SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA SAD SURESİ 17. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
17- Ey Muhammed! Onların söylediklerine sabret, kulumuz, Davut’u an. Çünkü o daima Allah’a yönelirdi.
“Sabret” bu, bütün peygamberlerin üzerinde buluştukları yolun işaretidir. Tüm peygamberlerin hayatları tarih boyunca izlenen bu yolda geçmiştir. Onların hepsi bu yolda yürümüştür. Hepsi zorluklara göğüs germiş, hepsi sınanmış ve hepsi sabretmiştir. Sabır onların hepsinin yol azığı olmuştur. Hepsinin karakteri olmuştur. Hepsi peygamberler makamındaki derecesine göre sabır yükü taşımıştır. Onların hepsinin hayatları sınavlarla, sıkıntılarla, acılarla yoğrulmuş bir deneyimdir. Hatta onların bolluk ve rahat içinde oluşları dahi, bir sınavdan ibarettir. Sıkıntılara, zorluklara karşı sabrettikten sonra nimetlere karşı sabredip edemediklerinin bir mihengiydi. Bu her iki hal de sabretmeye ve dayanmaya ihtiyaç duyar…
Bütün peygamberlerin hayatlarını Kur’an-ı Kerim’in bize anlattığı biçimde gözlerimizin önünden geçirdiğimizde bu hayatın belkemiğini sabrın oluşturduğunu, bu hayatın içinde en etkili faktörün sabır olduğunu görüyoruz. Denenme ve sınanmanın bu hayatın özünü ve mayasını oluşturduğunu görebiliyoruz.
Sanki bu özellikle seçilmiş bir hayattı. Sınanma ve sabır aşamalarından oluşan insanlığın gözleri önüne serilmiş eşsiz bir hayat. Yüce Allah bu seçkin hayat ile insan ruhunun zaruri ihtiyaçlara ve sıkıntılara nasıl üstün geleceğini, yeryüzünde övünç kaynağı olan her şeyi nasıl aşabileceğini, arzulardan, isteklerden ve
aldatıcı zevklerden nasıl arınılacağını, samimi olarak nasıl Allah’a yönelip sınavında başarıya ulaşılacağını, nasıl Allah’ın her şeyden öne geçirileceğini göstermek istiyor… Sonuçta, insanlara şöyle demek istiyor: İşte yol budur. Yükselmenin ve yücelmenin yolu budur. Allah’a giden yol budur işte.
“Onların söylediklerine karşı sabret” Onlar daha önce şöyle demişlerdi: “Tanrıları bir tek tanrı mı yapıyor? Bu, cidden tuhaf bir şeydir.” (Sad Suresi, 5)
Şöyle de demişlerdi: “Kur’an, aramızda Muhammed’e mi indirilmeliydi?” (Sad Suresi, 8) Buna benzer daha nice şeyler söylemişlerdi. Yüce Allah peygamberini onların söylediklerine karşı sabretmeye çağırıyor. Kalbiyle tertemiz, onurlu insan örnekleri ile beraber yaşamasını tavsiye ediyor; bu kâfir insan tipleriyle değil. Bu onurlu insanlar Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- peygamber olan kardeşleriydi. Peygamberimiz onları hatırlıyor, kendisi ile onlar arasında sarsılmaz-sağlam bir yakınlık hissediyordu. Onlardan soy, yakınlık ve kardeşlik bağları bulunan birinden söz eder gibi bahsediyordu. Zaman zaman: “Yüce Allah kardeşim falana rahmet etsin… Veya falan şöyle-şöyle yaptığına göre ben daha rahat yaparım” diyordu.
“Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud’u an. Çünkü o daima Allah’a yönelirdi.”
Burada Hz. Davud “kuvvetli bir adamdı” ve “Allah’a yönelen bir adamdı” gibi sıfatlarla anılıyor. Hz. Nuh’un, Ad’ın, köklü uygarlığın egemeni olan Firav’un, Hz. Lût’un ve Eyke halkının sözü edilmeden önce Hz. Davud’dan söz ediliyor. Bunlar zalim ve azgın toplumlardı. Onların kuvvetlerinin dış görünüşü azgınlık, taşkınlık ve ilahi mesajı yalan sayma şeklinde ortaya çıkıyordu. Davud’a gelince, O kuvvet sahibi olmasına rağmen Allah’a yöneliyordu. İtaatı, tövbesi, ibadeti ve Rabb’ini hatırında bulundurması ile sürekli Rabb’i ile ilişki içindeydi. Güç ve iktidarı elinde bulundurması onu bu asıl eyleminden alıkoymuyordu.
Hz. Davud’un kıssasının baş tarafı Bakara suresinde geçmişti. Orada Hz. Davud Talut’un ordusunda Hz. Musa’dan sonraki İsrailoğulları arasında görünmüştü. Bu sırada İsrailoğulları kendilerine gönderilen peygambere: `Bize bir komutan tayin et de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. Peygamberleri onlara Talut’u komutan tayin etmiş, bu komutanın emrinde düşmanları olan Calut ve ordularına karşı savaşmıştılar. Hz. Davud Calut’u öldürdü. Bu sırada Hz. Davud henüz genç yaşta bulunuyordu. İşte bu dönemlerde yıldızı parlamaya başladı. Neticede hükümdar olmuştu. Artık büyük bir güce kavuşmuştu. Fakat O buna rağmen Allah’a yöneliyor, itaatı, ibadeti, tövbekârlığı ve Allah anması ile Rabb’ine dönüş içindeydi.
Yüce Allah, Hz. Davud’a peygamberlik ve hükümdarlık yanında lütuf olarak sürekli Allah ile birlikte olan bir kalp ve yanık bir ses vermişti. Rabb’ini takdis eden, yücelten mersiyelerini bu yanık sesiyle okuyor, zikir içinde kendinden geçmesi ve okuyuş güzelliği açısından önemli bir paya sahip oluşu nedeniyle kendi bünyesi ile evrenin yapısı arasındaki engellerin kalktığı bir düzeye ulaşıverdi. Böylece Hz. Davud’un gerçekliği, dağların ve kuşların gerçekliği ile bütünleşiyor ve hepsi onu yüceltiyor ve ibadetlerini ona takdim ediyordu. Bir bakmışsın dağlarla birlikte Allah’ı yüceltmeye duruyor, bir daha bakmışsın, kuşlar başına toplanmış kendisinin de onların da Rabb’ı olan Allah’ı noksan sıfatlardan arındırmaya koyuluyorlar. ,