SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 153. VE 161. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
153- Ehl-i Kitap senden kendilerine gökten kitap indirmeni isterler. Onlar vaktiyle Musa’dan bundan daha büyüğünü isteyerek, `Bize Allah’ı açıkça göster’ demişlerdi. Bu zalimce tutumları yüzünden kendilerini yıldırım çarpmıştı. Arkasından kendilerine açık belgeler geldikten sonra buzağıya taptılar. Bunu da bağışladık ve Musa’ya açık bir mesaj verdik.
154- Kesin söz vermeleri üzerine, başları üzerinde asılı duran kayayı yukarı çektik. Kendilerine, o kasabanın kapısından secde ederek içeri giriniz ve `Cumartesi yasağını çiğnemeyiniz’ dedik, bu konularda onlardan sağlam bir söz aldık.
155- Yahudiler verdikleri sözlerinden caydılar. Allah’ın ayetlerini inkar ettiler, Peygamberlerini, sebepsiz yere öldürdüler ve `Bizim kalplerimiz kılıçta kaplıdır’ dediler. Oysa Allah kafirlikleri sebebiyle kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, pek azı dışında iman etmezler.
156- Kafirliklerinden dolayı ve Meryem’e büyük iftira atmalarından dolayı.
157- Ve `Biz Allah’ın resulü Meryemoğlu İsa-Mesihi öldürdük’ demelerinden ötürü. Oysa O’nu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler. Fakat kendilerine öyle göründü. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler bu konuda tam bir kuşku içindedirler, bu konudaki bilgileri sadece sanıya uymaktan ibarettir. Yoksa onu kesinlikle öldürmediler.
158- Tersine Allah, O’nu kendi katına çıkardı. Hiç şüphesiz Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir.
159- Kitap Ehli’nden hiç kimse yoktur ki, ölümünün eşiğinde İsa’ya iman etmemiş olsun. Fakat kıyamet günü İsa, onların aleyhinde şahitlik edecektir.
160-161- İşte yaptıkları bunca zulümlerden, bir çok kimsenin Allah yoluna girmesini engellemelerinden, men edilmiş olan faizi almalarından ve insanların mallarını haksız yollara başvurarak yemelerinden dolayı, daha önce helal olan bazı temiz maddeler Yahudilere haram kılındı. Ayrıca onların arasındaki kafirlere acı bir azap hazırladık.
Onlar Resulullah’ı (salât ve selâm üzerine olsun) sıkıştırıp kendilerine, gökten bir kitap indirmesini istiyorlardı. Yazılmış, somut, elleriyle dokunabilecekleri yazılı bir kitap indirmesini istiyorlardı.
“Ehl-i Kitap senden kendilerine gökten kitap indirmeni isterler.”
Yüce Allah, peygamberinin yerine cevap vermeyi üzerine alıyor. Yahudilere karşı, O’na ve müslüman topluma, onların tarihinden; peygamberleri, önderleri ve uyarıcıları Musa (a.s)’ı ve kıssalarını anlatıyor. Yahudiler Musa’ya iman ettiklerini iddia ediyorlardı. İsa’nın ve Peygamberimizin peygamberliğini doğrulamıyorlardı.
Bu karakterleri yeni ortaya çıkmamıştır. Sadece onların bu nesline de özgü değildir. Tersine bu, onların eskiden beri var olan karakterleridir.
Onlar peygamberleri, önderleri ve uyarıcıları Musa (a.s) döneminde ne idilerse şimdi de öyledirler. Duyguları son derece kabadır. Somut şeylerden başkasını algılayamazlar. Onlar, hep sıkıntı verirler, baskı ve güçten başkasına teshiri olmayacak kadar bozulmuşlar. Onlar, küfür ve ihanette son derece ileri gitmişlerdir. Verdikleri sözden çok çabuk dönerler ve yine aksini yaparlar. -Sadece insanlara karşı değil, Rabblerine karşı da öyledirler- Onlar oldukça kaba ve iftiracıdırlar. Verdikleri sözden dönmek pek de zor değildir onlar için. Çirkin şeyleri açıkça söylemekten de utanmazlar. Dünya nimetlerine de çok düşkündürler. Haksız yollarla insanların mallarını yemek isterler. Bu arada Allah’ın emrinden ve O’nun katında bulunan sevaptan da yüz çevirirler.
Ayet-i Kerime’nin bu girişimi, onların iç yüzlerini ortaya çıkarıp rezil etmektedir. İfadenin güçlülüğü ve çok yönlülüğü o zamanlar yahudilerin, İslâm ve İslâm peygamberine karşı kurdukları iğrenç tuzaklar karşısında takınılması gereken tavrı göstermektedir. Onlar, bu iğrenç tuzaklarını bu gün bile bu din ve bu dine inananlara karşı kurmaktan geri kalmıyorlar.
“Ehl-i Kitap senden kendilerine gökten kitap indirmeni istiyorlar.”
Bu istekleri seni sıkmasın. Bunda şaşılacak bir şey yok. Garip bir şey söz konusu değildir.
“Onlar vaktiyle Musa’dan daha büyüğünü isteyerek “Bize Allah’ı açıkça göster” demişlerdi.”
Yüce Allah’ın, peygamberi Musa’nın eliyle gösterdiği apaçık mucizeler; yahudilerin duygularını harekete geçirmeye, vicdanlarını uyandırmaya ve gönüllerini güven ve teslimiyete yöneltmeye yetmemiştir. Üstelik yüce Allah’ı açıkça görmeyi istemişlerdir. Bu istek, imanın sevecenliğinden nasibini almış yada inanma yeteneğini kaybetmemiş bir karakterden çok, kendini beğenmiş bir karakterden gelebilir.
“Bu zalimce tutumları yüzünden kendilerini yıldırım çarpmıştı.”
Buna rağmen yüce Allah onları bağışladı. İçlerinden Musa’nın duasını, bir başka sûrede yer aldığı gibi de kabul etti:
“Onlar bir titreme tutunca: `Rabbim, dileseydin daha önce onları da beni de yok ederdin. Bizden beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi yok eder misin? Bu ancak senin bir denemendir. Bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin. O halde bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Bu dünyada ve ahirette bize iyilik ver. Biz sana yöneldik…’ dedi.” (A’raf Suresi, 155-156)
“Arkasından kendilerine açık belgeler geldikten sonra buzağıya taptılar.”
Samiri’nin, Mısır’dan çıkarken Mısır’lı kadınları aldatarak topladığı süs eşyasından yaptığı altın buzağının, etrafında toplanıp, Musa’nın Rabbine dua etmek üzere ve içinde nur ve hidayet bulunan levhaları indirmek için kendisine kararlaştırdığı sürede yokluğundan yararlanarak onu tanrı edinmişlerdi.
“Bunu da bağışladık.”
Ancak yahudi yahudidir. Zor ve korku olmazsa iflah olmaz.
“Musa’ya açık bir mesaj verdik.”
“Kesin söz vermeleri üzerine başları üzerinde asılı duran kayayı yukarı çektik. Kendilerine o kasabanın kapısından secde ederek içeri giriniz ve “Cumartesi yasağını çiğnemeyiniz” dedik, bu konularda onlardan sağlam bir söz aldık.”
Yüce Allah’ın Musa’ya (a.s) verdiği yetkin mesaj, genel kanıya göre, levhaların içerdiği şeriattır. Çünkü Allah’ın şeriatı O’nun yetkisine sahiptir. Allah’ın şeriatından başka yüce Allah hiçbir şeriata, bu yetkiyi vermemiştir. Bu nedenle, insanların kendileri için koydukları şeriat ve kanunların kalpler üzerinde hiçbir ağırlığı olmaz. Bir gözetleyici yada cellatın kılıcı olmaksızın bu kanunları uygulamak mümkün değildir. Allah’ın şeriatına gelince; kalpler ona boyun eğer ve itaat eder. Gönüllerde bir heybeti ve ürpertisi vardır.
Ancak kalpleri imanı algılamayan yahudiler, levhalarda belirtilen teslimiyetten yüz çeviriyorlar. O zaman da kaba haraketlerine uygun düşen maddi bir yaptırım geliyor. Birden bire tepeleri üzerinde asılı duran bir kaya görüyorlar. Teslim olmadıkları, Allah’ın kendilerinden aldığı söze bağlı kalmadıkları ve levhalarda yapmalarını istediği sorumlulukları yerine getirmedikleri takdirde bu kaya, tepelerine düşecek gibi duruyor. Şimdi teslim oluyorlar. Sözleşmeye yanaşıp söz veriyorlar. Hem de sağlam bir söz. Destekli ve kesin bir söz. Ayet-i Kerime, verilen sözü, tepelerinde asılı duran kayanın ve göğüslerindeki kalbin katılığına uygun düşsün diye bu şekilde nitelendiriyor. Öte yandan Kur’an’ın, olayları tasvir eden, hissettiren, somutlaştırarak düşündüren yöntemi uyarınca; bu anlam uygunluğunun yanında ifadede bir irilik, bir dayanıklılık, bir sağlamlık yer almaktadır.
Beyt’ul Mukaddes’e secde ederek girmeleri, kendileri için bayram olmasını istedikleri Cumartesi gününe saygı göstermeleri, verdikleri sözler arasındaydı. Ama sonra ne oldu? Sadece korku ortadan kalkınca, baskı kaybolunca kesin sözden yan çizip aksine davranmaya başladılar. Allah’ın ayetlerini inkâr ettiler. Haksız yere peygamberlerini öldürdüler. Ardından övünerek: “Kalplerimiz öğüt dinlemez. Çünkü her söze karşı kılıfla kaplıdır kalplerimiz” dediler. Sonra, yüce Allah’ın ayetlerin akışı içinde yahudilere karşı peygamberine ve’ müslümanlara anlattığı tüm marifetleri de sergilediler.
“Yahudiler verdikleri sözden caydılar. Allah’ın ayetlerini inkâr ettiler, peygamberlerini sebepsiz yere öldürdüler ve “Bizim kalplerimiz kılıfla kaplıdır” dediler.”
“Bizim kalplerimiz kılıfla kaplıdır” sözlerinin yanında, inanmamaları ve karşılık vermemeleriyle gerek O’nu üzmek, gerekse O’nu, kendilerini davet etmesinden dolayı alaya almak; yalanlayıp, sözlerine kulak vermemekle, övünmek amacıyla sarf ettikleri bu sözün yanında, ayetin akışı, onlara cevap vermek için kesiliyor:
“Oysa Allah, kafirlikleri sebebi ile kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar pek azı dışında iman etmezler.”
Kalpleri tabii olarak kılıflı değildir elbette. Tersine kendi kafirlikleridir ki yüce Allah’ın kalplerini mühürlemesine neden olan. Böylece kalpleri donuk, perdeli bir kayaya dönüşmüştür. Ne imanın güzelliğini algılayabilirler ne de tadına varabilirler. Bu yüzden pek azı dışında hiçbiri iman etmemiştir. Onlar da kendi davranışları sonucu, yüce Allah’ın kalplerini mühürlemesini hakketmeyen kimselerdi. Yada kalplerini, hakkı algılayacak şekilde açan ve onunla onurlanan ve yüce Allah’ın hidayete erdirip, imanı nasip ettiği kimselerdi bunlar. Yahudilerin içinde küçük bir azınlığı oluşturur bunlar da. Abdullah b. Selam, Sa’lebe b. Sa’ye, Esed b. Sa’ye ve Esed b. Ubeydullah gibi.
Bu düzeltme ve değerlendirmeden sonra, ayetlerin akışı; dünyada bazı güzel şeylerin kendilerine haram edilmesini, ahirette onları beklemesi için cehennemin kendilerine hazırlanmasını hakketmelerine neden olan davranışlarını saymaya devam ediyor:
“Kafirliklerinden dolayı ve Meryem’e büyük iftira atmalarından dolayı…”
“Ve `Biz Allah’ın Rasulü Meryem oğlu İsa-Mesihi öldürdük’ demelerinden ötürü…”
Bir kötülükleri zikredildiğinde yanında küfür sıfatı da zikredilmektedir. Peygamberleri haksız yere öldürmeleri hatırlatılırken bu sıfat da zikredilmişti. -Peygamberlerin haklı olarak öldürülmeleri aslında hiçbir zaman mümkün değil- Bu şekilde ifade edilmesi ise olayı belirlemek amacına yöneliktir. Burada, Meryem’e büyük bir iftira atmaları münasebetiyle de, tekrarlanmıştır bu sıfat. Tertemiz Meryem hakkında, yahudilerin başkasının söyleyemeyeceği bir dedikodu çıkarmışlardı. -Allah hepsine lanet etsin- Sonra Mesih’i öldürmek ve çarmıha germekle övünüyorlardı. Hz. İsa’nın peygamberliğini alaya alarak, `Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa-Mesih’i öldürdük’ diyorlardı.
HRİSTİYANLAR
Ayetlerin akışı bu iddialarını aktarırken, onlara cevap vermek ve doğrusunu bildirmek için tekrar kesiliyor:
“Oysa onu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler. Fakat kendilerine öyle göründü. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler bu konuda tam bir kuşku içindedirler, bu konudaki bilgileri sadece bir sanıya uymaktan ibarettir. Yoksa onu kesinlikle öldürmediler.”
“Tersine Allah O’nu kendi katına çıkardı. Hiç şüphesiz Allah, üstün iradeli ve hikmet sahibidir.”
İsa (a.s)’nın öldürülmesi ve çarmıha gerilmesi sorunu, yahudilerin ve hıristiyanların zanna dayanarak dillerine doladıkları bir sorundur. Yahudiler; O’nu öldürdüklerini söylüyorlardı. Allah’ın peygamberi olduğuna dair sözünü alaya alıyorlar ve bu sıfatı, dalga geçmek için kullanıyorlardı. Hıristiyanlar ise; onun çarmıha gerildiğini, ardından defnedildiğini, ancak üç gün sonra mezarından doğrulduğunu söylüyorlardı. Tarih ise; bu konu kendisini ilgilendirmiyormuş gibi, Hz. Mesih’in ne doğumundan ne de akıbetinden söz etmektedir.
Ne bunlardan ne de onlardan hiç biri kesin bir bilgiye dayanarak konuşmuyordu. Olaylar çelişkili gelişiyordu. Söylentiler birbirine karışmış, öyle bir döneme gelinmişti ki; doğruyu bulmak son derece zor olmuştu, yüce Allah’ın anlattıklarının dışında..
İsa (a.s)’ın yakalanmasını, çarmıha gerilmesini, defnedilmesini ardından mezarından doğrulmasını rivayet eden İncillerin dördü de İsa (a.s)’dan çok sonra yazılmıştır. O dönemde İsa (a.s)nın dinine ve talebelerine büyük işkenceler yapılıyordu. Olaylar büyük bir gizlilik ve perişanlık atmosferi içinde araştırılabiliyordu. Bunların yanında birçok İncil daha yazılmıştır. Ancak miladi ikinci yüzyılda bu dördü seçilmiş, resmen kabul edilmiş ve her zaman kuşku götüren nedenlerden dolayı tanınmıştır.
O dönem yazılmış bir çok İncil arasında, öldürme ve çarmıha germe olayında itibar edilen dört İncille çelişen bir İncil daha yer almaktadır; Barnabas İncili. Barnabas bu konuda şöyle der:
“Yahuda ile birlikte askerler İsa’nın bulunduğu yere yaklaşınca, İsa büyük bir kalabalığın yaklaştığını duydu. Bu yüzden korkarak eve çekildi. o arada onbir havarisi de evde uyuyordu. Allah kulunun başındaki tehlikeyi görünce, Cibril, Mihail, Refail ve Evril adlı elçilerine İsa’yı dünyadan almalarını emretti. Bu temiz Melekler gelerek, İsa’yı güney tarafta açık pencereden çıkarıp üçüncü göğe taşıdılar. Sürekli Allah’ı tesbih eden Meleklerin arasına bıraktılar. Yahuda öfkeyle İsa’nın göğe çıkarıldığı odaya girdi. Talebelerinin tümü uyuyordu. O esnada yüce Allah, harikulâde bir olay meydana getirdi. Yahuda’nın, konuşmasını ve yüzünü değiştirerek tamamen İsa’ya benzetti. Öyle ki bizler bile O’nun İsa olduğuna inanmaya başladık. Ancak O bizi uyandırdıktan sonra, Hocanın (İsa) nerede olduğunu araştırmaya başladı. Bunun üzerine şaşırdık ve `Hocamız sensin ey efendimiz, şimdi bizi unuttun mu?’ diye cevap verdik.”
Böylece hiçbir araştırıcı, şafak öncesi gecenin zifiri karanlığında meydana gelmiş bu olaya ilişkin kesin bir belgeyi bulacak durumda değildiler. Bu konuda ihtilafa düşenler de bir rivayeti diğerine tercih ettirecek bir dayanağa sahip değildirler:
“Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler bu konuda tam bir kuşku içindedirler, bu konudaki bilgileri sadece sanıya uymaktan ibarettir.”
Ancak Kur’an net gerçeği bildiriyor:
“O’nu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler. Fakat kendilerine öyle göründü.”
“… Yoksa O’nu kesinlikle öldürmediler..”
“Tersine Allah O’nu kendi katına çıkardı. Hiç şüphesiz Allah, üstün iradeli°ve hikmet sahibidir.”
Kur’an-ı Kerim, bu göğe çıkarılma olayına, ayrıntılarıyla dalınıyor. Daha hayattayken ruh ve cesetle birlikte mi göğe çıkarıldı yoksa öldükten sonra sadece ruh olarak mı? Ve bu ölüm ne zaman ve nerede meydana geldi? Bunlara değinmiyor. Buna göre onlar O’nu öldürmediler, çarmıha germediler, sadece O’na benzettikleri birini öldürüp çarmıha gerdiler.
Kur’an-ı Kerim bu gerçeğin ötesinde başka bir ayrıntıya girmiyor. Sadece başka bir sûrede şöyle demektedir: “Ey İsa ben senin canını alacak ve katıma yükselteceğim.” (Al-i İmran Suresi, 55) Bu da diğer ayet gibi İsa’nın ölümüne ilişkin ayrıntı vermiyor. Bu ölümün mahiyetini ve vaktini de açıklamıyor. Biz de bu tefsirde, uyduğumuz yöntem uyarınca, Kur’an’ın gölgesinden ayrılmak istemiyoruz. Elimizde bir kanıt olmadığı gibi, böyle bir kanıtı elde etmek imkanına da sahip olmadığımız halde, çeşitli söylentilerin ve efsanelerin arasına dalmamıza gerek yoktur.
Kur’an’ın akışıyla birlikte konunun geri kalan kısmına dönüyoruz: “Kitap Ehli’nden hiç kimse yoktur ki, ölümünün eşiğinde İsa’ya iman etmemiş olsun. Fakat kıyamet günü İsa, onların aleyhinde şahitlik edecektir.
İlk kuşak tefsirleri, “ölümünün…” kelimesindeki zamirin kime dönük olacağı konusunda farklı görüşlerden hareketle, ayetin anlamı bakımından farklı sonuçlara varmışlardır. Bir grup, “kitap Ehli’nden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce (yani İsa’nın) İsa’ya iman etmemiş olsun” anlamını çıkarmışlardır. Bu da kıyamet öncesi dünyaya inişine ilişkin görüşe uygun düşmektedir. Başka grub tefsir bilgini de ayetten şu anlamı çıkarmıştır: “Kitap Ehli’nden hiç kimse yoktur ki, ölmeden önce (yani Kitap Ehli’nden olan kişi) İsa’ya iman etmemiş olsun.” Bu da -ölümün eşiğinde olan kişiye, gerçeğin tüm çıplaklığıyla göründüğüne ancak, bu bilmenin yarar sağlayamadığına ilişkin görüşe kanıt teşkil etmektedir.
Biz bu ikinci görüşe eğilimliyiz. Ubeyy okuyuş tarzında; ayetin, “illa leyu’minenne bihi kable mevtihıin” şeklinde okunması da, bu görüşü desteklemektedir. Bu okuyuş tarzında, fiildeki zamirin kime dönük olduğu açıkça görülmektedir. Bu durumda anlam şöyle olur! İsa (a.s)’ı inkar eden yahudiler, bu inkarlarını sürdürdükleri, onu öldürdüklerini ve çarmıha gerdiklerini söyledikleri halde, bunlardan birinin ölümü yaklaştığında can boğaza dayandığı anda, kendisine gerçek görünmekte, İsa’nın doğru söylediğini, peygamberliğinin hak olduğunu görmekte ve O’na iman etmektedir. Ancak böylesi bir imanın hiçbir yarar sağlayamadığı bir sırada… Kıyamet günü de İsa, bunların aleyhine şahitlik yapacaktır.
Böylece Kur’an-ı Kerim, çarmıha gerilme (Haç) hikayesinin asılsız olduğunu kestirip atmaktadır. Ardından yahudilerin kötülüklerini ve gerek dünyada gerekse ahirette bunlara karşılık hakkettikleri dehşetli cezalarını sıralamaya devam etmektedir.
“İşte yaptıkları bunca zulümlerden, birçok kimsenin Allah yoluna girmesini engellemelerinden, men edilmiş faizi almalarından ve insanların mallarını haksız yollara başvurarak yemelerinden dolayı, daha önce helâl olan bazı temiz maddeler yahudilere haram kılındı. Ayrıca onların arasındaki kâfirlere acı bir azap hazırladık.”
Burada daha önce anlatılan kötülüklerine yenileri eklenmektedir; zulüm, birçoklarını Allah yolundan alıkoymak ve bu davranışlarını ısrarla sürdürmek. Faiz almaları, bilgisizlik yada az uyarılmalarından dolayı değil elbette, yasak edildiği halde sürdürmeleri. İnsanların mallarını, faiz ve diğer gayri meşru yollarla yemeleri…
Bu ve daha önce ayetlerin akışında anlatılan kötülükleri nedeniyle, daha önce helal olan bazı temiz maddeler onlara haram kılındı. Ayrıca yüce Allah, onlardan kâfir olanlar için acı bir azap hazırlamıştır.
Böylece bu saldırıyla, yahudilerin karakterleri ve tarihleri gözler önüne serilmektedir. Resulullah’a (salât ve selâm üzerine olsun) karşı büyüklenmeleri O’na olumlu karşılık vermemeleri ve O’nu sıkmaları kınanmaktadır. Peygamberleri, önderleri ve uyarıcılarını da sıkıntıya sokmakla itham edilmektedirler. Kendi işledikleri kötülükleri gizlerken, peygamberler ve salih kimseler hakkında kötü söylentiler çıkarmaları, hatta bunları öldürmeleri ve bununla da övünmeleri, ayıplayıcı bir uslupla gözler önüne serilmektedir. Böylece yahudilerin, müslüman safta meydana getirdikleri desiseleri, kurdukları tuzakları, hile ve komploları etkisiz hale gelmekte, boşa çıkmaktadır. Bu sayede müslüman kitle, yahudilerin özelliklerine, karakterlerine araç ve yöntemlerine gerek kendilerinden olmayan birinin gerekse, kendilerinden birinin temsil ettiği hakka karşı takındıkları tutuma ilişkin -müslüman ümmetin her zaman bilmek zorunda olduğu- şeyler öğrenmektedir. Onlar hakka ve taraftarlarına düşmandırlar.
Dost, düşman kim olursa olsun, tüm hak temsilcilerine ve her zaman hidayet taşıyıcılarına düşman olmuşlardır. Çünkü fıtratları bizzat hakka düşmandır. Kalpleri katılaşmıştır. Gönülleri taş kesilmiştir. Tepelerine balyoz inmedikçe boyun eğmezler. Boyunlarının üzerinde kuvvetin kılıcı asılı durmadıkça hakka teslim olmazlar.
İnsanlardan bir gruba ilişkin bu tanımı, Medine’deki ilk müslüman kitlenin hayatına özgü kılmak doğru değildir. Çünkü Kur’an yaşadığı sürece, bu ümmetin kitabıdır. Düşmanlarına ilişkin bir şey öğrenmek istediğinde bu ümmeti aydınlatır Kur’an. Bir konuda öğüt almak isterse öğüt verir. Yolunu aydınlatmasını isterse, yolunu gösterir kendisine. Nitekim yahudiler konusunda bu ümmeti aydınlatmış, öğüt vermiş ve yol göstermişti. Onlar da bu ümmetin egemenliğini kabul ettiler. Sonra ne zaman ki Kur’an’dan uzaklaştılar, bu sefer kendileri yahudilere boyun eğmek zorunda kaldılar. Nitekim görüyoruz, küçük bir yahudi çetesi onları yeniyor. Onlar da halâ kitaplarından; Kur’an’dan habersiz, onun yol göstericiliğinden uzakta yaşamaktadırlar. Kur’an’ı arkalarına atmış, falanın filanın sözüne uyuyorlar. Kuşkusuz Kur’an’a dönmedikleri sürece, yahudilerin tuzağında ve baskısı altında boğulmaya mahkum olacaklardır.
Ayetlerin akışı, mümin bir azınlığı onlardan ayırmadan konuyu bitirmiyor. Onların güzel bir mükafat alacaklarını bildirerek, onları soylu iman kervanına katmaktadır. Ayrıca bilgi ve iman sahibi olduklarına şahitlik etmektedir. Aynı zamanda dinin tümünü, yani hem Resulullah’a (salât ve selâm üzerine olsun) indirilen hem de ondan önce indirilenleri doğrulamalarını sağlayanın bilgide derinleşmek ve iman olduğunu bildirmektedir.