SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KIYAMET SURESİ 36. VE 40. AYETLER
36- İnsanoğlu, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?
37- O fışkıran meniden oluşmuş bir sperma değil miydi?
38- Sonra embriyoya dönüştü, sonra Allah onu yaratıp biçimlendirdi.
39- Sonra ondan erkek ve dişi çiftler türetti.
40- Bunları yapan Allah, ölüleri diriltemez mi?
Derin anlamlı mesajlarla yüklü olan bu son kesit, Kur’an’ın o günkü ilk muhataplarının akıllarının ucundan bile geçmeyen birkaç köklü anlamlı gerçeğe dikkatimizi çeker. Bu gerçeklerin ilki, insan hayatının önceden tasarlandığı, kesin bir plana bağlı olduğu gerçeğidir. Okuyoruz:
“İnsanoğlu, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”
Kur’an’ın o ilk muhataplarının anlayışlarına göre hayat, sebebi, amacı ve ideali olmayan birtakım hareketler zinciri idi. insanlar rahimler tarafından dışarıya atılıyorlar ve mezarlar tarafından yutuluyorlardı. Bu iki aşamanın arası oyundan, eğlenceden, süsten-gösterişten, övünme yarışından, hayvana özgü kısa vadeli zevklerden ibaretti. Tüm evrene egemen olan bir yasalar sistemi varmış, bu yasaların gerisinde bir amaç ve o amacın gerisinde de bir hikmet yatıyormuş. İnsan bu hayata belirli bir plân uyarınca gelmişmiş. Bu hayat bir hesaplaşma ve ödül-ceza işlemi ile noktalanacakmış, insan şu yeryüzündeki serüveni, sözkonusu hesaplaşma ve ödül-ceza aşamasında sonuçlanacak bir sınav sürecinden ibaretmiş. Bütün bu ayrıntılı ve birbirine bağlı düşünceler ve bu düşüncelerin gerisindeki güçlü, plânlayıcı, hikmet sahibi, herşeyi bir ön-tasarıya göre yapan ve herşeyi belirli bir sonuca ulaştıran ve “Allah” bilinci o günkü insanların zihniyetlerine ve kafa yapılarına uzak ve yabancı kavramlardı.
İnsanı hayvandan ayıran özellik, insanın olaylara, zamana ve amaçlara bağlılık bilinci, gerek kendi soyunun ve gerekse çevresindeki tüm varlıkların bir amacı, bir maksadı yolundaki misyonudur. Bunlar da yetmez. insanın, insan sayılabilmesi için bu bilince ve ufuk genişliğine bağlı olarak insanlık merdivenlerinin basamaklarında sürekli bir tempo ile yükselmelidir, evrende işleyen yasal sistemin varlığına ilişkin duyarlı bir düşünce taşımalıdır, olaylar ve nesneler ile bu yasalar arasındaki sıkı bağı farketmelidir. Ömrünü birbirinden kopuk olaylar ve zaman dilimleri biçiminde algılayarak yaşamamalıdır. Zaman, yer, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek arasında kafasında bağ olmalıdır. Sonra bütün bunlar ile evren bütünü ve onun yasaları arasında bağ kurmalıdır. Son aşama da bu saydıklarımızın bütünü ile yoktan var edici, planlayıcısı, hiçbir şeyi boşuna yaratmayan, yarattıklarını başıboş bırakmayan yüce irade arasında bağ kurmalıdır.
Kur’an’ın sağladığı ufuk genişliği sayesinde o eski çağda insanların kaydettikleri bu düşünce aşaması, o günün yaygın düşünceleri ile karşılaştırma yaptığımız takdirde müthiş bir aşamadır. Bu aşama insanlığın tanıdığı, evrene ilişkin klâsik ve modern felsefelere göre bu gün de müthiş bir transformasyon olma özelliğini halâ korumaktadır.
“İnsanoğlu başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”
Kur’an’ın bu yoldà insan kalbine yönelttiği dokunuşlardan biridir. Amacı insanın sağına-soluna dikkatli bakarak kendi varlığını tüm evrene ve evren bütününü planlayan yüce iradeye bağlayan bağların, irtibat kanallarının, hedeflerin, amaçların, gerekçelerin ve sebeplerin farkına varmasını sağlamaktır.
Bu ayetin arkasından insanın başıboş bırakılmayacağını kanıtlayan somut ve yalın bir gerçeğe ışık tutuluyor. Sade ve duru bir dille anlatılan bu somut gerçek insanın ilk yaratılış gerçeğidir. Okuyalım:
“O, fışkıran meniden oluşmuş bir sperma değil miydi?
Sonra embriyoya dönüştü, sonra Allah onu yaratıp biçimlendirdi. Sonra ondan erkek ve dişi çiftler türetti.”
Şu “insan” denen varlık nedir? Neden yaratıldı? Başta nasıl bir şeydi? Sonra nasıl oluştu? Dünyaya gözünü açıncaya kadar ki büyük yolculuğunu nasıl geçirdi? O ilk defa tamla su, fışkırtılan, ana rahmine atılan bir meni damlası değilmiydi? Bu meni damlacığı, küçücük tek bir hücreden ana rahminde kendine özgü konumdaki bir embriyoya dönüşmedi mi? Rahmin çeperlerine asılarak yaşayan ve besinini sağlayan bir embriyo aşamasına geçmedi mi? Bu hareketi ona kim ilham etti? Ona bu gücü kim verdi? Onu bu yöne kim yöneltti?
Daha sonra kim onu dengeli yapılı, uyumlu organlı, ilk başta yumurtalı bir tek hücreden ibaretken milyarlarca hücreden oluşmuş organizmalı aşamaya geçirdi? insan yavrusunun tek hücre aşamasından biçimlenmiş “cenin” aşamasına varıncaya kadar aldığı mesafe ve yolculuğunun cenin aşamasında geçirdiği değişmeler doğumundan ölümüne kadar yaşadığı olayların tümünden ve aştığı mesafelerin toplamından daha uzun ve daha geniş çaplıdır. bu uzun yolculukta kim ona rehberlik etti? Çünkü o küçücük ve güçsüz bir yaratıktır. Ne aklı ne kavrama yeteneği ve ne de deneyimi vardı.
O tek hücreden son aşamada erkek ile dişiyi kim türetti? Hangi irade bu hücreye dişi olmasını empoze ederken, şu hücreye erkek olmasını empoze etti? Yoksa biri bu işe el attı da ana rahminin karanlıkları içinde bu hücreleri bu yolda tercih yapmaya mı iletti?
Bunları düşünürken plânlayıcı, fakat fark edilmez bir elin varlığını kabul etmek kaçınılmaz olur. İşte bu farkedilmez el, ana rahmine atılmış meni damlacığına uzun yolculuğunda rehberlik etmiş ve sonunda onu belirttiğimiz aşamaya erdirmiştir; yani “Sonra ondan erkek ve dişi çiftler türetmiştir: ‘
Kendini insana ister-istemez kabul ettiren bu gerçeği, surenin işlediği gerçeğin bir çoğunu içeren şu geniş kapsamlı mesaj izliyor. Okuyoruz:
“Bunları yapan Allah, ölüleri diriltemez mi?”
Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O’nu. O ölüleri diriltebilir. Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O’nu. O yeniden dirilişi gerçekleştirecek güce sahiptir.
Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O’nu. Kendini ister-istemez kabul ettiren bu gerçek karşısında insanın yapabileceği tek şey titreyip aklını başına toplamaktır.
İşte sure bu kesin, bu net, bu derin etkili, bu güçlü, bu insan kafaları insan varoluşu ve bu varoluşun gerisindeki ilahi plân ve tasarı bilinci ile doldurup taşıran mesajla noktalanıyor.