sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ENBİYA SURESİ 96. ve 104. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ENBİYA SURESİ 96. ve 104. AYETLER
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

YE’CUC İLE ME’CUC VE KIYAMET

96- Sonunda Ye’cuc ile Me’cuc’un önündeki set yıkıldığında bunlar bütün tepelerden akarak her tarafa yayılırlar.

97- Gerçek vaadin (kıyamet gününün) eşiğine gelindiğinde kâfirlerin bakışları dehşetten donakalır ve “Eyvah halimize! Biz bu anın geleceğinden gafil yaşadık, biz gerçekten zalimlerden olduk” derler.

98- Siz ve Allah’ı bir yana bırakarak taptığınız sözde ilahlar, cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz.

99- Eğer o taptıklarınız, gerçekten ilah olsalardı, cehenneme girmezlerdi. Oysa hepsi sürekli olarak orada kalacaklardır.

100- Onlar orada hırıltılı sesler çıkararak inleyeceklerdir ve kulakları hiçbir ses işitemeyecektir.

101- Daha önce akıbetlerinin iyi olacağını takdir ettiğimiz kimselere gelince, onlar cehennemden uzak tutulacaklardır.

102- Onlar cehennem ateşinin uğultusunu duymazlar ve ebedi olarak canlarının çektiği nimetler içinde kalırlar.

103- Onları o en büyük korku ürkütmez. Melekler kendilerini “Bugün, size vaktiyle vadedilen gündür” diyerek karşılarlar.

104- O gün göğü, yazılı sayfaların dürüldüğü gibi düreriz. Varlıkları ilk başta nasıl yarattıksa, onları aynı şekilde yeni baştan diriltiriz. Bu yerine getirmeyi üstlendiğimiz bir sözdür. Biz onu mutlaka yaparız.

Kehf suresinde yeralan Zülkarneyn hikâyesinde Ye’cuc ve Me’cuc ‘dan söz ederken, şunları söylemiştik: Surenin akışının Ye’cuc ve Me’cuc’un ortaya çıkışı ile bağlantılı olarak ifade ettiği yüce Allah’ın vaadi yaklaştı. Belki de bu olay Tatarların saldırıları ve doğuyu batıyı istila etmeleri, ülkeleri ve tahtları yerle bir etmeleri ile gerçekleşmiştir. Çünkü Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- yaşadığı günlerden beri “kıyamet yaklaştı” demektedir. Ne var ki, yüce Allah’ın vaadinin yaklaşması, kıyamet için belirli bir zamanı ifade etmez. Çünkü zamanın Allah katındaki hesabı insanlarınkinden farklıdır.

“Rabb’inin katındaki bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.” (Hacc Suresi, 47)

Amaç, o günün gelişini tasvir etmektir. Yeryüzünde yaşanan ve insanlarca seyredilen sahneler gibi basitleştirerek sunmaktır. Bu sahnede Ye’cuc ve Me’cuc her tepeden hızla ve büyük bir kargaşa ile boşalıyor gibi canlandırılmaktadır. Bu da Kur’an-ı Kerim’de insanların gözleriyle gördükleri sahneleri kullanarak, onları yeryüzü sahnelerinden yola çıkarak ahiret sahnelerini düşünmeye yöneltme amacı ile başvurulan bir yöntemdir.

Burada sunulan bu sahnede ani baskına uğrayanların şaşkınlıkları apışıp kalmaları özellikle belirginleşiyor:

“Kâfirlerin bakışları dehşetten donakalır.”

Ansızın yakalandıkları bu korkudan dolayı hareketsiz kalmış, kıpırdamıyor bile gözleri. Manzaranın iyice canlandırılması ve belirginleştirilmesi için “şahısatün” yani “gözleri açıp hiç kıpırdamama” kelimesi kullanılıyor.

Sonra ayetlerin akışı durumlarını anlatıyor ve konuşmaları ön plana çıkarılıyor. Böylece sahneye bir canlılık katılıyor, öylece sunuluyor:

“Eyvah halimize! `Biz bu anın geleceğinden gafil yaşadık, biz gerçekten zalimlerden olduk, derler.”

Bu, ansızın korkunç gerçekle karşı karşıya kalan şaşkın insanın panik halini tasvir etmektedir. Şaşırmış, gözleri faltaşı gibi açılmış kıpırdamıyor bile. Ahlıyor, vahlıyor, feryat ediyor. Suçunu itiraf ediyor, pişman oluyor. Ama iş işten geçtikten sonra…

Bu panik içinde bu dehşet anında suçlarını itiraf eder etmez, onlar hakkında geri çevrilmesi sözkonusu olmayan hüküm veriliyor:

“Siz ve Allah’ı bir yana bırakarak taptığınız sözde ilahlar, cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz.”

Sanki hemen o anda hesaba çekilmek üzere yüce Allah’ın huzurunda toplanıyorlar. Düzmece tanrıları ile birlikte cehenneme sürükleniyorlar. Oraya adeta fırlatılıyorlar. Yumuşak davranma, acıma yok onlara. Tohum saçılır gibi cehenneme atılıyorlar adeta. Bu sırada düzmece tanrıları hakkında ileri sürdükleri görüşlerin yalan bir iddia olduğuna ilişkin bir kanıtla karşı karşıya getiriliyorlar. Onlara gözle görülen realiteden bir kanıt gösteriliyor.

“Eğer o taptıklarınız, gerçekten ilah olsalardı, cehenneme girmezlerdi.” Ahirette meydana geliyormuş gibi dünyada gözler önüne serilen bu sahneden elde edilen bu kanıt, vicdanları harekete geçirmeye yönelik bir kanıttır. Sonra ayetlerin akışı onların fiilen cehenneme sürüklenişlerini anlatmaya devam ediyor ve oradaki yerlerini ve durumlarını tasvir ediyor. Çok zor bir durum içinde bulunduklarından durumu kavramaları mümkün değildir.

“Oysa hepsi sürekli olarak orada kalacaklardır.”

“Onlar orada hırıltılı sesler çıkararak inleyeceklerdir ve kulakları hiçbir ses işitemeyecektir.”

Mü’minlerin bütün bu akıbetlerinden kurtulmuş olduklarını görmek için bunları bir kenara bırakıyoruz. Daha önce yüce Allah mü’minlere iyilikte bulunmuş, kurtuluş ve başarı takdir etmişti.

“Daha önce akıbetlerinin iyi olacağını takdir ettiğimiz kimselere gelince onlar cehennemden uzak tutulacaklardır.”

“Onlar cehennem ateşinin uğultusunu duymazlar ve ebedi olarak canlarının çektiği nimetler içinde kalırlar.”

Ayette geçen “hasiseha” uğultusu kelimesi, musiki vurgusu ile anlamını tasvir eden kelimelerdendir. Bu kelime vurgusu ile ateşin alev alev yanarken çıkardığı sesi aktarmaktadır. O korkunç sesi canlandırmaktadır. Hiç kuşkusuz bu, insanı ürperten, tüyleri diken diken eden bir sestir. Bu yüzden daha önce kendilerine iyilik bahşedilenler, fiilen bu ateşi tatmak bir yana, yanarken çıkardığı sesten, müşrikleri dehşete düşüren bu büyük panikten kurtulmuşlardır. Canlarının istediği gibi güvenli bir ortamda ve her türlü nimet içinde yaşıyorlar. Melekler onları sevgi ile karşılıyorlar. Bu korkunç ve dehşet verici ortamda içlerine güven duygusunu akıtmak için onlara eşlik ediyorlar.

“Onları o en büyük korku ürkütmez. Melekler kendilerini `Bugün, size vaktiyle vaadedilen gündür’ diyerek karşılarlar.”

Sahne evrenin alacağı son şekli gözler önüne seren bir tablo ile son buluyor. Bu da böylesine zorlu bir günde hem kalplerin duyduğu dehşeti, hem de evrenin alacağı şekli tasvir ediyor:

“O gün göğü, yazılı sayfaların dürüldüğü gibi düreriz.”

Sayfaları biriktirip onlara bekçilik yapan birinin, sayfalarını dürmesi gibi gökler dürülüveriyor. İş artık bitmiştir. Sahnenin sunulması da tamamlanıyor. İnsanın şimdiye kadar görüp alıştığı evren dürülüp bir kenara bırakılıyor. Yeni bir dünya, yeni bir evren kuruluyor.

“Varlıkları ilk başta nasıl yarattıksa, onları aynı şekilde yeni baştan diriltiriz. Bu yerine getirmeyi üstlendiğimiz bir sözdür. Biz onu mutlaka yaparız.”

YERYÜZÜNÜN GERÇEK VARİSLERİ

Evrenin ve canlıların ahiretteki akıbetlerini tasvir eden bu sahneden sonra surenin akışı, yeryüzüne varis olmaya ilişkin yüce Allah’ın koyduğu kanunu, bunun yanında yeryüzü varisliğinin hayatta Allah’a kulluk yapanlara ait olduğunu açıklıyor. İki sahne arasındaki ilgi ve bağ gayet açıktır.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.