SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA İNSAN SURESİ 1. VE 3. AYETLER
1- İnsan, anılmaya değer bir varlık olmadan önce uzun yıllar geçti, öyle değil mi?
2- Biz insanı sınavdan geçirmek amacı ile karışım nitelikli bir sıvı damlasından yarattık. Bunun için onu işitme ve görme yetenekleri ile donattık.
3- biz ona yolu gösterdik. Artık ister şükreder isterse nankör olur.
Surenin baş tarafındaki soru edatı cümleye olumlu yönde pekiştirme anlamı katmaktadır. Fakat insanın kendi kendine şu soruları sormasına zemin hazırlar gibidir. Acaba insan, anılmaya değer bir varlık olmadan önce uzun yıllar geçtiğini bilmiyor mu? insan bu gerçeği düşünmez, üzerinde kafa yormaz mı? içinden bu gerçeği düşününce kendisini varlık sahnesine çıkaran, üzerine ışık tutan, uzun bir “anılmazlık” döneminden sonra kendisini anılabilirlik aşamasına erdiren yüce “el”in farkına varmaz mı?
Bu soru işareti zihnimize birçok mesaj taşıyor. Bu mesajlar vicdanlarımızda çok sayıda düşünceyi uyandıran yumuşak ve köklü mesajlardır.
Bu mesajlardan biri vicdanlarımızı insanın yaratılışından, yoktan varedilişinden önceki döneme yöneltir. Vicdanlarımız bu “insansız” dönemi evrenle birlikte hayalinde canlandırır. Acaba vicdanınız o dönemi nasıl görür? Çünkü insan kendini beğenmiş bir varlıktır, değerini çok abartır. Öyle ki, bu evrenin kendisi olmadan nice uzun yıllar varolduğunu, yaşadığını unutur. Kim bilir belki de evren “insan” denen bir varlığın yaratılacağını hiç beklemiyordu. Fakat yüce Allah’ın iradesi bu canlı türünün varlık sahnesine çıkması yönünde tecelli etti de bunun sonucunda varoldu.
Bu mesajların bir diğeri hayalimizi insanın varolduğu ana doğru çeker. Bu ana ilişkin çeşitli düşünceler ve imajlar canlandırır. Oysa bu yeni canlı türünü evrene katan o anın iç yüzünü sadece yüce Allah bilir. Allah bu canlıyı yaratmadan önce ince hesaplı planına almış, bu evrenin uzun akış çizgisindeki rolünü çok önceden belirlemiştir.
Bu mesajların bir başkası bizi yüce Allah’ın güçlü elini düşünmeye yöneltir. Yüce Allah, “insan” denen bu yeni canlıyı varlık sahnesine sürüyor, onu rolüne hazırlıyor, rolünü ona hazırlıyor, hayatının iplerini tüm varlığın oluşturduğu ana eksene bağlıyor, kendisi için yaşamaya ve rolünü oynamaya elverişli şartlar hazırlıyor, arkasından onu attığı her adımda izliyor. Bu adımları atarken ipinin ucu büyük evrenin diğer bütün ipleri gibi varlık bütününün eksenine bağlı kalır.
Bu ayetler bunlar gibi daha birçok mesajı vicdanlarımıza iletmekte, daha birçok düşünceyi kafamızda uyandırmaktadır. Bu mesajların ve düşüncelerin sonucu olarak zihnimizde şu bilinç oluşur: İnsanın yaratılışı, hayat yolculuğu ve bu yolculuğun akıbeti bir amaca, belirli bir plana bağlıdır.
Bu hayat sahnesinde belirleme aşamasından sonra varlığını sürdürmesi, hayat sürecini devam ettirmesine gelince bunun ayrı bir hikayesi vardır. Okuyoruz:
“Biz insanı sınavdan geçirmek amacı ile karışım nitelikli bir su damlasından yarattık. Bunun için onu işitme ve görme yetenekleri ile donattık.”
Ayetin orjinalinde geçen “emşac” sözcüğü “çeşitli elementlerden oluşmuş karışım” anlamına gelir. Bu sözcük belki insan yavrusunun ana maddesini oluşturan su damlasının erkeklik hücresi ile dişilik yumurtasının döllenme sonucundaki birleşmesine işarettir. Belki de karışımı oluşturan elementlerden maksat döllenmiş hücredeki kromozomların içerdiği “gen”lerdir. Bu genler birinci derecede insan soyunun karakteristik niteliklerini, ikinci derecede de ailenin niteliklerini taşıyarak gelişecek olan insan yavrusuna aşılarlar. İnsan yavrusunu oluşturan su damlası bu genler gösterdiği doğrultuda gelişerek başka bir hayvan yavrusu değil de insan yavrusu oluşturur. Bunun yanısıra bu genler aileden geçen özel niteliklerin de taşıyıcılarıdır. Ayrıca bu deyim, çeşitli kalıtımların ortak karışımı anlamına da gelebilir.
Yüce Allah insanı anlattığımız karışım nitelikli su damlasından yaratırken iş olsun diye, boşuna ya da rastgele yaratmadı. Tersine onu sınavdan geçirmek için, imtihan etmek için, denemek için yarattı. Aslında yüce Allah insanın ne olduğunu, geçireceği sınavı ve bu sınavın sonunda ne not alacağını baştan biliyor. Fakat ön bilgisinin varlık sahnesinde ortaya çıkmasını, varlığın özünde plâna bağlanmış olan bu ön bilginin sonuçlarının insanın eylemlerine yansımasını, bu bilginin sonuçlarının onu adım adım izlemesini ve sınavdan ortaya çıkacak sonuçların karşılıklarına çarptırılmasını istemiştir.
Bundan dolayı o, insanı “işitici” ve “görücü” yapmış, yani onu gerekli duyu organları ve algılama yetenekleri ile donatmıştır. Amaç onun algılayabilmesi, karşılık verebilmesi, nesneleri ve değerleri kavrayabilmesi, bu algılara ve kavramalara dayanarak hüküm verebilmesi ve seçim yapabilmesi ve yaptığı tercihlere göre sınavını başarı ile geçmesidir.
Demek ki, yüce Allah’ın insan soyunun sürmesine ve belirlediği yöntem -ki bu karışım nitelikli bir su damlasından insan yavrusu yaratmaktır- uyarınca insan fertlerinin çoğalmasına ilişkin iradesinin arkasında bir hikmet, bir amaç vardır. Ortada “rastgele”lik diye bir şey yoktur. Bu surenin ardındaki amaç bu canlı türünü sınavdan geçirmektir. Bundan dolayı ona algılama, karşılık verme, bilgi edinme ve seçim yapabilme yetenekleri bağışlamıştır. insanın yaratılışı, algı ve kavrama yetenekleri ile donatılması ve hayatı boyunca denenmesi, bütün bunlar belirli ölçülere bağlıdır.
Sonra Allah, insanı bilginin yanısıra yol seçme gücü ile donatmıştır. Önce ona başarıya erdiren yolu göstermiş sonra seçme yetkisini kendisine bırakmıştır. isterse kendine gösterilen düz yoldan gider, dilerse bu yoldan saparak Allah’a erdirmeyen yollar peşinde şaşkın şaşkın taban teper. Okuyoruz:
“Biz ona yolu gösterdik. Artık ister şükreder, isterse nankör olur.”
Burada “hidayet” yani doğru yola girme kavramı “şükür” kavramı ile ifade ediliyor. Çünkü hidayete eren kalbin en doğal, en beklenen tepkisi Allah’a şükretmektedir. Sebebine gelince bu kalb iyi biliyor ki, insan uzun yüzyıllar boyunca anılmaya değer bir varlık değildi. Sonra yüce Allah onun anılmaya değer bir varlık olmasını istedi. Bunun için ona görme ve işitme yetenekleri bağışladı, kendisini öğrenme gücü ile donattı. Sonra gideceği yolu gösterip kendisini seçim yapma yetkisi ile başbaşa bıraktı. Bu yüzden bu münasebetle mümin kalbde belirmesi beklenen ilk duygu şükür duygusudur. Eğer şükretmez ise nankör olur. Hem de koyu bir nankör. Çünkü ayetin orjinalinde yeralan “kefur” sözcüğü, aşırı dereceli bir nankörlüğü ifade eder.
Bu üç dokunuştan sonra insan işin ciddiliğinin ve duyarlılığının bilincine varır ve iyice anlar ki, o bir amaç uğruna yaratıldı, bir ana eksene bağlıdır, öğrenme yeteneği ile donatılmıştır ve bu yeteneği gerekçesi ile hesaba çekilecektir, o sınavdan geçmek ve başarılı bir sınav vermek için dünyaya gönderildi, yeryüzündeki hayat dönemi oyun, eğlence ve sorumsuzluk dönemi değil, ciddi bir imtihan dönemidir. Okuduğumuz bu üç kısa ayetten İşte bu yüce ve köklü düşünce birikimi çıkıyor. Bunun yanısıra bu üç ayet, okuyucuya hayata ilişkin ağır bir sorumluluk duygusu, ciddiyet ve kâr da kazandırır. insanı, sözkonusu sınavın sonuçları konusunda bilinçli yapar, varlığının amacına, varlığının anlamına, genel olarak hayata ve değerler sistemine ilişkin görüşünü, bakış açısını değiştirir.
Bundan dolayıdır ki, ayetlerin devamında bu sınavdan veya şükür yolunu ya da nankörlük yolunu seçmesinden sonra insanı bekleyen sonuçların sunulmasına geçiliyor. Kafirlerin karşılaşacağı sonuçlara kısaca değinilmekle yetiniliyor. Çünkü surenin havası hem somut ve hem de soyut anlamda kulluk ve nimet havasıdır, ayetlere gönül açıcı nimetlere özendiren çağrının ardından azaba kısaca değinilmekle yetiniliyor.