sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NUR SURESİ 47. ve 50. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NUR SURESİ 47. ve 50. AYETLER
13.06.2022
658
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

47- Bazı kimseler “Allah’a ve Peygamber’e inandık ve direktiflerine uymayı kabul ettik” derler. Fakat bazıları bu sözlerinden sonra sırt çevirirler. Bunlar mü’min değildirler.

48- Aralarındaki davalarda Allah’ın ve Peygamberin vereceği hükme uymaya çağırıldıklarında bir bölümünün bu çağrıya yüz çevirdiğini görürsün.

49- Eğer davanın haklı tarafı iseler, Peygamber’e tam bir teslimiyetle koşa koşa gelirler.

50- Acaba kalplerinde hastalık mı var? Yoksa Peygamber’in gerçekten peygamber olup olmadığı hususunda kuşkulu mudurlar? Yoksa Allah’ın ve Peygamber’in kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar. Hayr, aslında onlar zalimdirler.

Gerçek iman kalbe yerleşince, etkisi anında davranışlara yansır. İslâm harekete dönük bir inanç sistemidir, edilgenliğe katlanamaz. Bu yüzden bilinç dünyasında gerçekleşir gerçekleşmez, anlamını dış alemde gerçekleştirmek, kendisini hareket ve pratik alemde amel olarak göstermek için derhal harekete geçer. İslâmın açık ve anlaşılır eğitim sistemi; inanca ve inancın öngördüğü davranış kurallarına ilişkin gizli bilincin pratik ve uygulamalı harekete dönüşmesi; bu hareketin de değişmez bir alışkanlığa veya kanuna dönüşmesi esasına dayanır. Bununla beraber, sürekli canlı ve asıl kaynağa bağlı kalması için, her davranışta baştaki itici bilincin canlı tutulmasını öngörür.

Bu münafıklar da “Allah’a ve Peygambere inandık ve direktiflerine uymayı kabul ettik” diyorlardı. Bunu ağızlarıyla söylüyorlardı ne var ki, bu sözlerin içerdiği anlam davranışlarına yansımıyordu. Tam tersine bir davranış sergileyerek hareketleriyle söylediklerini yalanlıyorlardı. “Bunlar mü’min değildirler.”

Çünkü mü’minlerin hareketleri sözlerini doğrular. Aynı zamanda iman, kişinin eğleneceği. sonra da iddia edip yoluna devam edeceği bir oyun değildir. İman; ruhun şekillenmesi, kalbin bir özellik kazanmasıdır. Ve iman, pratik alemde hareket demektir. İmanın gerçeği vicdanda yer edince nefsin geri dönmesi mümkün olmaz.

Şu mü’minlik iddiasında bulunanlar, Allah’tan getirdiği şeriat uyarınca Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- hükmüne başvurmaya çağrıldıkları zaman iddialarının tam tersi bir tavır takınıyorlardı.

“Aralarındaki davalarda Allah’ın ve Peygamberin vereceği hükme uymaya çağrıldıklarında bir bölümünün bu çağrıya yüz çevirdiğini görürsün.”

Aslında onlar Allah ve Peygamberinin hak’tan ayrılmayacaklarını, ihtirasların peşinde gitmeyeceklerini, sevgi ve kızgınlıklardan etkilenmeyeceklerini biliyorlardı. Fakat insanlardan bu gruba mensup olanlar, hakkın gerçekleşmesini istemezler, adaletin yerine getirilmesinin doğuracağı sonuca katlanmazlar. Bu yüzden Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- hükmüne başvurmaktan kaçınıyorlardı, sorunu ona götürmek,istemiyorlardı. Bununla beraber, başgösteren sorunda haklı taraf kendileri olsaydı, isteyerek ve boyun eğerek Peygamber efendimizin -salât ve selâm üzerine olsun- hükmüne koşarlardı. Çünkü onlar Peygamber efendimizin -salât ve selâm üzerine olsun- hiçbir zaman haksızlığa meydan vermeyen, kimsenin hakkını yemeyen Allah’ın şeriatı uyarınca haklılıkları doğrultusunda karar vereceğinden emindirler.

Mü’min olduğunu iddia eden sonra da bu kaypak tutumu sergileyen grup her zaman ve her yerde karşılaşılan münafıkların tipik bir örneğidir. Bu münafıklar, açıktan açığa kâfir olduklarını söylemezler, müslüman görünürler. Ancak aralarında Allah’ın şeriatının yürürlükte olmasından Allah’ın kanununun hükmetmesinden memnun olmazlar. Bu yüzden Allah’ın ve Peygamberinin hükmüne başvurmaya çağırıldıkları zaman burun kıvırırlar, mazeretler uydururlar:

“Bunlar mü’min değildirler.”

İman kalplerinde yer etmemiştir. Allah’ın ve Peygamberinin hükmünü içlerine sindirememişlerdir. Ancak Allah’ın şeriatına başvurmada, O’nun kanununu uygulamada bir çıkarları varsa o zaman seve seve buna razı olurlar.

Allah’ın ve Peygamberinin hükmünden memnun olmak, gerçek imanın kanıtıdır. İman gerçeğinin kalbe yerleştiğini haber veren göstergedir. Allah ve Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- karşı takınılması zorunlu olan edep tavrıdır. Çünkü İslâm edebi ile edeplenmemiş, kalbi de iman nuru ile aydınlanmamış, içi kapkaranlık edepsiz kimselerden başkası Allah’ın ve Peygamberinin hükmünden kaçmaz.

Bunun için bu davranışlarının üzerine kalplerindeki hastalığı tescil eden, kuşku duymalarını şaşırtıcı bulan, tuhaf tutumlarını kınayan sorularla bir değerlendirme yapılıyor.

“Acaba kalplerinde hastalık mı var? Yoksa Peygamberin gerçekten peygamber olup olmadığı konusunda kuşkulu mudurlar? Yoksa Allah’ın ve Peygamberin kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar?”

Birinci soru tescil etmek, vurgulamak içindir. Çünkü hasta bir kalbin bu tür bir tutum sergilemesi her zaman beklenir. Fıtratı dejenere olmadığı sürece bir insanın bu kadar derin bir sapıklığa yuvarlanması mümkün değildir. Fıtratı doğal eğiliminden uzaklaştıran, imanın gerçeğinden zevk almasını ve kendisi için belirlenen hareket çizgisini izlemesini önleyen kalpteki bu hastalıktır.

İkinci soru, tutumun şaşırtıcılığını vurgulamak içindir. Acaba onlar, inandıklarını iddia ettikleri Allah’ın hükmünden mi şüphe duyuyorlar?Acaba bu hükmün Allah’dan geldiğinden mi şüphe duyuyorlar? Yahut bu hükmün adaleti yerine getirme yeterliliğine sahip olup olmadığı konusunda mı kuşku içindedirler? Her iki durumda da bu mü’minlerin yolu değildir.

Üçüncü soru, bu tuhaf tutumlarını kınamak ve duyulan şaşkınlığı vurgulamak içindir. Acaba onlar Allah ve Peygamberinin -salât ve selâm üzerine olsun kendilerine haksızlık yapacaklarından mı korkuyorlar? Kuşkusuz bir insanın içinde böyle bir endişenin yer etmesi şaşırtıcı bir şeydir. Çünkü her şeyin yaratıcısı ve her şeyin Rabbi Allah’tır. Peki yüce Allah’ın hükmederken yarattığı herhangi birine karşı diğer birini kayırması mümkün müdür?

Hiç kuşkusuz, birilerine karşı bazılarını kayırma kuşkusundan uzak tek hüküm Allah’ın hükmüdür. Çünkü Allah adildir ve hiç kimseye haksızlık etmez. Bütün yaratıklar onun katında eşit durumdadırlar. Onlardan birisine bir diğerinin çıkarı için haksızlık etmez. Onun hükmü dışındaki bütün hükümler haksızlık edebilirler, zannı altındadırlar. Çünkü insanlar kanun koyarlarken ve hükmederlerken çıkarlarını gözönünde bulundurma eğiliminden kurtaramazlar kendilerini. Gerek fert, gerek sınıf, gerek devlet olarak hükmetmeleri bu gerçeği değiştirmez.

Bu fert kanun koyduğu zaman, bir fert bir konuda hükmettiği zaman, koyduğu kanunla, verdiği hükümle kendini ve çıkarını korumayı gözönünde bulundurması kaçınılmazdır. Bir sınıf diğer bir sınıf için, bir devlet diğer bir devlet için, bir pakt için kanun koyduğu zaman da durum bundan ibarettir. Ama Allah kanun koyduğu zaman herhangi bir kimsenin korunması, herhangi bir kimsenin çıkarının gözönünde bulundurulması, sözkonusu olamaz. Ve bu, mutlak adaletten ibaret olur? Allah’ın kanun koyuculuğu dışında hiçbir kanun koyucu buna güç yetiremez, onun hükmünden başka hiçbir hüküm bunu gerçekleştiremez.

Bu yüzden Allah’ın ve Peygamberinin hükmünden memnun olmayanlar zalim kimselerdir. Adaletin gerçekleşmesini, hakkın egemen olmasını istemezler. Aslında onlar Allah’ın hükmü ile haksızlığa uğrayacaklarını düşünmezler ve O’nun adaletinden de kesinlikle kuşku duymazlar.

“Hayır, aslında onlar zalimdirler.”

Gerçek mü’minlere gelince, onlar Allah’a ve Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- karşı bundan farklı bir edep tavrı takınırlar. Aralarında başgösteren sorunların çözümü için Allah’ın ve Peygamberin hükmüne başvurmaya çağrılınca daha değişik bir şey, mü’minlere yakışan, kalplerin nurla aydınlandığını gösteren bir söz söylerler:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.