Şükranı Nimet mi ?, Küfranı Nimet mi ?..
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Sonsuz hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah ‘a mahsustur. Tüm mükemmel vasıfların ona ait olduğunu bildirir, ona övgülerimizi arz eder ve onu bütün noksanlıklardan tenzih ederiz. Kulluğu ancak ona yapar yardımı ancak ondan dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden yalnızca ona sağınırız. Rabbimiz senin hidayete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise kimse hidayete kavuşturamaz. Bizleri hidayet verdiklerinin arasına kat. ÂMİN.
Verilen herhangi bir nimetten dolayı, bu nimeti verene karşı söz, fiil veya kalb ile gösterilen saygı ve karşılık, iyiliğin kıymetini bilme ve iyilik yapana bu hissi gösterme, nimet ve iyiliği anıp sahibini övme anlamına gelen şükükrün müminde bulunması gereken bir vasıf olduğunu Allah c.c bildirmektedir.
“Ey müminler, size verdiğimiz rızıkların tertemiz (helâl) olanlarından yiyin ve eğer gerçekten sırf Allah â kulluk ediyorsanız, O’na şükredin.”(Bakara 172)
Arapça bir kelime olan şükür, “şekere”
kökünden gelmektedir. Bu kökten gelen şükür, isim ve fiil olarak Kur’an-ı
Kerim’de yetmişe yakın yerde geçmektedir.
Türkçede kullanılan teşekkür ve şükran kelimeleri de aynı köktendir.
Hamd ve medih kelimeleri de mana itibarıyla şükür kelimesine yakındır. Bazı âlimler, bilhassa hamd ile şükrün aynı anlamda olduğunu söylemişlerdir. Farklı görüş belirterek bunların ayrı seyler olduğunu söyleyen âlimler de olmuştur. Fatiha sûresinin tefsirinde, Hz. Muhammed (s.a.s); “Elhamdu lillahi Rabbilâlemin” dediğin zaman, muhakkak ki Allah’a şükretmiş olursun” diyerek hamd ile şükrün birbirine olan yakınlığını ifâde etmiştir. Söz ile hamdedildiginde bu aynı zamanda şükrün başı sayılır. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s); “Hamd, şükrün başıdır. Allah’a hamdetmeyen, O’na şükretmemiş sayılır” demek suretiyle, bu hususa açıklık getirmiştir. Hamd ile şükrün ikisinde de kasdedilen kişi, nimeti verendir (İbn Kesır, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Âzim, Beyrut 1969, I, 22 vd.; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1971, I, 57 vd.).
Rasululullah (sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Allah insanları mahşer meydanına topladığı zaman , bir melek herkesin duyacağı şekilde şöyle der:
-Bu gün buraya toplananlar, ikrama en layık kimseleri tanıyacaklar.
Daha sonra ikram sahipleri sırasıyla tanıtılır:
-Gece ibadet edenler sırasıyla ayağa kalsın. Bunların sayısı oldukça azdır.
-Ticaretin ve alışverişin,ibadetlerini engellemediği kimseler ayağa kalksın. Bunların da sayısı azdır.”
-Kıtlıkta ve bollukta Allah’a Şükredenler ayağa kalksın. Bunların sayısı daha da azdır.”
Bu hususta şunu iyi anlamalıyız ki kişinin yalnızca lafzen şükredip, hal ve hareketleriyle,Allah cc’ın emir ve nehihlerine karşı gelerek yaşaması aslen bir şükür değil,verilen nimetler karşısında nankörlük etmek ve küfranı nimette bulunmak demektir.
Esasen, Şükür üç şekilde eda edilir:
1- Dil ile: Nimet vereni anmak, onu övmek ve bu hususta dil ile yapılabilecek
şeyi yapmakla olur. Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.s)’e onun vasıtasıyla bütün
insanlara bu hususta şöyle seslenmiştir: “Rabbinin nimetine (ihsanına)
gelince, onu minnet ve şükranla an” (ed-Duha, 93/11).
2- Kalp ile: Kalp ile nimeti vereni tanımak ve onu tasdik etmektir.
3- Fiil ile: Bu da, vücudun bütün organlarıyla olur. Her çeşit nimeti veren
Allah’ın emir ve yasakları, vücudun hangi organını ilgilendiriyorsa, o organın,
Allah’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmesini sağlamak gerekir.
Örneğin gözün harama bakmaması, dilin yalan gıybet vs haramlardan sakınması, hasılı verilen uzuvların veriliş gayesine uygun kullanılması da şükürdür ki. Alimler şükrü, nimeti verenene karşı itaatkar olmaktır şeklinde de tarif etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurulmaktadır:
“Gerçekten İbrãhim, Hakk’a yönelen, Allah’a itaat eden bir önder idi.
Allah’a ortak koşanlardan değildi. Allah’ın nimetlerine Şükrediciydi. Çünkü
Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti” (en-Nahl, 16/120, 121).
“Onlar Süleyman’a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş)
leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Dâvud ailesi,
şükredin! Kullarımdan şükreden azdır!” (Sebe’, 34/13).
Allah Teâlâ’nın Dâvud ailesine şükredin şeklindeki hitâbı, “Allah’a ibâdet
edin, fiil ve hareketlerinizle şükrü yerine getirin” demektir.
(ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Mısır 1977, V, 62; Muhammed Ali es-Sabûnî,
Safvetu’t-Tefâsîr, İstanbul 1987, II 548).
Rasulullah sav’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarının bağışlanmasına rağmen ayakları şişinceye kadar namaz kılmasının arkasındaki hikmeti soran Hz. Aişe’ye ,Allah Rasulünün: “ŞÜKREDEN BİR KUL OLMAYAYIM MI” cevabını vermisi de bize şükrün, nimeti verene karşı itaat etmek olduğunu anlatan çok güzel bir örnektir.
Yüce Allah Kur’an’da insanı yoktan var ettiğini ve ona
çeşitli nimetler verdiğini, dolayısıyla insanın da buna karşı Allah’a
şükretmesinin gerektiğini bildirmiştir:
“Siz hiç bir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı;
şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi” (en-Nahl,
16/78).
Şükrün tam karşılığı küfürdür. Zaten Allah Teâlâ
imtihan için yaratmıştır. Allah’ın verdiği nimetlere karşı şükreden ve
sıkıntılara karşı sabredenlere mükâfat verir. Buna ters hareket edip küfre
girenleri de cezalandırır:
“Gerçekten biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden)
yaratmışızdır. Onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.
Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.
Doğrusu biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş
hazırladık. İyiler ise, kâfir katılmış bir kadehten (cennet şarabını)
içerler” (el-İnsan, 76/1-5)
“Nezdinde o kitaptan ilim bulunan biri: “Ben
onu sana, gözünü açıp kapamadan getireceğim” dedi. Süleyman, tahtı yanında
duruyor görünce: “Bu, Rabbimin bir lütfudur. Şükür mü, yoksa nankörlük mü
edeceğim edeceğimi sınamak içindir. Kim şükrederse, ancak kendisi için
şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki, Rabbim kimsenin şükrüne
muhtaç değildir; lütuf ve kerem sahibidir” dedi” (en-Neml, 27/40).
Bu âyette ifâde edildiği gibi, Yüce Allah’ın, kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur.
O’nun ilâhlığı, yüceliği ve hâkimiyeti herhangi bir kimsenin şükrü veya küfrü
ile ne bir derece yükselir ne de eksilir. O, bizzat kendisi her şeye hâkimdir
(İbn Kesir, Tefsiru’lKur’ani’l-Azîm, III, 364).
Bir kudsi hadisde de, bu hususta şöyle buyurulmaktadır:
“Yüce Allah diyor ki: Ey kullarım! Geçmiş ve gelecek, siz bütün ins ve
cinler bir araya gelerek, aranızdaki en muttaki kimsenin kalbi gibi olsanız,
sizin bu durumunuz, Benim hâkimiyetimi zerre kadar artırmaz. Gene ey kullarım!
Geçmiş ve gelecek bütün ins ve cin bir araya toplansanız, aranızdaki en
günahkâr birinin kalbi gibi olsanız, benim hâkimiyetime en ufak bir noksanlık
getiremezsiniz. Ey kullarım! Hakkınızda itibar ettiğim şey, amellerinizdir.
Daha sonra siz onlara göre eksiksiz olarak mükâfatlandırılacak veyâ
cezalandırılacaksınız. Öyleyse kim bir hayır işlemeye muvaffak olursa, bundan
dolayı Allah’a şükretsin. Kim de hayrın dışında başka bir şey işlerse, bundan
dolayı da kendi nefsini suçlasın!” (Ahmed b. Hanbel, V, 160; Müslim, Birr,
55; Tirmiz, Kıyâm, 48; İbn Mace, Zühd, 30).
Şükredenlerin mükâfatlandırılacağı, Kur’an’ın başka bir
yerinde şöyle haber verilmiştir:
“Lût’un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı. Biz de üstlerine taş
(yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lût ailesi müstesna, katımızdan bir
nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık. Biz şükredeni böyle mükâfatlandırırız”
(el-Kamer, 54/33).
Şükür ve küfür noktasında insanların iradesi hür bırakılmıştır. Yüce Allah
küfrün kötülüğünü ve şükrün faziletini bildirmiştir:
“Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki,
Allah müstağnidir, her türlü övgüye layıktır” (Lokman, 31/12).
Bu âyette belirtildiği gibi, küfreden insanın kötülüğü kendi şahsına ve
şükredenin faydası da kendi şahsınadır. Kişinin küfrünün de, şükrünün de
karşılığı kendisine döner (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, III, 444).
Resulüllah (s.a.s.) da, tam manasıyla imân eden müminlerin, bu imtihanı
kazanmış olduklarını, diğer insanlara benzemediklerini, varlıkta da yoklukta da
küfürden uzak olduklarını, sabır ve şükür ile hareket ettiklerini bildirmiştir:
“Müminin durumu hayret vericidir. Her hali kendisi için hayırlıdır.
Müminden başkası için böyle bir şey yoktur. Sevindirici bir durumda olduğu
zaman, şükreder. Bu, onun için hayırlı olur. Sıkıntılı bir durumda olduğu
zaman, sabreder. Bu da onun için hayırlı olur” (Muhammed b. Allan,
Delilu’l-Falihn, Mısır 1971, I, 146 vd.).
Buna göre insanlar, genelde şükreden veya küfredenler olmak üzere iki grupta
toplanırlar. Allah ve Resulü, küfürden uzak durup şükür üzere bulunmayı
istemişlerdir. Bunu tercih eden imân ehli, dünya ve ahirette kârlı çıkmaktadır.
Hadiste göze çarpan diğer bir husus da, şükür ile sabrın içiçe olmasıdır.
Şunu da belirtelim ki bir toplumun Allah c.c ‘ın nazil emiş olduğu nizamdan yüz çevirip onu yaşadığı çağa uygun görmeyip lafa gelince de şükür sahibi olduklarını iddia etmeleri yalnızca asılsız boş bir sözdür. Böyle bir tutum sahibini şükranı nimet değil küfranı nimet sahibi yapar. Bu gün kişi yaşadığı hayata bakarak hangisinin sahibi olduğunu rahatlıkla anlayabilir.
Rabbim bizleri kendisine gereği gibi şükreden kullarından olmayı nasip eylesin.
RABBİMİZDEN İSTEĞİMİZ BİZE HİDAYET VERMESİ AYAKLARIMIZI SABİT KILMASI VE CANIMIZI MÜSLÜMAN OLARAK ALMASIDIR.
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN…