aşan bir azgındır! Müminler tabiatıyla inandıkları Allah’a karşı sınırları aşmazlar. Allah’a karşı sınırları aşmak ile Allah’a inanmak, aynı kalpte asla bir araya gelemez!

İşte bu iki ayetin apaçık bir mantıkla ele aldığı mesele budur. Bu gerçeği, sınırları aşandan başkası kabul etmekten yan çizemez. Ve Allah sınırları aşanları sevmez. Bu genel meseledir. Kulların boynundaki ilahlık hakkını tanımaya ilişkin genel bir ilkeyi belirlemektedir. Allah’a imanın ilk şartına bağlı olarak müminlerin bu meseledeki tutumları ile de ilgilidir.

Bazı rivayetler bu iki ayetin ve yeminlerin hükmüne ilişkin sonraki ayetin, peygamber döneminde müslümanların hayatında meydana gelen özel bir olay hakkında indiğini belirtmektedir. Şu kadar var ki: Önemli olan ayetlerin genel kapsamıdır, sebebin özel oluşu önemli değildir. Sebep; anlama, azıklık ve netlik kazandırmakla birlikte, bu ilkeyi değiştirmez.

İbni Cerir der ki: Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) bir gün oturdu ve insanlara hatırlatmalarda bulundu. Sonra onları daha fazla korkutmadan kalkıp gitti. Ashaptan birkaç kişi: “Eğer bir şeyler yapmazsak kurtulamayız. Nitekim hristiyanlar kendilerine bir takım şeyleri haram kılınıştı. Biz de kendimize bazı şeyleri haram kılalım!” dediler. Buna bağlı olarak, bazıları et yemeyi ve gece yatmayı, bazıları gündüzleri yemeyi, bazıları ise, kadınlarla evlenmeyi kendilerine haram kıldılar. Bu durumu haber alan Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Bazılarına ne oluyor ki, kadınları, yemeği ve uykuyu haram kılıyorlar? İyi bilin ki, ben geceleyin uyku da uyur, namaz da kılarım, bazan oruç tutarım, bazan tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Benden yüz çeviren benden değildir.” Bunun üzerine, “Ey müminler, Allah’ın size helal kıldığı tertemiz nimetleri haram saymayın, sınırları aşmayın..” diye başlayan yukardaki ayet indi.

Buhari ve Müslim’de, Enes’ten (r.a) gelen bir rivayet de, İbni Cerir’in bu rivayetini desteklemektedir. Bu rivayete göre:

Enes der ki: “Üç kişi peygamberin hanımlarına geldi. Peygamberin nasıl ibadet ettiğini soruyorlardı. Peygamberin nasıl ibadet ettiği kendilerine bildirilince sanki onu az gördüler ve “Biz nerede Peygamber nerede, Allah O’nun geçmiş ve gelecek tüm günahlarını bağışlamış bulunmaktadır” dediler. Sonra onlardan biri: “Ben bundan böyle geceleyin sürekli olarak namaz kılacağım” dedi. Diğeri: “Ben de sürekli oruç tutacağım, hiç oruçsuz günüm olmayacak” dedi. Ötekisi ise: “Ben de kadınlardan uzak duracağım, hiç evlenmeyeceğim” dedi. Resulullah oraya geldi ve şöyle buyurdu: “Böyle böyle söyleyenler siz misiniz? Allah’a yemin ederim ki, Allah’tan en çok korkanınız ve O’ndan en fazla sakınanınız benim. Buna rağmen ben, oruç da tutarım, oruç tutmadığım da olur. Gece namaz da kılarım, uyurum da. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim izlediğim yoldan yüz çevirirse benden değildir.”

Tirmizi de kendi isnadı ile İbni Abbas’tan şunları rivayet eder: Bir adam Peygamber’e (salât ve selâm üzerine olsun) geldi ve: “Ben et yediğim zaman kadınları arzu ettiğim ve şehvetimin etkisinde kaldığım için et yemeyi kendime haram kıldım” dedi. Bunun üzerine Allah’ın: “Ey müminler, Allah’ın size helal kıldığı tertemiz nimetleri haram saymayın.” diye başlayan yukardaki ayeti indi. Ant ve yeminlerle ilgili sonraki ayetlere gelince:

“Allah sizi, ağız alışkanlığı ile yaptığınız yeminlerden dolayı değil, bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Böyle bir yemini bozmanın cezası, kefareti ya ailenize yedirdiğiniz yemeğin ortalaması üzerinden on yoksulu doyurmak ya yine on yoksulu giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bunlardan hiç birini bulamayan (yapamayan) kimse üç gün oruç tutar. İşte bozduğunuz yeminlerin, cezası, kefareti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah şükredesiniz diye, size ayetlerini böyle açık açık anlatıyor.”

Bu ayetin, mübah olan şeyleri kendilerine yasaklamaya ilişkin yeminlerin söz konusu olduğu durumlar ve benzerleri ile ilgisi açıktır. Yukarıda da belirtildiği gibi, müslümanlardan bir grup bir takım nimetleri haram kılmış, Resulullah onların bu yasaklama girişimine karşı çıkmış, Kur’an-ı Kerim de, onların kendi başlarına helal ve haram kılma girişimlerini reddetmiş, bunun kendilerinin işi değil, kendisine iman ettikleri Allah’ın işi olduğunu bildirmiştir. Bu ayet, aynı zamanda iyilik yapmaktan geri durmak ve kötülük yapmaya karar vermekle ilgili her çeşit yemini de kapsamına almaktadır. Yemin eden kişi, yemin ettiği şeyin daha güzelini gördüğünde, daha güzelini yapmalı, bu ayeti kerimede belirtilen şekillerde yeminin kefaretini vermelidir.

İbni Abbas der ki: “Bu ayetin nüzul sebebi: Yiyeceklerin, giyeceklerin ve kadınların helâl olmalarını, kendilerine haram kılan ve bu konuda yemin eden topluluktur. “Allah’ın size helal kıldığı tertemiz nimetleri haram saymayın.” ayeti indirilince, yeminlerimizi ne yapacağız dediler. O zaman bu ayet indi.

Bu ayet-i kerime yüce Allah’ın, müslümanları, gönülden bir niyet ve kasıtla desteklenmeyen, sadece dille ifade edilen yeminlerinden hesaba çekmeyeceği hükmüne yer vermekte, bununla beraber rast gele yeminlere fazla dalınmaması gerektiği telkin edilmektedir. Çünkü, Allah adına yapılan yeminlerin kendilerine has bir kutsallığı ve ciddiyeti olmalıdır. Öyleyse rastgele Allah’ın adına yemin edilmemelidir.

Beraberinde bir kasıt ve niyet taşıyan kesinleşmiş yeminler ise bozulduğu takdirde, bu ayetin açıkladığı tarzda bir kefaret ödenmesini gerektirir:

“Böyle bir yemini bozmanın cezası, kefareti ya ailenize yedirdiğiniz yemeğin ortalaması üzerinden on yoksulu doyurmak ya yine on yoksulu giydirmek ya da bir köle azad etmektir: Bunların hiç birini bulamayan (yapamayan) kimse, üç gün oruç tutar. İşte bozduğunuz yeminlerin cezası, kefareti budur.”

On yoksulu doyurmak, yeminini bazan şahsın kendi ailesine yedirdiği yemeklerin “ortalaması üzerinden” olmalıdır.

Ayet-i kerimede “ortalaması üzerinden” diye geçen “Evsat” kavramı, “En güzel” anlamına geldiği gibi “En orta” anlamına da gelebilir. İki anlamını birden kastedilmiş olması da düşünülebilir. Zira “orta” olan aynı zamanda “en güzel” olandır. İslâm’ın kriterlerine göre, orta olan en güzel olandır… “Ya da giydirmek” kavramı da en sağlıklı yaklaşıma göre, giydirilecek elbisenin ortalamasını ifade eder. “Veya bir köle azad etmek” ifadesinde ise. kölenin mümin olması gerektiği belirtilmemiştir. Onun içindir ki, bu konuda birtakım fıkhî ihtilaflar söz konusu olmuştur. Fakat burada onlara yer vermeye gerek yoktur. “Bunların hiç birini bulamayan (yapamayan) kimse üç gün oruç tutar”. Bu, kesinleşmiş yeminlerde, başka kefaret türlerine güç yetirilmediği zaman başvurulacak olan kefaret şeklidir. Bu üç gün orucun arka arkaya mı yoksa, aralıklı mı tutulması gerektiği konusunda da; ayet, onların arka arkaya tutulması gerektiğini bildirmediğinden, fıkhî bir ihtilaf söz konusudur. Bu tefsirde, bu tür detaylara ait fıkhî bir ihtilaflara dalmamayı metod olarak kabul etmiş bulunuyoruz. Bu konulardaki fıkhî görüşleri incelemek isteyen, fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerine başvurmalıdır. Aslında bu görüşlerin hepsi, bizi ilgilendiren asıl önemli nokta ile uyum arzetmektedir. Burada mesele kefaretin, bozulan yeminin değerini tekrar kendisine kazandırmak ve yeminlerin hafife alınmasını önlemek amacı taşıdığıdır. Zira bunlar birer “anlaşmadır” ve yüce Allah anlaşmalara bağlı kalmayı istemektedir. İnsan kendi yeminini kesin bir şekilde otaya koyduktan sonra, daha iyi bir şeyle karşılaştığında, daha iyi olan şeyi yapmalı, yeminini bozmasının kefaretini ödemelidir. Helal kılma, haram sayma gibi kendi hakkı olmayan bir konuda kesin yemin ettiğinde, yeminini bozmalı ve kefaretini ödemelidir.

Bundan sonra, bu ayetlerin nüzul sebebini oluşturan asıl konuya dönebiliriz. Meseleye “özel sebep” açısından baktığımızda yüce Allah burada, Allah’ın helal kıldıklarının tertemiz olduğunu, haram kıldıklarının ise, pis olduğunu belirttiği, insanın Allah’ın kendisine seçtiğinden başkasını seçmeye iki yönden hakkı olmadığını bildirdiği görülecektir: Birincisine göre: Helâl ve haram kılma yetkisi sadece rızık veren Allah’ın özelliklerindendir. Zira rızık verme özelliği, rızkın helâlını ve haramını belirlemeyi dé kapsamaktadır. Yoksa bu, yüce Allah’ın hiç hoşlanmadığı sınırları aşmaktadır. Ve Allah’a iman etmekle asla bağdaşmaz. İkincisine göre: Yüce Allah tertemiz, güzel nimetleri helâl kılar. Bu nedenle hiç kimse, bu tertemiz, güzel nimetleri kendisine haram kılamaz. Bunlar hem kendisinin hem de hayatın yararınadır. Zira insanın, kendisini ve hayatı, bu tertemiz ve güzel nimetleri ile helal kılan yüce Allah’ın bildiği ve tanıdığı ölçüde tanıması mümkün değildir. Eğer Allah’ın helâl kıldığı bu nimetler, kullarına zararlı ve kötü olsaydı Allah onlardan kullarını korurdu. “İnsanların onlardan mahrum olmasında bir iyilik olsaydı bu nimetleri kendilerine helâl kılmazdı.” Bu dinin amacı, beşer hayatının bütün güçleri arasında tam bir uygunluk, mutlak bir denge sağlamak, onları iyiye ve yararlı olana kavuşturmaktır. Bu din, insanın doğuştan gelen ihtiyaçlarından hiç birini ihmal etmez. İnsanın, sağlıklı biçimde işleyen ve kendisi için belirlenen yoldan ayrılmayan yapıcı güçlerinden hiçbirini bastırmaz. Bu nedenle ruhbanlıkla savaşır. Çünkü ruhbanlık insanın fıtratını bastırmak, enerjisini boşa harcamak, Allah’ın gelişmesini istediği hayatın gelişmesini önlemeye çalışmaktır. Ayrıca bu din, Allah’ın tertemiz nimetlerinin herhangi birini haram kılmayı da yasaklamıştır. Zira bunlar, hayatın oluşması, gelişmesi ve yenilenmesine etki eden faktörlerdir. Yüce Allah bu hayatı, gelişsin, yenilensin ve Allah’ın yasasına bağımlı olan gelişme ve yenilenme yoluyla yükselsin diye yaratmıştır. Ruhbanlık ve tertemiz şeyleri haram kılma ise, Allah’ın hayat için öngördüğü nizam ile çelişmektedir. Çünkü bunlar, hayatı yücelme ve yükselme bahanesiyle belli bir noktada dondurmaktadır. Halbuki yücelme ve yükselme de, Allah’ın, hayat için belirlediği yasanın kapsamına dahildir. Bunlar, Allah’ın, insanlara öğrettiği ölçüde rahat bir biçimde fıtratla uyum sağlayan bir yasaya göre işlemektedir.

Bütün bunlardan sonra, sebebin özel oluşu, ayetin genel hükmünü sınırlandırmaz diyebiliriz. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu genel hüküm, ilahlık ve yasama meselesiyle ilgilidir. Bu mesele yemede, içmede, evlilikte bir takım helâller, haramlar çerçevesi ile sınırlandırılamaz. Burada asıl mesele, hayatın herhangi bir alanında yasama hakkını Allah’ın dışında hiç kimseye vermemektedir.

Biz bu ilkeyi yer yer tekrar ediyor ve önemini vurguluyoruz.

Zira İslâm’ın uzun bir zaman boyunca layık olduğu biçimde ve gerçek anlamda hayata hükmetmekten uzak kalışı, bu ilkenin anlamlarını ve boyutlarını Kur’an-ı Kerim’de ve İslâm dininde ortaya konan gerçek şekliyle anlaşılmasını zorlaştırmış bulunmaktadır. Neticede “helâl” ve “haram” insanların gözlerinde asıl kapsamları daralmıştır. Öyle ki, helâl ve haram kavramları, sadece kesilen bir hayvanın, yenecek bir yemeğin, içilecek bir içkinin, giyilecek bir elbisenin, kıyılacak bir nikahın sınırlarını aşamaz olmuştur… İşte artık insanların, “bu helâl mıdır, haramınıdır?” diye, İslâm’ın görüşlerini almaya çalıştığı konular sadece bunlardır! Bütün insanları ilgilendiren işlerde ve büyük meselelerde ise; insanlar, teorilere, anayasalara ve Allah’ın yasasının yerine konan kanunlara başvurmaktadır! Sosyal düzenin tamamında, siyasal düzenin tamamında, uluslararası sistemin tamamında, Allah’ın yeryüzündeki ve insanların hayatındaki özelliklerinin hepsinde artık, İslâm’a danışılmaz olmuştur.!

Halbuki İslâm, hayatın tamamını kapsayan bir sistemdir. Ancak ona bir bütün olarak uyan kimse, mümindir ve Allah’ın dinindedir. Bir tek hükümde dahi olsa başkalarına uyan kimse, imanı reddetmiş, Allah’ın ilahlığına baş kaldırmış ve Allah’ın dininden dışarı çıkmış olur. İstediği kadar inanç sistemine saygısı bulunduğunu ve müslüman olduğunu söylesin, farketmez! O’nun, Allah’ın yasasından başka bir yasaya uyması, iddiasını yalanlamakta ve O’nu Allah’ın dininden dışarı çıkmakla damgalamaktadır.

İşte açıklamakta olduğumuz Kur’an ayetlerinin ortaya koymak istediği genel kural budur. Bu ayetler, bu önemli kuralı Allah’a imanın ilk şartı yahut, Allah’a karşı sınırları aşmanın bir tezahürü olarak göstermektedir. Kur’an ayetlerinin gerçek kapsamı da budur. Bu kapsam, aynı zamanda bu dinin ciddiyetine, bu Kur’an’ın ciddiyetine, ilahlığın ve imanın anlamının ciddiyetine de uygun düşmektedir.

Helal ve haramı belirlemeye ilişkin yasama meselesi, Medine’de bulunan İslâm ümmetinin eğitim projesi, ümmetin cahiliye atmosferinden ve kalıntılarından, bireysel ve toplumsal geleneklerinden arındırılması meselesiyle ilgili olarak son ve kesin emirler geliyor. Burada içkinin ve kumarın haram kılınması, Allah’a ortak koşmakla aynı anlama gelen, dikili anıtlar ve fal oklarının haram sayılmasıyla birlikte veriliyor:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.