SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 28. VE 29. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
28- “Ey Peygamber! Eşlerine söyle: “Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size boşanma bedelinizi vereyim ve güzellikle salıvereyim.”
29- “Eğer Allah’ın Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük mükâfat hazırlamıştır.”
Peygamber efendimiz hem kendisi hem de ailesi için sade bir hayat seçmişti. Kuşkusuz bu sadelik dünya nimetlerinden yararlanamamaktan kaynaklanmıyordu. Nitekim Peygamber efendimiz henüz hayattayken geniş araziler fethedilmiş, çok sayıda ganimet ve bol zenginlik kaynakları elde edilmişti. Bu sayede daha önce malı ve serveti bulunmayan birçok kişi zengin olmuştu. Buna rağmen bir ay boyunca Peygamberimizin evlerinde ateşin yanmadığı olurdu. Bununla birlikte sadaka vermede, bağışta bulunma ve hediye etmede son derece eli açıktı. Ancak bu tavır dünya hayatının nimetlerinin üstüne çıkma ve içtenlikle yüce Allah’ın katındaki nimetleri arzulama duygusundan kaynaklanıyordu. Mal mülk elde etme imkanına sahip bulunduğu halde sakınan, yeryüzünün nimetlerini geride bırakan, Allah katındaki sonsuz ve kalıcı nimetleri seçen birinin arzusuydu bu. Peygamber efendimiz inancı ve inancının öngördüğü şeriatı açısından hem kendisine hemde aile fertlerine böyle bir hayat yaşatmakla yükümlü değildi. Çünkü onun inancına ve şeriatına göre güzel ve temiz şeyler haram değildi. Nitekim peşlerine düşmeden, arzuyla kavrulmadan, tamamen içine dalmadan, onlarla uğraşmadan, zorlanmaksızın kendisine sunulan şeyi, beklenmedik bir şekilde tesadüfen eline geçen şeyi kendisine haram kılmazdı. Ayrıca kendisi için seçtiği bu sade hayatı yaşamaya da ümmetini zorlamazdı. Ancak dileyen bunu seçebilirdi. Dünya zevklerini ve nimetlerini aşmak, onların ağırlıklarından kurtulmak, nefsin istek ve eğilimlerinden bağımsız tam bir özgürlük elde etmek isteyenler bu yolu seçebilirdi.
Ancak, Peygamberimizin eşleri de kadındılar, insandılar. Her insanda bulunan duygulara onlar da sahipti. Üstünlüklerine, saygınlıklarına ve yüce Peygamberlik kaynağına olan yakınlıklarına rağmen dünya nimetlerine yönelik doğal arzu içlerinde canlılığını korurdu. Yüce Allah’ın Peygamberine ve mü’minlere bol nimetler bahşettiğini görünce; kendilerine verilen nafakanın arttırılması konusunda Peygamber efendimize başvurdular. Ne varki Peygamberimiz bu başvuruyu memnunlukla karşılamadı. Tam tersine üzüldü ve hoşnutsuzluğunu belirtti. Çünkü O, kendisi için tercih ettiği hayat biçimi ile serbest, yüce ve hoşnutluk içinde yaşamak istiyordu. Dünya nimetlerinden yararlanmak gibi bir mesele ile en alt düzeyde ilgilenmek, hem kendi hayatının hemde yakınlarının hayatının, dünyanın her türlü gölgesinden ve lekesinden arı, yüce ve aydınlık ufuklara yükselmesini istiyordu. Peygamber efendimiz bu olaya helal ve haram açısından yaklaşmıyordu. -Çünkü helal ve haram olan şeyler açıklanmıştır- Basit yeryüzünün baştan çıkarıcı cazibesine kapılmadan, özgür, serbest ve bağımsız bir hayat sürdürme meselesidir bu.
Peygamber efendimiz eşlerinin kendisinden nafaka istemelerinden dolayı o kadar üzülmüştü ki, arkadaşları ile görüşmek istememişti. Hz. Peygamberin onlarla görüşmek istememesi ashabın ağırına gidiyordu. Hiçbir mesele bu kadar önemli değildi onlara göre. Yanına gitmek istiyorlardı ama izin verilmiyordu. İmam Ahmed, Cabir r.a.’den şöyle rivayet eder: Ebubekir kalkıp Resulullah’ın yanına gitmek için izin istedi. -O sırada sahabeler Peygamberimizin kapısında oturuyorlardı. Peygamberimiz de içerde oturuyordu- Ama Ebu Bekir’e girmek için izin verilmedi. Sonra Ömer geldi izin istedi, ona da izin verilmedi. Ardından Ebubekir ve Ömer’e -Allah onlardan razı olsun- birlikte izin verildi. Onlar da içeri girdiler. Peygamberimiz sessizce oturmuş, eşleri de çevresinde toplanmışlardı. Hz. Ömer: “Ben, Peygamber efendimize bir şey söyleyeyim de belki onu güldürebilirim” dedi. Sonra şunları söyledi: “Ya Resulallah, eğer Zeyd’in kızı -Ömer’in karısı biraz önce benden nafaka istemiş olsaydı, kesinlikle boynunu koparırdım.” Bunun üzerine Peygamber efendimiz azı dişleri görünecek kadar güldü. Ve şöyle dedi: “Şu etrafımdakiler de benden nafaka istiyorlar.” Hz. Ebubekir r.a. Hz. Aişe’yi dövmek için Hz. Ömer r.a. de Hz. Hafsa’yı dövmek için kalkıp şöyle dediler: “Yanında olmayan bir şeyi mi Hz. Peygamberden istiyorsunuz?” Peygamber efendimiz onların kızlarını dövmelerine engel oldu. Sonra Peygamberimizin eşleri: “Allah’a andolsun ki, bundan sonra, sahip olmadığı bir şeyi Resulullah’tan istemeyeceğiz” dediler. Bunun üzerine yüce Allah eşlerini dünya nimetleri ile kendisi arasında dilediklerini seçmekte serbest bırakmasını emrettiği ayetleri indirdi. Peygamber efendimiz önce Hz. Aişe r.a.’den başladı: “Sana bir şey söyleyeceğim, ama anne ve babana danışmadan acele ile karar vermeni istemiyorum” dedi. Hz. Aişe: “Ne söyleyeceksin?” dedi. Peygamber efendimiz: “Ey Peygamber! Eşlerine söyle..” ayetini okudu. Hz. Aişe: “Senin hakkında anne ve babama mı danışacağım, kesinlikle, Allah’ı ve Peygamberini tercih ediyorum. Bir de benim hangisini tercih ettiğimi diğer eşlerine söylememeni istiyorum” dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz: “Allah beni güçlük çıkarmam için göndermedi. Beni bir öğretici, kolaylaştırıcı olarak gönderdi. Onlardan biri senin hangisini seçtiğini sorarsa söyleyeceğim” dedi. (Müslim, Zekeriyya bin İshak’tan aktarmıştır)
Buhari doğrudan Ebu Seleme b. Abdurrahman’dan şu hadisi aktarır. Ebu Seleme der ki: “Peygamber efendimizin eşi Hz. Aişe r.a. şöyle dedi: Yüce Allah Peygamberimize eşlerini serbest bırakmasını emredince, Peygamberimiz önce benden başladı ve şöyle dedi: Sana bir şey söyleyeceğim, anne-babana danışmak için acele karar vermemende bir sakınca yok. -Kuşkusuz Peygamberimiz anne babamın kendisinden ayrılmanı istemeyeceklerini biliyordu- Sonra, Peygamber efendimiz yüce Allah’ın “Ey Peygamber! Eşlerine söyle…” diye başlayan iki ayeti indirdiğini söyledi. Ben de “Bunlardan hangisi için ana-babama danışacağım? Ben Allah’ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorum” dedim.
Kuşkusuz Kur’an-ı Kerim, islamın hayat düşüncesinin temel değerlerini belirlemek için inmiştir. Bu değerlerin pratik ve canlı tercümelerinin Hz. Peygamberin evinde ve özel hayatında bulunması, en ince ve açık şekliyle bu evde gerçekleşmesi gerekir. Çünkü bu ev, islam ve müslümanlar için bir meşaledir ve yüce Allah içindeki her şeyle birlikte tüm yeryüzüne varis olana kadar öyle kalacaktır.
İki şıktan birini tercih etmeye ilişkin bu iki ayet izlenecek yolu belirliyor: ya dünya hayatı ve bu hayatın göz alıcı süsleri… Ya da Allah, Peygamberi ve ahiret yurdu. Ama bir kalp iki hayat görüşünü birden barındıramaz. Çünkü yüce Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır.
Peygamber efendimizin eşleri “Bu andan itibaren, sahip bulunmadığı bir şeyi Resulullah’tan istemeyeceğiz” demişlerdi. Ama sorunun esasının açığa kavuşması için Kur’an ayetleri indi. Çünkü bu, bir şeyin onun yanında bulunması ya da bulunmaması meselesi değildi. Mesele, ya Allah’ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu seçmek ya da süs ve zevkleri seçmekti. Yoksa tüm yeryüzü hazinelerinin ellerinin altında olması ile evlerinde yiyecek bir şeyin bulunmaması arasında bir fark yoktur. Nitekim onlar kesin olarak iki şıktan birini tercih etme durumunda bırakıldıktan sonra Allah’ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu tercih ettiklerini açıkça bildirmişlerdi. Böylece onlar Peygamberin yanındaki saygın yerlerine, o büyük Resulün evine yaraşır yüce ufuktaki yerlerine layık olduklarını kanıtlamışlardı. Bazı rivayetlerde, Peygamber efendimizin eşlerinin bu tercihinden dolayı sevindiği belirtilmektedir.
Bu olayın üzerinde bir miktar durup değişik açılardan irdelemek istiyoruz: Bu olay, islamın değer yargılarına ilişkin düşüncesini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Dünya ve ahiretin algılanış yöntemini çizmektedir. Müslümanın kalbinde dünya değerleri ile ahiret değerleri; toprağa yöneliş ile göğe yöneliş arasındaki tüm tereddütleri, tüm yalpalanmaları durdurmaktadır. Bu kalbi, onu sırf Rabbine yönelmekten, başkasına değil sadece Rabbine özgü olmaktan alıkoyan her türlü yabancı bağdan kurtarmaktadır.
Olayın bir yanı bu. Öte yandan bu olay, Peygamber efendimizin ve onunla birlikte yaşayanların, ona bağlananların yaşadıkları hayatın gerçek mahiyetini bize tasvir etmektedir. Bu gerçeğin en güzel yanı da Peygamberimizin yaşadığı hayatın bir insanın hayatı olduğunu, onunla birlikte bulunanların diğer insanlar gibi yaşadıklarını, insanlıklarından, duygularından ve insan olmalarından kaynaklanan özelliklerinden soyutlanmadıklarını ortaya koymasıdır. Bununla beraber onlar yüce, eşsiz ve büyük bir zirveye ulaşmışlardır, kendilerini her yönüyle Allah’a adamış, ondan başkasından soyutlanmışlardır. Çünkü bu ruhlardaki insani duygular ve beşeri arzular ölmemiştir. Sadece yücelmiş, dış etkenlerden arınmışlardır. Geride insanlığın kendine özgü tatlı tabiatı kalmıştır. Ama bu beşeri tabiat bu insanların, bir insan için önceden planlanan en yüksek olgunluk-kemal derecesine yükselmelerine engel oluşturmamıştır.
Bizler Peygamber efendimizi ve sahabelerini gerçek dışı ya da eksik bir tabloda tasavvur ettiğimizde çoğu zaman yanılırız. Onları her türlü insani duygudan ve beşeri arzudan soyutlarız. Bununla onları yücelttiğimizi, bizim eksiklik ve zaaf olarak algıladığımız şeylerden arındırdığımızı zannederiz.
Bu yanlış algılama, onlar için realiteye uymayan bir tablonun çizilmesine neden olur. Bu tablo birtakım anlaşılmaz, karmaşık hallerle örtülmüş bir görünümdedir. Bunların arasından onların temel insani belirtilerini görmemiz imkansızlaşıyor. Bu yüzden bizimle onlar arasındaki insanlık bağı kopuyor. Onların bu hallerle çevrilmiş kişilikleri bizim kafamızda dokunulmaz, elle tutulmaz hayallere yakın efsanevi varlıklar olarak kalıyor. Onları bizden farklı, değişik bir varlık türü, melekler veya her halükarda onlar gibi beşeri duygulardan ve arzulardan uzak bir varlık olarak düşünürüz. Bu hayal ürünü tablo şeffaf olmakla birlikte, onları bizim çevremizin dışına çıkarmaktadır. Artık onları örnek almaz, onlardan etkilenmeyiz. Onlara benzeme, onlara pratik hayatta uyma ümidimiz kalmaz. Bu yüzden Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının hayatı harekete dönük en önemli unsurunu, dinamizmini yitirir. Duygularımızın onları örnek almaya, onları taklit etmeye yönelik olarak harekete geçmesi durumu ortadan kalkar. Bunun yerini hayranlık duymak ve büyülenmek gibi, pratik hayatımızda somut hiçbir etkinliği bulunmayan, anlaşılmaz, kapalı ve büyüleyici bir duygusallık alır. Sonra bizimle bu büyük kişilikler arasındaki canlı iletişimi de kaybederiz. Çünkü iletişim ancak, onların gerçek insanlar olduklarını, tıpkı bizim sahip olduğumuz duygu, arzu ve heyecanlar gibi gerçek duygu, arzu ve heyecanlara sahip olduklarını algıladığımız an gerçekleşebilir. Şu kadarı varki, onlar sahip oldukları bu beşeri özellikleri yüceltmiş, bizim duygularımıza bulaşan lekelerden arındırmışlardır.
Yüce Allah’ın Peygamberlerini, melekler veya insanlardan başka bir varlık türü arasından seçmeyipte insanlar arasından seçip göndermesindeki hikmeti açıktır. Amaç Peygamberlerin hayatı ile onlara uyanların hayatları arasındaki gerçek bağın sürekli olmasıdır. Peygamberlere uyanların, Peygamberlerin kalplerinin de daha temiz daha arı ve daha yüce olmakla beraber normal insanlarınki gibi duygu ve arzularla dolu olduklarını bilmeleridir. Böylece onları, bir insanın diğer bir insanı sevmesi gibi severler. Küçük bir insanın büyük bir insanı taklit etmesi gibi onları izlemeye koyulurlar.
Peygamber efendimizin eşlerinin iki şıktan birini tercih etme durumunda bırakılmaları meselesi çerçevesinde, Peygamberimizin eşlerinin içlerindeki dünya nimetlerine yönelik doğal arzu karşısında biraz duruyoruz. Bu arada Peygamber efendimizle eşlerinin ev hayatın yansıtan tabloyu gözlemliyoruz; burada gördüklerimiz nafakalarının arttırılması için kocalarına başvuran kadınlardır! Bu başvuruları kocalarının canını sıkıyor ama, bu baş vurudan dolayı Hz. Ebubekir’le Hz. Ömer`in Hz. Aişe r.a. ile Hafsa r.a.’ı dövmelerini kabul etmiyor. Çünkü mesele, beşeri duygu ve eğilimlerin arındırılması ve yüceltilmesi meselesidir, uyuşturulması ya da öldürülmesi değil. Peygamber efendimizle eşleri arasında baş gösteren bu mesele yüce Allah’ın Peygamber efendimize eşlerini iki şıktan birini tercih etmeleri durumunda bırakmalarını emretmesine kadar bu şekilde kalıyor. Bu emirden sonra onlar da Allah’ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu tercih ediyorlar. Ama herhangi bir zorlama, bir şiddet, bir baskı söz konusu olmadan bu kararı veriyorlar. Eşlerinin kalplerinin bu aydınlık ve yüce ufka erişmiş olmasından dolayı Peygamberimizin de gönlü neşeleniyor, seviniyor.
Ayrıca, Peygamber efendimizin kalbinde yer eden tatlı beşeri arzuya da değinmek istiyoruz: Peygamberimiz açıkça Aişe’yi seviyor ve yüce Allah’ın hem kendisi hem de ev halkı için dilediği değerli düzeye yükselmesini istiyor. Bu yüzden eşlerinin iki şıktan birini tercih etmeleri meselesini önce Aişe’ye açıyor. Yücelmesi ve arınması için ona yardım etmek istiyor; anne ve babasına danışmadan karar vermede acele etmemesini tavsiye ediyor. -Aslında Peygamberimiz, Hz. Aişe’nin de dediği gibi onun anne ve babasının kocasından ayrılmasını istemeyeceklerini biliyor- Hz. Aişe, Peygamber efendimizin gönlündeki bu tatlı arzunun farkındadır. Bunun için seviniyor ve sözleri ile bu sevgiye önem verdiğini ortaya koyuyor. Bu konuşma esnasında Peygamber efendimiz küçük eşini seven, kendisinin yaşadığı yüce ufka onun da yükselmesini, hep birlikte orada kalmayı, duygularında yer eden ve yüce Allah’ın hem kendisi hem de ev halkı için dilediği asil değerleri onunla paylaşmak isteyen bir insan olarak ön plana çıkıyor. Aynı şekilde Hz. Aişe de eşinin kalbindeki yerinin sağlam oluşundan dolayı sevinen bir insan olarak beliriyor. Peygamberimizin kendisine yönelik arzusundan, kendisine duyduğu sevgiden ve yüce ufku tercih etmesi dolayisiyle kendisiyle birlikte aydınlık ufukta kalması için anne ve babasının yardımına başvurmasını istemesinden dolayı duyduğu sevinci gizlemiyor Bu arada onun kadınlık duygularını da gözlüyoruz: Peygamberimizden, diğer eşlerine bu meseleyi açınca kendisinin yaptığı tercihi onlara söylememesini istiyor! Onun bu isteğinin altında tercih meselesinde yalnız kalma, diğer eşlerinden ayrıcalıklı olma, en azından bu konumda bazısından farklı olma duygusu yatıyor. Öte yandan Peygamber efendimizin Hz. Aişe’ye verdiği cevapta Peygamberliğin yüceliğini gözlemliyoruz. Şöyle diyor Peygamber efendimiz: “Allah beni güçlük çıkarmam için göndermedi. Beni bir öğretici, kolaylaştırıcı olarak gönderdi. Onlardan biri senin hangisini seçtiğini sorarsa kesinlikle söyleyeceğim”. Çünkü Peygamberimiz herhangi bir eşinden kendisini iyi bir sonuca götürecek şeyi gizlemek, onu şaşırtacak, işini zorlaştıracak bir imtihana sokmak istemiyor. Tam tersine, nefsinin isteklerini aşmak, yeryüzünün çekici güzelliklerinden ve dünya nimetlerinin aldatıcı görünümlerinden kurtulmak için yardım isteyen herkese yardım elini uzatıyor.
Peygamber efendimizin ve ashabının hayatlarını sunarken insanlara özgü bu gibi önemli belirtileri örtbas etmemeliyiz, onları ihmal etmemeliyiz, değerlerini küçümsememeliyiz. Bunları gerçek mahiyetleriyle kavramamız, bizimle Peygamber efendimizin ve seçkin sahabelerinin şahsiyetleri arasında canlı bir bağ kurar. Bu bağda, insan kalbini fiili örnek olmaya, pratik olarak izlemeye yönelten karşılıklı etkileşim ve iletişim mevcuttur.
Bu kısa ayrılıktan sonra tekrar Kur’an ayetlerine dönüyoruz. Dünya ve ahiret meselelerine ilişkin değerlerin belirlenmesinden ve yüce Allah’ın “Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır” sözünün Peygamber efendimizin ve ehli beytinin hayatında pratik olarak gerçekleşmesinden sonra… Evet bundan sonra, Kur’an ayetlerinin bu açıklamanın ardından, Peygamber efendimizin eşleri için hazırlanan ödülü, açıkladığını görüyoruz. Onların yüce makamlarına ve Allah’ın seçkin Peygamberinin yanındaki saygın yerlerine uygun düşecek şekilde hem lehlerine hemde aleyhlerine olan özellikleri vurguladığını görüyoruz