TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 141. VE 143. AYETLER
![TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 141. VE 143. AYETLER](https://www.ebrarmedya.com/wp-content/uploads/2025/02/yeni-sayfaici-13.png)
141- Ey İsrailoğulları, hatırlayın, hani bir zaman biz size şiddetli azabı tattıran, erkek çocuklarınızı öldürüp, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık. Bunların hepsinde rabbmız tarafından sizin için büyük bir imtihan vardı.
Firavun, İsrailoğullannın doğan çocuklarının erkeklerini öldürtüyor kadınlarını ise sağ bırakıyordu. İsrailoğullanndan çıkacak bir erkek çocuğun, büyüyüp saltanatını elinden alacağı korkusuyla böyle bir zulmü uyguluyor ve İsra-iloğullarina daha başka türlü işkenceler de yapıyordu, İşte Allah Teâlâ, onların gördükleri bu zulme son verdi. Hz. Musayı onlara Peygamber olarak gönderip, İsraüoğullannı onun vasıtasıyla Mısır’dan çıkararak Firavunun zulmünden kurtardı. Allah Teâlâ işte İsraİloğullanna bu nimeti hatırlatmakta ve bütün bunların bir imtihan olduğunu beyan etmektedir. [1][177]
142- Musaya otuz gece vaadcttik. Sonra buna on gece daha ilave ettik. Böylece rabbinin tayin ettiği süre kırk geceye tamamlanmış oldu. Musa, kardeşi Haruna: “Kavmimin başında benim yerime geç, onları ıslah et ve bozguncuların yoluna uyma.” dedi.
Biz, Musa ile, bize dua etmesi için, otuz gece ile vaadleştik ve bu otuz geceye on gün daha katarak böylece Musa’nın rabbinin, ona vaadettiği süre kırk güne ulaşıp tamamlandı. Musa’nın, rabbi ile vaadleştiği bu günlerde emredileni yapmak üzere, kavminin yanından ayrılırken kardeşi Haruna: “Ben dönünceye kaüar sen benim yerime bunların başına geç. Bunları Allah’a itaat ve ibadete teşvik ederek düzelt, rablerinden-başkasına kulluk eden ve rablerine karşı çıkan bozguncuların yoluna uyma.” dedi.
Îbn-İ Cüreyc diyor ki: “Allah Teâla bu vaadi Musa’ya, Firavunu helak edip Musa’yı ve İsrailoğullarmı kurtarmasından sonra yapmıştır. Allah Teâlâ, Firavunu helak edip Musa’yı ve kavmini boğulmaktan kurtardıktan ve onlara gökten kudret hevlası ve bıldırcın eti gönderdikten sonra Musa’ya, huzuruna varmasını ve kendisiyle görüşmesini emretmiştir. Musa, Rabbi’nin huzuruna gitmeyi kararlaştırınca kavminin üzerine, kardeşi Harunu vekil tayin etmiş ve otuz gün içinde geri döneceğini vaad etmiştir. Bu vaadi, Allah ona emretmemiş o, kendiliğinden böyle bir vaadde bulunmuştur. Otuz gün tamam olup ta Musa geri dönmeyince, AH alı düşmanı Samiri, İsrailoğullannı fitneye düşürmeye koyulmuş ve onlara “Musa artık dönmez. Sizin tapacağınız bi ilah edinmeniz daha uygundur.” demiştir. Harun, İsrailoğullannı Samirinin daveti karşısında uyarmış ve Musa’yı beklemelerini söylemiştir. Allah Teâlâ, Hz. Musa ile görüşmeyi on gün daha uzatınca, otuzuncu günden sonra her gün Samiri İsraİloğullanna bu tür telkinlerde bulunmuştur. Harun da, onun her davetinde, Musa’yı beklemelerini söylemiştir. Bu esnada Samiri, İsriloğullarının, suda boğulan Kıptilerden emanet olarak aldıkları süs eşyalannın, kendilerine helal olmayacağı nedeniyle on-lann, kendisime verilmesini, Musa gelinceye kadar muhafaza edip geldiğinde ona teslim edeceğini söylemiş, İsrailoğullan da, emanetleri ona teslim etmişlerdir. Samiri, alınan süs eşyalarını bir buzağı şeklinde yapmış, buzağı böğürür hale geldiğine ise İsraİloğullanna şunla söylemiştir: “İşte Musa’nın da sizin de rab-biniz budur. Musa otuzuncu geceden sonra bunu arayıp duruyor, ve rabbinin ne olduğunu unutmuştur.”
Mücahid, Hadremi, Abdullah b. Abbas ve Mesruk, bu otuz gecenin zilkade ayı olduğunu, on günün de Zilhicce ayının ilk on günü olduğunu söylemişlerdir. [2][178]
143- Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip rabbi onunla konuşunca Musa şöyle dedi: “Rabbim, bana kendini göster. Sana bakayım.” Allah” “Beni göremezsin, fakat şu dağa bak. Eğer o dağ yerinde durabilirse o zaman sen de benî görebilirsin,” dedi. Rabbi o dağa tecellî edince onu yerle bir etti. Musa da baygın düştü. Ayılınca şöyle dedi: “Rabbim, seni tenzih ederim. Tevbe ettim sana. Ben» iman edenlerin ilkiyim.”
Hz. Musa, Allah Teâlâ’nin, sonunda kendisiyle konuşacağını vaadettiği kırk günü tamamlayınca, kardeşi Harunu yerine bırakıp Allah ile konuşmak için Tür dağına gitmiş ve orada Allah Teâlâ kendisiyle konuşmuştur. Kendisini konuşmanın havasına kaptıran. Hz. Musa, Allah Teâla’dan, kendisini göstermesini istemiştir. Allah Teâlâ da ona cevap vererek: “Sen bu dünya hayatında beni asla göremezsin. Fakat sen şu dağa bak. Eğer o dağ, beni görmeye tahammül edip yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin.” demiştir. Allah, dağa görününce onu yele bir etti. Musa da bayılıp yere düştü. Ayilınca dedi ki: “Ey Allah’ım, ben seni, dünyada herhangi bir kimsenin görebileceğinden tenzih ederim. Seni görmek istememden dolayı sana tevbe ederim. Ben, İsrailoğullanndan, senin, dünyada görülemeyeceğine iman edenlerin ilkiyim.” dedi.
Bu âyetin izahında, İbn-i İshak’ın şunları rivayet ettiği zikredilmiştir. “Musa, Harun’u, İsrailoğuIIarının başına bırakıp ona “Ben acele olarak.rabbime gidiyorum. Kavmimin başında benim halifem ol ve bozguncuların yoluna uyma.” demiş, sonra rabbiyle görüşmek üzere acele olarak yola çıkmış, Harun da, Samiri’nin de içlerinde bulunduğu İsrailoğullanyla birlikte Musa’nın arkasından yollarına devam etmişlerdir. Allah, Musa ile konuşunca, Musa, onu görebileceğine de ûmütienmiş ve rabbinden, kendisine görünmesini kendisinin de ona bakmasını istemiştir. Allah: “Sen beni asla göremezsin. Fakat dağa bak. Şayet o, yerinde durabilirse sen de yakından beni görebilirsin” buyurmuştur.
İbn-i İshak, sözlerine devamla diyorki: “İşte, Allah Teâlâ’nın kitabında Musa’nın, Rabbini görmeyi istemesine dair bize ulaşan bilgiler bunlardır. Ancak kitap ehli ve Tevrat’a iman edenler bu olayın uzun hikayesi ve geniş açıklaması olduğunu söylemektedinler. Kitap ehli’nin hadislerini bilen önceki âlimlerden bazıları, Musa’nın, rabbini görmeyi istemesi olayının kitap ehli’nin izahlarında şu şekilde olduğunu söylemişlerdir: “Musa rabbiyle karşılaşmak için hem vücudunu hem elbisesini temizliyor ve oruç tutuyordu. Sina dağına.varınca, Allah bulutlanıl içinde ona yaklaştı. Musa, Allah ile konuştu; ona yalvararak ve mahzun bir şekilde ağlayarak , Onu teşbih etti. Ona hamd etti, onu ululadı ve onu takdis etti. Sonra, Allah’ı şu şekilde övdü:”Rabbim neyücesin. Bütün yaptıkların ne kadar yücedir. Senden önce hiçbir şeyin olmayışı, senin tek ve kahhar oluşun, arşı’nın, azametinin altında senin için tutuşturulmuş bir ateş oluşu, onun çevresini nurdan surlar’la kuşatman senin azametindendir. Ey rabbim, sen ne yücesin, mülkün ne kadar büyük! Kendinle meleklerinin arasında beş yüz yıllık mesafe var ettin. Ey rabbim sen ne yücesin! Saltanatında mülkün ne büyük. Sen, göklerde veya yeryüzünde yahut denizdeki ordulann hakkında bir şeyi yerine getirmek istediğinde, yarattıklarından hiçbirkimsenin görmediği, ancak senin gördüğün bir rüzgarı gönderirsin de dilersen;o rüzgar, peygamberlerinden diklediğinin içine girer. Peygamberler de o emrini kullarından, senin dilediğine tebliğ ederler. Meleklerin’den hiçbiri, senin azametine, senin arşına .güç ‘yetire-mez ve senin sesini dinleyemez. Sen bana lütufta buludun. Sen bana Iütfunu çok büyük yaptın. Bana en büyük iyiliği yaptın. Sen beni, yeryüzü ümmetleri arasında ve meleklerin katında yücelttin. Bana sesini duyurdun, kelamını sarfettin. Hikmetini verdin. Nimetlerini saymaya kalkışacak olsam sayamam. Şükretmek istersem gücüm yetmez. Ey rabbim, Firavuna karşı sana yalvardım. Büyük mucizelerle ve dehşetli bir cezalandırmayla bana yardım ettin. Elimde bulunan âsâmi denize vurdum. Deniz benim için ve benimle birlikte bulunanlar için yarıldı. Deniz parçlandığındada sana dua ettim. Senin ve benim düşmanımı orada bağdun. Kendim için ve ümmetim için senden su istedim elimde bulunan asamı ‘ taşa vurdum. Beni ve ümmetimi, o taşttan çıkan su ile suladm. Senden ümmetim için kendilerinden önce hiçbir kimse’nin yemediği yiyecekler istedim. Bana doğu ve batı taraflarından sana dua etmemi istedin. Doğudan sana yalvardım. Sen onlara doğu tarafından kudret helvası verdin. Onlara batılarından ve deniz yönünden bıldırcınlar gönderdin. Sıcaktan sana şikayet ettim. Sana yalvardım. Sen onları bulutlarla gölgelendirdin.Ben senin nimetlerini sayıp hesap etmeye güç yetiremem. Onlara karşı şükretmeye kalkışsam gücüm yetmez. Bugün de sana, arzulayarak, isteyerek, dilenerek ve yalvararak geldim ki, benim dışımda-kilere vermediğini bana veresin. Ey azamet, izzet ve saltanat sahibi rabbim, ben senden, seni görmem için bana görünmeni diliyor ve istiyorum. Zira ben, yarattıklarından hiçbir kimsenin görmediği yüzünü görmeye âşık oldum.”
Aziz olan Allah ona dedi ki: “Ey imran oğlu, ne söylediğinin far.kmda mısın? Sen öyle bir şey konuştun ki o, bütün yaratıklardan daha büyük bir söz! Hiçbir kimse beni görüpte sağ kalmaz. Göklerde donattığım yerler yok mu? Onlar, benim azametimi taşımaktan âcizdirler. Yeryüzünde donattığım yerler yok mu? Onlar da benim ordularımı kuşatmaktan âcizdirler. Ben tek bir yerde değilim ki bana bakan bir göze görüneyim.”
Musa dedi ki: “Ey rabbim, seni görüp ölmem, seni hiç görmemiş ve hiç yaşamamış olmamdan daha sevimlidir.”
İzzet sahibi olan rab da buyurdu ki: “Ey İmran oğlu, Sen öyle bir söz sey-ledin ki, bu bütün yaratıklardan daha büyüktür. Beni gören hiçbir kimse yaşamaz.”
Musa dedi ki: “Rabbim, bana olan nimetlerini tamamla, bana olan Iütfunu tamamla,-senden istemiş olduğum bu iyiliğini bana tamamla. Benim senden istediğim, seni görüp öldürülmem değildir. Fakat ben, seni görüp kalbimin mutmain olmasını istiyorum.”
Rab buyurdu ki: “Ey İmran oğlu, beni gören hiçbir kimse sağ kalmaz.” Musa da dedi ki: “Rabbim, bana olan nimetlerini tamamla, buna olan Iütfunu tamamla, bana Olan ihsanını tamamla. Ben senden, seni görüp arkasından Öldürülmemi isteme hakkına sahip değilim. Fakat senden istediğim, benim için hayattan daha sevimlidir.” Yarattıklarına merhamet eden rahman da buyurdu ki: Sen istedin, ben de sana istediğini verdim. “Eğer bana bakmaya gücün yeterse git iki levha al sonra o dağın başındaki en büyük taşı bul. “Ey İmran oğlu, çünkü onun arkasında ve altında ancak senin oturabileceğin kadar dar bir yer bulunmaktadır. Sonra bana bak. Ben, azı ve çoğu ile, ordularımla birlikte sana ineceğim.”
Musa rabbi’nin emrettiklerini yaptı. İki levha yonttu. Onlarla birlikte dağa çıktı. Taşın üzerine oturdu. Oraya tam yerleşince Allah, dünya semasında olan ordularına emretti; Onlara “Göğsünüzü dağın çevresine dayayın” dedi. Ordular rab’m söylediğim işittiler, emrini yerine getirdiler. Sonra Allah Musa’ya her yandan dört fersah uzaklıktan bulunan dağın eteğine yıldırımlar, karanlıklar ve dumanlar gönderdi. Sonra Allah dünya semasındaki meleklerine emretti ki, Musa’nın yanından geçsinler. Melekler, Musa’nın Önünden geçit yaptılar. Onun yanından, bülbül kuşları gibi geçip gittiler. Ağızlarından takdis ve teşbih sesleri yüsleyiyordu. Sesleri, şiddetli gök görültüsüne benziyordu. Bunun üzerine İm-ran oğlu Musa dedi ki:”Ey rabbim, benim buna ihtiyacım yoktu. Benim gözlerim bir şey görmüyor. Onların görmesi rabbimin meleklerinin üzerine yayılmış olan nurun ışığından dolayı kayboldu.” Sonra Allah, ikinci semadaki meleklerine “Musanm üzerine inin ve onun Önünden geçit yapın.” diye emretti. Melekler, arslanlar şeklinde indiler. Onların teşbih ve takdis eden yüksek sesleri vardı. Zayıf kul, İmran oğlu Musa, gördüğü ve işittiği şeylerden müthiş korktu. Başında ve derisinde bulunan bütün tüyler ürperdi ve sonra şöyle dedi: “Ey rabbim sana sorduğum sorudan pişman oldum. İçinde bulunduğum bu yerden beni kurtaracak herhengi bir şey var mı?” diye seslendi. Meleklerin en üstünü ve başkanları olan dedi ki: “Ey Musa, istediğin şey için sabret. Senin gördüğün çok şeyin azı’dır.” Sonra Allah, üçüncü sema meleklerine dedi ki: “Musa’nın yanma inin. Onun Önünde geçit yapın.” Melekler kartallar gibi, yönelip geldiler. Onların, dehşetli hamurtulan, titremeleri ve kükremeleri vardı. Ağızlarından teşbih ve takdisler, büyük bir orduunun kükremesi gibi veya bir ateşin alevi gibi çıkıyordu. Musa bunu görünce iyice korktu. Kendisinden ümidini kesti ve kötü tahminler yürütmeye başladı. Hayatımdan ümidini kesti. Meleklerin en üstünü ve başkanı dedi ki: “Ey İmran oğlu, yerinde dur ki, sabırsızlıkla görmek istediğini gö-rebilesin.” Sonra Allah, dördüncü semadaki meleklere “Aşağı inin, İmranoğlu Musa’nın Önünde geçit yapın” diye emretti. Onlar, Musa’nın yanına geldiler. Onlar, daha önce yanından geçtiklerinin hiçbirine benzemiyorlardf. Renkleri ateş rengiydi. Diğer tarafları ise beyaz Kar’a benziyordu. Teşbih ve takdis eden sesleri çok yüksekti. Daha önce yanından geçtiklerinin sesleri, onlarınkine yak-laşamazdı. Bunun üzerine, Musa’nın iki dizi birbirine vurmaya başladı. Kalbi titredi, ağlaması şiddetlendi. Yine meleklerin en üstünü ve başkanları ona dedi ki: “Ey İmran oğlu, istediğin şey için sabret. Çok şeyden daha azını gördün.Son-ra Allah, beşinci semadaki meleklere: “Musa’nın yanına inin ve Önünden geçit yapın.” buyurdu. Onlar, onun yanma indiler. Renkleri yedi çeşitti Musa onlara bir kere bile bakamadı. Onlar gibissini hiç görmemiş ve onlarınki gibi hiçbir ses de işitmemişti. Musa’nın içi korkuyla doldu. Üzüntüsü iyice arttı. Ağlaması gittikçe çoğaldı. Yine ona meleklerinen üstünü ve başkanları dedi ki: “Ey İmran oğlu, yerinde dur ki, sabırsızlıkla görmek istediğin şeyi görebilesin.” Sonra Allah, altınca sema meleklerine: “Beni görmek isteyen kulun İmranoğlu Musa’nın yanına inin. Onun önünde geçit yapın.” diye emretti. Onlar da indiler. Herbir meleğin elinde uzun bir hurma ağacı kadar ateş vardı. Ateş ışığı, güneşinkinden daha güçlüydü. Meleklerin elbiseleri ateşlerin alevleri gibiydi. Onlar, Allah’ı teşbih ve takdis ettikleri zaman yanlarında bulunan, göklerin diğer meleklerin onlara katılıyor ve hep birlikte çok yüksek bir sesle Allah’ şöyle teşbih ediyor-
“Biz, Allah’ı teşbih eder ve arındırırız. Ot güç sahibi ve her şeye galip o-Ian rab’dır. O hiç ölmeyecektir.” Bu meleklerin herbirinin kafasında dörder tane yüz bulunuyordu. Musa bunlan görünce onların teşbihleri esnasında sesini yükseltiyor ve onlarla birlikte Allah’ı teşbih ediyordu. Ağlayarak şöyle diyordu. “Ey rabbim, beni hatırla. Kulunu unutma. Bilmiyorum, ben içinde bulunduğum bu durumdan kurtulabilecek miyim, kurtulamıyacak mıyım? Buradan çıkacak olsam yanarım, duracak olsam ölürüm.” Bunun üzerine meleklerin büyüğü ve başkanı ona “Ey İmran oğlu, içinin dolması, kalbinin kupmasi ve ağlamanın dehşetlenmesine az bir zaman kaldı. Ey İmranoğlu, neyi görmek için oturduy-san onun için sabret” dedi. Musa’nın, üzerinde bulunduğu dağ, büyük bir dağ idi. Allah o dağa, Arş’ım yüklenmesini emretti ve sonra buyurdu ki: “Benimle kulumun yanından geçin ki o beni görsün. O, çok şeyden az bir şey gördü.” Bunun üzerine, rabbinin azametinden dağ yarıldı. Rahman’ın arşının ışığı Musa’nın dağını kapladı. Bütün göklerin melekleri, seslerini yükseltti. Dağ sarsıldı ve yerle bir oldu. Zayıf kul, İmran oğlu Musa ise, ruhu bedeninden ayrılmış olarak yüzükoyun düştü. Allah ona, merhametiyle tekrar hayat verdi. Onu rahmetiyîe kapladı. Üzerine düşen taşı kaldırdı. Onu, Musa’nın yanmamasi için bir kubbe haline getirdi. Cebrail onu, anne’nin yere düşen bir bebeği tutup kaldırması gibi tutup kaldırdı. Musa, Allah’ı teşbih ederek ayağa kalktı. O sırada şöyle diyordu. “Senin, benim rabbim olduğuna iman ettim. Seni gören herhangi bir kimsenin sağ kalmayacağını tasdik ettim. Senin meleklerini görenin kalbi yerinden kopar. Ey rabbim, ne büyüksün! Meleklerin ne büyük! Sen, rablerin rabbi, ilahların ilahı ve hükümdarların hükümdarısın. Nezdinde bulunan ordularına emredersin. Onlar sana itaat ederler, göklere ve orada bulunanlara emredersin. Sana itaat ederler, emrine itaat etmekten geri durmazlar. Hiçbir şey sana denk değildir. Hiçbir şey sana karşı gelemez. Rabbim sana tevbe ettim. Ortağı olmayan Allah’a hamdolsun. Ey âlemlerin rabbi, sen ne büyüksün, ne yücesin!..”
Âyet-i kerime’de geçen ve “Yerle bir olma” diye tercüme edilen kelimesi iki şekilde okunmuştur. Medine ve Basra kurralannın tümü bu kelimeyi şeklinde okumuşlardır. Bunun manası parçalamak, ufalamak ve yerle bir etmek” demektir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bu kelime şu âyetlerde bu manada kullanılmıştır. “Hayır, böyle yapmayın. Yeryüzü yıkılıp dümdüz olduğu zaman.. [3][179]“Yer ve dağlar, yeyrlerinden kaldırılıp tek bir çarpışla darmadağın edildiği zaman. . [4][180]
Küfe kurralarının çoğunluğu ise bu kelimeyi şeklinde okumuşlardır. Bu kıraat îkrime’den rivayet edilmiştir. Bu kıraata göre bu kelimenin manası “Silinip gitmek ve içeri geçmek”tir. Taberi bu kıraat şeklini tercih etmiştir. Zira, Resulhullah’tan gelen bir hadis-i şerifte, Hz. Musa’nın, üzerinde bulunduğu dağın, yerin dibine gömüldüğü beyan edilmiştir ki bu k iraat şekli de bu manaya uygundur.
Ayet-i kerime’de geçen ve “Baygın düştü” diye tercüme edilen kelimesi, Süd’di Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyd tarafından bu manada’tefsir edilmiş, Katade ve İbn-i Cüreyc tarafından ise, “Ölüp düştü” şeklinde izah edilmiştir. Bu izaha göre Hz. Musa Ölmüş ve tekrar dirilmiştir.
Ayet-i Kerime’nin sonunda, Hz. Musa’nın, “Ben, iman edenlerin ilki’yim” dediği rivayet edilmektedir. Bu ifadeden maksat, Ebul Âiye, Rebi’ b. Enes ve Abdullah b. Abbas’a göre şudur. “Ey rabbim, ben, kıyamet gününe kadar hiçbir kimsenin seni göremeyeceğine dair iman edenlerin ilki’yim.” Yine Abdullah b. Abbas ve Mücahidden nakledilen diğer bir görüşe bu ifadeden maksat şudur: “Ey rabbim, ben, İsrailoğullannın sana iman edenlerinin ilkiyim.”
Taberi, birinci görüşü tercih etmiştir.- Çünkü İsrailoğullanndan, Hz. Musa’dan önce de Peygamberler ve iman edenler bulunmuştur. Hz. Musa İsrailo-ğullarının iman edenlerinin ilki değildir. O halde bu ifadeden maksat, “Ben senin, dünyada görülemeyeceğine iman edenlerin ilkiyim.” demektir. [5][181]