TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 122. VE 123. AYETLER
Uhut savaşı, Hicretin Üçüncü Yılının Şevval ayında meydana gelmiştir. Uhut savaşının en Önemli sebibi şudur: Resulullahın ordusu Bedir savaşında Kureyşin ileri gelenlerini öldürmüş ve büyük ganimetler elde etmiştir. Bunun üzerine, Ölen müşriklerin oğullan ile sağ kalan liderler Kureyşin, reislerinden olan Ebu Süfyana: “Bütün servetimizi Muhammedle savaşmak için harca.” demişlerdir. Bunun üzerine Ebu Süfyan, çeşitli çevrelerden topladığı paralı askerlerden bir ordu meydana getintıiştir. Sayılan üç bini bulan bu ordu, Mekkeden gelerek Medinenin yakınında bulunan Uhut dağının eteklerinde karargâh kurmuştur. Bu haberi alan Resulullah, Cuma günü, namazı kıldırdıktan sonra, Nec-car kabilesine mensup olan Mâlik b. Amr’m da cenaze namazım kılmış ve asha-bıyla, düşmana nasıl karşı koyacaklarını görüşmüştür. Münafıklardan olan Abdullah b. Übeyy, düşmanın üzerine gitmeyip Medinede kalmalarını teklif etmiş ve demişitir ki: “Düşman, olduğu yerde kalmaya devam ederse kötü bir yerde hapsedilmiş gibi olur. Medineye hücum ederse erkeklerimiz savaşır, kadınlar ve çocuklar da onlara taşlarla karşı koyarlar. Şayet hiçbir şey yapmadan dönüp giderlerse, ümitsizce dönüp giderler.”
Bazı sahabiler, Özellikle Bedir savaşına katılmayanlar ise: “Müslümanların, Medineden çıkıp düşmana hücum etmelerini teklif etmişlerdir. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) Zırhını giymiş ve gelmiştir. Düşmanın üzerine gidilmesini teklif edenlerden bazıları, Resulullahı böyle görünce, yaptıkları tekliften dolayı pişman olmuş ve şöyle demişlerdir: “Acaba biz, Resulullahı zorladık mı?” “Ey Allanın Resulü, dilersen Medinede kalalım,” Resulullah da şu cevabı vermiştir: “Bir Peygamber zırhını giydikten sonra Allah, onun karar verdiği hususta hükmünü verinceye kadar geri dönmesi ona yakışmaz.”
Peygamber efendimiz, sahabilerden meydana gelen bin kişilik ordusuyla düşmanın üzerine doğru hareket edince, Medinede kalalım teklifini yapan Abdullah b. Übeyy, kendi teklifini kabul edilmemesini bahane ederek, üç yüz kişilik kuvvetiyle ordudan ayrılarak geri dönmüş, kendisi ve arkadaşları şöyle demişlerdir: “Bugün bu ordunun savaşabileceğini bilseydik size tabi olurduk. Fakat bizler, sizin savaşabileceğiniz kanaatinde değiliz.”
Resulullah (s.a.v.) geri kalan ordusuyla yola devam etmiş ve Uhut dağının eteklerinde konaklamış, ordusunun arkasını dağa vererek şöyle demiştir: “Kimse ben emir vermeden sakın savaşı başlatmasın.”
Resulullah bundan sonra, yediyüz kişilik ordusunu savaş düzenine sokmuş elli kişiden meydana gelen okçulann başına da Abdullah b. Cübeyr’i komutan tayin etmiş ve onlara şöyle demiştir: “Düşmana galip geldiğimizi görseniz de yerinizden ayrılmayın. Düşmanın bize galip geldiğini görseniz yerinizden ayrılıp bize yardımcı olmaya kalkmayın. Kuşların, bizim cesetlerimizi parçalayıp götürdüğünü görseniz de yerinizden ayrılmayın.”
Resululîah (s.a.v.) ordunun sancağmı Mus’ab b. Umeyr’e vermiş, bir kısım çocukların da savaşa katılmalarına müsade etmiştir.
Düşman ordusu da savaş düzenine girmiş, üçbin kişiden meydana gelen düşman birliklerinin sağ kanadına Halid b. Velid, sol kanadına, Ebu Cehil’in oğlu İkrime tayin edilmiş, sancakları da Mus’ab b. Umeyr’in kardeşi olan Beni Ab-tlüddar oğullarından Ebu Aziz b. Umeyr’e verilmiştir.
İki ordu savaşa mübareze şeklinde başladı. Önce müşriklerden Ebu Âmir, onbeş adamıyla birlikte meydana çıktı ve Müslümanlara meydan okudu. Müşriklerin sancaktarı Talha b. Ebi Talha önce çıktı. Müslümanlardan da Hz. Ali ona karşı çıktı. Vuruştular Hz. Ali Talhayı bir hamlede yere serdi. Bunun üzerine Talhanm kardeşi Osman ileri atıldı. Ona da Hz. Hamza cevap verdi ve onu da bir hamlede öldürdü. Bundan sonra her iki taraf birbirine girdi ve umumi bir savaş başladı. Saflar birbirine girmiş şiddetli bir vuruşma başlamıştı. Hz. Hamza Ebu Dücane ve diğer bütün İslam kahramanları akıllara durgunluk verecek kahramanlıklar gösteriyor, düşmanı perişan ediyorlardı. İslam ordusu içinde en gözde kahraman Hz. Hamza idi. Hz. Hamza Bedir savaşında da Ebu Süfyanın karısı Hind’in babasını öldürmüştü. Bundan dolayı Hind, Hz. Hamzaya karşı müthiş bir kin besliyor ve onu öldürtmek için fırsat kolluyordu. Bu iş için de Vahşi adındaki bir köle ile anlaşmış Hz. Hamzayı Öldürdüğü takdirde kendisini hürriyetine kavuşturacağını vaadetmişti. Vahşi Habeş usulü mızrak atmakta çok usta idi. Savaş sırasında bir kenara siperlenerek Hz. Hamzayı kollamaya başladı. Hz. Hamza saflar arasında kahramanca dövüşüyor iki eliyle tuttuğu kılıcıyla müşrikleri kırıp geçiriyordu. İşte bu sırada Vahşi bir yolunu bularak Hz. Hamzaya bir mızrak fırlatarak kanıma sapladı ve Hz. Hamza şehid oldu.
Fakat savaş bütün hızıyla devam ediyor, müşrikler saf dışı kalıyor, Müslümanlar devamlı ilerliyorlardı. Hz. Ali ve Ebu Dücanenin şiddetli saldırışları müşrikleri yerinden oynatıyor onları perişan ediyordu.
Düşman artık nerdeyse hezimete uğramıştı. Fakat henüz iş bitmiş değildi. Bu durumu gören Müslümanların bazıları, düşmanın takibini bırakıp ganimet toplamaya başladı. Ayrıca Peygamber efendimizin, “Yerinizden asla ayrılmayın.” diye tenbih” ettiği okçular da, düşmanın mağlup olmakta olduğunu görünce, onlar da ganimet toplamak için yerlerini terkettiler. Başlarında bulunan Abdullah b. Cübeyr onlara, Resulüllahın tenbihini hatırlattı ise de dinletemedi. Yanında beş on kişi kaldı.
Okçulann yerlerini terkettiklerini gören düşman süvarilerinin başı Halid b. Velid, bu durumdan istifade ederek Müslümanları arkadan çevinnek için harekete geçti. Karşı koyan az sayıdaki okçuları şehit ederek Müslümanları arkadan Çevirdiler. Düşman Süvarileri, ganimetle meşgul bulunan Müslümanlara âni bir baskın yaptılar. İşte bu sırada tam bir kargaşa ve panik başladı. Kimin kime vurduğu belli olmuyordu. Bu kargaşa içinde Resulüllahın yanında on iki kişi kadar sahabi kalmıştı. Müslümanlar, Peygamber efendimizin nerede olduğunu bilemez duruma gelmişlerdi. Müslümanlar hem düşmanla vuruşuyor hem de Peygamberimizi arıyorlardı. Onu gören Kâ’b b. Mâlik “Ey Müslümanlar Resulullah burada” diye bağırmıştı. Bunun üzerine müşrikler bütün güçleriyle o tarafa doğru hücum ettiler. Hz. AH ve arkadaşları da bütün güçleriyle Resulullahı koruyorlardı. Bu arada Peygamberimiz, yüzünden ve dudağından yara almıştı. Bunun üzerine sahabe, Resulüllahın etrafını sarmış, vücutlannı ona siper yapmışlardı. Bilhassa Ebu Dücane, gelen oklara ve her türlü saldırıya karşı vücudunu siper yapıyordu.
Peygamber efendimiz, yanında bulunanlarla birlikte düşmanın hücumundan kurtulmak için bir tepeye çıkmışlardı. Ebu Süfyan, Müslümanların oraya çıktıklarını görünce oraya da hücum etmişse de Hz.Ömer ve diğer sahabilerin okla karşı koymaları sebebiyle yaklaşamarmştır.
Ebu Süfyan da Uhut dağının eteğinde, Peygamberimizin çıktığı tepenin karşısında bir tepeye çıkmıştı. “Muhammed içinizde mi?” diye bağırmış cevap veren olmamış “Ebubekir orada mı?” diye sormuş yince cevap alamamış “Ömer aranızda mı?” diye ybağırmış yine cevap alamayınca “Demek ki bunların hepsi Ölmüş” diye seslenmiş. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Bunların hepsi buradadır ey Allanın düşmanı.” diye cevap vermiştir. Kureyş ordusu, ölülerini toplayıp gömdükten sonra, harp sahasını terkederek çekildi. Müslümanlar, şehitlerini defnetmek için harp sahasına geldiklerinde gördükleri manzara yürekler parçalayıcı idi. Kureyşli müşrikler Müslüman şehitlerin kulaklarım ve burunlarını kesmişler, cesetleri parça parça etmişlerdi. Peygamberimiz, amcası Hz. Hamzayı aramaya başladı. Onu bulunca yüreği parçalandı. Kulakları, bumu kesilmiş karnı deşilmiş, ciğeri çıkarılmış bir haldeydi. Bu durumu gören Peygamberimizin üzüntüsünü tarif etmek mümkün değildi.
Müslümanlar şehitlerini toplayıp defnettiler. Şehitlerin sayısı yetmiş kişiydi. Şehitleri defnettikten sonra mahzun ve mükedder olarak Medineye döndüler.
Kureyş ordusu, Uhuttan çekildikten sonra Revha ya gelmişti. Orada bu işi bitinTiek ve Medine üzerine yürümek fikrinde olanlar vardı. Fakat bir yandan da onlar çekilirken, Peygamberimizin emriyle Müslüman gözcüler, onların hareketlerini ve ne yapmak istediklerini takibediyorlardı. Onların tekrar Medineye dönme niyetlerinin anlaşılması üzerine, takibe karar verildi. Müslümanlar tekrar toparlandılar ve düşmanı takibe başladılar. Kureyş ordusu Revha da bulunduğu sırada, Müslümanların da Hamraül Esed’e geldikleri haberini aldılar ve Medineye hücumdan vaz geçerek Mekkeye müteveccihen çekip gittiler. Böylece Müslümanlar savaşı kazanmış olmadılarsa da sonunda tekrar üstünlğü ve nüfuzu elde ettiler.
122- Hani sizden iki topluluk nerdeyse bozguna uğrayacaktı. Halbuki Allah, onların yardımcısıydı. Müminler sadece Allaha güvensinleh
Bir zaman sizden, Harise oğullan ile Seleme oğullarından meydana gelen iki topluluk, düşmanlarının karşısına dikilmekte geveşemeye ve Allahın Resulünü bırakıp başarısızlığa uğramaya yüz tutmuşlardı. Fakat Allah onları korudu. Zira, düşmanlarına karşı onun yardımcısı Allahtı. O halde müminler, bütün işlerinde Allaha dayanıp ona güvensinler.
Buhari, Cabir b. Abdullahin şöyle dediğini rivayet etmektedir.
“Bu âyet-i kerime, iki topluluk oluşturan biz Harise oğullarıyla Seleme oğullan hakkında nazil olmuştur. Bu âyetin bizler hakkında nazil olmayışı beni seyind irmezdi. Çünkü âyetin devamında “Halbuki Allah her ikisinin de yardım-cısıdır” buyurulmaktadır.
123- Siz güçsüz iken, şüphesiz ki Allah size Bedir savaşında yardım etti. Allahtan korkun ki şükredesiniz.
Sizin sayınız az, düşmanınızın sayısı da çok olduğu için sizler güçsüz iken, şüphesiz ki Allah, Bedir savaşında düşmanlarınıza karşı size yardım etti. O halde Allaha itaat ederek ve haramlarından kaçınarak ondan korkun ki size verdiği zafere karşılık ona şükretmiş olasınız.
Bedir mevkiine bu adın verilmesinin sebebi hususunda iki görüş zikredilmiştir. Şa’biye göre Bedire bu adın verilmesinin sebebi, Cüheyne kabilesinden “Bedir” diye adlandırılan bir adamın orada su kuyusu bulunmasındandır. Abdullah b. Cafer ve Muhammed b. Salİhe göre ise Bedir o yere verilen addır. Herhangi bir kimsenin adı değildir.