SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 14. VE 15. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
14- “Eğer Medine’nin etrafından üzerlerine saldırılsaydı, sonra da kendilerinden dinlerinden dönmeleri istense, çok azı hariç hemen dinlerinden dönerlerdi.”
15- “Oysa arkalarına dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen sözden sorumluydular.”
Düşman henüz Medine’nin dışındayken ve henüz kendilerine saldırmamışken böyle yapıyorlardı. Ya birde üzerlerine saldırıp Medine’yi tamamen kuşatmış olsalardı ne olacaktı durumları, nasıl bir sıkıntıya ve paniğe kapılacaklardı? Çünkü olmuş tehlike beklenen tehlikeye benzemez. “Sonra da kendilerinden dinlerinden dönmeleri istense…” Dinlerini terk etmeleri istense “Dinlerinden dönerler.” Oyalanmadan, tereddüt geçirmeden çabucak irtidat ederler. “Çok azı hariç” çok az zaman beklerlerdi. Ya da çok azı çağrıya karşılık vermeden, teslim olmadan, küfre dönmeden önce bir süre oyalanırdı. Çünkü onların inançları gevşek ve içlerinde tutunamayan bir inançtır. Onlar da direnç gösteremeyen ödleklerdir.
İşte Kur’an-ı Kerim onları bu şekilde ortaya çıkarıyor, ruhlarını her türlü perdeden soyutlayarak, orta yere koyuyor. Sonra da onları anlaşmayı bozmakla, sözlerinden dönmekle suçluyor. Hem de kiminle? Bundan önce yüce Allah’a daha değişik bir söz vermişlerdi, fakat bu sözlerini tutmamışlardı:
İbn-i Hişam tarihçi İbn-i İshak’ın sîretine dayanarak şöyle der: Burada söz konusu edilenler Beni Harise kabilesidir. Bunlar Uhud savaşında Beni Seleme kabilesi ile birlikte bozguna uğrayıp geri kaçmaya yüz tutmuşlardı. Sonra da bir daha bu şekilde düşman karşısında bozguna uğrayıp geri kaçmayacaklarına ilişkin olarak Allah’a söz vermişlerdi. İşte burada kendiliklerinden verdikleri söz hatırlatılıyor.
Şu kadarı varki Uhud savaşında yüce Allah rahmetiyle, gözetimiyle onları kuşatmış, içlerine güven duygusunu akıtmıştı. Böylece onları yenilginin ağır faturalarından kurtarmıştı. Uhud savaşında meydana gelen bu olay, cihad aşamasının haşlarında yaşanan eğitime yönelik bir dersti. Ama bugün, aradan uzun bir zaman geçmişken ve yeterli deneyime sahip olmuşken böyle bir davranışta bulunmak sorumluluğu gerektirmektedir. İşte bu yüzden Kur’an-ı Kerim onları bu kadar sert bir ifadeyle uyarıyor.
Bu bölümün yanı başında -onlar da tehlikeden kurtulmak, korkudan emin olmak arzusuyla yüce Allah’a verdikleri sözden dönmüşken- Kur’an-ı Kerim tam zamanında kalıcı değerlerden birini açıklıyor; onları anlaşmayı bozmaya ve savaşta düşmandan kaçmaya iten yanlış düşüncelerini düzeltiyor: