SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA LOKMAN SURESİ 20. VE 21. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
20- Allah, göklerde ve yerde bulunanları emrinize açık ve gizli olarak nimetlerini bol bol verdiğini görmediniz mi? Yine de insanlardan bazıları ne bilgisi ne yol göstereni ne de aydınlatıcı bir Kitab’ı olmadan Allah hakkında tartışır.
21- Onlara; “Allah’ın indirdiğine uyun!” dense; “Hayır biz babalarımızın üzerinde bulduğumuz yola uyarız” derler. Şeytan babalarınızı alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?
Kur’an’da çeşitli yöntemlerle yinelenen bu tablo her karesinde yeni olarak görünür. Çünkü bu evren, kalbin ona her bakışı ve sırları ile tükenmez ilginçliklerini her düşünüşünde algıda sürekli yinelenmektedir. İnsan sınırlı ömründe o ilginçlikleri araştırıp tüketemez. O her bakışta yeni bir renk yeni bir vurgu ile görünür.
Sözün akışı tabloyu burada yeryüzündeki insanın ihtiyaçları ile bu evrenin yapısı arasındaki uyumluluk açısından sunuyor. Bu uyumluluğun ne kendiliğinden, ne de rastlantı sonucu olmasının imkânsızlığı ve bu görkemli evrenin yapısı ile bu küçük gezegen üzerindeki insanın ihtiyaçlarını uyumlu kılan planlayıcı iradeye teslimden kaçış olmadığı, dolayısıyla muhatabı söz edemez kılan bir kanıt oluşturduğuna parmak basılıyor.
Dünya tümüyle evren çatısında küçük bir noktacık oluşturmaya bile yetersiz. İnsansa, bu dünya içinde, boyutları ve içerdiği güçler canlı-cansız yaratıklara oranı, hacmi, ağırlığı, maddi gücü açısından çevresindekilerin yanında kaale alınmaz, zayıf küçük bir yaratıktır. Fakat, Allah’ın insana ihsanı, ondaki ruhundan koyduğu soluğu ve onu yaratıkların çoğundan saygın kılması, işte sadece bu ihsanlar; evrenin düzeninde bu yaratığın bir ağırlığı olması, değerlendirmeye alınması ve Allah’ın ona bu evrenin güçleri, enerjileri, potansiyelleri ve hayırlarından birçoğunu kullanabileceği güçleri uyarlamasını gerektirmiştir. Ayette, Allah’ın yer ve göktekileri insanın hizmetine sunmasından daha genel içerikli olan açık-gizli nimetlerinin sayımında değinilen hizmete verme işte budur. İşin Allah’ın ihsanına dayandığı apaçık ortadadır. Baştan insanın varolması Allah’ın bir nimet ve bağışıdır, onu güçler, yetenekler, bağışlarla donatması Allah’dan nimet ve bağıştır. Peygamberlerini göndermesi, kitaplarını indirmesi en büyük bağış ve en üstün nimettir. Tüm bunlardan önce onun Allah’ın ruhu ile bağlantılanması Allah’dan bir nimet ve bağıştır;. alıp verdiği her nefesi ve her kalp atışı, gözünün aldığı her sahne, kulağının duyduğu her ses, içinde gezinen her hatıra, aklının işlediği her düşünce bunların hepsi insanın Allah’ın bağışı olmadan ulaşamayacağı birer nimettirler.
Gerçekten Allah göklerde olanları, insan denen bu canlının hizmetine sunmuştur. İşte, güneşin ayın ışığı, yıldızların yol göstericiliği, yağmur, hava ve onda gezinen kuşlardan yararlanmayı onun erişebileceği çerçeveye koymuştur. Yerde bulunan varlıkları da onun hizmetine vermiştir. Yerdeki durum daha açık, gözlemlenmesi ve kontrolü daha kolaydır. Onu bu geniş mülkte temsilci ve yerin içerdiği hazineleri elde edebilir kılmıştır. O hazinelerin kimi gizli, kimi açıktır, kimini insan biliyor, kimini etkilerinin dışında özünü kavrayamıyor, anlamadan yararlandığı güçlerin sırları gibi onlardan kimini de hiç bilmiyor. Kuşkusuz insan gece ve gündüzün her anında Allah’ın ne ölçüde kavranılmaz türleri sayılıp bitirilemez nimeti ile kuşatılmış durumdadır. Tüm bunlara karşın insanların bir kısmı ne şükrediyor ne Allah’ı anıyor, ne çevresindeki olayları düşünüyor ve ne de karşılıksız iyilikte bulunan, nimet verene kesin inanıyorlar.
“Yine de insanlardan bazıları ne bilgisi, ne yol göstereni, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır.” Evrenin yapısının oluşturduğu bu kanıtın söz götürmezliği ve mükemmel nimet karşısında bu çekişme, garip çirkin, Allah’ın varlığını inkâr ise, insan fıtratının nefretini çeken, vicdanı titreten bir iğrençlik olarak beliriyor. Allah’ın hakikati ve bu hakikatin yaratıklarla ilişkisi konusunda çekişmeye girişen grup da; çevresindeki tüm varlığın çağrısına uymayan, bu ölçüsüz nimeti veren konusunda çekişmeye girmekten sıkılmayan nankör ve fıtratı bozulmuş olarak beliriyor. Bu çekişmede bilgiye dayanmamaları, yardımı ile yol bulacakları bir rehberden yoksun olmaları ve kendilerine meseleyi aydınlatacak ve kanıt sunacak bir kitaba dayanmamaları da tutumlarının olumsuzluğunu artırıyor.
“Onlara; `Allah’ın indirdiğine uyun!’ dense, `Hayır biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler.” İşte tek dayanakları ve tuhaf kanıtları bu! Ne düşünceye ne de bilgiye dayanmayan donmuş taşlaşmış taklit. İslâmın onları kurtarmak ve düşünce için akıllarını özgür bırakmak istediği fakat buna karşılık taklit. Kur’an onların düşünce yapılarına uyanıklık, hareketlilik ve ışık şırınga ediyor, onlarsa geçmişin sapıklık zincirinden boşanmayı kötümseyerek zincirlere sımsıkı yapışıyorlar.
İslâm iç dünyada özgürlük, bilinçte hareket, ışığa açılma ve taklit, donukluk zincirinden arınmış hayat için yeni bir programdır. Buna karşın bu grup onu kötümsüyor, ruhları onun hidayetinden alıkoyuyor, bilgi, yol gösterici, aydınlatıcı kitaba dayanmadan Allah konusunda çekişmeye giriyor.
Bu noktada Kur’an onları alaya almakta ve dolaylı olarak bu güvensiz tutumun nereye varacağına işaret etmektedir:
“Şeytan babalarınızı alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?”
Bu tutum, alevli azaba götürmek için şeytanın önerdiğinden başka şey değildir. Onlar, kendilerini bu sonuca götürecek olsa da, aynı tutumu sürdürmeye kararlı mıdırlar? Psikolojiyi derinden etkileyen bu eşsiz evrensel kanıtın ardından uyarıcı ve etkin bir dokunuş.
Bilgiye dayanmayan, yolunu bir rehber aracılığı ile bulmayan ve aydınlatıcı bir kitaptan yararlanmayan buna karşılık kusur aramaya dayanan çekişmenin ilintisi dolayısıyla, evrensel kanıt ve eksiksiz nimet karşısında, gereken tutuma işaret ediyor: