SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA RAD SURESİ 33. ve 35. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
33- Herkesin ne yaptığını gözeten Allah, böyle bir gücü olmayan düzmece ilâhlar ile bir olur mu? Müşrikler, Allah’a birtakım ortaklar koştular. Onlara de ki; “bunların adlarını söyleyiniz, niteliklerini belirtiniz. Yoksa Allah’a, O’nun yeryüzünde bilmediği bir şeyin haberini mi veriyorsunuz? Yoksa kuru sözler ile mi oyalanıyorsunuz? Aslında kâfirlere entrikaları, düzenbazlıkları çekici göründü de doğru yoldan saptırıldılar. Allah’ın saptırdığını hiç kimse doğru yola iletemez.
34- Onlara dünya hayatında azap vardır. Fakat ahiret azabı daha ağırdır. Onları Allah’ın elinden hiç kimse kurtaramaz.
35- Kötülüklerden sakınanlara vadedilen cennet şöyledir. Oranın altından çeşitli ırmaklar akar, ağaçlarının meyvaları süreklidir, gölgeleri de. İşte kötülüklerden sakınanların sonu burasıdır. Kâfirlerin sonu ise cehennem ateşidir.
Yüce Allah herkesi gözetim altında bulundurmaktadır. Herkese her halukârda egemendir. Herkesin gizli-açık kazandığı her şeyi bilir. Ne var ki, Kur’an’ın tasvirli ifade tarzı, yüce Allah’ın gözetimini, egemenliğini ve bilgisini -yine Kur’an’ın yöntemi uyarınca- somut bir şekilde gözler önüne getirmektedir. İnsanın tüm bedenini titreten bir tablodur bu.
“Herkesin ne yaptığını gözeten Allah, böyle bir gücü olmayan düzmece ilahlar ile bir olur mu?”
O halde herkes kendisini koruyan, kendisine egemen olan, kontrol eden, gözeten, kazandıkları şeylerden dolayı hesaba çeken birinin olduğunu tasavvur etsin… Peki kimdir bu? Yüce Allah’dır. Kim böyle bir tablo karşısında titremez ki? Üstelik gerçektir de. Kur’an’ın ifade tarzı insanın kavrama yeteneğinin algılayacağı şekilde somutlaştırmaktadır tabloyu. Çünkü insan soyut şeylerden çok, somut şeylerden etkilenir.
Peki bu diğeri ile bir midir? Sonra kalkıp Allah’a ortaklar koşuyorlar? İşte bu noktada, seyrettiğimiz bu dehşet verici sahnenin gölgesinde onların davranışları son derece çirkin ve tuhaf olarak belirmektedir.
“Müşrikler Allah’a birtakım ortaklar koştular.”
Yüce Allah herkesin kazandığını gözetlemektedir. Hiçbir şey O’ndan kaçmaz, kaybolmaz.
“Onlara de ki; “Bunların adlarını söyleyiniz, niteliklerini belirtiniz.”
Çünkü onlar tanınmayan, bilinmeyen şeylerdir. Ama isimleri vardır onların. Ne var ki, Kur’an’ın ifade tarzı burada onları adı sanı bilinmeyen yabancılar konumuna indirgemektedir.
“Yoksa Allah’a, O’nun yeryüzünde bilmediği bir şeyin haberini mi veriyorsunuz?”
Ne kadar ince bir olay!.. Yoksa siz insan olarak Allah’ın bilmediğini mi biliyorsunuz? Yeryüzünde birtakım ilahlar bulunduğunu biliyorsunuz da bu Allah’ın bilgisinin dışında mı kaldı? Bu düşünmeye bile cesaret edemeyecekleri bir iddiadır. Ama bu iddiayı davranışları ile dile getirmektedirler. Yüce Allah kendisinden başka ilah olmadığını söylerken, onlar böyle tanrıların varlığından söz etmektedirler. Oysa yüce Allah bu iddiayı reddetmiştir.
“Yoksa kuru sözler ile mi oyalanıyorsunuz?”
Sahte tanrıların varlığını hiçbir anlam ifade etmeyen yüzeysel boş sözlerle mi iddia ediyorsunuz? İlahlık sorunu insanların kuru sözlerle ele alacakları basit ve önemsiz bir sorun mudur?
Bu ince alay kesin ve kararlı bir açıklama ile son buluyor:
“Aslında kâfirlere entrikaları, düzenbazlıkları çekici göründü de doğru yoldan saptırıldılar. Allah’ın saptırdığını hiç kimse doğru yola iletemez.”
O halde mesele şudur: Bu adamlar kâfir olup imanın kanıtlarını görmezlikten geldikleri ve kendilerini bu kanıtlardan uzak tuttukları için Allah’ın yasasının kendilerinin aleyhinde işlemesini haketmişlerdir. Böylece nefisleri kendilerinin doğru yolda olduğunu gösterdi. Hak davası aleyhine kurdukları tuzakların, düzenledikleri komploların, iyi şeyler, güzel şeyler olduğunu gösterdi. Bütün bunlar onları doğru ve güvenilir yoldan alıkoydu. Sapıklık yolunu tuttuğu için ilahî yasanın sapıklığına hükmettiği bîrisini, hiç kimse doğru yola iletemez. Çünkü, kulların aleyhindeki sebepler gerçekleştikten sonra hiç kimse ilahî yasanın işlemesini engelleyemez.
Ve bu, tersyüz olmuş, dejenere olmuş kalplerin doğal akıbeti, azaptır:
“Onlara dünya hayatında azap vardır.”
Şayet başlarına bir felaket gelmişse, eğer yurtlarına yakın bir yere felaket isabet etmişse bu korkutma, sıkıntıya uğratma ve uyarıda bulunma amacına yöneliktir. Yoksa kalbin imanın tadından, sevecenliğinden yoksun olması azaptır. Kalbin imanın verdiği huzur olmaksızın bir kararda duramaması, şaşkınlığı azaptır. Ve olayların gerisindeki büyük hikmeti algılamaksızın olaylarla karşı karşıya kalmak bir azaptır…
“Fakat ahiret azabı daha ağırdır.”
Ayeti kerime, azabı sınırsız olarak tasavvur edip, hayal etmeleri için azabın niteliğini belirtmeden genel bir ifade kullanıyor.
“Onları Allah’ın elinden hiç kimse kurtaramaz.”
Onları Allah’ın cezasından ve yakalayışından kurtaracak kimse de yoktur. Onlar yüce Allah’ın başlarına indireceği azaba karşı korumasız kalmışlardır…
Öte tarafta Allah’a karşı koruyacak kimsesi bulunmayanların karşısında da “muttakiler” (Allah’dan korkanlar) yeralıyor. Muttakiler iman ve iyi amel sayesinde kendilerini korumaya alan kimselerdir. Dolayısıyla onlar azaptan emindirler. Emin olmanın ötesinde onlar kendilerine söz verilen cennete gireceklerdir. “Kötülüklerden sakınanlara vadedilen cennet şöyledir: Oranın altından çeşitli ırmaklar akar, ağaçların meyvaları süreklidir, gölgeleri de.” Burası eğlenme ve dinlenme yeridir. Kesintiye uğramayan gölgenin, bitmez tükenmez meyvelerin oluşturduğu sahne, öte taraftaki zorluklara karşın, kişiyi huzura kavuşturan, dinlendiren bir sahnedir.
İşte azap ve işte cennet… Her ikisi de inanmayan ve inanan insanı bekleyen akıbetlerdir.
“İşte kötülüklerden sakınanların sonu burasıdır. Kâfirlerin sonu ise cehennem ateşidir.”
KİTAP EHLİ VE TEVHİD
Surenin akışı vahiy ve tevhid meselelerini ele alarak sürüyor. Bu arada ehli kitabın Kur’an’a ve Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- karşı takındığı tavırdan söz ediyor. Hz. Peygamber kendisine indirilen kitabın daha önce gelmiş kitaplara ilişkin kesin hükmü içerdiğini ve bu kitabın son başvuru kaynağı olduğunu açıklıyor. Yüce Allah bu kitapta diğer tüm peygamberlerin getirdiği dininin emirlerinden yürürlükte tutmak istediğini yürürlükte tutmuş ve hikmetinin gerektirdiği gibi geçersiz kılmak istediği emirleri de geçersiz kılmıştır. O halde Hz. Peygamber kendisine indirilen kitabın yanında yer almalıdır. Büyük küçük hiçbir konuda ehli kitaba uymamalıdır. Kendisinden mucize isteyenlere gelince, mucizeler Allah’ın izni ile gerçekleşir, peygambere düşen de duyurma