SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA YUNUS SURESİ 75. VE 78. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
75- Bu peygamberlerin ardından Musa ile Harun’u ayetlerimiz ile Firavun’a ve seçkin yakınlarına gönderdik, ama burun kıvırdılar ve ağır suçlu bir toplum oldular.
76- Bizim tarafımızdan gönderilen gerçek onlara ulaşınca, “Bu apaçık bir büyüdür” dediler.
77- Musa, onlara; “Size gelen gerçek için böyle mi diyorsunuz? Bu bir büyü müdür? Oysa büyücüler iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler. “
78- Musa’nın soydaşları dediler ki; “Siz ikiniz, bizi atalarımızdan miras aldığımız inanç ve geleneklerden vazgeçiresiniz ve bu yörede egemenliği ele geçiresiniz diye mi bize geldiniz? Biz size kesinlikle inanmayacağız. “. .
Hz. Musa’nın Firavun’a ve hanedanına getirmiş olduğu mucizeler A’raf suresinde açıklanan dokuz mucizedir. Ne var ki, onlar burada belirtilmiyor ve detaylarına inilmiyor. Çünkü burada konunun akışı bunlara dalmayı gerektirmiyor. Bunların özet halinde verilmesi yeterli oluyor. Burada önemli olan Firavun ve hanedanının Allah’ın ayetlerini (mucizelerini) nasıl karşıladığıdır:
“Ama burun kıvırdılar ve ağır suçlu bir toplum oldular.” “Bizim tarafımızdan gönderilen gerçek onlara ulaşınca.”
Evet… “Bizim tarafımızdan” sınırlandırması ile… Böylece onlar, Allah katından gelen bu gerçek hakkındaki sözleriyle nedenli iğrenç bir cinayet işlediklerini kavrayabilsinler:
“Bu apaçık bir büyüdür” dediler.
Bu derece şımarıkça ve pekiştirici ifade ile… hem de hiçbir delile dayanmadan… “Bu apaçık bir büyüdür” dediler. Sanki bu bütün asırlar boyunca yalanlayıcıların birbirinden öğrendikleri tek bir cümledir. Surenin girişinde belirtildiği gibi yer ve zaman uzaklığına ve Hz. Musa’nın getirdiği mucizeler ile Kur’an mucizesi arasındaki uzaklığa rağmen, Kureyş müşrikleri de aynen onlar gibi davranmışlardı!
“Musa onlara, `Size gelen gerçek için böyle mi diyorsunuz? Bu bir büyü müdür? Oysa büyücüler iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler” dedi.
Hz. Musa’nın olumsuzluk ifade eden birinci sorusunda gizli kalan şey, ikinci sorusunda ortaya çıkmıştır. Sanki Hz. Musa onlara şöyle demiştir: Size geldiği zaman gerçeğe: “Bir büyüdür” mü diyorsunuz? Bu bir büyü müdür?” Birinci soruda gerçeğin büyü olarak nitelendirilmesi yadırganıyor. İkinci soruda ise, herhangi bir insanın gerçek için, `bu büyüdür’ demesine hayret ediliyor. Çünkü büyü, insanlara doğru yolu göstermeyi amaçlamaz. Bir inanç sistemi öngörmez. İlahlık ve yaratılanlar ile yaratıcı arasındaki ilişkiler konusunda belli bir düşünce sistemi getirmez. Hayat için sistemli-düzenli bir programı kapsamaz. Dolayısıyla büyü ile gerçek karışmaz, karıştırılmaz. Büyücüler de bu tür amaçlara varmak, buna benzer yönelişleri gerçekleştirmek için hiçbir eylemde bulunmazlar! Onların bütün marifeti hokkabazlık ve göz boyamadır.
İşte burada Firavun’un ileri gelen adamları kendilerini Allah’ın ayetlerine teslim olmaktan alıkoyan gerçek etkenleri açıklıyorlar:
“Musa’nın soydaşları dediler ki; “Siz ikiniz, bizi atalarımızdan miras aldığımız inanç ve geleneklerden vazgeçiresiniz ve yörede egemenliği ele geçiresiniz diye mi bize geldiniz? Biz size kesinlikle inanmayacağız.”
Demek ki onların korkuları, atalarından miras aldıkları geleneksel inançlarının sarsılmasıdır. Çünkü bu inançlar onların ekonomik ve siyasal düzenlerinin altyapısını oluşturuyorlardı. Yani onların korkusu yeryüzündeki iktidarlarının ellerinden alınmasıydı. Ki onların bu iktidarları da, atalarından devraldıkları mitolojik inançlarına dayanıyordu.
Peygamberlerin çağrılarına karşı çıkmanın eskiden olduğu gibi şimdi de temel nedeni budur. İşte bu nedenle mevcut statükoyu ellerinde bulunduran azgınlar, ilahi mesajlara karşı direnmişler, onları reddetmek için çeşitli mazeretler bulmuşlar, bu yola davet edenlere en iğrenç ithamlarda bulunmuşlar, bu çağrılara ve davetçilere karşı koymak için her türlü kötülük yoluna başvurmuşlardır. Onların karşı çıkış nedeni, “yeryüzü egemenliğinin” ellerinden alınmasıdır. Bu egemenliğin alt yapısını oluşturan tutarsız inançlardır. Diktatörler bu tutarsız inançları bütün çelişkilerine, bütün bozukluklarına, bütün kuruntularına ve saçmalıklarına rağmen kitlelerin kalplerinde muhafaza etmeye ve orada bu inançları dondurup-taşlaştırmaya özen gösterirler. Zira kalplerin sağlıklı-tutarlı bir inanç sistemine açılması, okulların yeni bir ışıkla aydınlanması, geleneksel değerler karşısında büyük bir tehlike oluşturur. Bu diktatörlerin (Allah’ın belirlediği yaşam tarzını tanımayan ve uygulamayanların) konumu ve kitlelerin kalplerindeki korkuları karşısında büyük bir tehlikedir. Bu korkunun zeminini hazırlayan ve ona destek sağlayan kurallara, ilkelere karşı ciddi bir tehlike meydana getirir. Yani onlar, insanların Allah’tan başka ilahlara kulluk yapmaları üzerinde kurulu egemenliklerinin, iktidarlarının yitirilmesi endişesini taşıdıklarından, bu ilahi mesajlara karşı koyuyorlar! Bütün peygamberlerin elleriyle gerçekleştirilen “İslâm çağrısı”, ilahlık yetkisini yalnız alemlerin Rabbi olan Allah’a vermeyi, ilahlığın özelliklerini ve haklarını kendilerinde gören ve bu hakları insanların hayatına uygulayan sahte ilahları temizlemeyi ana hedef olarak kabul etmiştir. Halk kitlelerini kendilerine boyun eğdiren bu sahte ilahlar, elbette ki gerçek ve doğru olan sözün, bu halk kitlelerine ulaşmasına izin verecek değillerdi! İslâmın öngördüğü bir şekilde yalnız alemlerin Rabbi olan Allah’ın ilahlık yetkisine sahip olduğunun genel bir ilke olarak ilan edilmesine, kulların kullara kulluktan kurtarılmasına ve özgürlüğe kavuşturulmasına katlanamazlardı. Böyle kapsamlı ve evrensel bir mesajın halk kitlelerine ulaşmasına göz yumamazlardı. Çünkü onlar, bu mesajın kendi ilahlıklarına karşı bir devrim, iktidarlarına karşı bir inkılâb ve egemenliklerinin sonu anlamına geldiğini, bununla, insanların insana yakışır, onurlu özgürlük atmosferine gireceklerini biliyorlardı!
Nerede ve ne zaman ki, alemlerin Rabbi olan Allah’a davet eden insanlar çıkmış, eskiden olduğu gibi bugün de onlara karşı çıkanlar iktidar endişesi ile karşı çıkmışlardır!
Kureyş’in zeki adamları Hz. Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun mesajındaki gerçekliği ve yüceliği kendi şirk inançlarındaki tutarsızlığı ve bozukluğu görmekte yanılacak değillerdi. Fakat onlar efsaneler ve geleneklerden oluşan bu inançlarına dayalı bulunan geleneksel statükoyu ve konumlarını yitirme endişesi taşıyorlardı. Nitekim daha önce de Firavun milletinin ileri gelenleri yeryüzü iktidarlarını yitirme endişesine kapılmışlar ve şu sözlerde küstahlıklarını göstermişlerdi:
“Biz size kesinlikle inanmayacağız.”
FİRAVUN VE BÜYÜCÜLERİ
Burada Firavun ve ileri gelen adamları büyü hikâyesini tutturmaya çalışıyorlar. Büyük bir ihtimalle onlar, bu yolla kitleleri aldatmayı planlıyorlar. Bu amaçla büyücülere imkânlar tanıyarak ortaya koymuş oldukları büyülerle Hz. Musa’ya ve onun elinde bulunan dış görünüş açısından da büyüye benzeyen mucizelerine meydan okumak istiyorlar. Amaç olarak böyle bir girişimden, “Musa da mahir ve usta bir büyücüden başka bir şey değildir” sonucunu çıkarmayı düşünüyorlar. Eğer bu oyunları tutarsa, etkinliğini yitirmesinden korktukları geleneksel inançlarına ve daha önemlisi yeryüzündeki iktidarlarına yönelik korku ve endişeleri sona erecekti. Bizim tercihimize göre onların büyük bir tehlikenin varlığını hissettikten sonra böyle bir büyü şenliğine başvurmalarının gerçek etkenleri, Hz. Musa’yı bu yolla milletin gözünden düşürmeyi planlamalarıydı: