SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ENBİYA SURESİ 16. ve 18. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
16- Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki varlıkları oyun olsun diye yaratmadık.
17- Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, özümüzden kaynaklanan bir eğlence edinirdik. Yapacak olsak böyle yapardık.
18- Hayır, biz hakkı, gerçeği batılın eğriliğin, başına çarparız da batılın beyni parçalanır ve yok oluverir. Allah’a yakıştırdığınız uygunsuz sıfatlardan ötürü vay gele başınıza!
Yüce Allah bu evreni bir hikmete göre yaratmıştır. Oyun olsun, eğlence olsun diye değil… Evreni bir hikmete göre planlamıştır. Boşu boşuna gereksiz yere yaratmamıştır. Yüce Allah, göklerin, yerin ve her ikisi arasında yeralan varlıkların yaratılışının dayanağı kıldığı ciddilik unsurunun gereği olarak göndermiştir peygamberleri, buna göre indirmiştir kitapları, farzları buna göre belirlemiştir. Bu doğrultuda koymuştur yasaları.
Bu evrenin özünde, planında, ciddilik vazgeçilmez bir unsurdur. Yüce Allah’ın insanlar için öngördüğü inanç sisteminde, ölümden sonra gerçekleşecek hesaplaşma olayında da vazgeçilmez temel unsur ciddiliktir.
Şayet yüce Allah eğlence edinmek isteseydi, özünden kaynaklanan bir eğlence edinirdi. Bu da kendi zatına özgü bir eğlence olurdu ve sonradan yaratılmış, geçici yaratıklarla bir ilgisi bulunmazdı. Bu, sadece tartışma amacı ile söylenmiş bir varsayımdır:
“Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, özümüzden kaynaklanan bir eğlence edinirdik. Yapacak olsak böyle yapardık.”
Dil bilginlerinin söylediği gibi “velev” edatı imkânsızın imkânsızlığını belirtmek için kullanılır. Cevaptaki fiilin meydana gelişinin imkânsızlığını, şarttaki fiilin meydana gelişinin imkânsızlığı ile ifade eder. Yüce Allah bir eğlence edinmek istememiştir, ortada bir eğlence de yoktur. Ne onun katında ne de ondan kaynaklanan herhangi bir şeyde… Böyle bir şeyin olması imkânsızdır, çünkü yüce Allah daha baştan böyle bir şey istememiştir, iradesi de kesinlikle böyle bir eğilim göstermemiştir.
Yapacak olsak böyle yapardık.”
“İn”, “Ma” anlamında olumsuzluk edatıdır. Cümlenin bu şekilde kurulması en başta böyle bir eyleme yönelik isteğin gerçekleşmediğini vurgulamak amâcına yöneliktir.
Bu, sadece soyut bir gerçeği vurgulamak amacı ile ve tartışma yöntemi ile dile getirilen bir varsayımdır. Buna göre yüce Allah’ın zatı ile ilgili bulunan her şey öncesizdir, sonradan meydana gelmiş değildir. Sonsuzdur, geçici değildir. Şayet yüce Allah eğlence edinmek isteseydi, bu sonradan yaratılmış bir şey olmayacaktı. Gökler, yer ve her ikisinin arasındaki varlıklarla da ilgili olmayacaktı bu eğlencenin. Çünkü bunların hepsi de sonradan yaratılmış varlıklardır. Bu eğlence, onun özünden kaynaklanacaktı. Bu yüzden öncesiz ve sonrasız olacaktı. Dolayısıyla öncesiz ve sonrasız zatı ile ilgili olacaktı.
Değişmez yasa, her zaman yürürlükte olan kanun, ortada bir eğlencenin olmamasını, ciddiliğin, gerçeğin olmasını, köklü gerçeğin köksüz batıla üstün gelmesini öngörmüştür.
“Hayır, biz hakkı, gerçeği batılın, eğriliğin başına çarparız da batılın beyni parçalanır ve yok oluverir.”
Ayette géçen “bel” edatı, eğlence konusu ile ilgili açıklamayı kesip yerine herzaman için geçerli olan realiteden söz etmek amacı ile kullanılmıştır. Çünkü yürürlükte olan kanun bu realiteye göre işlemektedir. Evrensel yasa bunu gerektirmiştir. Bu da gerçeğin üstün gelmesi, batılın ise yok olup gitmesidir.
İfade, bu kanunu somut, canlı ve hareketli bir tablo şeklinde çizmektedir. Sanki gerçek, kudret elinde bir bombadır. Onu batılın üzerine atıyor, beynini parçalıyor! Böylece batıl, kaybolup gidiyor, toz duman olup yok oluyor.
İşte değişmez kanun budur. Evrenin tabiatında gerçek, köklü bir unsurdur. Varlıkların yapısında derin etkinliğe sahiptir. Batıl ise evrenin yaratılışının temelinden uzak bir unsurdur. Geçicidir, aslı yoktur. Bir etkinliğe de sahip değildir. Yüce Allah onu kovacak, hakkı onun üzerine atacak, beynini parçalayacaktır. Allah’ın karşı koyduğu bir şeyin kalıcılığı sözkonusu olamaz. Allah’ın eli tarafından atılan ve parçalanan bir şeyin varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
İnsanlar zaman zaman hayatın realitesinin, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Allah’ın vurguladığı bu gerçeğin tersine geliştiğini sanabilirler. Bu da batılın üstünlük sağlamış gibi kabardığı, gerçeğin de yenilmiş gibi köşesine çekildiği dönemlerde olur daha çok. Oysa bu durum sadece belli bir süre devam edecektir. Yüce Allah deneme ve sınama amacı ile dilediği kadar bu süreyi uzatır. Bundan sonra hem göklerle yer binasının dayanağı, hem de inanç sistemlerinin, davet hareketlerinin dayanağı olan öncesiz ve sonrasız ilahi yasa fonksiyonunu yerine getirmek üzere devreye girer.
Allah’a iman edenler, onun sözünün gerçekliğinden, varlık binası ve düzeni içinde gerçeğin vazgeçilmezliğinden, yüce Allah’ın batılın üzerine atıp onunla batılın beynini parçaladığı gerçeğin zaferinden kuşku duymazlar. Eğer yüce Allah, kimi zaman batılı galip getirmek suretiyle onları sınıyorsa, bunun bir fitne olduğunu bilirler, bunun bir imtihan olduğunu kavrarlar, içlerinde bulunan bir zaaf veya bir eksiklikten dolayı Rabb’lerinin onları eğittiğini farkederler. Rabb’leri onları, hakkın zafer kazandığı bir geleceğe hazırlamaktadır.
Onları kaderine perde yapmaktadır. İmtihan dönemini yaşamalarını, bu dönemde eksikliklerini tamamlamalarını, zaaflarını tedavi etmelerini istemektedir. Onlar ne kadar çabuk eksikliklerini giderirlerse, yüce Allah da imtihan dönemini o kadar kısa tutacaktır, onlar aracılığı ile dilediğini gerçekleştirecektir. Akıbete gelince, kesinlikle değişmez:
“Hayır, biz hakkı, gerçeği batılın, eğriliğin başına çarparız da batılın beyni parçalanır ve yok oluverir.”
Allah dilediğini yapar.
Kur’an-ı Kerim bu gerçeği, Kur’an ve peygamber hakkında ileri geri konuşan, Kur’anı büyü, şiir ve uydurma olarak nitelendiren müşriklere bu şekilde açıklamaktadır. Oysa bu Kur’an her zaman üstün gelen, batılın beynini parçalayan, onu yok eden hakkın kendisidir. Bu açıklamanın ardından, ileri geri konuşmalarının akıbeti açıklanarak, uyarma amacı ile bir değerlendirme yer alıyor:
“Allah’a yakıştırdığınız uygunsuz sıfatlardan ötürü vay gele başınıza!”
Ardından, kendi serkeşliklerine, sırt çevirmelerine karşı uysallık ve kulluk örneklerinden biri sunuluyor. Bu, kendilerinden daha çok Allah’a yakın olanların örneğidir. Buna rağmen onlar Allah’a itaat etme tavrını sürdürüyorlar, O’na sürekli kulluk ediyorlar, gevşeklik göstermiyor, ihmalkârlık etmiyorlar.