sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA YUNUS SURESİ 33. VE 36. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA YUNUS SURESİ 33. VE 36. AYETLER ARASI
13.02.2021
588
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

33- Böylece Rabbinin yoldan çıkmışlara ilişkin, onların iman etmeyecekleri şeklindeki sözü gerçekleşmiş oldu.

Bu ilke, Allah onları iman etmekten alıkoyuyor anlamına gelmez. İşte imanın evrendeki delilleri apaçık ortada. İşte onların inançlarında bile, imanın öncüleri, önşartları kesin biçimde yeralıyor. Fakat onlar buna rağmen kendilerini imana ulaştıracak yoldan sapıyorlar. Ellerindeki öncülleri inkâr ediyorlar. Gözleriyle gördükleri delillerden yüz çeviriyorlar. Sahip oldukları fıtratın sağlam mantığını kullanmıyorlar.

Bundan sonra tekrar Allah’ın kudretini gösteren olaylara dönülüyor. Ortakların bu olaylarla herhangi bir etkisi olup olmadığı ortaya konuyor:

34- Onlara de ki; “Allah’a ortak koştuğunuz putlar içinde, yaratma olayını ilk başta gerçekleştiren ve sonra tekrarlayan var mı?” De ki; “Allah yaratma olayını ilk başta gerçekleştirir, sonra da onu tekrarlar. Doğrudan nasıl saptırılıyorsunuz?”

35- Onlara de ki; “Allah’a ortak koştuğunuz putlar arasında gerçeğe ileten var mı?” De ki; “Allah, insanları gerçeğe iletir. ” Acaba insanları gerçeğe ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa başkasının kılavuzluğundan yararlanmadıkça doğru yolu kendi kendine bulamayan mı? O halde size ne oluyor da böyle yanlış hüküm veriyorsunuz?

Yine yaratma ve kendilerini doğruya iletme gibi soruda yeralan konular, onların daha önce de gözlemledikleri ve önceki inançlarının doğal sonuçlarından çıkacak normal meseleler değildi. Fakat buna rağmen yüce Allah, onların önceki inançlarına dayanarak bu soruları onlara yöneltiyordu. Zira, azıcık bir düşünme ve değerlendirme onların bu meseleleri kavramalarına ve önceki inançlarının kaçınılmaz sonuçlarından biri olduğunu anlamalarına neden olabilirdi. Ayrıca yöneltilen soruların cevabını onlardan beklemiyor. İmana ilişkin ön şartların kabul edilişinden sonra, varılacak sonuçların gayet açık olmalarına dayanarak soruları kendisi cevaplıyor.

“Onlara de ki; “Allah’a, ortak koştuğunuz putlar içinde yaratma olayını ilk başta gerçekleştiren ve sonra tekrarlayan var mı?”

Onlar, Allah’ın başta her şeyi yarattığını kabul ediyorlardı. Yalnız onları yeniden yaratacağını, ölümden sonra dirilmeyi, kabirlerden kalkmayı, hesaba çekilmeyi ve amellerine göre cezalandırılmayı kabul etmiyorlardı. Şu var ki: Yaratan ve idare eden Allah’ın hikmeti, sırf başta her şeyi yaratması ile, sonra kendileri için hedef gösterilen olgunluğa kavuşmadan, iyiliklerinin ve kendilerine gösterilen yolda yürümelerinin mükâfatını almadan, kötülüklerinin ve doğru yoldan sapmalarının cezasını çekmeden bu yeryüzündeki insanların hayatının sona ermesi ile gerçekleşemez ve anlaşılamazdı. Hikmeti gözeten ve her şeyi en güzel biçimde düzenleyen, idare eden bir yaratıcı için böyle bir hayat seyri eksik olurdu. O’na yakışamazdı. Yaratıcı olan Allah’ın hikmeti, düzeni ve idaresi, adaleti ve rahmeti açısından ahiret hayatı, hiç şüphesiz inanç sisteminin kaçınılmaz şartlarından biriydi. Onlar Allah’ın yaratıcı olduğuna inandıkları, ölüden diriyi çıkardığını kabul ettikleri için, bu gerçeği onlara bildirmek gerekiyordu. Zaten ahiret hayatı, onların kabul ettikleri ölüden diriyi çıkarmaya çok benziyordu:

“De ki; Allah, yaratma olayını ilk başta gerçekleştirir, sonra da onu tekrarlar.”

Ellerinde bu kadar öncüller bulunduğu halde bu gerçeği anlamaktan yüz çevirmeleri gerçekten tuhaftır:

“Doğrudan nasıl saptırılıyorsunuz?”

Gerçekten uzaklaşır, uydurma şeylere yönelir ve doğru yoldan saparsınız’?

Onlara de ki; “Allah’a ortak koştuğunuz putlar arasında gerçeği ileten var mı?”

Sizin ortaklarınızdan kitap indiren, peygamber gönderen, bir hayat sistemi kuran, bir hukuk belirleyen, uyarıda bulunan, iyiliğe yönelten, yüce Allah’ın evrendeki ve gönüllerdeki ayetlerini ortaya koyan, bilinçsiz gönülleri uyandıran, fonksiyonunu yerine getiren ve duyguları harekete geçiren birileri var mıdır? Bunların hepsinin Allah’dan olduğunu biliyorsunuz. Ve bunların hepsini size getiren ve arzeden, gerçeğe ulaşmanız için uğraşan peygamberin fonksiyonunu biliyorsunuz değil mi? Bu konu da daha önce onların kabul ettikleri bir mesele değildi. Fakat bu da, realiteleri gözönünde bulunan bir gerçekti. Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- onlara açıklaması, onların da bunları olduğu gibi kabul etmeleri gerekirdi:

“De ki; Allah insanları gerçeğe iletir.”

İşte bu gerçekten yeni bir mesele çıkıyor. Onun da cevabı ortadadır:

“Acaba insanları gerçeğe ileten mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa başkasının kılavuzluğundan yararlanmadıkça doğru yolu kendi kendine bulamayan mı?”

Cevap ortadadır. İnsanlara doğru yolu gösteren uyulmaya daha lâyıktır. Başkasının yol göstermesi bir yana, kendisine bile doğru yolu gösteremeyen değil!.. İlahlara ilişkin bu ilke taş olsun, ağaç olsun, yıldız olsun veya Hz. İsa -selâm üzerine olsun- örneğinde olduğu gibi bir insan olsun, bütün ibadet edilen varlıklar için geçerlidir. İnsanlara doğru yolu göstermesi için Allah tarafından bir peygamber olarak gönderilmesine rağmen, insan olması nedeniyle Allah’ın hidayetine muhtaç olan Hz. İsa için durum böyle olduğuna göre, bu gerçek ilke başka ilahlar için haydi haydi geçerli olur.

“O halde size ne oluyor da böyle yanlış hüküm veriyorsunuz?”

Ne oldu size! Beyniniz dumura mı uğradı? Olayları nasıl değerlendiriyorsunuz da, bütün çıplaklığı ile ortada olan gerçekten uzaklaşıp gidiyorsunuz’?

Kur’an’ın akışı içinde onlara böyle bir soru sorulup cevabı verildikten sonra… Kendilerine verilen bu cevabın, apaçık gerçeklerin zorunlu sonucu ve daha önce kabul ettikleri öncüllerin kaçınılmaz neticesi olduğu belirtildikten sonra, müşriklerin; görüş belirtme, delil getirme, hüküm verme ve bir şeye inanmada pratiklerinin ve realitelerinin ne olduğu dile getiriliyor. Görülüyor ki, onlar gerek inandıkları ve hüküm verdikleri konularda ve gerekse taptıkları ilahlarda kesin bir gerçeğe dayanmıyorlar. Aklı ve fıtratı huzur ve güvene kavuşturacak etüdlerle elde edilmiş gerçeklere yaslanmıyorlar. Sadece kuruntulara ve tahminlere bağlanıyorlar. Bu mitolojik anlayışa göre yaşıyor ve onunla ayakta duruyorlar. Ne var ki, bunlar hiçbir gerçeği ifade edemezler.

36- Onların çoğu sadece zayıf bilgiye, zanna dayanıyor. Oysa zan, zayıf bilgi, gerçeğin bir noktasının bile yerini tutamaz. Hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını bilir.

Onlar Allah’ın ortakları olduğunu sanıyorlar. Fakat bu zanlarını, incelemeleri, etüdlere tabi tutmuyorlar. Teori ve pratik olarak onun, gerçek olup olmadığını araştırmıyorlar. Onlar sanıyorlar ki, eğer bu putlar tapılmaya, ibadet edilmeye lâyık olmasaydı, ataları onlara ibadet etmezlerdi. Evet böyle sanıyorlar ve bu saçma anlayışın doğru olup olmadığını araştırmıyorlar. Akıllarını geleneksel ve tahmine dayalı bağlılığın esaretinden kurtaramıyorlar… Yine onlar sanıyorlar ki, kendilerinden bir adama Allah vahiy göndermez. Fakat bu işin Allah açısından neden imkânsız olduğunu incelemiyorlar.. Onlar sanıyorlar ki, Kur’an, Muhammed’in yazdığı bir kitaptır. Yalnız düşünmüyorlar ki; bir insan olan Muhammed, bu Kur’an’ı yazabiliyorsa, kendileri de onun gibi insanlar oldukları halde neden bir Kur’an yazamıyorlar’?.. İşte bu şekilde, gerçek bir değer taşımayan bir yığın zan içinde yaşıyorlar. Onların neler yaptıklarını ve ne işlerle uğraştıklarını kesin bir şekilde bilen yalnız Allah’tır.

“Hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını bilir.”

BU KUR’AN ALLAH’DAN GEI,Dİ

Yukarıdaki değerlendirmenin detaylı bir devamı niteliğindeki bir açıklama ile Kur’an’ın akışı, onları Kur’an’a ilişkin yeni bir geziye çıkarıyor. Kur’an’ın, Allah’dan başkası tarafından uydurulan bir kitap olduğu şeklindeki bir yaklaşımı reddederek ve Kur’an’ın surelerine benzer bir tek sure ortaya koyamayacaklarını vurgulayarak bir meydan okuyuşla konuya giriyor. İkinci olarak, onların kesin olarak bilmedikleri ve araştırmadıkları konularda çarçabuk hüküm verdiklerini dile getiriyor. Üçüncü olarak, bu Kur’an’ı karşılamada nasıl bir tavır takındıklarını, nasıl bir duruma düştüklerini ifade ediyor. Dördüncü olarak, Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- müşrikler kabul etsin etmesin, kendi çizgisinde sebat etmesi gerektiğini belirtiyor. Son olarak, bilinçli bir biçimde sapıklığı tercih eden kesimin imanından ümit kesildiğine ve onları bekleyen acı akıbete, böyle bir akıbete uğramalarında Allah’ın onlara zulmetmediğine, bilinçli olarak sapıklığı seçmekle bu akıbete uğramayı hak ettiklerine işaret ediliyor:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.