sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 1 VE 2. AYETLER

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 1 VE 2. AYETLER
05.07.2024
263
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

1- Elif, Lâm, Mim.

Mukatta’a harflerinin açıklaması Bakara suresinin başında geçmiştir. Bu açıklamalar için oraya bakınız.

 

2- Allah, kendisinden başka ilah olmayan, daima diri olan ve yarat­tıklarını koruyup idare edendir.

Hakkıyla ibadet edilmeye layık olan ancak Allahtır. Ondan başka ibadet edilmeye layık olan hiçbir kimse yoktur. Çünkü Allah, rabhkta ve Hanlıkta tek­tir. O, devamlı diri olan, ölmeyen ve yok olmayandır. O, yarattıklarını koruyup nzıklandırarak onları sevk ve idare edendir.

Allah teaîa bu sure-i celileye kendisinin dışındaki varlıklarda Hanlık vasfının bulunmadığını, Hanlığın sadece kendisine ait olduğunu beyan ederek başlamıştır. Böylece Hz. İsanın Allah veya Allahın oğlu olduğunu zanneden Hristiyanlara cevap vermiştir.

Necran Hristiyanları tarafından gönderilen bir heyet Peygamber efendi­mizle tartışmış ve Hz. İsanın Allah veya Allahın oğlu olduğunu yahut da üç ila­hın üçüncüsü olduğunu iddia etmişlerdir. Peygamber efendimiz onlara hak dini tebliğ etmiş, Hz. İsanın da kendileri gibi insan ve Allahın Peygamberi olduğunu söylemiştir. İşte bu surenin bu âyeti de Hristiyanların bu bâtıl iddialarını redde­derek Allahın tek bir ilah olduğunu, ondan başka hiçbir Halım bulunmadığın be­yan etmiştir.

Muhammed b. Cafer b. Zübeyr, Resulullaha gelen Hristiyan Necranlıla-rın heyetini şöyle anlatmaktadır: Necranhların heyeti altmış binekli olarak Re-sulullaha geldi. İçlerinden on dördü ileri gelenleriydi. Bu on döıt kişiden üçü de onların reisleri durumunda idi. Bunlar, Abdülmesih, Eyhem ve Ebu Harise b. Alkame isimli şahıslardı. Abdülmesih, toplumun emiri, fikri önderi, danışmanı ve görüşünden aynlınmayan kişisiydi Bu kişi, “Âkıb” diye vasıflandırılıyordu.

Eyhem, toplumun kendisine sığındığı, kervan reisliği yapan, dini toplan­tıları yöneten kişiydi. Bu de “Seyyid” diye vasıflandırılmıştı.

Ebu Harise b. Alkame ise toplumun Piskoposu, en bilgini, imamı ve okullarının yöneticisi idi.

Ebu Harise, bunların içinde yüksek mertebeler almış, kitaplarını okumuş ve dinlerinde iyi bir bilgi edinmişti. Öyle ki Hristiyan olan Rum Kralları ona iti­bar etmişler, maddi destekte bulunmuşlar, hizmetçiler tahsis etmişler, kiliseler yapmışlar ve ona bol bol ikramlarda bulunmuşlardır. Zira bu Krallara, Ebu Ha-risenin ilmi ve dinde ictihad derecesine vardığı haberi ulaşmıştı. Muhammed b. Cafer diyor ki: “Bu heyet Medinede Resulullaha geldi. Resulullah ikindi nama­zım kılarken Mecscid-i Nebevide onun yanına girdiler. Üzerlerinde Yemen elbi­seleri bulunuyordu. Onlar, Ebu Harise, b. Kâ’b kabilesinin elbiselerini ve örtüle­rini giyinmişlerdi. Onları gören Resulullahın s ah abi I erinden bir kısmı “Biz bun­lar gibi bir heyet görmedik” demişlerdi. Onların namaz vakitleri gelince Resu­lullahın Mescidinde namaz kılmaya başladılar. Resulullah sahabilerine: “Bıra­kın namazlarını kılsınlar.” dedi. Onlar doğuya yönelerek namazlarını kıldılar. Onların yöneticileri durumunda olan on dört kişiydi ve isilmeleri şöyleydi: Ken­disine “Âkıb” ünvam verilen Abdulmesih, “Seyyid” unvanı verilen Eyhem, Ebu Harise b. Alkame Evs, Haris, Zeyd, Kays, Yezid, Nebih, Huveylid b. Anır, Ha-lid, Abdullah ve Yuhanna.” Bunlar altmış kişiyle birlikte gelmişlerdi. Resulul­lah bunlardan Ebu Harise b. Alkame, Abdullah el-Âkıb ve Eyhem es-Seyyid ile konuştu. Eyhem, Kralın mezhebindeydi. Bazıları, Hz. İsanın Allah okluğunu, bazıları, Allah’ın oğlu olduğunu, bazıları da onun, üç ilahtan üçüncsü olduğunu söylüyordu.

Bu heyette bulunan iki papaz Resulullah ile konuşunca Resulullah onlara “Müslüman olun.” dedi. Onlar da “Biz Müslüman olmuşuz” dediler. ResuluUiüı tekrara onlara; “Sizler Müslüman olmadınız. O halde şimdi mü si uman olun.” dedi. Onlar: “Biz, sen Müslüman olmadan önce Müslüman olduk” dediler. Re­sulullah da: “Yalan söylüyorsunuz. Sizin Aziz ve Celil olan Alaha çocuk isnad etmeniz, Haça ibadet etmeniz ve domuz eti yemeniz, Müslüman olmanıza engel oluyor.” dedi. Onlar: “O halde ey Muhammed, İsanın babası kim?” diye sordu­lar. Resulullah da onlara cevap veımeyip bir müddet sustu, tşte bu sırada Allah teala, Hristiyanlann ihtilafa düştükleri bu konu hakkında, Âl-i İmran suresinin başından seksen küsur âyeti indirdi ve buyurdu ki: “Allah, kendisinden başka ilah olmayan, daima diri olan ve yarattıklarını koruyup idare edendir.” Allah te­ala bu sureye, kendisini Hri s ti yani arın iftiralarından arındırarak başladı. Bir ol­duğunu, yarattıklarından herhangi bir ortağı olmadığını beyan etti. Böylece Hristiyalarm uydurdukları inkarcılığı, ona denk ve emsaller isnad etmeyi red­detti ve onların, sapıklık içinde bulunduklarını beyan etti.

Reb’i b. Enes de Necran heyetinin konuşmalarından şunları rivayet etmiş­tir. “Bu Hristiyanlar Resulullaha geldiler. Meryemoğlu İsa hakkında onunla tar­tıştılar. Resulullaha: “İsanın babası kim?” diye sordular ve eşi ve çocuğa olmayan Allah tealaya karşı yalan sözler söylediler. Ve iftiralarda bulundular. Bunun üzerine Resulullah onlara: “Sizler bilmiyor musunuz ki her çocuk babasına ben­zer?” diye sordu. Onlar da “Evet biliyoruz.” dediler. Resulullah: “Rabbimizin, ölmeyen, devamlı hayatta kalan olduğunu, İs an in ise sonunda ölüp gideceğini bilmiyor musunuz?” dedi. onlarda “Evet biliyoruz.” dediler. Resulullah: “Rab­bimizin her şeyi sevk ve idare eden olduğunu, onları koruyup rızıklandirdığım bilmiyor musunuz?” dedi. Onlar da: “Evet biliyoruz.” dediler. Resulullah da: “Sizce İsa bunlardan herhangi birine malik midir?” diye sordu. Onlar da: “Ha­yır” dediler. Resulullah: “Aziz ve Celil olan Allaha, yerde ve gökte herhangi bir şeyin gizli kalmadım bilmiyor musunuz?” dedi. Onlar da “Evet biliyoruz.” dedi­ler. Resulullah: “İsa, Allahm bildirdiği dışında, yerde ve göklerde olanlar hak­kında bir şey bilinni?” dedi. Onlar da “Hayır” dediler. Resulullah: “Rabbimiz, İsayi ana rahminde dilediği gibi şekillendirdi siz bunu biliyor musunuz?” dedi. Onlarda “Evet biliyoruz.” dediler. Resulullah: “Rabbimizin yemek yemediğini, su içmediğini, bizim gibi bir takım beşeri ihtiyaçlarının olmadığını bilmiyor musunuz?”dedi. Onlar da “Evet” biliyoruz.” dediler. Resulullah: “Annesi İsaya, diğer kadınların hamile olması gibi hamile olmadı mı? Diğer kadınların çocuk doğurmaları gibi onu doğurmadı mı? İsa da diğer çocukların beslendiği gibi beslenmedi mi? İsa yemek yeyip su içmiyor muydu? Ve benzeri ihtiyaçlarını görmüyor muydu?” diye sordu. Onlar da: “Evet öyleydi.” dediler. Resulullah da: “Böyle olan bir insan nasıl olur da sizin dediğiniz gibi olabilir?” dedi. Onlar, bu konuşmalardan sonra gerçeği anladılar. Fakat inkârlarında ısrar ettiler. İşte bunun üzerine Allah teala, ÂI-i İmran suresinin baş tarafındaki âyetleri indirdi.

Âyet-i kerimede, Allah teala kendisini “Daima diri olan” diye tercüme edilen sıfatıyla sıfatlandırmiştır. Müfessirler bu sıfata şu şekillerde izah etmişlerdir:

a- Muhammed b. Cafer ve Reb’ b. Enes göre Allah teala, bu sıfatla kendi­sinin devamlı baki olduğunu zikretmiş, ölümün, yaratıkları için geçerli olduğu halde kendisinde bulunmayacağını belirtmiş, böylece Necran heyetine, ölümlü olan insanın hiçbir zaman ilah olamayacağını bildirmiştir.

b- Diğer bir kısım âlimlere göre Allah teala bu sıfatla kendisini dilediği her şeyi sevk ve idare etmeye gücü yetmekle ve dilediği her hangi bir şeyin, kendisi için imkânsız olmayacağı ile sıfatlandırmak istemiş ve kendisinin, her­hangi bir şeyi sevk ve idareye gücü yetmeyen putlar gibi olmadığını bildirmek istemiştir.

c- Başka bir kısım âlimlere göre, Allah teala bu sıfatla, kendisinin ezeli ve ebedi olan bir hayata sahip olduğunu belirtmek ve “Hayat” sıfatıyla sıfatlan­dığını bildirmek istemiştir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Yine âyet-i kerimede, Allah teala kendisini “Yarattıklarını koruyup idare eden” diye tercüme edilen sıfatıyla sıfatlandırmıştir.

Hz. Ömer ve Abdullah b. Mes’ud bu kelimeyi şeklinde, Alka-me-b. Kys ise şeklinde okumuştur. Taberi, birinci kıraatin çok yay­gın olması sebebiyle onu tercih etmiştir.

Müfessirler, bu sıfatın mânâsını iki şekilde izah etmişlerdir..

a- Mücahid ve Reb’i b. Enese göre mânâsı her şeyi koru­yarak, her varlığı rızıklandirarak dilediği şekilde bozma, değiştirme, artırma ve eksiltme yapmak suretiyle evirip çevirerek sevk ve idare edendir.

b- Muhammed b. Cafere göre ise mânâsı, bulunduğu yerde devamlı kalan ve ayrılmayan demektir. Yani, Allah teala, yaratıkları gibi bir yerden ayrılıp diğer yere gitmez. Değişmez, olduğu gibi ebediyyen devam eder. Halbuki Neeran heyetinin, kendsine Hanlık insad ettikleri Meryemoğlu İsa böy­le bir sıfata asla sahip değildir.

Taberi birinci görüşü tercih etmiş ve kelimesinin mânâsının, “Her şeyi nzi ki andırarak, savunarak, besleyerek ve kudreti dahilinde evirip çe­virerek sevk ve idare eden” demek olduğunu söylemiştir. Zira Araplar bu keli­meyi bu mânâda kulanmıslardır. Hz. Ömerin bu kelimeyi şeklinde okumasının sebebinin ise Hicazlıların şivesinden kaynaklandığını ve bu şekilde okuyarak başka bir mânâ kasetmediğini söylemiştir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.