sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HADİD SURESİ 11 VE 15. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HADİD SURESİ 11 VE 15. AYETLER
08.05.2024
148
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

11- Çıkar amacı gütmeksizin gönüllü olarak Allah’a borç verecek olan var mı? Allah ona verdiğini kat kat fazlası ile geri verir. Ayrıca ona onurlandırıcı bir ödül vardır.

12- O gün erkek-kadın bütün müminlerden çıkan nurun önleri ve sağ yanları yönünde ilerlediğini görürsün. Onlara “Müjdeler olsun ki, altlarından ırmaklar akan ve içlerinde sürekli kalacağınız cennetler sizi bekliyor. İşte büyük başarı budur” denir.

13- O gün erkek-kadın bütün münafıklar, müminlere “bize doğru bakın da yüzünüzün nurundan ışık alalım”derler. Fakat onlara “geldiğiniz yere dönün de nuru orada arayın ” diye seslenilir. Bu sırada aralarına kapısı olan bir duvar çekilir. Bu duvarın gerisinde rahmet ve dış tarafında azap vardır.

14- Münafıklar, müminlere “Dünyada sizinle birlikte değil miydik?” diye seslenirler. Müminler de onlara şöyle derler; “Evet, birlikteydik. Fakat siz kendiniz eğri yola saptınız, hep komplo peşinde koştunuz, gerçeklerden kuşku duydunuz, asılsız kuruntulara kapıldınız, sonunda Allah’ın emri gelince öldünüz, o yaman ayartıcı (şeytan) sizi Allah’ın affediciliğine güvendirerek baştan çıkardı.

15- bu gün ne sizden ve ne de kâfirlerden fidye kabul edilmez. Varacağınız yer cehennem ateşidir. Size orası yaraşır. Orası ne kötü bir yerdir!

İlk ayette etkileyici ve duygulandırıcı bir seslenişle karşılaşıyoruz. Yüce Allah muhtaç ve yoksul kullarına şöyle soruyor:

“Çıkar amacı gütmeksizin, gönüllü olarak Allah’a borç verecek olan var mı?”

Bir müslümanın bütün fakirliğine ve zavallılığına rağmen yüce Allah’a borç verdiğini düşünmesi onu yerinden hoplatmaya, O’nun yolunda mal harcamaya atılmasını sağlamaya yeter. İnsanlar normal olarak aralarındaki bir zengine, varlıklıya borç vermek için yarışa girerler. -Oysa hepsi yüce Allah’a göre yoksuldur-çünkü verecekleri borcu geri alacakları garantidir. Üstelik zengin, varlıklı bir adama borç verebilmenin gururunu tadacaklar böylece. Peki bir de “hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve doğal olarak övülmüş olan” yüce Allah’a borç verince acaba duyacakları gururun boyutu nice olur acaba?

Yüce Allah, müminlere bu duyguyu aşılamakla yetinmiyor. Bunun yanısıra kendisine verilecek olan gönüllü, çıkar beklentisinden uzak “güzel” borcu kat kat fazlası ile geri vereceğini ve buna ek olarak bu borcu vereni cömertçe ödüllendireceğini vadediyor.

“Allah ona verdiğini kat kat fazlası ile geri verir. Ayrıca ona onurlandırıcı bir ödül vardır.”

Sonra bu onurlandırıcı ödüllerin sahiplerine dağıtılacakları “gün”ün son derece görkemli bir sahnesinde müminlere bu onurlandırıcı ödülün ışık saçan bir tablosu sunuluyor.

Bu sahne gerek ana çizgileri ile gerek ayrıntıları ile kıyamet sahneleri arasında yeni ve orjinal bir sahnedir. Sahnenin önce dekoru ve figürleri hareketli çizgilerle belirleniyor, arkasından diyaloglarla bu dekorlara ve figürlere canlılık kazandırılıyor. Biz, şimdi Kur’an’ın bu ayetini okuyarak o görkemli sahneyi izliyoruz. İşte şimdi mümin erkek ve kadınlar gözlerimizin önünden geçiyorlar.

Fakat o ne? Onların önleri ve sağ yanları sıra okşayışı ve herşeyi delip geçebilen bir ışığın yayıldığını görüyoruz. Bu onlardan gelen ve önleri sıra yayılan kendi nurlarıdır. İşte şu insan karaltıları parlıyorlar, ışıklanıyorlar ve nur saçıyorlar. Bu nur yayılıyor ve onun sayesinde sahipleri önlerini ve sağ yanlarını net bir biçimde görebiliyorlar. Bu nur, yüce Allah’ın kendilerini karanlıklardan çıkaran nurudur. Bu nur onların ruhlarından kaynaklanan ve balçık kökenli bedenlerinin karaltısını bastıran nurdur. Kim bilir, belki de bu nur yüce Allah’ın evrenin ve evrendeki canlı-cansız tüm varlıkların yaratılış özünü oluşturan ışıktır da kendisini öz varlıklarından gerçekleştirmiş olan şu bahtiyarların vücudlarında öz niteliği ile ortaya çıkmıştır. (Günümüzde bilim adamlarının söylediklerine göre evrenin özü ışıktır. Işık ta atomlardan oluşmuştur. Atomda aslında radyasyondan, ışık zerreciklerinden başka birşey değildir. Bu teori doğru olma ihtimali en güçlü teori olabilir. Çünkü Kur’an’ın verdiği bilgiler ile aynı doğrultudadır.)

Sonra, işte, yüce Allah’ın bu bahtiyar müminlere yönelik onurlandırıcı müjdesini kendi kulaklarımızla işitiyoruz:

“Müjdeler olsun ki, altlarından ırmaklar akan ve içlerinde sürekli kalacağınız cennetler sizi bekliyor. İşte büyük başarı budur.”

Fakat sahne, bu orjinal ve gönül okşayıcı görüntüyü sunmakla yetinmiyor. Bir köşede münafık erkek ve kadınların karaltıları gözlerimize ilişiyor. Çaresiz ve şaşkın aynı zamanda aşağılanmış ve yüzüstü bırakılmışlardır. Mümin erkek ve kadınların eteklerine yapışmış, yalvarıyorlar.

“O gün erkek-kadın bütün münafıklar, müminlere `Bize doğru bakın da yüzünüzün nurundan alalım’ derler.”

Çünkü mümin erkek ve kadınlar baktıkları tarafa o gönül okşayıcı ve engel tanımaz nuru yayıyorlar. Fakat dünyadaki hayatlarını tümü ile karanlıklar içinde geçirmiş olan münafıkların şimdi bu nurdan ışık almaları olacak şey mi? Nitekim nereden geldiği belli olmayan bir ses onlara şöyle haykırır:

“Fakat onlara `Geldiğiniz yere dönün de nuru orada arayın’ diye seslenilir.” Açıkça belli ki, bu meçhul sesin amacı onları alaya almaktır, kendilerine dünyadaki iki yüzlülüklerini, karanlıklarda kotardıkları düzenbazlıkları hatırlatmaktadır. Geriye, dünyaya dönünüz, çalışma yurduna geri gidiniz. Çünkü nurun, yoğun aranacağı, elde edilebileceği yer orasıdır, orada yapılacak olan olumlu işlerdir. Oraya dönünüz, bugün nur kazanma, ışık elde etme günü değildir.

Bu konuşmaların hemen arkasından müminler ile münafıkların arasına perde geriliyor. Gerçi bu iki kesim dünyada karışık yaşıyorlardı, aynı toplumda birarada barınıyorlardı, ama bugün öyle değil, bugün safları ayırma, kampları belirleme günüdür.

“Bu sırada aralarına kapısı olan bir duvar çekilir. Bu duvarın gerisinde rahmet ve dış tarafında azap vardır.”

Anlaşılan bu duvar görmeyi engelliyor, ama sesin geçişini önlemiyor. Çünkü, işte, şu anda münafıkların müminlere “Dünyada sizinle birlikte değil miydik?” diye seslendiklerini işitiyoruz. Yani niye birbirimizden ayrılıyoruz? Dünyada sizinle birarada, aynı toplumda yaşamıyor muyduk? Üstelik burada yeniden dirildikten sonra da aynı meydanda toplanmanmış mıydık? Müminler, münafıklara “Evet” derler, durum dediğiniz gibi idi, “Fakat siz kendiniz eğri yola saptınız.” Kendinizi doğru yoldan çıkardınız, “hep komplo peşinde koştunuz.” Katıksız “iyi”yi seçmeye yanaşmadınız, “kuşku duydunuz” kararlı bir biçimde iyilik yoluna koyulamadınız, “asılsız kuruntulara kapıldınız”, zigzag çizerek, müminler ile kafirler arasında mekik dokuyarak, değneğin her iki ucunu da avuçlarınızın içine alarak kazanacağınızı, istediğinizi elde edeceğinizi sandınız, “Sonunda Allah’ın emri gelince öldünüz”, böylece herşey bitti, “O yaman ayartıcı (şeytan) sizi Allah’ın affediciliğine güvendirerek baştan çıkardı.” Şeytan içinize çeşitli ihtiraslar ve olmayacak kuruntular aşıladı.

Arkasından müminler, sanki yapılan duruşmanın yetkili yargıçlarıymış gibi münafıklara gerçekleri hatırlatmayı ve kararlarını tebliğ etmeyi sürdürüyorlar. Okuyalım:

“Bu gün ne sizden ve ne de kafirlerden fidye kabul edilmez. Varacağınız yer, cehennem ateşidir. Size orası yaraşır. Orası ne kötü bir yerdir.”

Belki de bu ses yüceler aleminden geliyor, doğrudan doğruya yüce Allah’tır münafıklara bu tebligatı yapan.

Eğer bu sahneyi sanatsal uyum açısından gözden geçirirsek burada “nur” motifinin seçilişinin son derece anlamlı ve özel amaçlı olduğunu görürüz. Çünkü sahnenin konusu münafık erkek ve kadınlardır. Bunlar asıl niyetlerini saklarlar, dışa karşı aslında olduklarından başka türlü görünürler, sürekli olarak iki yüzlülüğün, düzenbazlığın ve kirli işlerin karanlık dehlizlerinde yaşarlar. “Nur” ışık ise gizliyi meydana çıkarır, saklanan sırları açığa vurur. Üstelik “nur” görüntüsü, münafıkların karanlık ve köreltici sayfalarının karşısındaki parlak sayfayı oluşturur, yani sahneye “karşıtlık” motifi kazandırır. Buna göre “nur” görüntüsü, bu büyük sahneyi ışıklandıracak en yerinde motiftir. Münafıklar, kara vicdanlarına ve gizli-kapaklı komplolarına uygun düşen karanlıklar içinde debelenip dururlarken müminlerin önleri ve sağ yanları sıra aydınlık saçacak en uygun kaynak ancak bu kutsal “nur” olabilir.

İmdi, hangi kalp kıyamet günü ortaya çıkacak olan bu nura sahip olmak için can atmaz? Hangi kalp bu duyguları alevlendirici ve derin etkili mesajlar karşısında Allah yolunda mal harcama çağrısına kulak asmaz?

İşte Kur’an kalpleri böylesine ısrarlı ve sürekli vurgularla tedavi eder. Onların yapısal özelliklerini, giriş-çıkış yollarını, nelerden etkilendiklerini, hangi uyarılara olumlu reaksiyon gösterdiklerini iyi bilir ve onlara bu sağlamca bilginin beslediği uzmanca çağrıları yöneltir.

Surenin bundan sonra işleyeceğimiz ikinci bölümünde bu çağrılara devam edildiğini, aynı yöntemle ve aynı yolu izleyerek seslendirilen gönül yumuşatıcı mesajlara yenilerinin eklendiğini görüyoruz.

Bu bölüm, surenin ana konusunun devamıdır. Bu konu vicdanlarda gerçek imanı perçinleyerek Allah yolunda gönüllü fedakârlık duygusunu harekete geçirmekten ibarettir. Bu bölümde imana özendirici uyarılarla ve etkili mesajlarla karşılaşıyoruz. Bu uyarılar ve mesajlar o derin etkili giriş bölümünü izleyen ilk bölümdeki benzerlerini andırırlar.

Bu bölüm yüce Allah’ın kendilerinin beklediği fedakârlık düzeyine henüz yükselmemiş olan müminlere yönelik yüksek sesli bir azarla başlıyor. Bu azarlamanın devamında müminlere, kendilerinden önce yaşamış olan yahudiler ile hristiyanların uğradıkları kalp katılaşmaları ve davranış bozulmaları hatırlatılıyor. Onlardan aynı duruma düşmemeleri isteniyor. Yahudiler ile hristiyanların uzun zamana yayılmış bir umursamazlık sonucunda bu yozlaşmaya uğradıkları hatırlatılıyor. Bu uyarıların yanısıra müminlere umut da aşılanıyor. Yüce Allah’ın tıpkı ölmüş toprağı dirilttiği gibi, uyuşmuş kalpleri de dirilttiği müjdesi veriliyor.

Bu vurguyu, dikkatleri ahiret alemi üzerinde yoğunlaştırmayı amaçlayan ikinci bir vurgu izliyor. Bu vurgu sonrasında müminler bir kere daha yüce Allah’a gönüllü olarak ve çıkar amacı taşımaksızın “borç” vermeye çağrılıyorlar. Yüce Allah’ın, kendisine dünyada borç verenleri ahirette nasıl kat kat fazlası ile ödüllendireceği açıklanıyor. Tıpkı ilk bölümün aynı konuyu işleyen ayetinde olduğu gibi.

Üçüncü bir vurguda ise dünya değerleri tümü ile yüce Allah’ın terazisinin bir kefesine konuyor, öbür kefeye de ahiret değerleri yerleştiriliyor. Tartma işlemi sonunda görülüyor ki, dünya değerleri hafif kalırken ahiret değerleri ağır basıyor; dünya değerleri oyuncak gibi önemsiz kalırken ahiret değerlerinin önem verilmeye layık, ciddi değerler olduğu ortaya çıkıyor.

Bu tartma işleminin sonucuna dayanarak yüce Allah müminleri ahiret değerleri konusunda aralarında yarışmaya çağırıyor. Bu ahiret değerleri gökleri ile yeryüzü arası kadar genişliği olan cennette ortaya çıkacaktır ve bu cennet Allah’a ve Peygambere inananlar için hazırlanmıştır.

Bunları izleyen bir dördüncü vurgu da müminler ahiretten dünyaya, içinde yaşadıkları somut hayatın olaylarına döndürülüyorlar. Burada kalpleri hem sevinçte hem tasada yüce Allah’ın takdirine, plânına bağlanıyor. Böylece fedakârlıkta bulunmaları kolaylaşıyor, dünya nimetleri kendilerini şımartmaz oluyor, tüm duyguları. gökyüzüne bağlanıyor.

Bu vurguların arkasından, müminlere, insanları Allah’a çağırma davasının tarihinden bazı seçme örnekler sunuluyor. Bu örneklerde davaya çağırma yönteminin ve gidilen yolun doğrultusunun aynı olduğu, her dönemde bu yoldan sapanların fasıklar (yolunu şaşırmışlar) olduğu açıklanıyor. Bu arada ilk bölümde olduğu gibi yahudi ve hristiyanların yoldan çıkmış bir bölümünün durumuna değiniliyor. Arkasından müminleri Allah’tan korkmaya ve Peygambere inanmaya çağıran son bir seslenişle yüzyüze geliyoruz. Bu şartları yerine getirdikleri takdirde yüce Allah’ın katmerli merhametine erecekleri, yürürken önlerini aydınlatan bir nur elde edecekleri ve Allah tarafından günahların bağışlanacağı müjdeleniyor.

Bütün bunlardan sonra bir de şu gerçek vurgulanıyor: Yüce Allah’ın bağışı ve lütfu yahudilerin ve hristiyanların tekelinde değildir. Oysa onlar öyle olduğunu iddia ediyorlar. Tersine Allah’ın bağışı ve lütfu O’nun elindedir. Onu dilediklerine verir, çünkü “Allah büyük lütuf sahibidir.”

Böylece görülüyor ki, bu sure başından sonuna kadar birbirine geçmiş halkalardan oluşuyor. Halkaların oluşturduğu zincir, aynı ve sapmasız bir doğrultu boyunca uzayıp gidiyor. Surenin akışı boyunca kalplere kimi farklı, kimi benzer mesajlar ardarda sunuluyor. Bu mesajlar kalpler üzerindeki etkilerini derinlere indirecek oranda ve gerekli olduğu kadar tekrarlanıyor. Halkalardan oluşan zincirin çizdiği yol ardarda sıralanan mesajların ısısı sayesinde sımsıcak bir hava yansıtır.

 

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.