SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FETİH SURESİ 4 VE 5. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
MÜ’MİN ERKEK VE KADINLAR
4- İnananların, imanlarının kat kat artırmaları için, kalblerine güven indiren O’dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, Hakim olandır.
5- İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş budur.
“Sekinet” sözcüğü, ifade gücü olan, çeşitli sahneler canlandırabilen zengin çağrışımlar içerebilen bir sözcüktür. Sekineti yüce Allah bir kalbe indirdi mi, bu,iç huzuru, rahat, kesin inanç, güven, ağırbaşlılık, sebat, teslimiyet ve hoşnutluk olarak karşımıza çıkar.
Bu olayda mü’minlerin kalpleri çeşit çeşit duygularla coşmakta, tepkilerle kaynamaktaydı. Müslümanlar beklemekte ve Resulullah’ın Ka’be’ye gireceklerine dair görmüş olduğu rüya doğru çıkacak mı diye merak etmekteydiler. Sonra Kureyşlilerin tutumları ile yüzyüze geliş ve Resulullah’ın, ihrama girdikten sonra ve kurbanlık develeri işaretleyip, boyunlarına kurbanlık nişanı taktıktan sonra o yıl Kabe’yi ziyaret etmeyerek geri dönüşü kabul etmesi… Doğal olarak hiç kuşkusuz bu müslümanların çok zoruna gitmişti. Nakledildiğine göre, Hz. Ömer hiddet içinde Hz. Ebu Bekir’e gelir ve -Olayı rivayeti içinde tesbit ettiklerimizden ayrı olarak- “O bizim Ka’be’ye geleceğimizden ve onu tavaf edeceğimizden söz etmedi mi?” der. Kalbi Resulullah’ın kalbi ile bütünleşmiş, kalbinin atışları Resulullah’ın nabzına tıpa tıp uyan Hz. Ebu Bekir; “Evet, söyledi. Fakat sana bu yıl Ka’be’ye gideceksin diye mi haber verdi?” diye sorar. Hz. Ömer: “Hayır” diye cevap verir. Hz. Ebu Bekir: “Sen oraya gidecek ve orayı tavaf edeceksin” der. Bunun üzerine Hz. Ömer onun yanından ayrılır ve Resulullah’a gelir. Resulullah’a söyledikleri arasında şu cümle de yer alır: “Sen bize Ka’be’ye geleceğimizi ve onu tavaf edeceğimizi söylemedin mi?” Resulullah: “Evet söyledim. Sana bu yıl gideceğimizi haber verdim mi?” buyurur. Ömer: “Hayır” deyince, Resulullah; “Sen oraya gideceksin ve tavaf edeceksin” der. İşte bu kesit, mü’minlerin kalbinden geçenlerden bir örnektir.
Mü’minler, Kureyşin ileri sürdüğü şartlardan bayağı can sıkıntısı içinde idiler. İslama girip de, velisinin izni olmadan Hz. Muhammed’e gelenlerin geri verileceği maddesinden, “Rahman ve Rahim” isminin anlaşmada yer almasının kabul edilmeyişinden ve Resulullah ın Allah`ın elçisi niteliğini anlaşmada reddedilişinden cahili taassupları yüzünden çok sıkılmışlardı… Rivayet olunduğuna güre, Amr oğlu Süheyl bu sıfatı silmesini isteyince, Hz. Ali, silmemiş bu kez Resulullah silmiş ve şöyle demişti: “Ya Rab! Sen biliyorsun ki ben senin elçinim: ‘
Müslümanlar dinlerine son derece düşkün ve müşriklerle savaşmaya son derece istekli idiler. Bunu, topluca biat etmeleri göstermektedir. Sonra durum, barıştan ateşkese ve bunun arkasından da Hudeybiye’den geri dönüş şeklinde bir gelişme göstermişti. İşin bu şekilde gelişme göstermesi, onlar için pek yenilir yutulur bir şey değildi. Bunu da, kurbanlarını kesmekte, tıraş olmakta işi ağırdan almalarında görmekteyiz. Hatta sonunda Resulullah onlara bu isteğini üç kez tekrarlamak zorunda kalmıştı. Oysa onlar Sakif kabilesinden Mes’ud oğlu Urve’nin de Kureyş’e anlattığı gibi, Resulullah’ın emrine sarılma ve itaatta son derece gayretli iken, kurbanlarını kesmemişler, başlarını tıraş etmemişler veya saçlarını kısaltmamışlardı. Bunu ancak, Resulullah’ı bizzat yaparken görünce yapmaya başlamışlar ve Resulullah’ın sözünün göstermediği etkiyi, bu aksiyonu göstermiş ve onları taa yüreklerinden sarsmıştı. Bunun sonucu olarak da kendilerinden geçmenin dehşeti içinde Resulullah’ın emrine itaata koyulmuşlardı.
Aslında onlar Medine’den Umre niyeti ile çıkmışlardı. Gayeleri savaş değildi. Ne ruhen ne de aksiyon olarak savaşa hazırlamamışlardı kendilerini… Sonra sürprizler birbirini izlemişti. Kureyşlilerin müfreze gönderip müslümanların karargahına ok ve taşlarla saldırmaları… Evet Resulullah, müşriklerle savaşa karar verip de, biat isteyince ona topluca biat etmişlerdi. Fakat bu biat olayı, ruhen hazırlandıkları durumun aksi ile karşılaşma sürprizini ortadan kaldırmıyordu. Ki bu sürpriz içlerinde kaynayan reaksiyon ve etkilenmelerin bir bölümünü oluşturuyordu. Bir kere onlar topu topu bindörtyüz kişi idiler. Oysa Kureyş, kendi yurdunda civardaki bedeviler ve müşriklerin desteği yanlarında idi.
İnsan bu manzaraları dönüp de zihninde şöyle bir yeniden canlandırınca ancak anlayabilir. Yüce Allah’ın “Kalblerine güven indiren O’dur” sözünün anlamını… Bu sözlerin tadını, ifadenin lezzetini… Ve insan o günkü atmosferi ancak canlandırabiliyor. Ve bu ayetlerle o günkü ortamı yaşıyor ve Allah’ın o kalplere lütfettiği iç huzurunun serinliğini ve esenliğini hissediyor…
Yüce Allah o gün müminlerin kalplerinde coşup kabaran duyguların imandan dolayı olduğunu ve imini düşkünlüklerinin ne kendileri bir pay çıkarmak ve ne de cahiliyet alışkanlıkları uğruna olmadığını bilmiş ve kendilerine “İnananların imanlarını kat kat artırmaları için…” bu iç huzurunu lütfetmiştir. İç huzuru, dine bağlılık ve cesaret eden, derece olarak daha üstün bir mertebedir. İç huzurunda endişesiz bir güven vardır. İç huzurunda hoşnudluk ve kesin bir inancın sağladığı güven vardır.
Buradan hareketle, yüce Allah zafer ve galibiyetin zor ve uzak olmadığını tam tersi sonucun müminlerin arzuladıkları gibi gelişmesi hikmetine uygun olduğu zaman yüce Allah için kolay ve basit olduğunu beyan ediyor. Çünkü yüce Allah’ın dilediği zaman, galibiyeti sağlayacak zaferi elde edecek yenilmez ve sayısız askerleri vardır. “Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, Hakim olandır.” Herşey O’nun hikmeti ve hükmüne göredir, O nasıl dilerse öyle gelişir. Zaten yüce Allah ilmi ve hikmeti gereği, müslümanlara takdir buyurmuş olduğu zafer ve nimeti gerçekleştirmek için “İnananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine güven indiren O’dur.” “İman eden erkekler ve kadınları içinde temelli kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere koyar ve onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş budur.” Eğer bu gelişmeler yüce Allah’ın ölçüsüne göre, büyük bir kurtuluş ise, evet o zaman büyük bir kurtuluş demektir. Kendi özünde büyük bir kurtuluştur. Yüce Allah’ın takdirine uygun, ölçüsüne göre ölçülmüş olan ve O’nun katından bunu elde edenlerin gönüllerinde büyük bir kurtuluştur bu…
Gerçekten o gün mü’minler yüce Allah’ın kendileri için takdir ettiği şeylere çok sevinmişlerdi. Ve surenin açılış ayetlerini dinledikten ve Resulüne ihsan etmiş olduğu feyizleri öğrendikten sonra, acaba kendi paylarına ne çıkacak diye merak etmeye başlamışlar ve Resulullah’a kendi nasiplerini sormuşlardı. Müslümanlar kendi nasiplerini öğrenince, gönülleri hoşnutluk, ferah ve kesin iman ile dolup taşmıştır.