SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA SECDE SURESİ 4. VE 9. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
4- Gökleri-yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden (istiva eden) Allah’tır. O’ndan başka bir dostunuz ve şefaatcınız yoktur. Düşünüp öğüt almıyor musunuz?
5-Allah, gökten yere kadar olan bütün işleri düzenleyip yönetir. Sonra işler, sizin hesabınızla bin yıl kadar tutan bir gün içinde O’na çıkar.
6- O görüleni de görülmeyeni de bilendir üstün ve merhametli olandır.
7- O Allah ki, her şeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı.
8- Sonra onun soyunu nutfeden, hakir bir suyun özünden çoğalttı.
9- Sonra ona biçim verdi, ona kendi ruhundan üfledi ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz?
İşte yüce Allah… Ve işte O’nun ilahlığının eserleri ve kanıtlar… İşle gözlemlenebilen evrenin sayfalarında ve insanın sınırlı kavrama yeteneğini aşan gizli gayb aleminin kapsamında insanların bildiği şekliyle ve yüce Allah’ın hak içerikli apaçık Kitabında öğrettiği gibi insanın yaratılışında ve gelişmesinde kendini gösteren ilahlığın nitelikleri…
“Gökleri-yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra Arş’a hükmeden (istiva eden) Allah’tır.”
Gökler, yeryüzü ve her ikisi arasında yer alıp da hakkında çok az şey bildiğimiz, buna karşın çok şeyden de habersiz olduğumuz bu dehşet verici varlıklar… Bu, uzadıkça uzayan, göz alabildiğine geniş, uçsuz bucaksız, insanı ürküten bir büyüklüğe sahip varlıklar alemi. İnsanın; titiz ve güzel sanatı, ahenkli ve duyarlı düzeni karşısında adeta büyülendiği, dehşete kapıldığı, hayran kaldığı görkemli evren… Göz kamaştırıcı bir uyum, çekici bir güzelliğe sahip yaratıklar… Hiçbir gözün, hiçbir duygunun, hiçbir kalbin kusur bulamadığı, ne kadar uzun böyle irdelese de hiçbir düşünürün bütünüyle kavrayamadığı, tekrarın ve alışkanlığın çekiciliğinden, hiçbir şey kaybettiremediği ve her zaman tazeliğini koruyan, gerçek güzelliğe sahip varlık bütünü. Renkleri, cinsleri, hacim ve şekilleri, özellik ve görünümleri, yetenek ve görevleri birbirinden farklı, ama hepsi de tekbir yasaya boyun eğen, hareketlerinde aynı ahenge sahip olan, tekbir kaynağa yönelik olan, sadece o kaynaktan direktif ve komut alan, itaat ve teslimiyetle O’na yönelen şu çeşit çeşit varlıklar… Evet bütün bunları Allah yaratmıştır.
Allah… Gökleri, yeri ve her ikisi arasında yer alan canlı-cansız bütün varlıkları yaratan O’dur. Bu büyük niteliği hakkeden O’dur.
“Gökleri-yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra Arş’a hükmeden (istiva eden) Allah’dır.”
Söz konusu olan kesinlikle bizim bildiğimiz dünyadaki günler değildir. Çünkü günler, dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden kaynaklanan zaman birimleridir. Bu bir kerelik dönüş sonucunda şu küçük, önemsiz ve uçsuz bucaksız evrenin uzay boşluğunda yüzen ufacık bir noktada, yeryüzünde gece ve gündüzden oluşan bir gün meydana gelir. Kuşkusuz bu zaman ölçüsü dünya ve güneşin varolmasından sonra meydana gelmiştir. Bu ölçü şu küçücük ve basit yeryüzünün bir parçası sayılan biz insanlar için geçerlidir.
Fakat Kur’an-ı Kerim’de söz konusu edilen bu altı günün gerçek mahiyetine gelince bunlara ilişkin kesin bilgi Allah’ın katındadır. Bunları açıklamamız, sürelerini belirlememiz mümkün değildir. Çünkü bunlar, Allah’ın günleridir. Onlar hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır!
“Ve Rabb’inin katındaki her gün, sizin saydıklarınızdan bir yıl gibidir.” (Hacc Suresi, 47)
Söz konusu altı günü gökler, yer ve her ikisinin arasındaki varlıkların bugünkü duruma gelene kadar geçirdikleri altı evre veya yaratılış ve oluşum sırasındaki altı aşama ya da aralarındaki mesafeyi Allah’dan başka hiç kimsenin bilemediği altı zaman dilimi olabilir. Her ne olursa bunlar, insanların alışageldikleri yeryüzündeki günlerden farklı şeylerdir. Şu halde bunları kesin şekilde tanımlanması mümkün olmayan, Allah’a özgü gaybın kapsamındaki nitelikleriyle kabul edelim. Zaten ifadenin amacı yaratılışta yüce Allah’ın hikmeti ve bilgisi doğrultusunda gözetilen plan ve ön tasarımını vurgulamaktır. Bu olağanüstü varlık alemi için tasarlanan zaman, aşama ve evrelerde yüce Allah’ın yarattığı tüm varlıklara yönelik lütfunu, iyiliğini gündeme getirmektir.
“Sonra Arş’a hükmeden”
Arş’a çıkmak tüm yaratıklardan üstün olmayı, onlara egemen olmayı sembolize eden bir ifadedir. Arş’ın kendisine gelince, ona ilişkin herhangi bir şey söylemek mümkün değildir. Ve adını söylemekle yetinmekten başka seçenek yoktur. Ayetin orjinalinde geçen “istiva” kelimesi için de aynı şeyler geçerlidir. Öyle anlaşılıyor ki, bununla üstünlük kastedilmiştir. Ayrıca burada kullanılan “sonra” kelimesinin zaman sıralamasını ifade etmesi de kesinlikle mümkün değildir. Yüce Allah’ın, bir durumda, bir konumda olması sonra bir başka duruma ve konuma geçmesi mümkün değildir. Bu sadece manevi sıralamayı, ifade etmek için kullanılan bir sözcüktür. Çünkü bu ayette ifadesini bulan üstünlük, tüm varlıkların üzerinde, onları aşan bir derecededir.
Bu sonsuz üstünlüğün gölgesinde, insanların kalpleri kendilerini ilgilendiren bir gerçekle karşı karşıya getiriliyor!
“Sizin O’ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur”
Nerede ve kim vardır? Yüce Allah Arş’a, göklere, yeryüzüne ve aralarındaki varlıklara egemen iken gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki canlı-cansız tüm varlıkların yaratıcısı O iken, O’nun dışında edinilecek dost ve yardımcı nerededir? O’nun otoritesinden sıyrılıp aracılık yapacak kimdir?
“Düşünüp öğüt almıyor musunuz?”
Bu gerçeği düşünmek kalbi yüce Allah’ın ilahlığını kabul etmeye, başkasına değil, sadece O’na yönelmeye zorlar. Yaratma ve yaratıklardan üstün olma, dünya ve ahirette her şeyi dileyip yaratmanın yanı sıra, göklerde, yeryüzünde ve ikisinin arasında O’nun dileyip yönlendirdiği her şey kıyamet günü O’nun katına yükselecektir. Bu uzun günde her şey dönüp O’nun yanında toplanacaktır.
“Allah, gökten yere kadar olan bütün işleri düzenleyip yönetir. Sonra işler, sizin hesabınızla bin yıl kadar tutan bir gün içinde O’na çıkar.”
Ayet-i Kerime yüce Allah’ın bütün gelişmeleri yaratıp yürütmesinin alanını görülebilecek şekilde geniş ve kapsamlı olarak çiziyor. “Gökten yere kadar.” Amaç insan duygusunun kaldırabileceği, boyutlarını düşünebileceği, sonuçta etkilenip ürpereceği bir atmosfere sokmaktır. Yoksa yüce Allah’ın yaratma ve yönlendirmesinin alanı gökten yere kadar olan mesafeden daha geniş ve daha kapsamlıdır. Ama bu geniş alan karşısında durup düşünmek, açıklanan boyutların rakamlarını bile bilmediği bu korkunç mesafeyi kapsayan ilahi yaratma ve yönlendirmeyi gözlemlemek insan duygusu ve düşüncesi için yeterlidir.
Sonra bütün takdir ve sonuçları ile, akibetleri ile, neticeleri ile yükseliyorlar. Yüce Allah hareketlerin, sözlerin, eşya ve canlıların akıbetlerini sergilemek için dilediği günde bunları yüce katına yükseltiyor.
“Sizin hesabınızla bin yıl kadar tutan bir günde”
Çünkü bunların hiçbiri başıboş bırakılmadığı gibi boşuna da yaratılmamıştır. Bütün bunlar belirlenmiş bir süreye kadar yüce Allah’ın emri ile yönlendirilmektedirler. Sonra yükseltilirler. Çünkü her şey, her iş, her eylem ve her sonuç yüce Allah’ın yüce makamının altındadırlar. Bu yüzden günü gelince O’nun katına yükseltilirler ya da dilediği zaman kendiliğinden yükselirler.
“O görüleni de görülmeyeni de bilendir, üstün ve merhametli olandır.” O’dur… Gökleri ve yeri yaratan… O’dur Arş’a çıkan, gökten yere kadar her şeyi yaratıp yöneten. “O görüleni de görülmeyeni de bilendir.” O’dur gizli ve aşikâr olanı bilen. Yaratan, yarattığına egemen olan, iradesi dahilinde onları yönlendiren O’dur. Ve O “üstün ve merhametli olandır.” Güçlüdür O. Dilerse gücü yeter. Her şeye yaratıklara merhamet eder.
YARATILIŞA İŞLENEN GÜZELLİK MOTİFİ
“O Allah ki, her şeyin yaratılışını güzel yaptı.”
Allah’ım. Bu kesinlikle, fıtratın, gözün, kalbin ve aklın gördüğü bir gerçektir. Bu gerçek, varlıkların şekillerinde ve görevlerinde, birbirlerinden ayrılan özelliklerinde ve birbirleriyle oluşturdukları ahenkte, biçimlerinde, durumlarında, davranış ve hareketlerinde, kısacası az veya çok güzellik niteliği her şeyde somutlaşmaktadır.
Allah bütün eksikliklerden uzaktır, O yücedir. İşte her şeyde kendini gösteren O’nun sanatı. İşte O’nun elinin eserleri, bütün yaratıklarda açıkça gözlemlenebilir. İşte O’nun yarattığı bütün varlıklar. Hepsinde bir güzellik, bir uyumluluk gözlenmektedir. Hiçbirinde hacim, şekil, yapısal özellik ve görev bakımından ne bir aşırılık, ne de bir kusur var. Her biri normal ve yeterli bir güzelliğe sahiptir. Bu sınırı aşmaları ya da daha düşük düzeyde kalmaları söz konusu değildir. Ne ifrat ne tefrit… Her şey bir ölçüye göre yaratılmıştır. Hiçbiri ince ve titiz ahengin sınırını geçmez. Bu ahenge uymayacak kadar eksik de olmaz. Kendileri için belirlenen süreyi öne alamadıkları gibi, geciktiremezler de. Bu süreyi uzatamazlar, kısaltamazlar. Küçücük atomdan, en büyük cisme kadar… Basit bir hücreden en karmaşık varlıklara kadar… Hepsinde bir güzellik, bir sağlamlık göze çarpar. Varlıkların davranışları, tavırları, hareketleri ve neden oldukları olaylar da öyle. Hepsini de Allah yaratır. Bütün bunlar Allah’ın şaşmaz düzenlemesi ile birlikte, varlıkların ezelden ebede kadar ki, hareketleri için belirlenen evrensel strateji uyarınca yerine ve zamanına göre son derece ince bir planla belirlenmişlerdir.
Her şey her yaratık, varlık senaryosunda kendisi için belirlenen rolü oynamak için özenle hazırlanmış, burada en güzel şekilde oynaması için gerekli olan tüm yetenekler ve özelliklerle donatılmıştır. Şu sürünen kurtçuk, ayakları var, kılçıkları var. Sürgünlerle, yeteneklerle ve güçle donatılmıştır. Bu sayede en güzel şekilde yolunu çizebiliyor. Şu balık, şu kuş, şu sürüngen, şu hayvan, sonra şu insan… Şu aynı yörüngede dolaşan gezegen… Şu yerinden ayrılmayan yıldız. Şu galaksiler ve şu alemler… Şu kesintisiz olarak süren ve hareketleri belirlenmiş olağanüstü ahenge sahip, en ince noktasına kadar düzenlenmiş dönüşler ve hareketler. Her şey, her şey. Gözün uzanabildiği her yerde özenli ve titiz bir sanata, harika bir yapıya sahip her şey… Evet, her şeyde ilahi sanatın güzelliği ve titizliği son derece belirgindir.
Açık bir göz, taze bir duygu ve basiretli bir kalp top yekün bu varlık alemindeki güzelliği, cazibeyi görür. Bu güzellik ve cazibeyi, varlık bütününün her bir parçasında her bir zerresinde gözlemler. Göz, kalp ya da zihin ile yüce Allah’ın yaratıklarını etraflıca düşünmek, insana güzellik ve alımlılığı, ahenk ve mükemmelliği içeren mesajlardan oluşmuş büyük bir hazine bahşeder. Her yandan en tatlı meyveler tarafından bir mutluluk çemberine alınır. İnsanoğlu bu güzel, bu harika ve göz alıcı ilahi şenlikte yaşarken, kalbini mutluluk ve coşkunluk duyguları kuşatır. Bu gezegendeki yolculuğu esnasında gördüğü, işittiği ve algıladığı her şeyde beliren ilahi sanatın güzellik ve titizliğinin kanıtlarını düşünür. Bu fani alemdeki görüntülerin ötesinde asıl ilahi sanatın güzelliğinden kaynaklanan kalıcı güzelliğe bağlanır.
İnsan kalbi geleneğin uyuşukluğundan, alışkanlığın neden olduğu bıkkınlıktan uyanmadıkça, çevresindeki evrenden yükselen melodilere kulak vermedikçe, mesajlarını düşünmedikçe, Allah’ın harikalar yaratan elinden çıktığı şekliyle varlıkların cevherini ortaya koyacak Allah’ın nuru ile bakmadıkça, gözü ya da duygusu bir olağanüstülük sezdiği zaman hemen Allah’ı anmadıkça, sanat ile sanatkâr arasındaki bağı sezmedikçe, bu sırada her şeyin ötesinde Allah’ın güzelliğini ve ululuğunu görerek hissettiği ve gördüğü şeylerdeki güzelliklere ilişkin bilinci artmadıkça şu yeryüzündeki yolculuğu esnasında kendisine bahşedilen nimetleri kavrayamaz.
Kuşkusuz varlık alemi güzeldir. Ve bu güzellik hiçbir zaman tükenmez. İnsanoğlu şu varlık aleminin yaratıcısının iradesi doğrultusunda, istediği sürece hiçbir sınırlandırma ile karşılaşmadan bu güzellikleri algılamada ve onlardan yararlanmada çok üstün bir düzeye ulaşabilir.
Varlık aleminde güzellik unsurunun ön plana çıkması, özellikle göz önünde bulundurulmuştur. Çünkü sanattaki titizlik, her şeyde kendini gösteren görevi eksiksiz yerine getirme özelliğini güzellik sınırına vardırır. Her yaratık ve her varlıktaki yaratılışın eşsizliği son derece güzel bir şekilde belirgindir. Bak… Şu arıya. Şu çiçeğe. Şu geceye. Şu sabaha. Şu gölgeye. Şu buluta. Varlık aleminde yankılanan şu musikiye. Hiçbir eksikliği, hiçbir çarpıklığı bulunmayan şu ahenge bak.
Hiç kuşkusuz, bu mükemmel estetiğe ve olağanüstü yapıya sahip varlık aleminde çıkılan bu değerli yolculukta Kur’an-ı Kerim’i düşünelim ve ondan faydalanalım diye dikkatimizi bu güzelliğe çekiyor ve bu amaçla şöyle diyor: “Ki, her şeyin yaratılışını güzel yaptı.” Böylece şu büyük varlık alemindeki güzel ve alımlı noktaları araştırıp ortaya çıkarması için insan kalbini uyarıp, bu yönde teşvik ediyor.
“Ki, her şeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı.” Yüce Allah’ın insanı çamurdan yaratmaya başlaması, O’nun yaratmadaki güzelliğinin bir belirtisidir. Bu ifadeden çamurun başlangıç olduğunu ve bunun yaratılışın ilk aşaması olduğunu anlamak mümkündür. Ancak çamur aşamasından sonra gelen aşamaların sayısı, süre ve zamanlarına ilişkin bir açıklama yer almıyor. Dolayısıyla bu alanda yapılacak bir araştırma için kapı her zaman açıktır. Özellikle bu ayet “İnsan, süzme çamurdan yaratılmıştır” (Mü’minun Suresi, 1-2) anlamındaki ayete eklendiği zaman, insanın çamurdan yaratılışına ve bu yaratılış aşamasına işaret edildiği anlamını çıkarmak mümkündür. Bu çamur, yüce Allah’ın insanın içine hayat üflenmesinden önceki aşama olabilir. Hiç kuşkusuz bu, hiç kimsenin çözemediği bir sırdır. İçeriği nedir, nasıl meydana gelmiştir, kimse bilmiyor. Bu canlı hücreden insan meydana gelmiştir. Ama Kur’an-ı Kerim bunun nasıl gerçekleştiğini, ne kadar sürede ve kaç aşamada tamamlandığını belirtmiyor. Bu aşamaların incelenmesi meselesi doğru ve sağlıklı bir araştırmaya bırakılmıştır. Bu araştırmanın, Kur’an-ı Kerim’in insanın ilk yaratılışının çamurdan başladığına ilişkin kesin hükmü ile çelişen bir yönü yoktur. Burası Kur’an-ı Kerim’in içerdiği kesin gerçeğe dayanmakla, sağlıklı bir araştırmanın ortaya çıkardığı gerçekleri kabul etmenin arasındaki güvenli bölgedir.
Yeri gelmişken şunu da söyleyelim ki, türlerin bir dizi evrimle tek hücreden insana doğru birtakım evreler geçirdiğini, bu oluşum sırasında ardarda birtakım varoluş ve gelişme halkalarının olduğunu böylece insanın aslını maymundan üstün, ama insandan aşağı bir hayvana indirgeyen Darwin’in evrim teorisi, bu noktada yanlış bir teori olarak beliriyor. Darwin teorisinin başladığı sıralarda bilinmeyen genlerin soy taşıyıcıları-ortaya çıkarılması, türden türe evrimleşme teorisini çürütmüştür. Çünkü her türün hücresinde yer alan genler vardır. Bunlar o türün özelliklerini belirleyip korurlar. Bunlar bir canlının, doğduğu türün çerçevesinde gelişme göstermesini, kesinlikle türünün dışına çıkmamasını, yeni bir tür olarak evrimleşmemesini zorunlu kılarlar. Örneğin; kedinin asli kedidir ve asırlar boyunca hep kedi kalacaktır. Köpek de öyle. At, maymun ve insan için de geçerlidir bu zorunluluk. Soya çekim teorilerine göre en fazla olabilecek şey bir türün başka bir türe geçiş yapmadan kendi türünün sınırları içinde gelişmesidir. Bu ise, bazı aldanmış insanların hiçbir zaman çürütülemeyecek bilimsel bir gerçek olduğunu sandıkları Darwin teorisinin, önemli bir kısmını geçersiz kılmaktadır.
Şimdi tekrar `Kur’an’ın gölgesine’ dönüyoruz.
“Sonra onun soyunu nutfeden, hakir bir suyun özünden çoğalttı.”
Ceninin gelişmesinin ilk aşaması olan bir damla sudan… Basit bir damla sudan başlayan hayat zinciri içinde, ceninin gelişmesi şu şekilde gerçekleşir: Bir damla sudan kan pıhtısına, oradan bir çiğnem ete, oradan ceninin gelişmesinin tamamlanış noktası olan kemiğe… Bu bayağı suyun, bir damlacığını olağanüstü ve komplike bir yapıya sahip insan haline gelene kadar geçtiği evrelerin özelliklerine bakıldığında, ortada dehşet verici bir varoluş süreci görülecektir. Hiç kuşkusuz bu oluşumun ilk evresi ile son evresi arasında son derece uzak ve akıl almaz mesafe vardır.
İşte Kur’an-ı Kerim bu uzun yolculuğu tasvir eden tek bir ayet ile bize korkunç mesafeleri anlatmaktadır:
“Sonra ona biçim verdi, ona kendi ruhundan üfledi ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz?”
Aman Allah’ım!.. Ne büyük bir yolculuk… Ne korkunç mesafeler… İnsanların farkında olmadıkları ne müthiş mucizeler!
O basit ve küçücük hücre nerede, en sonunda dönüştüğü insan denen varlık nerede? Hiç kuşkusuz bu mucizeyi gerçekleştiren, yüce Allah’ın kudret sahibi elidir. Gelişmesinde, oluşumunda, basit yapısından bu birleşik, komplike ve akıl almaz yapıya dönüşmesinde, küçücük ve güçsüz noktada yol gösteren O’dur.
Tek hücrede baş gösteren bu bölünme ve çoğalma… Sonra farklı özelliklere ve görevlere sahip değişik hücre gruplarındaki çeşitlilik… Her bir grubun, kendine özgü görevi bulunan özel bir organ oluşturmaya ilişkin rollerini yerine getirmek üzere çoğalmaları… Özel bir türden belli hücrelerin oluşturdukları bu organ, rolü itibariyle kendilerine özgü görevleri ve özellikleri bulunan bölmeler içeriyor. Bu bölmeler de tek bir organın içinde yer alan en öz hücrelerce oluşturulurlar. Bu çeşitlilikle birlikte bu bölünme ve çoğalma yalnız başına varolan ilk hücrede nasıl gerçekleşmiştir? Bu ilk hücreden meydana gelen ve her birinin kendine özgü nitelikleri bulunan tüm hücre gruplarında daha sonra ortaya çıkan bunca özellik nerede gizlenmişti? Sonra insan genini diğer genlerden ayıran özellikler nerede saklıydı? Ayrıca teker teker her bir insanın genini diğer insanların genlerinden ayıran özellikler nerede gizliydi? Sonra ceninin hayatı boyunca ortaya çıkan özel yetenekleri, belli görevleri, karakteristik özellikleri ve belirgin nitelikleri nerede korunmuştu?
Eğer bu olay, fiilen meydana gelmeseydi ve her an yaşanmasaydı, böylesine dehşet verici, akıl almaz bir mucizenin olabileceğini kim tasavvur edebilirdi?
Bu insana şekil veren Allah’ın elidir. Bu bedende Allah’ın ruhundan bir soluk vardır. İşte her an tekrarlanan, ama insanların farkında olmadıkları bu akıl almaz mucizenin yorumu budur. Bu organik yapıdan kulak, göz ve insanı diğer hayvansal organizmalardan ayıran en belirgin özellikler olan kavrama yeteneğini meydana getiren Allah’ın ruhundan bir soluktur! “Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yarattı.” Bunun dışındaki bütün yorumlar, insan aklının büyük bir şaşkınlıkla karşıladığı bu olağanüstü mucizeyi açıklamaktan uzaktırlar. Başka türlü bunun içinden çıkmak mümkün değildir.
Allah’ın lütfunun uzantısı olan bunca iyiliğe rağmen… Basit bir sudan, onurlu ve yüce bir insan meydana getiren, küçük ve zayıf hücreye çoğalma, gelişme, dönüşme, genelleşip özelleşme yeteneklerini bahşeden, ayrıca insanı insan yapan bütün üstün özellikleri, yetenekleri ve görevleri içine yerleştiren ilahi lütufa rağmen… Evet bunca iyiliğe rağmen insanlar çok az şükrediyorlar!
“Ne kadar az şükrediyorsunuz.”