SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KEHF SURESİ 13. ve 16. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
13- Biz sana onların hikâyelerini doğru olarak anlatıyoruz. Onlar Râbb’lerine inanmış, bir grup gençti; onların hidayet bilincini arttırmıştık.
14- Kalplerini pekiştirmiştik. Hani, kâfirlerin karşısına dikilip şöyle demişlerdi; “Bizim Rabb’imiz, göklerin ve yerin Rabb’idir; O’ndan başkasına yalvarmayız, yoksa saçmalamış oluruz. “
15- “Şu soydaşlarımız, Allah’ı bir yana bırakarak çeşitli ilahlar edindiler, onların gerçekten ilah olduklarına ilişkin kesin delil göstermeleri gerekmez mi? Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?”
16- İçlerinden biri dedi ki; “Madem ki, soydaşlarınızla ve onların Allah`ı bir yana bırakarak taptıkları ile ilişkinizi kestiniz, öyleyse mağaraya sığınınız, Rabb’iniz engin rahmetinden size bir pay göndersin ve şu işinizde size kurtuluş yolu göstersin.
Bu, hikâyede yeralan sahnelerin ilkidir. “Onlar Rabb’lerine inanmış bir grup gençti” “Onların hidayet bilincini arttırmıştık.” İşlerini nasıl planlayacaklarını ilham etmek suretiyle doğruyu bulma yeteneklerini geliştirmiştik. “Kalplerini pekiştirmiştik” kalpleri, hiçbir etki karşısında sarsılmaz, dayanıklı, bildiği gerçeğe güvenen ve seçtiği iman sayesinde onurlu hale gelmişti.
“Kâfirlerin karşısında dikildikleri zaman” birinin karşısına dikilme; azim ve kararlılığı gösteren bir eylemdir. “Bizim Rabb’imiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir, demişlerdi.” Çünkü O, bütün evrenin Rabbi’dir. Bu yüzden: “O’ndan başkasına yalvarmayız.” O tek bir ilahtır ve ortağı yoktur. “Yoksa saçmalamış oluruz.” Doğru ve tutarlı inanç sisteminden ayrılarak gerçeği çiğneyip haddimizi aşmış oluruz.
Sonra bu mü’min gençler soydaşlarının tutumlarına dikkat çekiyor ve bu tutumu ayıplıyorlar. Soydaşlarının bir inanç sistemi belirlerken izledikleri metodu yeriyorlar.
“Şu soydaşlarımız, Allah’ı bir yana bırakarak çeşitli ilahlar edindiler, onların gerçekten ilah olduklarına ilişkin kesin delil göstermeleri gerekmez mi?”
İşte bir inanca bağlanmanın, onu benimsemenin yolu budur. Buna göre insanın dayandığı güçlü bir delili olmalıdır; elinde, ruhları, akılları etkileyecek ve onları ikna edecek bir belge bulunmalıdır. Aksi taktirde ileri sürülen görüş iğrenç bir yalan olur, çünkü bu durumda Allah’a iftira edilmiş olur. “Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?”
Buraya kadar gençlerin tutumları; son derece açık, net ve kesin şekilde ortaya çıkıyor. Tutumlarında bir gevşeklik, bir belirsizlik bir çekimserlik sözkonusu değildir. Gençtirler, bedenleri güçlü ve dinçtir. İmanları da güçlü ve sağlamdır. Aynı şekilde soydaşlarının inanç sistemini de son derece sert bir tavırla reddediyorlar ve yeriyorlar.
Kuşkusuz her iki yol da ortaya çıkmıştır. İki hareket metodu, birbirinden ayrılmıştır. Artık bir noktada buluşmanın, birarada barış içinde ortak bir hayat sürdürmenin imkânı yoktur. Şu halde inancı koruma amacı ile kaçıp bir yerlere sığınma zorunlu hale gelmiştir. Bu gençler, soydaşlarına gönderilmiş peygamberler olmadıkları için, soydaşlarının karşısına doğru bir inanç sistemi ile çıkamıyorlar, onları bu inanç sistemine çağıramıyorlar ve peygamberlerin karşı karşıya kaldıkları türden tepkilerle karşılaşmıyorlar. Bunlar sadece, zalim ve kâfir bir ortamda doğru yolu bulmuş birkaç gençtirler. Bu ortamda, inançlarını duyuracak olurlarsa, bu inanca bağlılıklarını açığa vururlarsa kendilerine hayat hakkı tanınmayacaktır. Ayrıca onlar, soydaşlarının arasına girip onlarla içiçe de yaşayamıyorlar. İnançlarını açığa vuramayacak onların ibadet ettikleri şeylere ibadet edip Allah’a yönelik ibadetlerini de gizleyemiyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, bu gençlerin durumu ortaya çıkmış, bu yüzden dinlerini korumak amacı ile Allah’a sığınmaktan ve mağarayı dünya hayatının gözalıcı süslerine tercih etmekten başka seçenekleri kalmamıştır. Nitekim bu amaçla biraraya gelmiş ve bu şekilde durum değerlendirmesi yapmışlardı:
“İçlerinden biri dedi ki; “Madem ki, soydaşlarınızla ve onların Allah’ı bir yana bırakarak taptıkları ile ilişkinizi kestiniz, öyleyse mağaraya sığınınız, Rabb’iniz engin rahmetinden size bir pay göndersin ve şu işinizde size kurtuluş yolu göstersin.”
Burada mü’min kalplerde baş gösteren ilginç bir durum ortaya çıkıyor; toplumları ile ilişkilerini kesen, evlerini terkeden, ailelerinden ayrılan, yeryüzünün çekici süslerinden ve dünya hayatının gözalıcı nimetlerinden uzaklaşan ve dar, sert zeminli ve karanlık mağaraya sığınan bu gençler Allah’ın engin rahmetini soluyorlar,. Bu, bir gölge gibi kuşatıcı, geniş ve engin rahmeti hissetmektir: “Rabb’iniz engin rahmetinden size bir pay göndersin” ayetin orijinalinde geçen (Yenşuru) kelimesi, etrafa sonsuz bir genişlik, ferahlık ve huzur havası yayıyor. Bir de bakıyoruz ki, o daracık, sert zeminli, kapkaranlık mağara; engin rahmetin yayıldığı, etrafa saçıldığı, onları şefkatle, yumuşaklıkla ve huzurla saran kuşatıcı bir gölge gibi yayılan, geniş ve huzur veren bir boşluğa dönüşmüş. Kuşkusuz insanları sıkan dar sınırlar ortadan kaldırılır, ışık geçirmez yaman duvarlar saydamlaşır, incelir; ürkütücü yalnızlık şeffaflaşır. Her tarafı bir rahmet, bir şefkat, bir huzur ve bir yakınlık havası kaplar.
İşte bu, imandır…
Dış görünüşün ne değeri var? İnsanların dünya hayatında, üzerinde uzlaşma sağladıkları, önem verdikleri değer yargılarının, rejimlerin ve kavramların ne değeri vardır? İmanla dolup taşan, Rahman’la yakınlık kuran, mü’min kalplerin yaşadığı bir başka alem vardır. Bu alemi, rahmet, şefkat, huzur ve hoşnutluk kaplamıştır.
Bu gençlerin, Allah tarafından tatlı bir uykuya yatırıldıkları mağaradaki durumlarını sergileyen diğer bir sahne sunulmak üzere bu sahnenin perdeleri indiriliyor.