SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TA-HA SURESİ 1. ve 8. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
1- Ta, ha.
2- Biz sana bu Kur’an’ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik.
3- Onu Allah’dan korkanlara uyarı olsun diye indirdik.
4- O, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından indirildi.
5- O rahmeti bol olan Allah, Arş’a kurulmuştur.
6- Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar O’nundur.
7- Söyleyeceğin sözü ister sesli olarak, ister içinden söylè. Çünkü Allah saklıyı da, saklının saklısını da bilir.
8- O kendisinden başka ilah olmayan Allah’dır. Ve en güzel isimler O’nun kilerdir
Gönlü okşayan, ılık meltemli bir “giriş” karşısındayız. Bu giriş, Arap alfabesinin iki harfi ile başlıyor. Bu harfler, anlamlı bir cümle oluşturmayan, birbirinden kopuk harflerdir. Böyle başlayan diğer surelerde dediğimiz gibi bu kopuk harflerin anlamı şudur: Bu sure -tıpla bu Kur’an gibi- gördüğünüz bu harflerin bileşiminden oluşur. Yalnız bu surenin başında kullanılan iki kopuk harfin müzikal melodileri, tüm suredeki durakların melodileri ile aynı ses tonunu yansıtır. Bu harfler kısa okunuşlu “elif’ sesleri ile bağlanıyor, böylece ayet sonlarının melodisi ile ses uyumu meydana getiriyorlar.
Bu iki harfin hemen arkasından böyle kopuk harfler ile başlayan surelerin tümünde. olduğu gibi “Kur’an” gündeme geliyor. Bu gündeme geliş, Peygamberimize yönelik bir “seslenme” biçiminde karşımıza çıkıyor. Okuyoruz:
“Biz sana bu Kur’anı, sıkıntıya düşesin diye indirmedik.”
Biz sana bu Kur’anı, mutsuzluğunun gerekçesi ya da sebebi olsun diye indirmedik. Onu okurken ve gereklerini yerine getirirken sıkıntıya düşesin diye bu kitab’ı sana indirmiş değiliz. Bu kitab’ı sana indirmekle seni, gücünü aşan bir yükün, ağır bir sıkıntının altına sokmak istemedik. Bu kitap zorluk çekmeden okunabilen, rahat anlaşılır, akıcı ifadeli bir kitaptır. Getirdiği yükümlülükler de insan gücünü aşmaz. Sana yapabileceğin görevler yüklüyor; gücünün yetmeyeceği işleri empoze etmiyor. Onun gücünün sınırları içinde kalan buyrukları yerine getirmek bir sıkıntı değil, tersine bir nimettir; yücelikler alemi ile ilişki kurma fırsatıdır; güç ve güven arama girişimidir. İnsana hoşnutluk, birliktelik ve ilişki bilinci aylar.
Ayrıca biz sana bu Kur’anı, ne insanlarla ilişkilerinde sıkıntıya düşesin, ne de insanlar ona inanmıyorlar diye mutsuz olasın diye indirmedik. Senin görevin, insanları zorla bu kitab’a inandırmak değildir. Onlar hesabına hayıflanmanı da istemiş değiliz. Çünkü bu kitab’ın fonksiyonu öğüt vermek ve uyarmaktır. Okuyoruz:
“Onu Allah’dan korkanlara uyarı olsun diye indirdik.”
Allah’dan korkanlar, kendilerine öğüt verildiğinde öğüt alırlar, Rabblerinden çekinerek günahlarının bağışlanmasını dilerler. Peygamberin görevi işte bu noktada sona erer. O kalplerin kilitli kapılarını açmakla, gönüllere ve vicdanlara egemen olmakla yükümlü değildir. Bu iş, Kur anın indiricisi olan yüce Allah’a düşer. O, tüm evrenin sınırsız egemeni, kalplerin gizli sırlarının kuşatıcısıdır. Okuyoruz:
“O, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından indirildi.” “O rahmeti bol olan Allah, Arş’a kurulmuştur.”
“Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar O’nundur.”
Yani bu Kur’anı indiren Allah, yerin ve göklerin, “yüce” göklerin yaratıcısıdır. Buna göre yücelikler aleminden gelen Kur’an, tıpkı yer ve gökler gibi evrensel bir olgudur. Bu ayetlerde evrene egemen olan yasalar ile Kur’anın insanlara indirdiği hükümler arasında bağ kuruluyor. Öte yandan yüce gökler ile yeryüzü arasındaki düzey farkının bir benzeri, yücelikler aleminden inen Kur’an ile yeryüzü arasında da vardır. Burada bu simetrik uyuma, bu çakışmaya da dikkat çekiliyor.
Bu Kur’anı yücelikler aleminden yere indiren, yeryüzünü ve yüce gökleri yaratan “rahmeti bol olan”Allah’dır. Buna göre O, Kur’anı, kulu sıkıntı çeksin, mutsuz olsun diye indirmiş olamaz. “Rahmeti bol” sıfatı burada bu esprinin farkına varılsın diye vurgulanmaktadır. Yüce Allah, tüm evrenin sınırsız egemenidir. Okuyoruz:
“O rahmeti bol olan Allah, Arş’a kurulmuştur.”
“Arş’a kurulmak” sonsuz üstünlüğü, sınırsız egemenliği anlatmayı amaçlayan dolaylı, kinayeli bir ifadedir. Öyleyse insanların geleceklerine yön verecek olan O’dur. Peygambere düşen sadece Allah’dan korkanlara öğüt vermektir. Sonsuz üstünlük ve sınırsız egemenlik yanında kayıtsız mülk sahibi olmak ve bilgisi ile her şeyi kuşatmak da O’nun sıfatları arasındadır. Okuyoruz:
“Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar O’nundur.”
Burada bazı evrensel kesitlerin kullanılması, Allah’ın yaygın mülkiyetini ve bilgisinin her şeyi kuşattığını somut şekilde ifade ederek insanlara kavrama kolaylığı sağlamak içindir. Yoksa meselenin çapı aslında burada söylenenden çok daha büyüktür. Kısacası varlık aleminde her ne varsa bütünü ile O’nundur. Varlık aleminin bütünü ise, doğallıkla, “göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprak altındaki varlıklar”dan çok daha geniş kapsamlıdır.
Yüce Allah’ın mülkiyet alanına giren her şey aynı zamanda O’nun bilgisinin kapsamı içindedir. Okuyoruz:
“Söyleyeceğin sözü ister sesli olarak, ister içinden söyle. Çünkü Allah saklıyı da, saklının saklısını da bilir.”
Burada “Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar O’nundur ayetinin içeriği ile “söyleyeceğin sözü ister sesli olarak, ister içinden söyle. Çünkü Allah saklıyı da, saklının saklısını da bilir” ayetinin içeriği arasında bir uyum, bir çağrışım örtüşmesi olduğunu görüyoruz. Sebebine gelince evrenin görünen ve algılanan tüm varlıkları ile açıkça söylenen, kelimelere dökülen sözler terazinin bir kefesine konurken, toprak altındaki saklı varlıklar ile gönüllerde gizli tutulan duygular, ayetin deyimi ile “saklı ile saklının saklısı” öbür kefeye konuyor. Böylece Kur’an’daki uyumlu ve simetrik tasvir üslubunun çarpıcı bir örneği ortaya konuyor. “Sır” gizli şeyler demektir. “Sırdan daha gizlisi” ise saklılığın ve perde gerisinde oluşan daha ileri derecelerini tasvir eden, somutlayıcı bir ifadedir ve bu ifade yer katmanlarının derinliklerinde bulunan varlıkların simetriği, çakışığıdır.
Bu ayetlerdeki Peygamberimize yönelik seslenişin amacı O’nun kalbine güven aşılamaktır. Rabbinin yanıbaşında olduğunu, O’nun söylediği her sözü işittiğini, Kur’anı kendisine sıkıntı çektirmek için indirmediğini, O’nu asla yalnız ve kâfirler karşısında desteksiz bırakmayacağını vurgulamaktır. Eğer Peygamberimiz O’na sesli olarak yalvarıyorsa bilmelidir ki, Allah sözün saklısını da, saklının saklısını da bilir. Eğer Peygamberimizin kalbi yüce Allah’ın yanıbaşında olduğunu, gizlisi ile fısıltısı ile, bütün duygularını bildiğini hissederse güvene kavuşur, hoşnut olur, bu yüce yakınlığın birlikteliğinden güç alır. Artık yüce Allah’ın ayetlerini yalanlayan entrikacıların arasındaki yalnızlığından ürkmez, inanç sisteminin ve zihniyetinin karşıtları arasında gariplik, öksüzlük kompleksine kapılmaz.
Bu giriş bölümü yüce Allah’ın sınırsız egemenliğini, ortaksız mülkiyetini ve sonsuz bilgisini dile getirdikten sonra O’nun birliğini, tekliğini ilân ederek noktalanıyor. Okuyoruz:
“O, kendisinden başka ilah olmayan Allah’dır ve en güzel isimler O’nun isimleridir.”
Buradaki “en güzel” sıfatı hem diğer ayetlerin duraklarındaki ses uyumuna paralel düşüyor, hem de o ayetlerin içerikleri ile çağrışım ortaklığı kuruyor. Bu ortak çağrışım hem bu giriş bölümünün ve hem de tüm surenin havasına sinen rahmet, Allah’a yakınlık ve ilahi gözetim çağrışımıdır.
- MUSA VE PEYGAMBERLİGİ
Daha sonraki ayetlerde yüce Allah, Peygamberimize Hz. Musa’nın hikâyesini anlatıyor. Bu hikâye, insanları yüce Allah’a çağırma görevini yüklenmek üzere seçilmiş peygamberlere yönelik ilahi gözetimi kanıtlayan bir örnek olarak sunuluyor. Hz. Musa hikâyesi, Kur’anda en çok anlatılan peygamber hikâyesidir. Fakat her surede o surenin ana konusuna, genel havasına ve çağrışım sistemine uygun düşen bölümleri anlatılır. Şimdiye kadar sırası ile Bakara, Maide, A’raf, Yunus, İsra, Kehf surelerinde bu hikâyenin çeşitli bölümleri sunulmuş, ayrıca birkaç surede de hikâyeye kısaca değinilmekle yetinilmişti.
Maide suresinde bu hikâyenin sadece bir bölümüne yer verilmişti. Bu bölümün konusu, yahudilerin kutsal topraklardaki bir kentin kapısı önünde durmaları, kentte zalim bir kavmin yaşadığı gerekçesi ile içeriye girmek istememeleri idi. Kehf suresinde de hikâyenin bir tek bölümü yeralmıştı. Bu bölümde Hz. Musa’nın, Allah’ın “iyi kullarından biri” ile tanışması ve onunla bir süre arkadaşlık etmesi anlatılmıştı.
Bakara, A’raf, Yunus sureleri ile bu surede hikâyenin birden çok bölümüne yer verildiğini görüyoruz. Fakat hikâyenin bu surelerde anlatılan bölümleri sureden sureye farklılık gösterir. Kimi surelerde anlatılan bölümler değişik olduğu gibi, kimi surelerde de ele alınan bölümün farklı taraflarına dikkat çekilmektedir. Böylece hikâyenin anlatılan bölümü ile içinde yeraldığı surenin anlatım doğrultusu arasında uyum ve paralellik gözetilmektedir.
Meselâ Bakara suresinde bu hikâyeden önce Hz. Adem’in hikâyesine yer verilmekte, Hz. Adem’in yücelikler aleminde ağırlanması, yüce Allah’ın kendisini yeryüzü halifesi olarak görevlendirmesi ve işlediği kusuru bağışladıktan sonra kendisine nimet sunması anlatılıyor. Arkasından Hz. Musa hikâyesine geçiliyor. Bu geçişin amacı şudur:Yahudilere yüce Allah’ın bağışladığı nimetler hatırlatılıyor. Verdiği sözü tutarak kendilerini Firavun’un ve zorba adamlarının elinden kurtardığına değiniliyor. İstekleri üzerine kendilerine su sağlandığı, bunun için yerden fışkıran pınarlara kavuşturuldukları, ayrıca onlara yiyecek olarak kudret helvası ile bıldırcın eti armağan edildiği anlatılıyor. Ayrıca Hz. Musa’nın yüce Allah ile buluşması, O’nun yokluğunu fırsat bilen yahudilerin altın bir buzağıya tapmaları, arkasından yüce Allah’ın bu sapıklıkları bağışlaması, sonra kendilerinden, bir kayanın altında bağlılık sözü alması, arkasından Cumartesi günü yasağını çiğnemeleri ve en son olarak itirazcı karakterlerini sergileyen “inek” hikâyesi gündeme getiriliyor.
A’raf suresinde ise bu hikâyenin öncesinde bir uyarı yeralıyor. Bu uyarıda Hz. Musa döneminden önce yaşamış kâfirlerin, yüce Allah’ın ayetlerini yalanlàmış sapıkların acı sonlarına değiniliyor ve arkasından söz bu hikâyeye getiriliyor. Hikâyenin orada anlatılan bölümleri şöyle sıralanıyor: Hz. Musa’ya peygamberlik görevinin verilişi; değnek ve “ak parıltı saçan el” mucizeleri; İsrailoğullarının su baskını, çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını, kurbağalar ve kanlı su mucizeleri ile sınavdan geçirilişleri, büyücüler olay, Firavun ile yüce Allah’ın ayetlerini yalanlamış yakın adamlarının acı sonu, Hz. Musâ’nın yokluğunu fırsat bilen yahudilerin altından yapılmış bir buzağı heykeline tapmaları. Ve hikâyenin orada anlatılan bölümleri, “şu okuma-yazmasız Peygamber”in, yani bizim Peygamberimizin izinden giden mü’minlerin, yüce Allah’ın rahmetinin ve hidayetinin yeni mirasçıları olarak ortaya çıktıkları ilân edilerek noktalanıyor.
Yunus suresinde ise bu hikâyenin öncesinde, yüce Allah’ın ayetlerini yalanlamış eski toplumlara ilişkin toplu-yokoluş sahneleri sunuluyor. Bu sahnelerin arkasından ele alınan Hz. Musa hikâyesinde Hz. Musa’nın peygamber olarak görevlendirilişi, büyücüler sahnesi, Firavun ile soydaşlarının nehir sularına gömülüp yok edilişleri ayrıntılı olarak anlatılıyor.
Bu sureye gelince, Hz. Musa hikâyesinin burada sunulan bölümlerinden önce bir giriş bölümü ile karşılaşıyoruz. Bu giriş bölümünde yüce Allah’ın, peygamber olarak görevlendirdiği, insanlara bu inanç sisteminin sesini duyurmak üzere seçtiği elçilerine yönelik rahmeti ve himayesi vurgulanıyor. Arkasından bu hikâye gündeme geliyor. Böylece hikâyenin tüm bölümleri, bu ilahi rahmetin ve himayenin şemsiyesi altına alınıyor. Sonra hikâyenin ayrıntılarına geçiliyor. Önce Hz. Musa ile yüce Allah arasındaki söyleşi sunuluyor. Bu söyleşide yüce Allah’ın, Hz. Musa’ya yönelik himayesinin, yüreklendirici desteğinin çeşitli örnekleri hatırlatılıyor. Bu himaye ve desteğin, Hz. Musa’nın peygamber olu undan önceki dönemlerini de kapsadığına, ilk çocukluk çağından beri bu himayeyi ve desteği hep yanıbaşında bularak büyüdüğüne yüce Allah’ın kendisini her zaman koruması ve gözetimi altında bulundurmuş olduğuna işaret ediliyor. Okuyoruz: