SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA CASİYE SURESİ 16. VE 20. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
16- Andolsun ki biz İsrailoğullarına kitab, hüküm ve peygamberlik verdik; onları temiz şeylerle rızıklandırdık; onları dünyada üstün kıldık.
17- Din konusunda onlara açık deliller verdik. Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz, Rabbin kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeylerde onlar arasında hüküm verecektir.
18- Sonra ey Muhammed! Sana da insanların uyacakları bir hayat sistemi (şeriat) verdik. Sen ona uy, bilmeyenlerin arzularına uyma.
19- Çünkü onlar, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden savamazlar. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah ta müttakilerin dostudur.
20- Bu Kur’an, insanlara kurtuluş yollarını gösteren kanıtlar sunmaktadır; kesin olarak inananlara kılavuz ve rahmettir.
İslamdan önce insanlığa önderlik etme görevi İsrailoğullarının elinde idi. Yüce Allah’ın tarihin o dönemi için seçtiği gök menşeli inanç sisteminin temsilcisi onlardı. İnsanlık için gök menşeli bir inanç sistemine dayalı önderlik makamı kaçınılmazdır. Çünkü yerin önderliği arzulara, bilgisizliğe ve eksikliğe dayanır. İnsanları yaratan Allah’tır. Sadece Allah onlar için arzulardan uzak bir hayat sistemi koyabilir. Çünkü bütün insanlar O’nun kuludur. Allah’ın koyduğu bu hayat sistemi bilgisizlikten ve eksiklikten uzak olur. Çünkü onları yaratan yüce Allah’tır ve O yarattıklarını herkesten iyi bilir. O latiftir, herşeyden haberdardır.
“Andolsun ki, biz İsrailoğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik verdik.”
Allah’ın şeriatını içeren Tevrat onların elinde idi. Ellerinde şeriatı uygulayacak yetki ve egemenlik vardı. Hz. Musa’nın peygamberliğinden ve kitabından sonra da şeriatı ve kitabın uygulanışını üstlenmek üzere aralarından peygamber gönderilmişti. Bu şekilde tarih içinde uzun sayılacak bir dönem boyunca aralarından birçok peygamberler gelmişti.
“Onları temiz şeylerle rızıklandırdık.”
Egemenliklerinin ve peygamberliklerinin etkinlik alanı Nil ve Fırat arasındaki verimli, temiz ve kutsal topraklardı.
“Onları dünyalara üstün kıldık.”
Kuşkusuz bu üstünlükleri kendi zamanlarındaki insanlar için geçerliydi. Bu üstünlüklerinin ilk belirtisi, Allah’ın şeriatını uygulayacak önderler olarak seçilmeleriydi; kendilerine kitap, egemenlik ve peygamberlik verilmesiydi.
“Din konusunda onlara açık deliller verdik.”
Onlara verilen şeriat açık, hükümleri kesin ve içeriğï en ince noktasına kadar ayrıntılı biçimde açıklanmıştı. Bu şeriatın kapalı, karmaşık, eğri ve çarpık bir tarafı yoktu. Kısacası daha sonra aralarında baş gösterdiği gibi bu açık ve hükümleri kesin kılınmış şeriatta görüş ayrılıklarını gerektirecek bir durum sözkonusu değildi. Onların aralarında başgösteren görüş ve inanç ayrılıklarının nedeni meselenin kapalılığı veya gerçek ve doğru hükmün hangisi olduğunu bilmeyişleri değildi:
“Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra ayrılığa düştüler.”
Bu görüş ve inanç ayrılıkları, gerçeği ve doğruyu bilmekle beraber aralarındaki çekelemezlikten, taşkınlıktan ve zulümden kaynaklanıyordu:
“Aralarındaki çekememezlik yüzünden…”
Bu yüzden yeryüzündeki önderlik misyonları sona erdi, halifelikleri geçersiz sayıldı. Durumları bundan sonra kıyamet gününde yüce Allah’ın vereceği hükme bırakıldı.
“Şüphesiz Rabbin kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeylerde onlar arasında hüküm verecektir.”
Sonra yüce Allah halifelik görevini yeni bir peygamberliğe, yani bir peygambere vermiştir. Bu peygamber Allah’ın şeriatını yeniden dosdoğru bir şekilde uygulamış, gök menşeli önderliği eski berraklığına kavuşturmuştur. Bu önderlik misyonunu yerine getirirken Allah’ın şeriatına göre hükmetmiştir, insanların arzularına göre değil:
“Sonra ey Muhammed! Sana da insanların uyacakları bir hayat sistemi verdik. Sen ona uy, bilmeyenlerin arzularına uyma: ‘
Böylece mesele net biçimde ortaya konuyor. Ya Allah’ın şeriatı ya da bilmeyenlerin arzuları… Üçüncü bir şık söz konusu değildir. Dengeli ve tutarlı şeriat ile değişken arzular arasında orta bir yol da yok. Bir insan Allah’ın şeriatını bir kenara bıraktığı zaman kesinlikle arzulara göre hükmedecektir. Çünkü Allah’ın şeriatının dışındaki tüm hayat sistemleri, bilmeyenlerin eğilim gösterdikleri arzuların, ihtirasların ürünüdür.
Yüce Allah, peygamberini bilmeyenlerin arzularına, ihtiraslarına uymaktan sakındırıyor. Çünkü onlar Allah karşısında ona bir yarar sağlayamazlar. Onlar birbirlerini dost ediniyorlar. Fakat onlar birbirlerine yardım etseler de peygambere bir zarar dokunduramazlar. Çünkü O’nun dostu Allah’tır:
“Çünkü onlar Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden savamazlar. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah ta müttakilerin dostudur.”
Bu ayet, önceki ayetle birlikte davetçinin yolunu belirliyor, hareket metodunun sınırlarını çiziyor. Bu konuda söylenen tüm sözlere, yapılan tüm yorumlara, tüm açıklamalara bir çizgi çiziyor:
“Sonra ey Muhammed! Sana da insanların uyacakları bir hayat sistemi (şeriat) verdik. Sén ona uy, bilmeyenlerin arzularına uyma. Çünkü onlar, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden savamazlar. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır, Allah ta müttakilerin dostudur.”
Bu nitelikleri hakkeden tek bir şeriat vardır. Onun dışındaki hayat düzenleri bilgisizlikten kaynaklanan arzulardır, ihtiraslardır. Dava adamı, sadece şeriata uymalı ve bütün arzuları, ihtirasları bir kenara bırakmalıdır. Kesinlikle en ufak bir meselede bile Allah’ın şeriatından sapıp arzulara, ihtiraslara uymamalıdır. Çünkü arzularına, ihtiraslarına uyacağı kimseler, şeriatın sahibi olan Allah’a karşı ona hiçbir yardımda bulunamayacak, onu savunamayacak kadar güçsüzdürler, zayıftırlar. Heva ve heveslerden kaynaklanan hayat sistemlerinin taraftarları birbirlerine yardım eden birleşik bir cephedirler. Onlar şeriatın sahibine karşı bir birleri ile dayanışma içindedirler. Bunun için şeriatı benimseyen birisi, bazılarının yardımını umarak onlara eğilim göstermemeli, onları birbirlerine bağlayan heva ve heveslerine sempati ile yaklaşmamalıdır. Üstelik onlar dava adamına eziyet edemeyecek, ona zarar veremeyecek kadar zayıftırlar, güçsüzdürler. Çünkü muttakilerin dostu Allah’tır. Şimdi Allah’ın dostluğu ile heva ve heveslerine göre hareket edenlerin dostluğu bir midir? Birbirlerinin dostu olan zayıf, cahil ve basit kimseler nerde, müttakilerin dostu Allah’ı dost edinen şeriat izleyicisi nerde?
Bu kesin ve net .açıklamadan sonra yapılan değerlendirme, kesin inançtan, Kur’an’da yeralan bu ve benzeri sözlerdeki kesin inanç sahibi kimselere yönelik rahmetten, yol göstericilikten ve kanıtlardan söz ediyor:
“Bu Kur’an, insanlara kurtuluş yollarını gösteren kanıtlar sunmaktadır; kesin olarak inananlara kılavuz ve rahmettir.”
Kur’an-ı Kerim’in insanlara yönelik yol gösterici belgeler olarak nitelendirilmesi, Kur’an’ın yol göstericilik ve aydınlatıcılık misyonunun anlamını daha da derinleştirmektedir. Doğrusu bu Kur’an yol gösteren, varlıkların görülmesini sağlayan gözler gibidir. Kur’an özü itibariyle hidayettir. Başlıbaşına rahmettir. Fakat bütün bunlar kesin bir inanca, kuşkuya yer vermeyen, kararsızlık bulaşmayan, şüpheden eser bulunmayan bir güvene bağlıdır. Kalp kesin bir inanca, sarsılmaz bir güven duygusuna sahip olunca, izleyeceği yolu bilir, bocalamaz, telaşlanmaz, yolunu şaşırmaz. O zaman yolunun açık, ufkunun aydınlık, amacının kesinleşmiş, hayat sisteminin ana hatlariyle belirlenmiş olduğunu görür. O zaman Kur’an, onun için kesin olarak bir nur, bir yol gösterici, bir rahmet olur.
ADİL TERAZİ
Zalimlerin birbirlerinin dostu olduklarına, Allah’ın ise, müttakilerin dostu olduğuna; müttakiler açısından Kur’an’ın özelliğine; onun kesin inananlar için gören göz, yol gösterici kılavuz ve rahmet olduğuna ilişkin bu açıklamanın üzerine yapılan değerlendirmede, kötülük işleyenlerle, mümin olarak yapıcı ve salih ameller işleyenlerin durumlarının kesin olarak birbirlerinden farklı olduğu vurgulanıyor. Değerlendirilirken, haklarında karar verilirken bu iki grubun bir tutulması reddediliyor, çünkü bunların Allah’ın terazisindeki değerlerinin farklı olduğu belirtiliyor. Bunun yanısıra yüce Allah’ın gökleri ve yeri hak ve adalet ilkelerine dayandırdığı, evrenin varoluş planının özünün hak olduğu dile getiriliyor: