sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ENBİYA SURESİ 78. ve 82. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ENBİYA SURESİ 78. ve 82. AYETLER
14.03.2022
630
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.+

  1. DAVUD VE SULEYMAN

78- Davud ve Süleyman’a gelince, hani onlar geceleyin yabancı bir koyun sürüsünün içine dalarak ekinini mahvettiği bir tarlanın davasını hükme bağladıklarında verdikleri hükmün tanığı olmuştuk.

79- Davud’un verdiği bu hükmü, Süleyman’ın kavrayıp onaylamasını sağladık. Her ikisine de egemenlik ve bilgi verdik. Allah’ı noksanlıklardan tenzih etme konusunda dağları ve kuşları Davud’a boyun eğdirdik. Biz bunları yaparız.

80- Savaşta düşmanın darbelerinden korunasınız diye Davud’a zırh yapma sanatını öğrettik. Acaba buna şükredecek misiniz ki?

81- Verimli ve bereketli kıldığımız bölgeye doğru akan fırtınayı O’nun buyruğuna verdik. Her şey bizim bilgimizin kapsamı içindedir.

82- Ayrıca O’nun hesabına derin sulara dalan ve başka işler yapan bazı şeytanları da Süleyman’ın emrine verdik. Biz onları gözetim altında tutuyorduk.

Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın hüküm verdikleri tarla hakkındaki rivayetler şu açıklamaları içermektedir: İki adam Davud peygamberin yanına gelir. Biri tarla, yani bahçe sahibidir. Söylendiğine göre üzüm bağı imiş. Diğeri de sürü sahibidir. Tarla sahibi, “Bu adamın sürüsü bir gece boyunca tarlamda kaldı ve geride bir şey bırakmadı” der. Davud peygamber tarla sahibinin, zararına karşılık sürüyü almasına karar verir. Bunun üzerine sürü sahibi Hz. Süleyman’a gider ve Hz. Davud’un verdiği kararı anlatır. Hz. Süleyman babasının yanına gelir ve “Ey Allah’ın peygamberi hüküm senin verdiğin gibi değildir” der. Hz. Davud “Peki nasıldır?” der. Hz. Süleyman “sürüyü tarla sahibine ver, tarlayı da sürü sahibine ver, ellerindekilerden yararlansınlar, ta ki eski durumlarına gelene kadar. Sonra onları sahiplerine geri ver. Tarla sahibi tarlasını, sürü sahibi de sürüsünü alsın” der. Hz. Davud “Doğrusu, senin verdiğin hükümdür” der ve Hz. Süleyman’ın hükmünü uygular.

Gerek Hz. Davud’un, gerekse Hz. Süleyman’ın verdiği hükümler kendi görüşlerinden kaynaklanan içtihatlardı. Yüce Allah her ikisinin de verdiği kararı görüyordu. Hz. Süleyman’a daha doğru bir karar ilham etti. Meselenin en doğru tarafını kavrayacak bir anlayış verdi.

Hz. Davud, karar verirken sadece tarla sahibinin uğradığı zararı gözönünde bulundurmuştur. Bu, adalettir kuşkusuz. Ama Hz. Süleyman’ın verdiği karar adaletin yanında, yapıcı olmayı, onarmayı da içermektedir. Bu kararda, adalet yapmak ve onarmak amacı ile başvurulan bir unsurdur. İşte bu, yapıcı ve sürükleyici şekliyle canlı ve pratik adalettir. Bu, yüce Allah’ın dilediğine bahşettiği sezgiden kaynaklanan bir ufuk genişliğidir.

Kuşkusuz hem Hz. Davud’a hem de Hz. Süleyman’a iktidar ve bilgi verilmişti.

“Her ikisine de egemenlik ve bilgi verdik.”

“Hz. Davud’un verdiği kararda bir yanlışlık yoktu. Ama Hz. Süleyman’ın verdiği karar daha doğruydu. Çünkü bu karar yüce Allah’tan gelen ilhamdan kaynaklanıyordu.

Ardından surenin akışı onlardan herbirine bahşedilen nitelikleri sunuyor. Önce babadan başlıyor.

“Allah’ı noksanlıklardan tenzih etme konusunda dağları ve kuşları Davud’a boyun eğdirdik.”

“Savaşta düşmanın darbelerinden korunasınız diye Davud’a zırh yapma sanatını öğrettik. Acaba buna şükredecek misiniz ki?”

Davud peygamber -selâm üzerine olsun- mezmurları ile bilinirdi. Bunlar Allah’ı eksikliklerden uzak tutma, onu tesbih etme amacı ile okunan ilahilerdi. Bunları yanık sesi ile okurdu ve sesi çevresinde yankılanırdı. Dağlar ve kuşlar ona katılırdı.

Kulun kalbi Rabb’ine bağlanınca, bütün varlıklarla ilişki kurduğunu hisseder, varlığın kalbi onunla birlikte çarpar. Türleri ve cinsleri birbirinden ayıran, aralarına sınırlar ve perdeler koyan farklılıkları ve ayrılıkları düşünmekten kaynaklanan engeller, perdeler ortadan kalkar. O zaman vicdanları ve gerçeklikleri evrenin vicdanı ve gerçekliği ile .buluşur.

Kimi coşkunluk anlarında insan ruhu bütünün içinde kaybolduğunu, bütünü kapsadığını hisseder. O zaman kendisinin, dışında da birtakım şeylerin var olduğunu, ya da kendisinin çevresinden ayrı bir varlık olduğunu hissetmez. Çünkü çevresinde yeralan her şeye kendi içinde erimiştir. O çevrenin varlığında kaybolmuştur.

Kur’an ayetinden, Davud peygamberin (Allah’ı tesbih etmeyi içeren) mezamirini okurkén düşünüyoruz. Ayrı, belirgin ve farklı varlığını unutmuş, kendinden geçmiştir. Ruhu, yüce Allah’ın evrene, evrenin safhalarına, içinde yeralan canlı cansız varlıklara yansıyan gölgesinde kaybolmuştur. O’nun titreşimlerini hissetmektedir. Karşılıklı iletişim içindedirler. Adeta bütün evren, koro halinde yüce Allah’ın ululuğunu dile getirmekte, onu tesbih edip övgüyle anmaktadır.

“Evrendeki her varlık O’nu överek tesbih eder, fakat siz bu varlıkların tesbihlerini anlayamazsınız.” (İsra Suresi, 44)

Evrende yeralan varlıkların yüce Allah’ı övgü ile tesbih etmelerini, ancak engellerden mesafelerden soyutlanan ve bütünüyle yüce Allah’a yönelen varlıkların ruhları ile birlikte hareket edenler anlar.

“Allah’ı noksanlıklardan tenzih etme konusunda dağları ve kuşları Davud’a boyun eğdirdik.”

“Biz bunları yaparız.”

Yüce Allah’ın yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Ve hiçbir şey O’nun isteğine karşı çıkamaz. İnsanların böyle bir şeye alışık olmaları ya da olmamaları durumu değiştirmez.

“Savaşta düşmanın darbelerinden korunasınız diye Davud’a zırh yapma sanatını öğrettik. Acaba buna şükredecek misiniz ki?”

Birbirine girmiş halkalar şeklinde zırh yapma sanatıdır bu. Bundan önce zırhlar, tek parça halinde ve içinde hareket etme imkânı kısıtlı olarak yapılırlardı. Bu şekilde birbirine girmiş halkalardan oluşan zırhlar hem daha kullanışlı hem daha hafiftirler. Bununla anlaşılıyor ki, yüce Allah’ın öğretmesi sonucu bu tür zırhları ilk icad eden Hz. Davud’dur. Yüce Allah, Davud peygambere, insanları savaşta koruyacak bu zırhların yapımını öğretmekle insanlara büyük iyilikte bulunmuştur.

“Savaşta düşmanın darbelerinden korunasınız diye.”

Bu yüzden yüce Allah, insanlara yönelik bir direktif ve teşvik amacı ile bir soru soruyor:

“Acaba buna şükredecek misiniz ki?”

Uygarlık keşiflerden sonra adım adım gelişme kaydetmiştir. Aniden ortaya çıkmamıştır. Çünkü yeryüzünün halifeliği insana bırakılmıştır. Allah tarafından kendisine bahşedilen kavrama yeteneğine bırakılmıştır, her gün adım adım gelişsin diye. Hayatını bu adımlara uydursun diye… Yeni bir sistem uyarınca hayatı yeni baştan düzenlemek insan için kolay bir şey değildir. Çünkü insan bu durumlarda derinden sarsılır. Gelenekleri, alışkanlıkları değişiktir. Güven içinde ve huzurlu bir şekilde hareket edip üretim yapabileceği dengeli bir hayata kavuşması zaman gerektirir. Bu yüzden yüce Allah’ın hikmeti, her yeni düzenlemenin ardından uzun ya da kısa bir istikrar döneminin olmasını öngörmüştür.

Günümüzde insanların içinde bulunduğu stresin ilk kaynağı, peşpeşe ve hızlıca gelişen bilimsel ve toplumsal sarsıntılardır. Bu sarsıntılar o kadar hızlı gelişmektedirler ki, insanlara bir istikrar dönemi bırakmıyor, insan ruhuna yeni duruma göre şekillenme, yeni durumdan yararlanma fırsatı tanımıyor.

BOLLUKLA SINAMA.,

Bu Davud peygamberin durumu. Süleyman peygambere bahşedilen mucizeler ise daha olağanüstü şeylerdir. .

“Verimli ve bereketli kıldığımız bölgeye doğru akan fırtınayı O’nun buyruğuna verdik. Her şey bizim bilgimizin kapsamı içindedir.”

“Ayrıca O’nun hesabına derin sulara dalan ve başka işler yapan bazı şeytanları da Süleyman’ın emrine verdik. Biz onları gözetim altında tutuyorduk.”

Hz. Süleyman hakkında çeşitli rivayetler, yorumlar ve söylentiler dilden dile dolaşmaktadır. Çoğu da İsrailiyattan (yahudi efsaneleri), hayal ürünü hikâyelerden ve dayanaksız vehimlerden kaynaklanmaktadır. Ama biz bu bataklığa girmiyoruz. Kur’an ayetlerinin bu konuda belirledikleri sınırda duruyoruz. Çünkü Hz. Süleyman’ın -selâm üzerine olsun- kıssası ile ilgili bunun dışında doğruluğu tartışılmaz bir kanıt mevcut değildir.

Burada Kur’an ayeti rüzgârın -kasırganın- Hz. Süleyman’ın emrine verildiğini ifade etmektedir. Yüce Allah’ın bereketli kıldığı bölgeye doğru onun emri ile estiğini vurgulamaktadır. Bu bölge büyük bir ihtimalle Şam bölgesidir. Nitekim İbrahim kıssasında Şam bölgesi bu nitelikle anılmıştı. Şu halde rüzgârın Süleyman peygamberin emrine verilişi nasıl gerçekleşmişti?

Rüzgârda uçan bir halı hikâyesi vardır; söylendiğine göre Hz. Süleyman yakınları ile birlikte bu halıya biner ve çok kısa bir zamanda Şam’a uçardı. Bu ise, aşağı yukarı bir aylık bir mesafe idi. Sonra aynı şekilde geri dönerdi. Bu rivayet “Sebe” suresinde yeralan “Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü bir aylık mesafe olan rüzgârı Süleyman’a boyun eğdirdi” (Sebe Suresi, 12) ayetine dayandırılmaktadır.

Ama Kur’an-ı Kerim’de, o rüzgârda uçan halıya ilişkin herhangi bir açıklama yeralmıyor. aynı şekilde doğruluğu tartışma götürmez herhangi bir eserde de bundan söz edilmiyor. Dolayısı ile uçan halı meselesini kabul etmemiz için elimizde bir kanıt yoktur.

Şu halde en iyisi, rüzgârın Hz. Süleyman’ın emrine verilişini, Allah’ın emri ile gidiş gelişi bir ay süren mübarek topraklara yöneltilişi şeklinde yorumlamamızdır. Peki nasıl? Daha önce de söylediğimiz gibi, dilediğini yapabilen ilahi gücün yaptıkları hakkında “nasıl” diye sorulmaz. Çünkü evrensel yasaların yaratılışı ve yönlendirilişi, dilediğini yapabilen ilahi güce özgü şeylerdir. Varlıklar alemine egemen olan evrensel yasaların çok azı insanlar tarafından bilinmektedir. Bu yüzden insanlar. tarafından bilinmeyen birtakım evrensel yasaların olması ve bu yasaların belirtilerinin Allah’ın izni ile ortaya çıkması ihtimal dahilindedir.

“Her şey bizim bilgimizin kapsamı içindedir.”

Burada kastedilen sonsuz ilimdir, insanlarınki gibi sınırlı ilim değildir. Denizin ve karanın derinliklerine dalıp, gizli hazinelerini Süleyman için çıkarmak ve bunların dışında onun için daha başka işleri yapmak üzere cinlerin onun emrine verilmesi de öyle… Cinler tamamen gizli yaratıklardır. Kur’an ayetleri cin adı verilen ve bize görünmeyen bir varlık türünden söz etmektedir. İşte yüce Allah onların bir kısmını, onun adına denizin ve karanın derinliklerine dalsınlar ve bunun dışında daha başka işler de yapsınlar diye Hz. Süleyman’ın emrine vermiştir. Onları bozulmaktan ve kulunun buyruğunun dışına çıkmaktan korumuştur. Çünkü yüce Allah kulları üzerinde ezici güce sahiptir. Onları, dilediği zaman, dilediği gibi, dilediği kimselerin emrine verir.

Ayetlerin gölgesindeki bu güvenli noktada duruyor ve israiliyata dalmıyoruz.

Yüce Allah Davud ve Süleyman peygamberleri -selâm üzerlerine olsun- bollukla denemiş, nimetle onları imtihan etmişti. Hz. Davud’u yargı ile imtihan etmişti. Hz. Süleyman’ı ise, Sâd suresinde de değinileceği gibi, çalımlı atlarla imtihan etmişti. Şu halde yeri gelmeden bu imtihanın ayrıntısına geçmeyelim ve sonucu özetlemekle yetinelim. Kuşkusuz Hz. Davud ve Hz. Süleyman nimetle denenme karşısında sabretmişlerdi. İmtihan esnasında yaptıkları hatadan dolayı Allah’dan bağışlanma diledikten sonra, imtihanı başarı ile geçmişlerdï. Her ikisi de Allah’ın nimetlerine karşılık ona şükreden kimselerdi.

  1. EYYÜP VE DARLIKLA SINAMA

Şimdi de Eyyüb peygamberin -selâm üzerine olsun- kıssasında somutlaşan darlıkla imtihana geçiyoruz.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.