SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 9. VE 13. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
9- “Ey mü’minler! Allah’ın size yönelik nimetini hatırlayın, bir zaman üzerinize ordular gelmişti de, biz onların üzerine rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görüyordu.”
Böylece bu kısa girişte, savaşın başı, sonu ve düşman ordularının gelişi, yüce Allah’ın rüzgar ve mü’minlerin göremediği orduları onların üzerine salışı, yüce Allah’ın mü’minleri bilmesi ve onları görmesi ile bağlantılı olarak gönderdiği yardımı gibi savaşın en belirgin unsurları çiziliyor.
Bu özetten sonra savaşın ayrıntılı biçimde anlatılmasına, en ince noktasına kadar tasvir edilmesine geçiliyor:
10- “Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti. Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyor-dunuz.’
11- “İşte orada mü’minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.”
12- “Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler: `Allah ve Resulü bize sadece boş vaadlerde bulundu” diyorlardı.”
13- “Onlardan bir grup ta demişti ki; “Ey Medine halkı, artık tutunacak yeriniz yok, geri dönün’: Onlardan bir topluluk da “Evlerimiz düşmana açıktır” diye izin istemişlerdi. 0ysa onların evleri düşmana açık değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı.”
Burada Medine’yi baştan başa saran korku, şehri bütünüyle saran ve hiç kimsenin elinden kurtulamadığı dayanılmaz sıkıntı tablolaştırılıyor. Şehir Kureyş ve Gatafan müşrikleri ve Beni Kureyze yahudileri tarafından her yönüyle; yukarısıyla, aşağısıyla sarılmıştı. Aynı korkuyu ve sıkıntıyı duyma bakımından kalpler arasında bir farklılık yoktu. Farklı olan nokta bu kalplerin gösterdikleri tepkiydi. Allah hakkında besledikleri düşünceydi, zorluk anında sergiledikleri tavırlardı, değerlere, sebep ve sonuçlara ilişkin düşünceleriydi. Bu yüzden sınav sonuç bakımından eksiksizdi, imtihan her şeyi en ince noktasına kadar ölçüyordu. Mü’minlerle münafıklar arasındaki ayırım kesindi ve hiçbir kuşkuya yer bırakmıyordu.
Bu gün baktığımızda o anı bütün karakteristik çizgileri ile, bütün heyecanları ile, bütün duyguları ile ve bütün hareketleri ile bu kısacık ifadenin satırları arasında somut olarak görüyor gibi oluyoruz.
Bakıyoruz ve durumu dışarıdan seyrediyoruz: “Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi…”
Sonra bakıyoruz ve bu durumun ruhlar üzerindeki etkilerini görüyoruz: “Gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti.” Bu, korku, sıkıntı ve felaket anını yüz ifadeleri ile kalplerin hareketleri ile çizen tasvirli bir ifadedir. “Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz” Ama bu zanların ne olduğu açıklanmıyor. Duygu ve düşüncelerdeki karmaşık durumu, herkesin bir yol tutmasını, değişik kalplerde yer eden farklı düşünceleri tasvir etsin diye bu şekilde kısa bir ifade ile yetiniliyor.
Sonra durumun karakteristik çizgileri daha da belirginleştiriliyor, olayın korku ifade eden özellikleri biraz daha netleştiriliyor: “İşte orada mü’minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı…” Mü’minleri sarsan korku, dehşet verici ve çetin bir korku olmalı.
Muhammed b. Mesleme ve başkaları şu rivayette bulunmuşlar: Hendek savaşı sırasında gecemiz gündüz olmuştu. Müşrikler aralarında nöbetleşiyorlardı. Bir gün Ebu Süfyan arkadaşları ile birlikte saldırıyordu. Öteki gün Halit b. Velid saldırıyordu. Bir başka gün Amr b. As komutasında saldırıya geçiyorlardı. Bir diğer gün Hubeyre b. Ebu Vehb müşriklere komuta ediyordu. Ardından başka bir gün de İkrime b. Ebu Cehil saldırıyordu. Öteki gün bu sefer Dirar b. Hattab saldırıyordu. Böylece bela daha da ağırlaşıyor, halk şiddetli bir korkuya kapılıyordu. Makrizî’nin “İmta’ul esma” adlı eserinde yer alan bir rivayet müslümanların o günkü durumunu şu şekilde tasvir etmektedir:
“Sonra müşrikler gün doğarken aniden saldırdılar. Peygamber efendimiz ve arkadaşları savaş durumunu aldılar ve gecenin geç vakitlerine kadar çarpıştılar. Peygamber efendimizle birlikte hiçbir müslüman mevzisini terk edemiyordu. Bu yüzden Peygamberimiz, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılamamıştı. Ashab “Ya Resulallah, vallahi namaz kılamadık” diyorlardı. Peygamberimiz de “Vallahi ben de kılamadım” diyordu. Nihayet yüce Allah müşrikleri uzaklaştırdı, her grup karargahına geri döndü. Useyd b. Hudeyr iki yüz kişiyle birlikte hendeğin kenarında beklemeye koyuldu. Halit b. Velit komutasındaki müşrik süvarileri de atlarını ileri geri sürerek karşı tarafa geçmek istiyorlardı. Useyd b. Hudeyrin komutasındaki ikiyüz kişilik grup bir saate yakın onlarla savaştılar. Bu sırada Vahşi, Tufeyl b. Numan b. Hansa el-Ensari es-Sulemiye bir mızrak fırlattı ve Uhut’ta Hz. Hamza’yı r.a. öldürdüğü gibi onu da öldürdü. Peygamber efendimiz şöyle diyordu: “Müşrikler bizi orta namazı, ikindi namazını kılmak-tan alıkoydular. Allah içlerini ve kalplerini ateşle doldursun.”(Cabir’den rivayet edilen hadiste, Peygamber efendimizin sadece ikindi namazını kılamadığı belirtili-yor. Oysa bu durum birkaç kere tekrarlanmıştır. Bir keresinde ikindi namazını kılamamış ve bu duayı yapmıştır. Bir keresinde de sözü edilen bütün namazları kılamamıştır.)
Müslümanlardan iki gözcü grup bir gece keşfe çıkmış ve birbirleri ile karşılaşmışlardı. Birbirlerini düşman sanmışlardı. Aralarında çarpışma çıkmış, ölen, yaralanan olmuştu. Sonra islam ordusunun parolasını söylemişlerdi: “Ha – mim Lâ ünserûn”. Böylece birbirleri ile savaşmaktan vazgeçmişlerdi. Peygamber efendimiz “Yaralanmanız Allah yolundadır, sizden öldürülenler de şehittir” buyurmuştu.
Müslümanların en büyük sıkıntıları, hendek içinde müşrikler tarafından kuşatılmışken arkadan Beni Kureyze’nin kendilerine başkaldırmalarından kaynaklanıyordu. Çünkü bir an olsun müşriklerin hendeği aşıp saldırıya geçmeleri ve yahudilerin üzerlerine yürümeleri endişesinden kurtulamıyorlardı, kendilerini güvenlikte hissetmiyorlardı. Çünkü nihai ve sonuç alıcı bir savaşla köklerini kazmak amacı ile üzerlerine yürüyen güçler arasında azınlık durumundaydılar.
Bunun yanı sıra gerek Medine’de gerekse savaşçılar arasında münafıkların moral bozucu komploları ve bozguncuların entrikaları da büyük sıkıntılara neden oluyordu:
“Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler: “Allah ve Resulü bize sadece boş vaadlerde bulundu” diyorlardı.”
Onlar, herkesi derinden sarsan bu sıkıntı anını, insanın dayanma gücünü aşan bu ağır meşakkati içlerindeki gizli duyguları açığa vurmak için bir fırsat bilmişlerdi. Çünkü herhangi bir kimsenin kendilerini kınamayacağından emindiler. Bu panik havasını Allah , ve Peygamberinin verdiği sözü küçümsemek, alaya almak, bu konuda insanların içine kuşku salmak için bir fırsat olarak değerlendirmişlerdi. Çünkü söyledikleri sözlerden dolayı herhangi bir kişinin gelip kendilerini sorguya çekmeyeceğini düşünüyorlardı. Realite de görünüşü itibariyle gevşeme ve kuşkulanma noktasında onları doğrular mahiyetteydi. Bunun yanı sıra onlar kendi ruhları ve duyguları karşısında da mantıklıydılar; çünkü korku üzerlerindeki gösterişten ibaret ince perdeyi ortadan kaldırmıştı. Ruhlarında öyle bir panik baş göstermişti ki, zayıf imanlarının tutunmasına imkan kalmamıştı. Bu yüzden gösterişe ve gizlemeye gerek duymadan gerçek duygularını açığa vurmuşlardı.
Bu tip münafıklara ve bozgunculara her toplumda rastlamak mümkündür. Sıkıntı anında, zorluklar çepeçevre kendilerini kuşatınca işte bu kardeşlerinin tutùmunu takınırlar. Onlar zaman durdukça her kuşakta ve her toplumda ortaya çıkan birer örnektirler!
“Onlardan bir grup da demişti ki; “Ey Medine halkı, artık tutunacak yeriniz yok, geri dönün.”
Onlar, hendeğin önünde bu şekilde birbirlerine kenetlenerek dikilmelerinin yersiz ve gereksiz olduğu, üstelik gerideki evlerinin tehlikeye açık olduğu bahanesi ile Medine’lileri safları terk etmeye, evlerine dönmeye teşvik ediyorlardı. Ruhları en zayıf noktasından; kadınlar ve çocukların başına bir şeyin gelmesine ilişkin korku gediğinden yakalayıp içeri sızan son derece iğrenç bir propagandaydı bu. Tehlike kapıdaydı, korku ise her tarafı sarmıştı. Kuşkular ise dur durak bilmiyordu:
“Onlardan bir topluluk da “Evlerimiz düşmana açıktır” diye Peygamberden izin istemişlerdi.”
Evlerinin düşmanın saldırabileceği şekilde açıkta olduğu ve korumasız olarak bırakıldığı gerekçesiyle izin istiyorlardı.
Tam bu noktada Kur’an-ı Kerim gerçeği açıklayarak mazeretlerini, bahanelerini geçersiz kılıyor:
“Oysa onların evleri düşmana açık değildi.”
Onları yalan, hile, korkaklık ve kaçma girişimi içinde kıskıvrak yakalıyor: “Sadece kaçmak istiyorlardı.”
Denildiğine göre; Beni Harise kabilesi Evs b. Kayzi’yi Peygamber efendimizin yanına göndererek “Evlerimiz düşmanın saldırısına açıktır”, Ensardan hiç kimsenin evi bizimkilere benzemiyor. Bizi Gatafanlıların saldırısından koruyacak hiç kimse yok. İzin ver evlerimize dönelim. Çocuklarımızı, kadınlarımızı koruyalım ” diye izin istemişlerdi. Peygamber efendimiz de onlara izin vermişti. Sa’d b. Muaz bunu duyunca: “Ya Resulallah onlara izin verme Allah’a andolsun ki, onlar bu şekilde davranıp geri dönmezlerse bize de onlara da bir zorluk ulaşmaz” demişti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz bunların izin isteklerini geri çevirmişti.
Kur’an-ı Kerim’in “Sadece kaçmak istiyorlar” diye karşılık verdiği bu adamlar işte böylesine olumsuz bir tavır takınıyorlardı.
Ayetlerin akışı, kargaşa, panik ve korkulu kaçışmaların egemen olduğu ortamı tasvir eden bu çarpıcı ve edebi ifadenin yanında duruyor. Bu münafıkların ve kalplerinde hastalık bulunanların ruhsal durumlarını yansıtan bir tablo çizmek üzere duruyor. İnancın gevşekliğini, kalbin kapaklıyı ve düşmanla yüz yüze gelinir gelinmez herhangi bir şeyde kararlı olmaya, ya da etrafa gösteriş yapmaya gerek duymaksızın saffı terk edebileceğini ortaya koyan psikolojik ve içe dönük bir tablodur bu: