TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 64. AYET-İ KERİME
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
64- De ki: “Ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda müsavi olan bir söze gelin. Yalnız Allaha kulluk edelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Bir kısmımız Allah’ı bırakıp diğer bir kısmımızı rabler edinmesin.” Eğer yüz çevirirlerse deyin ki “Şahit olun bizler müslümanlarız.”
De ki: “Ey ehl-i Kilap olan Yahudi ve Hristiyanlar topluluğu, bizimle sizin aranızda aynı olan hak bir söze gelelim. Yalnız Allaha kulluk edelim. Allah’ın dışında kendilerine tapınılanlardan uzaklaşıp yalnız ona ibadet edelim. Put, Haç ve Tağut gibi herhangi bir şeyi ona ortak koşmayalım. Bir kısmımız Allah’ı bırakıp diğer bir kısmımızı rabler edinmesin. Birbirimize Allaha isyan hususunda itaat etmeyelim. Ve Allaha secde “edercesine birbirimizin Önünde eğilmeyelim.
Eğer bunlar senin davet ettiğin hak sözden yüzçevirirlerse, ey müminler, onlara deyin ki: “Şahit olun. Bizler, Allaha boyun eğen, dillerimizle ve kalblerimizle onu anan Müslüm ani an z.”
* Müfesşirler, bu âyet-i kerimenin kimin hakkicla nazil olduğu hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Katade, Rebi’ b. Enes ve İbn-i Cüreyce göre bu âyet-i kerime, Medine-i Münevverenin çevresinde bulunan Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Yahudiler, Hz. İbrahim hakkında Resulullah ile takışmaya girişince Allah teala bu âyeti indirmiş ve Resulullaha, Yahudileri çağırarak onlara, âyette belirtilen hususları bildirmesini emretmiştir.
b- Muhammed b. Cafer, Süddi, ve İbn-i Zeyd ise bu âyet-i Kerimenin, Hristiyan Necranlılann gönderdikleri heyet hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Resulullah onları Mübahaleye davet ettiğinde “Lanetleşmekten” kaçınmaları üzerine bu defa onları, daha kolay olan bu âyetin beyan ettiği şeyleri kabul etmeye davet etmiştir. Fakat onlar, bunu da kabul etmemişlerdir.
Taberiye göre ise, bu âyyette zikredilen ehi-i kitaptan maksat, hem Yahudiler hem.de Hristiyanlardır, Zira ehl-i Kitap denince her kişi de anlaşılmaktadır. Buradaki, ehl-i kitabın, sadece bir kısmına ait olduğuna dair sahih bir delil yoktur. O hakle, âyetin her iki ehl-i kitabı da kastederek, onlan tevhid inancına davet ettiğini söylemek daha isabetlidir. Çünkü Allanın birliğini ve sadece kendisine ibadet edileceğini kabul etme, her yaratığın vazifesidir. Ve ona gönderilen bir emirdir.
Âyet-i” kerimede geçen ve “Müsavi” diye tercüme edilen kelimesi, Katade ve Rebi’ b. Enes tarafından “Adaletli” mânasında izah edilmiş, Taberi de bunu tercih etmiştir. “Aramızda müsavi olan söz”den maksat, Katade ve Rebi’ b. Enese göre, âyette bu sözden sonra zikredilen hususlardır. Ebul Âliyeye göre ise bu sözden maksat, kelimesidir.
İnsanların birbirlerini rabler edinmelerinden maksat ise, İbn-i direyce göre, Aüaha isyanda birbirlerine itaat etmeleridir. Allah teala bu hususta başka bir âyet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Onlar, Hahamlarını’, Papazlarını ve Meryemoğlu İsa Mesihi, Allahtan başka rabler edindiler. Halbuki onlar, ancak bir olan ve kendisinden başka ilah olmayan Allaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah, onların koştukları ortaklardan münezzehtir. İkrimeye göre ise, kulların birbirlerini rab edinmelerinden maksat, birbirlerine secde etmeleridir.
Buhari bu âyetin izahında şu hadis-i şerifi zikretmiştir.
Resulullah (s.a.v.) Bizans imparatoru ve zamanın Hıristiyanlarının lideri durumunda bulunan Herakliyüse mektup yazarak onu ve ona tabi olanları Müslüman olmaya davet etmiş ve mektubuna bu âyet-i kerimeyi de yazmıştır.
Mektup, o anda Kudüs topraklarında bulunan Herakliyüse ulaştığında ticaret için orada bulunan ve henüz Müslüman olmamış olan Ebu Süfyan ve arkadaşlarıyla Herakliyüs arasında şöyle bir görüşme cereyan etmiştir:
Abdullah b. Abbas bu olayı Ebu Süfyandan naklen şöyle anlatmaktadır
Ebu Süfyan, Kureyşlilerin, Resulullah ile yaptıkları Hudeybiye musala-hasının yürürlükte okluğu bir dönemde, ticaret maksadıyla Şam topraklarında bulunuyormuş. Herakliyüs, Ebu Süfyan ve arkadaşlarına adam gönderip yanına çağırmış. Ebu Süfyan ve arkadaşları, Herakliyüs ve Rum büyüklerinin bulunduğu İlya şehrine varmışlar Herakliyüs Rum ileri gelenleriyle birlikte bulunduğu meclise, Ebu Süfyanı ve arkadaşlarını çağırmış, ayrıca bir de tercüman getirmiştir: Herakliyüs “Peygamberlik iddia eden bu kişiye soy bakımından en yakın olanınız kim?” diye sormuş Ebu Süfyan “Ona soy bakımından en yakın olan benim.” demiştir. Herakliyüs, “Onu bana yaklaştırın, arkadaşlarını da yakına gelirin ve onun arkasında durdurun.” demiş sonra tercümana yönelerek: “Sen bu adamın arkasında duranlara bak. Ben bundan, Peygamberlik iddia eden o kişi hakkında sorular soracağım. -Şayet bana yalan söyleyecek olursa onlar bunu bana arkadan işaretle bildirsinler.” dedi.
Ebü Süfyan diyor ki: “Vallahi arkadaşlarım yalanımı surda burda söylerler diye utanmasaydım onun (Yani Resulullahin) hakkında yalan uydururdum.” Ondan sonra bana ilk sorusu şu oldu:
– Peygamber olduğunu söyleyen o kişinin, sizin içinizde soyu nasıldır?
– O, içimizde soyu temiz birisidir.
– içinizde, ondan önce bu sözü (Peygamberlik iddiasını) söylemiş olan var mıdır?
– Hayır.
– Atalarının içinde Kanıl vamııydı? -Hayır.
– Ona tabi olanlar, halkın ileri gelenleri mi yoksa zayıflanmıdır?
– Halkın İleri gelenleri değil zayıflarıdır.
– Ona tabi olanlar artıyor mu yoksa eksiliyor mu?
– Anıyorlar, eksilmiyorlar.
– İçlerinde onun dinine girdikten sonra kızarak o dinden çıkan var mı?
– Hayır. Yoktur.
– Bu iddiasından önce onu hiç yalancılık suçladığınız oldu mu?
– Hayır.
– Hiç sözünden döndüğü oluyor mu?
– Hayır olmuyor. Ancak şu anda onunla belli bir süreye kadar bir barış antlaşması içindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz.
Ebu Süfyan diyor ki: “Ben bu konuşma sırasında, sözlerime kendiliğimden bir şeyler katmaya imkân verecek bu sözden başkasını bulamadım. Herakliyüs devamla dedi ki:
– Onunla hiç savaştınız mı?
– Evet savaştık.
– Savaşlarınız nasıl sonuçlandı?
– Aramızdaki savaşlar nöbetleşe geçti. Bazan o bizi yenilgiye uğratıyor bazan da biz onu.
– Peki size ne emrediyor?
-Bize, “Yalnız Alluha ibadet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Atalarınızı», söylediklerini terkedin.” diyor ve bize namaz kılmayı, doğru söylemeyi, iffetli olmayı ve akrabalarımızla ilgilenmeyi emrediyor.”
Bu sözlerden sonra Heıakliyü, tercümanına dedi ki: “Bu adama söyle, onun soyunu sordum, soyunun temiz olduğunu söyledin. Peygamberler de işte böyle kavimlerinin temiz soylularından gönderilirler. “İçinizden daha önce bu iddida bulunan herhangi bir kimse oldu mu?” dedim. “Hayır” dedin. Ondan evvel bu iddiada bulunmuş bir kimse olsaydı” Bu kimse, daha önce onaya konan bir iddiaya uyan bir kimsedir.” diyebilirdim. “Ataları içinde hiçbir Kral varmıdır” diye sordum. “Hayır” dedin.
Eğer ataları içinde bir Kral bulunmuş olsaydı “Bu da babasının iktidarını geri almaya çalışan bir kimsedir,” derdim. “Bu iddiada bulunmadan önce onu hiç yalancılıkla suçlamış mıydınız?” diye sordum. “Hayır” dedin. Çok iyi biliyorum ki daha önce insanlara karşı yalan soylemeyen bir kimsenin Allaha karşı yalan söylemeyeceği muhakkatır. “Ona halkın ileri gelenleri mi yoksa zayıflan mı tabi oluyor?” diye sordum. Ona insanların zayıflarının tabi okluğunu söyledin. Zaten Peygamberlere bunlar tabi olular. “Ona tabi olanlar artıyor mu eksili-yor mu?” diye sordum. Onların arttıklarını söyledin. İşte iman meselesi böyledir. Tamamlanıncaya kadar bu minval üzere devam eder. “İçlerinde onun dinine girdikten sonra’dini beğenmeyerek ondan çıkanlarvarmı?” diye sordum. “Hayır” dedin. İmanın lezzeti kalbe işleyince işte böyle olur. “Hiç sözünden döner mi?”
diye sordum. “Hayır” dedin. İşte Peygamberler böyledir. Verdikleri sözden dönmezler. “Size ne emrediyor?” diye sordum. Yalnız Allaha ibadet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmamanızı emrettiğini, sizleri putlara tapmaktan men ettiğini ayrıca size namaz kılmayı, doğru söylemeyi, iffetli olmayı emrettiğini söyledin. Eğer bu dediklerin doğruysa o zat, şu ayaklarımın bastığı yerlere de bir gün sahip olacaktır. Ben böyle birinin çıkacağını çok iyi biliyordum. Fakat bunun, sizin aranızdan çıkacağını sanmıyordum. Eğer onunla başabaş kalabileceğimi bilsem onunla görüşebilmek için bütün zorlukları katlanırdım. Yanında olsaydım (hizmet ederek) ayaklarını yıkardım.”
Bu sözlerden sonra Herakliyüs, Resulullahın kendisine verilmek üzere Diriye (r.a.) vasıtasıyla Busra emirine gönderilen mektubunu istedi. Getiren adam onu Herakliyüse verdi. O da aldı ve okudu. Mektupta şöyle yazıyordu:
Bismillahirrahmanirrahîm
Allahın kulu ve Peygamberi Muhamrnedden, Rumların iideri Herakliyüse. AHahın selamı hidayete tabi olanlara olsun. Mesele şu ki, seni İslam daveti ile davet ediyorum. Müslüman ol ki kurtuluşa eresin. Ve Allah sana iki kat mükâfaat versin. Eğer kabul etmezsen sana tabi olanların günahı da senin boy-nundadır. ” De ki: “Ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda müsavi olan bir söze gelin. Yalnız Allaha kulluk edelim. Ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Bir kısmımız Allahı bırakıp diğer bir kısmımızı rabler edinmesin. Eğer yüzçevirir-lerse deyin ki: “Şahit olun biz müslümanlanz.
Ebu Süfyan diyor ki: “Herakliyüs sözlerini bitirip mektubu okuduktan sora çevresinde gürültüler koptu. Sesler yükseldi ve biz oradan çıkarıldık. Bunun üzerine arkadaşlarıma şöyle dedim: “İbn-i Ebi Kebşenin (Muhammedin) işi o kadar ciddi ha?” Baksanıza Beni Asfann (Romanın) Kralı bile ondan korkuyor.” O günden itibaren, sonunda onun galip geleceğini kesinlikle anlamıştım. Nihayet Allah benim kalbime İslarnı soktu.