SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HAŞR SURESİ 11 VE 17. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
11- Münafıkların, kitap ehlinden inkar eden dostlarına “Eğer siz yurdunuzdan çıkartılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Şayet sizinle savaşırlarsa mutlaka size yardım ederiz ” derler. Allah, onların yalancı olduklarına şahidlik eder.
12- Andolsun eğer onlar, çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar; eğer onlarla savaşılsa onlara yardım etmezler, yardım etseler bile arkalarına dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez.
13- Ey inananlar! Onların yüreklerine korku salan, Allah’tan çok sizlersiniz; çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.
14- Onlar sizinle toplu olarak savaşamazlar, ancak müstahkem şehirlerde yahut duvarların ardından sizinle savaşmak isterler. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, ancak onların kalpleri dağınıktır. Böyledir, çünkü onlar düşünmez bir topluluktur.
15- Onların durumu, kendilerinden az önce, yaptıklarının vebalini tatmış olan, ahirette de kendileri için acı bir azap bulunan kimselerin durumu gibidir.
16- İkiyüzlülüklerinin durumu insana: “inkar et” deyip insan da inkar edince: “Doğrusu ben senden uzağım; alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” diyen şeytanın durumu gibidir.
17- Nihayet ikisinin de sonu, içinde ebedi kalacakları ateş olacaktır. İşte bu zalimlerin cezasıdır.
Burada, münafıkların Beni Nadir yahudilerine önce söz verip sonra bu sözlerini yerine getirmemeleri, onları yalnız bırakmaları, Allah’ın beklemedikleri bir sahadan onları kıskıvrak yakalayıp kalplerine korku salıncaya kadar kendi haline bırakmaları dile getiriliyor. Fakat Kur’an’ın her cümlesinde bir gerçeği ortaya koyan, kalbin bir teline dokunan, bir tepki uyandıran, eğitimin, irfanın ve derin imanın temel ilkelerinden birini yerleştiren bir direktif yer alıyor.
Göze çarpan ilk direktif münafıklar ile ehl-i kitabın kafirleri arasındaki yakınlığın ortaya konmasıdır. “Münafıkların kitap ehlinden inkar eden dostlarına dediklerini görmedin mi?” Yani ehl-i kitabın bu kesimi kafirdir. Münafıklar her ne kadar islam örtüsüne bürünseler de onların kardeşleridir.
Sonra münafıkların kendi kardeşlerine kesin kes verdikleri söze dikkat ediliyor: “Eğer siz yurdunuzdan çıkartılırsanız mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız, sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Şayet sizinle savaşırlarsa mutlaka size yardım ederiz: ‘
Onların iç yüzlerini en iyi bilen Allah ise, onların belirttiklerinden başka birşeyi, onların pekiştirdiklerinden farklı bir olguyu ortaya koymakta ve pekiştirmektedir: “Allah onların yalancı olduklarına şahitlik ediyor. Eğer onlar yurtlarından çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlarla savaşılsa onlara yardım etmezler. Yardım etseler bile arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine de yardım edilmez: ‘
İşte Allah’ın hakkında tanıklık yaptığı gerçek budur. Allah onların kardeşlerine yaptıkları açıklamayı ve vardıkları hükmü yalanlıyor.
Ardından münafıkların ve onların kardeşleri olan ehl-i kitabın kafirlerinin içlerinde bulunan temel bir gerçeğe parmak basıyor:
“Ey inananlar! Onların yüreklerine korku salan Allah’tan çok sizlersiniz. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.”
Onlar Allah’tan korktuklarından daha çok inananlardan korkarlar. Halbuki onlar eğer Allah’tan korksalardı O’nun hiçbir kulundan korkmazlardı. Tek bir korkuları, tek bir endişeleri olurdu. Hiçbir kalpte hem Allah korkusu, hem de O’ndan başkasının korkusu bir arada bulunmaz. Bütünüyle güç ve kudret Allah’ındır. Evrendeki her güç O’nun emrine boyun eğmektedir. “Hiçbir canlı yoktur ki, perçemi O’nun avucunun içinde olmasın.” (Hud suresi, 56) Öyleyse Allah’tan korkan adam başka neden korksun ki? Fakat bu gerçeği anlamayanlar Allah’tan korktuklarından daha çok O’nun kullarından korkarlar.
“Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.”
İşte bu şekilde söz konusu topluluğun gerçek yüzleri ortaya çıkıyor ve böylece sözkonusu yalın gerçekte ortaya konmuş oluyor. Bundan sonra ayet-i kerime münafıkların ve ehl-i kitap kafirlerinin psikolojik hallerini ortaya koymaya devam ediyor. Onların bu halleri de az önceki gerçek konumlarından ve Allah’tan çok inananlardan korkmalarından kaynaklanıyor.
“Onlar sizinle toplu olarak savaşmazlar. Ancak kalelerle çevrilmiş şehirlerde yahut duvarların ardından sizinle savaşmak isterler. Kendi aralarındaki düşmanlıkları şiddetlidir. Sen onları bir topluluk sanırsın. Ancak onların kalpleri darmadağındır. Çünkü onlar düşünmeyen bir topluluktur.”
Nerede ve ne zaman müminlerle münafıklar ve ehl-i kitap karşı karşıya gelmişse onların halleri daha net ve gözle görülür bir şekilde ortaya çıkmıştır. Onların o halleri gün geçtikçe daha da netlik kazanmakta, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Ben kutsal topraklarda inanmış fedailerle yahudiler arasında meydana gelen son çarpışmalarda bu ilahi haberin gerçekliğini hayret verici tavırlarda seyrettim. Yahudiler Filistin topraklarında onlara karşı ancak muhkem mevzilerde ve sığınaklarda savaşabiliyorlardı. Bir anda yerleri tespit edildiğinde köstebekler gibi kaçışmaya ve geri çekilmeye başlıyorlardı. Sanki bu ayet yeniden onlar hakkında iniyordu. Herşeyi bilen ve herşeyden haberi olan Allah ne yücedir!
Onların bir başka psikolojik halleri ve özellikleri daha var: “Kendi aralarındaki düşmanlıkları şiddetlidir. Sen onları birlikte sanırsın fakat kalpleri paramparçadır.” Nesiller boyunca dayanışma içinde bulunan yer ve zaman vatan, ülke ve ırk farklılıklarına rağmen iman bağıyla bir araya gelen, bütünleşen müminlerin tam tersine: “Çünkü onlar düşünmeyen bir topluluktur.”
Bununla beraber dış görünüş bazen aldatıcı olabilmektedir. Mesela; ehl-i kitap kafirlerinin kendi aralarında dayanışma içine girdikleri, birbirlerini tutarak bir güç oluşturduklarını görmek, aynı şekilde münafıkların da bazen bir ordu halinde yerleştikleri görülebilmektedir. Ne varki Rabbimizden gelen gerçek haber onların aslında gerçekten böyle olmadıklarını bildirmektedir. Bu dış görünüşten ibaret aldatıcı bir manzaradır. Zaman zaman bu aldatıcı perdenin aralandığı da görülmektedir. O zaman ilahi kaynaklı haberin gözle görülen realite dünyasında da doğru olduğu ortaya çıkmaktadır. Bir tek cephede aynı orduda bulunmalarına rağmen, çıkar çatışması yüzünden arzu ve isteklerin farklılığından ve yönelişlerinin çarpışmasından kaynaklanan iç düşmanlıklarının onları ne hale getirdiği görülebilmektedir. Her ne zaman müminler gerçek anlamda inanmış ve kalpleri gerçek anlamda Allah’ın dini üzere bir araya gelmişse o zaman mutlaka onların karşısında yer alan kampın ordusundaki bu ayrılıklar, bu çelişkiler ve gerçek durumu ortaya koymayan bu gösteriş kendiliğinden su yüzüne çıkmıştır. Nerede müminler sabretmiş ve direnmişlerse, karşılarında yer alan batıl ehlinin sahte dayanışmasının çözüldüğünü, dağıldığını ve yıkıldığını görmüşlerdir. Birbirinden ayrı darmadağın kalpler arasındaki kesin ayrılığın, bölünmenin hilenin ve tuzağın ortaya çıkışını seyretmişlerdir!
Münafıklar ve ehl-i kitabın kafirleri, ancak müslümanların kalpleri birbirinden ayrıldığı, bu surenin önceki bölümünde yer alan ayetin ortaya koyduğu müminler gerçeğini temsil edemez hale düştükleri zaman onlara zarar verebilirler. Bu durumun dışında münafıklar onlardan daha zayıf ve daha acizdirler. Münafıklar ve ehl-i kitabın kafirlerinin arzu ve istekleri, çıkarları ve kalpleri ayrı ayrı ve darmadağındır:
“Onların aralarındaki düşmanlık şiddetlidir.” “Onları birlik sanırsın fakat kalpleri paramparçadır.”
Kur’an-ı Kerim bu gerçeği müminlerin kalplerine yerleştiriyor ki, düşmanlarının korkusu oraları tedirgin etmesin. Düşmanlarının korkusu ve endişesi onların Kalplerinden sökülüp atılsın. Bu gerçeğe dayalı bir direktiftir. Sağlam bir gerçeğe dayalı psikolojik bir taktiktir. Ne zaman müslümanlar Kur’an’larına ciddiyetle sarılırlarsa, kendi düşmanlarının ve Allah düşmanlarının tüm çabaları basite iner. Ne zaman kalpleri tek bir safta biraraya gelse hayatta hiçbir kuvvet artık onları durduramaz.
Allah’a inananların kendi durumlarını ve düşmanlarının durumlarını çok iyi kavramaları gerekmektedir. Bu değerlendirme ve kavrayış savaşı kazanmanın yarısıdır. Kur’an-ı Kerim saadet döneminde meydana gelen bir olayı anlatırken, bu olayı yorumlarken ve onun arka planındaki gerçekleri ve olguları izah ederken onlara bu gerçeği gösterip kavratıyor. Olayı öyle mükemmel bir biçimde sergiliyor ki bizzat o olayı yaşayan insanlar ondan en güzel şekilde yararlandıkları gibi bu kuşaktan sonra gelecek herkes düşündüğünde gerçeği bilen yüce Allah’tan gerçeği öğrenmek istediğinde rahat bir biçimde ondan istifade edebiliyor.
Beni Nadir olayı bu türden olayların ilki değildi. Bundan önce Beni Kaynuka olayı da meydana gelmişti. Nitekim bundan sonraki ayet bu olaya da parmak basmaktadır:
“Onların durumu kendilerinden az önce yaptıklarının cezasını tatmış olan ahirette kendileri için acı bir azap bulunan kimselerin durumu gibidir.”
Beni Kaynuka olayı Bedir savaşından sonra Uhud savaşından önce meydana gelmişti. Onlarla Hz. Peygamber arasında bir antlaşma vardı. Müslümanlar Bedir savaşında müşriklere karşı zafer elde edince yahudiler bunu çekemediler. Müslümanların böyle büyük bir zaferi elde etmelerine öfkelendiler. Kin gütmeye başladılar Bu zaferin Medine’deki konumlarına etki ederek müslümanların merkezi güçlerinin artması oranında kendi merkezi güçlerinin zayıflayacağı endişesine kapıldılar. Hz. Peygamber onların bu endişelerini, planlarını ve kurmak istedikleri komploları fark edince aralarındaki sözleşmeyi hatırlattı. Bu yönelişlerin doğuracağı kötü sonuçlardan onları sakındırdı. Onlar ise Hz. Peygambere kin ve öfke dolu ayrıca tehdit kokan bir karşılık verdiler. “Ya Muhammed! Sen kendi taraftarlarının ne tür adamlar olduğunu göreceksin! Savaş bilmeyen bir topluluğu mağlup etmen ve onlara karşı bir zafer kazanmış olman seni aldatmasın. Allah’a yemin ederiz ki eğer bizimle savaşacak olursan bizim ne tür adamlar olduğumuzu o zaman öğrenirsin!” dediler.
Bundan sonra zaman zaman müslümanlara sataşmayı huy haline getirdiler. Rivayetlerin belirttiğine göre Arap bir kadın yanına satılık eşyasını alarak Beni Kaynuka pazarına gitmiş, orada bir boyacının yanında oturmuştu. Yahudiler onun yüzünü açmasını istemelerine rağmen o bunu reddetmişti. Bu sefer boyacı onun eteğinin ucunu sırtında bulunan, elbisesine bağlamış. Kadın ayağa kalktığında avret yerleri açılmıştır. Yahudiler de buna sevinerek gülüşmüşler. Kadın imdat çağrısı yapmış müslüman bir adam atılmış ve boyacıyı öldürmüştür. Yahudiler hemen o müslümanın üzerine saldırarak onu da oracıkta öldürmüşlerdir. Müslüman adamın ailesi, müslümanlardan yardım dilemiş. İş büyümüş ve müslümanların öfkeleri kabarmıştır. Ve Beni Kaynuka yahudileriyle aralarındaki savaş bu olayla başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber hemen onları kuşatır. Sonuçta O’nun hükmüne teslim olurlar. Bu sırada münafıkların başı Abdullah bin Ubeyy bin Selul Peygamberle onlar hakkında tartışmaya girişir. Onlarla Hazreç kabilesi arasındaki eski bir antlaşmayı bu konuda dayanak olarak ileri sürer! Fakat bu girişimin gerçek sebebi münafıklar ile kardeşleri olan ehl-i kitabın kafirleri arasındaki yakın ilişkidir. Neticede Hz. Peygamber onların Medine’den sürülmelerine silah dışındaki mallarını ve eşyalarını yanlarına alıp Şam’a göç etmelerine razı olur.
İşte Kur’an-ı Kerim’in burada işaret ettiği ve Nadiroğullarının halini ve gerçek tutumlarını onlarınki ile karşılaştırdığı olay budur. Kur’an bu her iki kesimle münafıkların tutumlarını da karşılaştırmaktadır.
Ehl-i kitabın kafirlerinden oluşan kardeşlerine müslümanlara karşı direnmelerini ateşli ifadelerle dile getirerek onları bu dramatik akibete sürükleyerek aldatan münafıkların sözkonusu tutumlarına bir misal vermektedir. Sürekli olan bir durumu onlara örnek olarak sunmaktadır. Bu şeytanın insana karşı tutumudur. Şeytan kendisinin çağrısına kulak verenleri aldatır. Sonuçta kendisini ve onları acıklı bir akibete sürükler:
“İkiyüzlülerin durumu insana inkar et deyip; insan inkar ettiğinde ise doğrusu ben senden uzağım. Ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım diyen şeytanın durumu gibidir. Nihayet ikisinin de sonu içinde ebedi kalacakları ateş olacaktır. İşte zalimlerin cezası budur.”
Şeytanın buradaki karekteri ve üstlendiği görev insanoğullarından sözüne kulak verenlere karşı tutumu onun yapısına ve asıl görevine tamamen uygun düşmektedir. Asıl akıl almayan ve izahı mümkün olmayan şey durumu ve konumu böyle bir yaratığa, insanın kulak verip onu dinlemesidir.
Bu sürekli geçerliliği olan bir vakıadır. Kur’an’ın ifade üslubu bu geçici olay aracılığıyla ona değinmektedir. Böylece kendi başına meydana gelmiş bir olayla kapsamlı gerçek arasında bir bağ kuruyor. Hayatın içinden canlı bir mekanı, sözkonusu gerçeği ifade etmek için kullanıyor. Zihindeki soyut yalın gerçekleri çıplak halde vermiyor. Zira soğuk yalın gerçekler insanın duyguları üzerinde etkili olmaz. Onları alıp kabul edecek kalpleri harekete geçirmez. İşte Kur’an’ın kalplere hitapta kullandığı metod ile filozofların, ilim adamlarının ve araştırmacıların metodu arasındaki fark ta budur!
İşte bu etkili örnekle Beni Nadir hikayesi sona eriyor. Olayın arasında ve olay üzerinde yapılan bu yorum ile bunca tablolar, gerçekler ve yönlendirmeler bir arada verilmiştir. Kıssadan meydana gelen bölgesel nitelikli gerçek olaylarla sürekli geçerli olan yalın büyük gerçekler arasında bir bağ kuruluyor. Yani bu kıssa hem gerçek dünyaya hem de vicdan dünyasına doğru açılan bir seyahattir, bir gezintidir. Olay kendi sınırlarını aşarak daha geniş boyutlara ulaşmaktadır. Bu olayın Allah’ın kitabında ortaya konuşu ile insanların kitaplarında ortaya konuşu arasında büyük farklar bulunmaktadır. Tıpkı Allah yapısıyla kul yapısı arasındaki farklar gibi! Bunlar birbirleriyle karşılaştırılamaz bile!
Olay bu şekilde ortaya konup yorumlandıktan ve derin gerçeklerle olan bağı ortaya konduktan sonra surenin hitabı müminlere yöneliyor. İman adı ile onlara sesleniyor. Kendilerini hitabın sahibine bağlayan sıfatla onlara çağrı yapılıyor. O’nun direktiflerine ve yükümlülüklerine olumlu cevap vermesi böylece kolaylaştırılmış oluyor. Surenin seslenişi müminlere yöneliyor ki, onları takvaya çağırsın. Ahiret için yaptıkları hazırlıklarını gözden geçirsinler. Sürekli uyanık olsunlar. Daha önce Allah’ı unutanlar gibi Allah’ı unutmaktan sakınsınlar. Nitekim bunlardan bir kesimin akibetlerini kendi gözleriyle görmüşlerdir. Bazılarının ise cehennemlik oldukları kendilerine haber verilmiştir.