SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FETİH SURESİ 11 VE 16. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
SAVAŞA GİTMEYENLER
11- Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki `Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah’tan bizim bağışlanmamızı dile . Onlar kalbîlerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar vermek dilemiş, yahut size bir fayda vermek istemiş olsa Allah’ın, sizin için dilediğine kim engel olabilir? Hayır hiç kimse engel olamaz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
12- Aslında siz Peygamberin ve mü’minlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönlünüze güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helakı hak etmiş bir topluluk oldunuz.
13- Kim Allah’a ve Resulüne inanmazsa bilsin ki biz, kafirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır.
14- Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
15- Savaştan geri kalmış olanlar, siz ganimetleri almaya giderken. Bırakın bizde sizinle gelelim” diyeceklerdir. Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Bize uymayacaksınız; Allah sizin için önceden böyle buyurdu’: Onlar size: “Hayır bizi kıskanıyorsunuz” diyecekler. Hayır aksine, kendileri ancak pekaz söz anlayan kimsedirler.
16- Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: “Siz yakında çok kuvvetli olan bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız ya da müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükafat verir. Fakat önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.”
Kur’an-ı Kerim geri kalıp katılmayanların sözlerini ve onlara verilecek cevabı yansıtmakla yetinmiyor. Aksine bu münasebetle ruhların hastalıklarını ve kalplerde olan duyguları tedavi etmek zaaf ve kayma noktalarına nüfuz edip, onları gerekli tedaviye hazırlık olmak üzere muayene etmek sonra da kalıcı gerçekler ve değişmez değerler, şuur, düşünce ve davranış kuralları yerleştirmek için bu münasebeti bir fırsat olarak değerlendirmektedir. Gıfar, Müzeyne, Eşca, Eslem ve Medine civarında bulunan öteki bedevi kabilelerden geri kalıp katılmayanlar, geri kalmalarına özür göstermek için “Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu” diyecekler. Tabi bu bir özür değildir. Herkesin her zaman ailesi ve malı vardır. Bu gibi şeyler inancın yükümlülüklerini ve gereğini yerine getirmek için geçerli bir mazeret olsaydı hiç kimse görevini yapmazdı.
Ve yine “Allah’tan bizim bağışlanmamızı dile” diyeceklerdir. Oysa onlar, yüce Allah’ın Resulüne bildirdiği gibi, bağışlanma isteklerinde içten ve samimi değillerdir. “Onlar kalplerinde olmayan şeyi dilleri ile söylerler.” Burada yüce Allah geri kalmanın savamıyacağı, ileri atılmanın değiştiremiyeceği “kader gerçeği” ve insanları çepeçevre kuşatan ve kaderlerine dilediği gibi yön veren ilahi kudret gerçeğini ve yüce Allah’ın kendisine uygun olarak takdirini yönlendirdiği kapsamlı ilim gerçeği ile onlara cevap vermektedir. “De ki: Allah size bir zarar vermek dilemiş veyahut size bir fayda vermek istemiş olsa Allah’ın sizin için dilediğine kim engel olabilir? Hayır hiç kimse engel olamaz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
Ayette bir soru cümlesi ile karşılaşıyoruz: Bu, Allah’ın kaderine teslim olmayı O’nun emrine geri durmaksızın ve ağırdan almaksızın itaatı ilham eden bir sorudur. Savaşa, sefere katılmamak veya ağırdan almak ne bir zararı savar ne de bir yararı geciktirir. Özür uydurmak Allah’ın ilminden asla gizli kalmaz. Herşeyi kuşatan ilmi uyarınca verecek olduğu cezaya da etki etmez. Pedegojik bir direktiftir.
“Aslında siz Peygamberin ve mü’minlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönlünüze güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helakı hak etmiş bir topluluk oldunuz: ‘
İşte böyle, yüce Allah onları, içlerinde sakladıkları niyetleri, gizlice yürüttükleri tahminleri ile ve Allah’a besledikleri kötü zanları ile çırılçıplak ve apaçık olarak yüzyüze getirmektedir. Onlar Resulullah ve onunla birlikte olan mü’minler ölüme gidiyorlar, Medine’ye ailelerinin yanına asla dönemeyecekler sanıyorlardı. Ve “Muhammed Medine’de kendi evinin önünde kendisi ile savaşabilen, arkadaşlarını öldürebilen bir topluluk üzerine gidip onunla savaşacak ha!” diyorlardı. Bu sözleri ile Uhud ve Hendek savaşlarını ima ediyorlardı. Oysa yüce Allah’ın sadıkları ve kendisi için herşeyden soyutlanmış kullarını himaye edip koruyacağını hiç hesaba katmamışlardı. Öte yandan onlar -olayları kendilerine göre değerlendirmeleri ve kalpleri inancın sıcaklığından yoksun olması nedeni ile- neye mal olacağını gözardı ederek görevin görev olduğunu takdir etmemişlerdi. Ve yine Resulullah’a itaatın zahiri kazanca ve şekli kayba bakmaksızın yerine getirilmesi gerekli bir görev ve ona itaat ötesinde başka bir netice gözetmeksizin yerine getirilmesi gerekli bir ödev olduğunu da takdir etmemişlerdi.
Onlar böyle zannetmişler ve bu zan kalplerine hoş gelmiş, artık başkasını görmez ve düşünmez olmuşlardır. İşte kalplerinin verimsiz olmasından kaynaklanan Allah’a kötü zan budur işte. Ayette geçen (bûr) “verimsiz” kelimesi anlam dolu enteresan bir kelimedir. Çünkü verimsiz toprak, ölü ve çorak toprak demektir. İşte onların kalpleri de böyle, bütün benlikleri de aynı böyledir. Verimsiz, ölü, bereketsiz ve meyvesiz… Yüce Allah’a karşı iyi zan beslemeyen bir kalpten ne beklenebilir ki? Çünkü böyle bir kalp yüce Allah’ın ruhuna bağlanmaktan kopuktur. Böyle bir kalp verimsiz, ölü, meyvesiz bir kalptir. Ve sonu helak ve mahvolmaktır.
Onlar aynen bunun gibi mü’minler topluluğu hakkında da karamsardılar.
Böyle insanlar yüce Allah ile bağları kopuk, kalpleri ruh ve canlılıktan yoksun bedeviler gibidirler. Zaten hep böyle olur. Batılın kefesi ağır basıyor görününce, yeryüzündeki zahiri güçler şerli ve sapık kimselerin yanında yer alınca, mü’minler sayıca, malzeme ve hazırlıkça geri veya yer mertebe ve malca yetersiz olduklarında mü’minler topluluğuna hep kötü zan beslerler. Bedeviler ve benzerleri, mü’minler, zahiri gücü ile azim ve güçlü olan batılın karşısına dikilirlerse onların ailelerine asla geri dönemeyeceklerini her zaman sanırlar. Onlar her an köklerinin kazınacağı ve davalarının sona ereceği beklentisi içindedirler. Dolayısı ile akılları sıra en sağlam yolu izlerler ve yine akılları sıra onların tehlikelerle dopdolu oluşundan uzaklaşırlar. Fakat yüce Allah bu kötü zannı boşa çıkarır ve durumları ve halleri kendi ilmine göre, idaresi ve gerçek güçlerin tuttuğu teraziye göre değiştirir. Yüce Allah kendi güçlü kudret eliyle tuttuğu teraziye göre değiştirir de kendisine heryerde ve her zaman kötü zan besleyen münafıkların bilmeyeceğï şekilde terazinin kefesini bir topluluk için alçaltırken bir diğeri için yükseltir.
Buradaki gerçek terazi iman terazisidir. Dolayısı ile yüce Allah bedevileri o teraziye havale etmekte ve bu terazi uyarınca ceza için genel bir kural belirlemektedir. Bununla birlikte, yüce Allah’ın yakın rahmetini ima etmekte ve fırsatı ganimet bilmeye ve Allah’ın rahmet ve bağışlamasından yararlanmaya koşmalarını ilham etmektedir.
“Kim Allah’a ve Resulüne inanmazsa bilsin ki biz, kafirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır.”
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, esirgeyendir: ‘
Onlar mallarını ve ailelerini mazeret olarak ileri sürmüşlerdir. Allah’a ve Resulüne inanmadıkları kendileri için hazırlanmış olan şu çılgın ateşe karşı malları ve aileleri kendilerine ne yarar sağlayacaktır? Terazinin iki kefesi vardır. O halde ya şu kefeyi veya bu kefeyi kesin bir şekilde seçsinler. Çünkü kendilerini bu şekilde tehdit eden yüce Allah tek başına yer ve göklerin sahibidir. Dilediği kimse için bağışlama ve dilediği için azab verebilme gücüne sahip tek O’dur.
Yüce Allah insanlara yaptıkları amellere göre karşılık verir. Ancak dilemesi herhangi bir şeyle kayıtlı değildir. İşte yüce Allah burada bu gerçeği kalplere yerleşsin diye belirlemektedir. Bu gerçek amele göre karşılık verilmesi prensibi ile de çelişmez. Çünkü amellere göre karşılık verilmesi yüce Allah’ın bu dilemesine ait, mutlak bir tercihidir.
Allah’ın bağışlaması ve rahmeti çok yakındır. Yüce Allah’ın kafirler için hazırlayıp koymuş olduğu çılgın ateşle kendisine ve elçisine inanmayanlara azab edeceği yolundaki hükmü gerçekleşmeden önce dileyen bunu fırsat olarak değerlendirsin.
Sonra ifadenin akışı, Resulullah ile sefere katılmayıp geri kalanların zanlarının aksine, yüce Allah’ın mü’minler için takdir etmiş olduğu bazı şeyleri bunların yakın olduklarını ima eden bir üslup içinde ortaya koymaktadır:
“Savaştan geri kalmış olanlar, siz ganimetleri almaya giderken: “Bırakın bizde sizinle gelelim” diyeceklerdir. Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Bize uymayacaksınız; Allah sizin için önceden böyle buyurdu”. Onlar ise: “Hayır bizi kıskanıyorsunuz” diyecekler. hayır aksine, kendileri ancak en az söz anlayan kimsedirler.”
Tefsircilerin çoğunluğu bu ifadenin Hayberin fethine işaret olduğu düşüncesindedirler. Bu mümkündür. Fakat ayeti Hayberin fethi için bir işaret olarak almasa da verdiği ilham sürekli geçerlidir. Çünkü ayet müslümanlara yakın ve kolay fetihler ihsan edileceğini ve sefere katılmayanların bunu anlayacakları ve “Bırakınız bizde sizinle gelelim” diyeceklerini ima etmektedir.
Belki de tefsircileri bu ayetin Hayberin fethine işaret ettiği kanaatine iten Hayberin Hudeybiye barış anlaşmasından biraz sonra fethedilmesidir. Çünkü Hayber, Hudeybiye barış anlaşmasından iki aydan daha az bir müddet sonra hicretin yedinci yılı Muharrem ayında fethedilmişti. Ve Hayberin fethi bol ganimet elde edilen savaş olmuştur. Ve Hayber surları Arabistan yarımadasında yahudilerin zengin güçlü merkezlerinden geri kalan en sonuncusunu oluşturuyordu. Ve o surlara, daha önce yarımadadan sürülen Nadir oğulları ve Kureyza oğullarının bir kısmı sığınmışlardı.
Tefsircilerin birbirini izleyen görüşlerine göre, yüce Allah Hudeybiyede biata katılanlara Hayberin ganimetlerini va’detmiş, bu ganimetlere onlarla birlikte kimseyi ortak etmemiştir. Ben bu konuda hiçbir açık ifadeye rastlayamadım. Her-halde tefsirciler bu yargıya yapılan uygulamadan varıyor olsalar gerek. Çünkü Resulullah Hayber ganimetlerini Hudeybiye anlaşmasında bulunanlara hazır vermiş ve onların yanında başka hiçbir kimseye pay ayırmamıştır. Kısacası, yüce Allah, sefere katılmaktan geri duran bedeviler yakın ve kolay ganimetleri elde etmek için sefere biz de katılalım diye teklif ettiklerinde, peygamberine onları geri çevirmesini emretmekte ve onların şimdi savaşa çıkmalarının Allah’ın emrine aykırı olduğunu bildirmesini beyan etmektedir. Ve yüce Allah Peygamberine, savaşa katılmaları engellenince “Hayır siz bizi kıskanıyorsunuz” bunun için savaşa çıkmamıza ganimetlerden mahrum kalalım diye engel oluyorsunuz diyeceklerini haber veriyor. Sonra yüce Allah, onların bu sözlerinin yüce Allah’ın hikmetini ve takdirini anlama noksanlıklarından ileri geldiğini belirtiyor. O halde, Hudeybiye seferine katılmayan açgözlülerin mükafatları, ganimetten alıkonmaktır. Herşeyi terkedip Allah’a itaat edenlerinki ise Allah’ın ihsanından yararlandırılmaktır. Ve Bedeviler savaştan sadece meşakkat çıkacak diye tahmin yürüttükleri bir sırada müslümanların itaat ve ileri atılmayı yalnız başlarına yapmalarının bir mükafatı olarak -yüce Allah takdir edince- ganimetlere de yalnız başlarına konmaktır.
Sonra Yüce Allah Peygamberine, onlara ileride güçlü bir düşmanla İslam uğruna çarpışmak üzere cihada çağrılarak imtihan edileceklerini, eğer bu imtihanda başarılı olurlarsa kendilerine mükafat olacağını, şayet günahlarına ve geri kalmalarına devam ederlerse işte bunun son imtihan olacağını haber vermesini emrediyor:
“Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: `Siz yakında çok kuvvetli olan bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız ya da müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükafat verir. Fakat önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.”
Yine, bu güçlü kuvvetli toplumun kim oldukları üzerinde ve Resulullah’ın sağlığında mevcut mu idiler yoksa halifeleri zamanında mı yaşadılar konusunda görüşler çeşit çeşittir. En yakın ihtimal bu güçlü kuvvetli toplumun yüce Allah Medine çevresindeki bu bedevilerin imanını denemesi için, Resulullah ın sağlığında mevcut olduklarıdır.
Burada önemli olan; Kur’an’ın terbiye metodunu ve kalpleri, gönülleri Kur’an’ın kendine özgü yönlendirme ve gerçekçi imtihanlar aracılığı ile tedavi metodunu yakalayabilmemizdir. Bu söylediklerimizin tümü, Kur’an’ın onların içlerinden geçen düşünceleri kendilerine ve mü’minlere açıklamasında, imini ve mutedil olan ahlak kurallarına yönlendirmesinde apaçık görülebilir.
Bu imtihandan, cihada katılmanın herkese farz olduğu anlaşıldığına göre, yüce Allah herhangi bir günah ve ceza sözkonusu olmaksızın, cihada katılmakla yükümlü olmayan gerçek özürlüleri açıklamaktadır: