SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HADİD SURESİ 22 VE 24. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
22- Gerek yeryüzünde görülen, gerekse başınıza gelen her musibet tarafımızdan yaratılmadan önce kesinlikle bir kitapta belirlenmiştir. Bu ayrıntılı planlama Allah için kolay bir iştir.
23- Amaç, kaybettiklerinize üzülmemeniz ve O’nun size verdikleri yüzünden şımarmamanızdır. Allah kendini beğenmiş şımarıkları sevmez.
24- Bunlar hem kendileri cimrice davranırlar hem de başkalarına cimri olmayı önerirler. Kim hayr yapmaktan kaçınırsa bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir ve özü itibarı ile övgüye layıktır.
Şu varlık alemi son derece ince bir plâna bağlıdır. Bu alemde meydana gelen her olay mutlaka çok önceden özünde planlanmış, yapısında hesaplanmıştır. Bu alemde rastlantıya yer yoktur. Bu alemdeki hiçbir şey anlamsız ve fonksiyonsuz değildir. Varlıkların başlarına gelecek bütün olaylar, ne zaman olacakları ile birlikte daha yeryüzü yaratılmadan önce, daha şu varlıklar varlık sahnesine çıkmadan önce yüce Allah’ın eksiksiz, kapsamlı ve ayrıntılı bilgisinde belirlenmişti. Yüce Allah’ın bilgisinde geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman yoktur. Bu zaman dilimleri biz ölümlülerin dünyalarında geçerlidir. Biz nesneleri ve olayları bu zaman dilimleri ile sınırlayarak algılayabiliriz. Biz zaman ve yer sınırlamaları ile belirlenmemiş olayları ve nesneleri algılayamayız. Biz de “mutlak kavrama” yeteneği anormal olarak yoktur. Ancak ruhlarımızın “mutlak’ a ilişki kurduğu anlarda mutlak olanı, kayıtsız ve sınırsız olanı kavrayabiliriz. Bu kavramayı ancak nesneleri ve olayları normal olarak kavrarken kullana geldiğimiz yöntemden farklı bir yöntemle algılayabiliriz. Fakat yüce Allah, şu varlık alemini bir bütün olarak gözeten mutlak gerçektir. O’na göre hiçbir kayıt, hiçbir sınır yoktur. Bu varlık aleminin ilk anından son anına kadar meydana gelen bütün olaylar ve dönemler bir bütün olarak yüce Allah’ın bilgisinin kapsamındadır. Bu bilgi hiçbir zaman dilimine, hiçbir yer sınırlamasına bağımlı olmaz. Yüce Allah’ın bilgisine açık olan genel planda her olayın yeri vardır. Buna göre gerek yeryüzünde gerek insanın kendisinde, hatta bu ayetin indiği günkü ilk muhataplarının kişiliklerinde meydana gelen her iyi ve kötü olay yeryüzünde ve insanlarda henüz meydana gelmeden önce, henüz somut biçimi ile ortaya çıkmadan önce yüce Allah’ın katında bulunan “ezeli” bir kitapta kayıtlıdır. “İyi ve kötü olay” dedik. Çünkü ayetin orijinalindeki musibet sözcüğü, sözcük anlamı ile geneldir, hem iyi olaylar için, hem de kötü olaylar için kullanılabilir. Ayetin sonuna dikkat edelim:
“Bu ayrıntılı planlama, Allah için kolay bir iştir.”
İnsan büyük evren gerçeğini düşününce anlattığımız gerçeğin başka türlü olamayacağını kolayca anlar. Bu gerçeğin insan vicdanına, insan duygularına yönelik değeri, iyisi ile kötüsü ile, başa gelen bütün olayları güvenle ve soğukkanlılıkla karşılamaktır. Yani kötü olay karşısında ateş püskürmek, feryadı basmak ve ne de sevindirici olay karşısında dengeyi kaybederek havalara uçmaktır. Okuyalım:
“Amaç kaybettiklerinize üzülmemeniz ve O’nun size verdikleri yüzünden şımarmamanızdır.”
Ufuk genişliği, büyük varlık alemi ile ilişki içinde olmak, zaman boyutunun artı-eksi kutuplarını (ezel’i ve ebed’i) düşünebilmek, yüce Allah’ın bilgisinde planlanmış ve evrenin tasarısında değişmez bir yere konmuş olan olayları yerlerinde görmek; bütün bunlar gelip geçen olaylar karşısında insan vicdanına genişlik, yücelik, dayanıklılık ve direnç kazandırır; evrenin sürekli hareketine paralel biçimde hareket eden insan varlığı, bu süreç boyunca önüne çıkan olayları rahatlıkla değerlendirir.
Eğer insan kendini varlık aleminden ayrı düşünürse, olayları küçük varlığına yönelmiş, süpriz darbeler olarak algılarsa üzüntüye kapılır, kabına sığmaz olur ve o olayların oyuncağı olur. Ama eğer kendisinin ve başkalarının karşılaştığı olayları, hatta tüm yeryüzünü tüm evren organizmasının atomları olarak düşünürse, bu atomların eksiksiz ve ayrıntılı bir plandaki yerlerinde olduklarını, birbirlerine bağlı bir bütün oluşturduklarını kabul ederse, bütün bu varlıkların yüce Allah’ın bilgisinde belirlenmiş, plana bağlanmış olduğunu idrak ederse, eğer insanın kafasına bu düşünce ve bu bilinç yerleşirse bu plânın bütün gelişmelerini güvenle ve olgunlukla karşılar. Hiçbir kayıp karşısında sendelemez, sarsılmaz; hiçbir kazancın coşkusuna kapılıp kendini kaybetmez. Tersine olayların iç yüzünü bilmiş, kavramış bir insanın hoşnutluğu ve gönüllülüğü içinde yüce Allah’ın plânına ayak uydurur; onunla at başı giderken olup biten şeylerin, aslında olması gereken şeyler olduğunun bilincinde olur.
Bu belki de çok az kimsenin tutturabileceği yüksek bir derecedir. Fakat bu konuda sıradan müminlerden de şu kadarı isteniyor: Sıkıntıların verdiği acılar ile sevinçlerin yol açtıkları mutluluklar onları yüce Allah’a yönelme, iyi ve kötü günde O’nu hatırdan çıkarmama, hem üzüntüde hem de sevinçte ölçüyü kaçırmama çerçevesinin dışına çıkarmamalıdır. Nitekim sahabilerden İkrime şöyle diyor: “Herkes sevinir de, üzülür de. Bu normal bir tepkidir. Fakat sevinci şükretmeye ve üzüntüyü sabretmeye dönüştürün.” Bu tutum, sıradan her müslümanın takınabileceği islama özgü bir orta yoldur. Devam ediyoruz:
“Allah kendini beğenmiş, şımarıkları sevmez. Bunlar hem kendileri cimrice davranırlar hem de başkalarına cimri olmayı önerirler.”
Acaba herşeyin plana bağlı olduğu gerçeği ile şımarıklık ve kendini beğenmişlik arasında, sonra da şımarıklık ve kendini beğenmişlikle cimrilik ve cimriliği önerme arasında ne gibi bir bağ, ne gibi bir ilişki vardır? Bu bağ, bu ilişki şudur: Başına gelen herşeyin Allah’ın işi olduğunun bilincinde olan kimse üstünlük taslamaz, kazancı yüzünden şımarmaz, bunun yanısıra ne cimri olur ve ne de başkalarına eli sıkı olmayı önerir. Fakat sözkonusu gerçeği kavrayış ve anlayış bozukluğu yüzünden sahip olduğu malı, gücü, mevkii kendi öz kazancı sanan kimse üstünlük duygusuna kapılır, varlığı yüzünden şımarır. Arkasından verirken eli titrer, cimrice davranır ve tutumuna normallik kılıfı giydirebilmek için başkalarına da cimri olmayı önerir. Devam ediyoruz:
“Kim hayr yapmaktan kaçınırsa bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir ve özü itibarı ile övgüye lâyıktır.”
Kim hayır yolunda mal harcarsa kendisi için harcama yapmış olur. Kim maddi fedakârlık yapma çağrısına uyarsa bu çağrıya kendi yararı için uymuş olur. Yoksa yüce Allah zengindir, yoksul kulların hiçbir şeylerine ihtiyacı yoktur. Bunun yanısıra O, özü itibarı ile “övülmüş”tür, insanların övgüsünün O’na hiçbir katkısı olmaz.
TARİH SERAMONİSİ
Şimdi de surenin son bölümü karşısındayız. Bu bölümde Hz. Nuh ve Hz. İbrahim’den başlayarak peygamberlik misyonunun çizgisi ve bu inanç sisteminin tarihi kısaca sunuluyor. Bu özetlemede peygamberlik misyonunun mahiyeti ve insanların dünyasına yönelik amacı vurgulanıyor. Bu arada kendilerine daha önce kutsal kitap gönderilmiş olan ümmetlerin, özellikle Hz. İsa’nın bağlılarının durumuna değiniliyor. Okuyoruz: