SEYYİD KUTUB’UN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BELED SURESİ 1. VE 4. AYETLER
1- Hayır, and içerim bu şehre.
2- Ki sen bu şehre girmektesin.
3- Doğurana ve doğurduğuna andolsun ki,
4- Biz insanı birtakım zorluklar, zahmetler ve sıkıntılar içinde yarattık.
Buradaki “Belde” Mekke’dir. Yüce Allah’ın saygın evidir. Yeryüzünde insanlar için, toplantı yeri ve güvenli bir sığınak olmak üzere kurulan ilk evdir. Herkes orada silahını bir yana koyar, çekişmelerini ve düşmanlıklarını unutur ve barış içinde biraraya gelir. Birbirlerinin kanını, malını, ırzını dokunulmaz kabul ederler. Nitekim bu evin kendisi, ağacı, kuşu ve orada yaşayan her canlı da dokunulmazdır. Ayrıca bu ev, Hz. İsmail’in arapların ve tüm Müslümanların atası olan Hz. İbrahim’in evidir.
Yüce Allah, Peygamberi Hz. Muhammed’i -salât ve selâm üzerine olsun şereflendiriyor, bu nedenle burada onu anıyor, onun şu Mekke şehrinde kalmasından ve durmasından söz ediyor. Çünkü Peygamberin orada kalması, Mekke’ye bir kat daha saygınlık kazandırıyor, şeref bahşediyor, büyüklük katıyor. Bu ifadeler burada derin anlam gücüne sahip olan ilhamlardır. Müşrikler bu evin saygınlığını çiğniyorlar ve Peygamberi ve orada bulunan Müslümanları incitiyorlardı. Bu ev şerefli bir evdi. Peygamberin orada kalması da şerefine şeref katmıştı. Yüce Allah Mekke şehrinin ve orada kalan Hz. Muhammed’in üstüne yemin edince, o şehire yücelik, saygınlığı üstüne katmerli bir saygınlık elbisesi giydiriyor demektir. Bu durumda bu evin hizmetkârları olduklarını, Hz. İsmail Peygamberin çocukları ve ibrahim’in -selâm üzerine olsun- dini üzere yaşadıklarını iddia eden müşriklerin durumu her yönden iğrenç ve çirkin olarak ortaya çıkmış oluyor.
Belki de “Doğurana ve doğurduğuna andolsun” ayetinin özel olarak Hz. İbrahim ya da Hz. İsmail’e işaret ettiği varsayımı ile ve bu ifadenin daha önce geçen Mekke şehri ve orada kalan Peygamber üstüne edilen yemin ile birlikte düşünülmesi, sonra Mekke’yi ilk kuran Hz. İsmail ile onun oğlunun beraberce gözönüne alınması durumunda, bu anlam, insanın aklına gelmektedir. Gerçi bu değerlendirme, “Doğurana ve doğurduğuna andolsun” ayetinin anlamının herhangi bir kimse ile kayıtlı olmadığını, ortadan kaldırmadığı gibi bu ifadenin insanın dünyaya gelme biçimi ile ve bunun doğum yaparak çoğalma prensibine dayandığına işaret, olması ile çelişmez. Ki bu da surenin temel konusu olan insanın içyüzünden söz etmeye bir hazırlık anlamındadır.
Üstad Muhammed Abduh’un “Amme Cüzü” isimli tefsirinde bu surenin açıklamasını yaparken tam bu noktada, hem bu surenin ruhu ile ve hem de bizim tefsirimiz olan “Fi zılali’l-Kur’an”ın ruhu ile uyuşan çok hoş işaretleri ve nükteleri vardır. Şimdi o nükteleri buraya aktarmak istiyoruz. Rahmetli Üstad tefsirinde diyor ki:
“Sonra yüce Allah, doğuran ve doğan üstüne yemin ederek, dikkatlerimizi birçok hikmetlere çekiyor. Dünyaya geliş aşamalarından “doğup çoğalma” merhalesinin ne kadar yüce olduğuna, ondaki saklı olan sonsuz hikmetlere, yaratma sanatının mükemmelliğine, hem doğuranın ve hem de doğanın dünyaya gelmenin başlaması ve yeni doğan yavrunun olgunluğa erişmesi ve onu kendisi için planlanan gelişmenin son sınırına ulaştırmak uğruna nelere katlandıklarına, dikkatlerimizi çekiyor.”
“Bir bitkiyi düşünelim. Gelişme aşamalarında bir tohum, nelerle boğuşur. Atmosferin etkilerine göğüs gerer. Çevresinde bulunan elementlerden gıdaları emmeye çalışır. Sonunda dallı-budaklı bir ağaç olur. Kendisi gibi tohum ya da tohumlar vererek kıvama gelir. Ve hoş manzarası ile kainatı süsler. İşte bir tohum bu aşamaya gelmek için ne çilelere göğüs gerer! Şimdi, bu söylenenleri aklımızın bir köşesine koyup, bitkiler dünyasından, hayvanlar ve insanlar alemine eğilirsek, doğuran ile doğan canlının daha büyük çilelere katlandıklarını görürüz. Ve her iki canlı dünyasının kendi türünü koruma uğruna ve şekilleri ile kainatın güzelliğini saklamak için çok daha fazla çilelere ve meşakkatlere katlandıklarını görürüz: ‘
Yüce Allah insan denen yaratığın hayatında değişmez bir gerçeği pekiştirmek, üzerine dikkat çekmek için “doğuran ve doğan” üstüne yemin ediyor.
“Biz insanı birtakım zorluklar, zahmetler ve sıkıntılar içinde yarattık.” Biz insanoğlunu, bitip tükenmez, meşakkat, sıkıntı, çaba, çile, mücadele ve uğraşı ile meşgul olmak üzere yarattık. Nitekim yüce Allah başka bir surede buyurur: “Ey insan! Sen Rabbin için çalışıp çabaladın, artık O’na-kavuşmaktasın.” (İnşikak Suresi, 6)
Ana rahmine düşen ilk hücre, orada bomboş, hareketsiz olarak durmaz. Aksine hemen -Rabbinin izni ile orada yaşayıp beslenmek için kendine uygun ortamı hazırlamak uğruna çalışıp çabalamaya, uğraş vermeye başlar. O karanlık dünyadan çıkış kapısına ulaşıncaya kadar bitip tükenmeyen bir uğraştır bu. Ardından annenin çektiği doğum sancısının yanında, yavrunun bizzat kendisinin de aynı sancıdan neler çektiğini Allah bilir. Ana rahmindeki bu çocuk dünya ışığını görür görmez öyle bir basınç ve itilme ile karşılaşır ki Rahim denilen o küçücük alemin kapısından çıkarken neredeyse boğulacak gibi olur.
İşte bu andan itibaren en yorucu çaba ve en acı çile başlar. Çünkü ana rahmindeki bu çocuk şimdi hiç alışık olmadığı havayı teneffüs etmeye başlar. ilk kez ağzını ve ciğerlerini açar. Çığlıklar içinde nefes Alıp vermeye başlar. Bu çığlıklar sanki dünya hayatının başlangıcının çilelerinin işaretlerini verir gibidir! Sindirim sistemi ve kan dolaşımı daha önce alışılmayan bir biçimde çalışmaya başlar. Barsakları bu yeni reaksiyona alışıncaya dek gıda artıklarını dışarı çıkarmak için neler çeker! Bundan sonra attığı her adım çile, yaptığı her hareket yorgunluk üstüne yorgunluk, bitkinlik üstüne bitkinliktir. Emeklemek isteyen, yürümeye çalışan bir çocuğu izleyen onun bu basit hareketleri yapmak için ne çileler çektiğini kendi gözleri ile görür.
Dişleri çıkarken çile, ayakta dengede durmak ayrı bir zahmettir. Düşmeden adım atması meşakkat, öğrenmesi yorgunluk, düşünmeyi öğrenmesi ayrı bir çiledir. Yani her yeni tecrübesi emeklemek ve yürümek gibi ayrı bir çiledir.
Daha sonra yollar ayrılır, zahmetler çeşitlenir. Kimi kas gücü ile yorulur. Kimi zihin gücü ile didinir durur. Kimi ruhu ile çaba harcar, kimi bir lokma ekmek ve bir hırka giymek için ter döker. Kimi binini ikibin, yapmak onbin’ini yüzbine çıkarmak için didinir durur. Kimi makam ve mertebe için kendisini parçalar. Kimi de Allah yolunda yorulur. Kimi de şehvet ve arzu peşinde koşar. Kimi inanç sistemi ve islam davası için ter döker. Kimilerin yorgunluğunun sonu cehennemdir. Kimilerinin ki ise cennettir. Kısacası herkes yükünü omuzuna almış taşımaktadır. Herkes Rabbine giden yolda basamak basamak çilelere göğüs gererek yükselmektedir ve en sonunda da Rabbine kavuşacaktır herkes. Orada en büyük acı günahkârların, en muazzam rahatlık da mü’minlerin olacaktır.
Doğrusunu söylemek gerekirse, dünya hayatının yapısı yorgunluktur. Şekli ve nedenleri değişebilir ama son tahlilde hepsi de yorgunluktur. Zararlıların en zararlısı dünyanın yığın yığın çilelerine katlanan, sonunda ise çektiği çilelere karşılık öbür dünyada en yorucu ve en acı felaketlerle karşılaşan kimsedir. Bahtlıların en bahtlısı ise Rabbine giden yolda zâhmetlere ve çilelere göğüs gerip yorulan, sonunda ise, kendisinden öbür dünyanın meşakkatlerini Alıp götürecek iyi amellerle Rabbine kavuşan ve yüce Allah’ın gölgesi altında kendisine en büyük rahatı sağlayacak, salih amellerle O’na ulaşan mü’mindir.
Üstelik bizzat dünyada çeşitli yorgunluk ve zahmetlere birtakım mükafatlar verilmektedir. Kuşkusuz değerli bir iş için çaba harcayan değersiz bir iş için yorulan kimse ile bir değildi. Bunların ikisi, zihin rahatlığı açısından, bağışlamak için gönül hoşnutluğu duymak bakımından ve fedakarlıktan rahatlık duymak yönünden bir değillerdir. Toprağa bağımlılık yükünden arınmış olan, ya da bu yüklerden kurtulmak için bağımsız olmak üzere çalışıp çabalayan kimse ile, çamura dalmak ve haşere ve kurtlar gibi yeryüzüne yapışmak için didinen kimseler elbette bir değildir. Bir dava uğruna ölenle, şehvet uğrunda ölen tabii ki bir değildir. Birinin karşılaştığı zorluğu ve yorgunluğu algılaması ile öbürünün algılaması ve değerlendirmesi asla aynı değildir.
İNSANIN BÜYÜKLENMESİ
İnsan hayatının özelliğine dair bu gerçeği belirttikten sonra, yüce Allah, insanların birtakım iddialarını ve davranışlarının varlığına işaret ettiği bazı düşünce tarzlarını, tartışmaya açıyor.