SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TA-HA SURESİ 77. ve 79. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
77- Musa’ya “Kullarımı geceleyin yola çıkar,denize değneğini vurarak onlar iğin kuru bir yol aç, ne yakalanmaktan kork ve ne de boğulmaktan çekin”diye vahyettik.
78- Firavun, ordusu ile peşlerine düştü, fakat denizin suları onları korkunç bir saldırı ile kuşatıverdi!
79- Firavun, soydaşlarını sapıklığa sürükledi, onları doğru yola iletemedi.
Büyücülerin kişiliklerinde somutlaşan imanın, Firavun’un kişiliğinde somutlaşan azgın, kaba güce karşı çıkmasından sonra acaba neler oldu? Ayetler bu soruya cevap vermiyorlar. Büyücüler imanlarına sarılarak zorbanın tehditlerini, yıldırmalarını Rabbine bağlanmış, kararlı bir yüreklilikle karşılaşmışlar; hayat ile, nimetleri ile, insanları ile tüm dünyayı hiçe saymışlardı. Acaba yiğitlikleri ile Firavun’un tepesini attıran bu kahramanlara karşı,o şımarık zorba nasıl bir uygulamaya girişmişti? Ayetler bu konuda bize bilgi vermiyorlar. Bunun yerine karşımıza, hemen sözünü ettiğimiz ikinci sahne çıkıyor. Kalpteki zaferi dış dünyada gerçekleşen pratik zafere bağlayan kesin zafer sahnesi ile yüzyüze geliyoruz. Yüce Allah’ın mü’min kullarına yönelik himayesini, kayırıcılığını somut bir yetkinlikle gözler önüne seren bir sahnenin parlak ışıkları gözlerimizi kamaştırıyor. Bu yüzden bu sahnede Hz. Musâ’nın İsrailoğulları ile birlikte Mısırdan çıkışı ve denizin önüne varınca kafileyi durduruşu olayları üzerinde durulmuyor. Oysa diğer surelerde hikâyenin bu bölümü ayrıntılı biçimde anlatılmıştı. Burada söz kısa kesilerek hemen zafer sahnesi sunuluyor, zaferin öncesindeki gelişmelere değinilmiyor. Çünkü bu ön gelişmeler kalplerde ve vicdanlarda gerçekleşmişti.
Bize sadece Hz. Musâ ya gelen bir vahiyden sözediliyor. Bu vahyin içerdiği direktife göre Hz. Musâ ya, yüce Allah’ın mü’min kulları olan İsrailoğullarını geceleyin yola çıkaracak, denizin yanına varınca değneği ile sulara vurarak dalgalar arasında kupkuru bir yol açacak. Bize bu kadarı açıklanıyor. Başka bir ayrıntı verilmiyor, söz kısa kesiliyor. Biz de ayetlerin verdikleri bilgiyi olduğu gibi sunuyoruz. Bunun yanısıra Hz. Musâ ya yüce Allah’ın himayesine güvenmesi gerektiği hatırlatılıyor. Yüce Allah kendilerini kayıracağı için peşlerine düşen Firavun’un ve ordusunun onları yakalayacağından korkmamaları gerektiği gibi önlerine kuru bir yol açmış olan denizin dalgalarından da çekinmemeleri gerekir. Çünkü kendi iradesinin yansıması olan doğal kanunlara göre suyu akıtan yüce “kudret”in eli, istediği zaman o akar suyun dalgalarını yararak aralarından “kupkuru” bir yol geçirmeye muktedirdir. Ayetleri okuyoruz:
“Firavun, ordusu ile peşlerine düştü, fakat denizin suları onları korkunç bir saldırı ile kuşatıverdi.
Firavun, soydaşlarını sapıklığa sürükledi, onları doğru yola iletemedi.”
Görüldüğü gibi Firavun’un ve soydaşlarının denizin engin sularına gömülmeleri olay kısa geçiliyor, ayrıntılı biçimde anlatılmıyor. Böylece olayın vicdanlardaki etkisinin geniş çaplı ve korkunç olması isteniyor, olayın geniş çapı ve dehşeti ayrıntılı açıklamalarla sınırlandırılmıyor. Firavun, soydaşlarını nasıl hayatları boyunca sapıklığa sürükledi ise, şimdi de yol tıkanıklığına ve denizin engin derinliklerine sürüklüyor. Bunların her ikiside mahvedici sapıtmalar, yoldan çıkmalardır.
Bu sahnede acaba neler oldu? Bu konuyu kurcalamaya, ayrıntılara dalmaya girişecek değiliz. Tersine bu olay özet halinde sunmanın ardında saklı duran hikmete ayak uydurmayı tercih ediyoruz. Bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz nokta, bu olayın taşıdığı ibret dersidir. Biz bu sahnenin kalplerde meydana getirdiği etkinin titreşimlerine kulak vermek istiyoruz.
Bu olayda yüce Allah’ın güçlü eli, iman ile azgın kaba güç asasındaki savaşın yönetimini bizzat üstlenmiştir. İman yanlılarına bu savaşta vahyin direktifine uyarak geceleyin yola çıkmaktan başka bir görev verilmemiştir. Çünkü iki tarafın güçleri, somut ölçüler ile denk olmak şöyle dursun, birbirlerine yalan bile değildi. Hz. Musa ve soydaşları her türlü maddi güçten yoksun zavallılar iken, Firavun ile ordusu maddi gücün bütün silahları ile donanmıştı. Bu yüzden iman cephesinin, somut bir meydan savaşına girmesi mümkün değildi. Öyle olunca yüce Allah’ın güçlü eli savaşın yönetimini üzerine aldı.
Fakat bu ilahi müdahalenin öncesinde imanın özü, hak yanlılarının kalplerinde olgunluk düzeyine erdi, zorbalık karşısındaki bu biricik güç kaynakları gerçek kimliğine kavuştu. Tüm açık sözlülüğü ile azgın kaba güç karşısına dikildi. Korku duvarını aştığı gibi maddi çıkar beklentilerini de elinin tersi ile bir yana atmasını bildi. Ne tehditlere pabuç bıraktı ve ne de ödül umutlarına bel bağladı. Bilindiği gibi azgın zorba “Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve ayağınızı kesecek, arkasından da sizi hurma dallarına asacağım” diye küfredince iman cephesinden şu kesin cevabı aldı; “Vereceğin hükmü ver; senin hükmün ancak dünya hayatında geçerli olabilir.”
İşte iman ile azgın kaba kuvvet arasındaki savaş, mü’minlerin kalplerinde bu kararlı aşamaya erince yüce Allah’ın güçlü eli hak yanlılarının en ufak bir çabasını işe karıştırmaksızın hak sancağını tutup doruğa dikti ve batılın bayrağını ayaklar altına serdi.
Ders alınması gereken bir başka incelik de şudur:
İsrailoğullarının, Firavun’un baskılarına onursuzca boyun eğdikleri, bu acımasız zorbanın erkek çocuklarını öldürüp kızlarını ve kadınlarını ersiz bırakma girişimlerine sessizce katlandıkları dönemlerde yüce Allah’ın aynı güçlü eli, bu savaşa doğrudan el koymayı uygun görmedi. Çünkü İsrailoğulları, sadece onurlarını yitirdikleri için, haysiyetlerini ayaklar altında çiğnettikleri için, korktukları için bu ağır faturayı ödüyorlardı. Ama sonra iş değişti. Hz. Musâ ya inananların imanları kalplerindeki gelişim aşamasını tamamlayarak dışarıya taşmaya başladı. Firavun’un işkencelerine göğüs germeyi göze aldılar. Artık başları dikti. Kıvırmadan, çekinmeden ve uğratılacakları ağır işkenceleri umursamadan inançlarının gereği olan sözleri, Firavun’un yüzüne karşı erkekçe haykırdılar. İşte o zaman yüce Allah’ın gücü, savaşa doğrudan doğruya el koyarak daha önce ruhlarda ve kalplerde gerçekleşen zaferi bu defa pratik dünyada da ilân etmekte gecikmedi.
İşte okuduğumuz ayetler bu ibret dersini ön plâna çıkararak dikkatlerimize sunuyorlar. Dikkatlerimiz dağılmasın diye özetle anlatım yöntemi seçiliyor, ayrıntılara dalıp meselenin özünü gözden kaçırmayalım diye sahneler ardarda gözlerimizin önünde canlandırılıyor. amaç dava adamlarının bu olaylardan gereğince ders almalarıdır. Kendilerinin her türlü maddi savaş aracından yoksun oldukları, dönemlerde yüce Allah’ın desteğini bekleyebilmek için hangi şartları yerine getirmeleri gerekeceğini iyi anlamalarıdır.
- MUSA VE KAVMİNİN KURTULUŞU
Bu zafer ve kurtuluş havası içinde kurtulanlara seslenilerek öğüt ve uyarı yöneltiliyor. Acı geçmişlerini unutmamaları, şımarmamaları, kazandıkları savaştaki tek silahları olan imanlarını yitirmemeleri, böylece zaferlerini ve başarılarını güvenceye bağlamaları gerektiği kendilerine hatırlatılıyor. Okuyalım