TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 18 VE 19. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
18-Onlar sağırdırlar dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden de (Sapıklıktan) dönmezler.
O münafıklar hakkı işitmezler, hidayeti gönnezler ve bunları düşünmezler. Çünkü Allah, iki yüzlülükleri sebebiyle kalblerini mühürlemiştir. Doğru yolu bulamazlar. Onlar, azgınlıklarından, sapıklıklarından dönmez, iki yüzlülüklerinden de vaz geçmezler.
Âyet-i kerimeden anlaşılıyor ki, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, münafıkların bir kısmı neticede iman etmeyeceklerdir.Bu sebeple onları hakka davet edenlerin, iman etmiyorlar diye üzülmeleri ve tebliğ çalışmalarından ümitsizliğe düşmeleri gerekmez. Zira onların inat etmeleri başkalarının itaat etmelerini engellemez.
Abdullah b. Abbastan, âyet-i kerimenin son cümlesinin izahı: “Münafıklar, üzerinde bulundukları hali devam ettirdikleri müddetçe hidayete ve hayra dönmezler.” şeklinde nakledilmişse de Taberi bu izaha katılmadığını, âyet-i kerimenin genel olarak zikredildiğini, münafıkların herhangi bir haline işaret etmediğini söylemiştir. [1][62]
19- Yahut onların durumu, gökten boşanan bir yağmura (yakalanmış kimselerin durumuna) benzer. O yağmurla beraber karanlıkar, gök gürültüsü ve şimşek vardır. Onlar, yıldırımlardan dolayı, ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatandır.
O münafıkların hali, gökten yağan sağanak yağmura tutulanın haline benzer. O yağmuru, karanlık bir gecede siyah bir bulut taşır. Bu sebeple o yağmurla beraber karanlıklar,g ök gürültüsü, ve şimşek vardır. Geceleyin yağan bu yağmur, o karanlık gecedeki siyah bulutun içinden iner. Böyle bir ortamda yürüyen ” kişinin çevresini gök gürültüleri kuşatır. Etrafında, neredeyse gözleri alacak güçte bulunan ışıklarıyla çok parlak şimşekler çakar. Bu halde yürüyen kişi, yıldırımlardan dolayı ölüm korkusuyla parmaklarına kulaklarına tıkar. Sanki bu haliyle ölümden kurtulacağını zanneder.
Ey münafıklar, düyadayken, ölüm korkusuyla parmaklarınızı kulaklarınıza tıkayıp gök gürültülerini duymamaya çalışıyorsunuz. Peki âhirette ne yapacaksınız? Zira Allah, bütün inkarcıları çepeçevre kuşalacaktir ve ondan kurtuluşun imkânı yoktur.
Ayet-i kerimenin başında zikredilen ve “Yahut” diye tercüme edilen kelimesi Taberiye göre “Ve” mânâsındadir. Zira bu ve bundan önceki âyetler, münafıkların durumlarını misallerle İzah etmektedir. Münafıklar bu misallerden sadece birine değil ikisine de benzemektedirler. Bu itibarla kelimesini “Yahut” mânâsına almak yerine “Ve” mânâsına almak daha uygundur. Nitekim Araplar kelimesini “Ve” mânâsına da kullanmışlardır.
Ayet-i kerimede geçen ve “Karanlıklar” diye tercüme edilen kelimesinden maksat, gecenin karanlığı, siyah bulutun karanlığı ve sağanak yağmurun karanlığıdır.
Yine âyet-i kerimede geçen ve “Gök gürültüsü11 diye tercüme edilen kelimesinin asıl mânâsı, Mücahid, Ebu Salih, Şehr b. Havşeb, İkrime, Katade, Ali b. Ebi Talib ve Abdullah b. Abbas’a göre bulutları yürüten melektir. “Gök gürültüsü” ise bulutlan yürüten bu meleğin, Allahi teşbih ederken çıkardığı sestir.
Ebul Hulde göre kelimesinden maksat, bulutların altında sıkışmış olan ve yol buldukça yukarı doğnı çıkan havadır. Ebu Kesir diyorki: “Ben, Ebul Huld’un yanında bulunuyordum. Abdullah b. Abbas’ın gönderdiği bir elçi ona bir mektup getirdi. Ebul Huld, mektuba cevap olarak şöyle yazdı; “sen bana in ne olduğunu soruyorsun, o rüzgârdır.”
Yine âyet-i kerimede zikredilen ve “Şimşek” diye tercüme edilen kelimesinin asıl mânâsı, Hz.Ali ve Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre, bulutlan sevkeden meleklerin ellerinde bulunan kamçılardır.
Dehhak’m Abdullah b. Abbastan naklettiği diğer bir görüşe göre kelimesinden maksat, meieğin, kendisiyle bulutlan yürüttüğü nur’dan bir kamçıdır.
Ebul Huld’dan nakledilen başka bir görüşe göre, kelimesinden maksat “Su” demektir.
Mücahide göre ise kelimesinden maksat, “Meleğin vuruşu”dur. Muhammed b. Müslim et-Taifı diyor ki: “Bana ulaşan bilgiye göre dört tane yüzü bulunan bir melektir. Bir yüzü insan., diğeri boğa, bir diğeri kartal biri de arslan yüzüdür. Bu melek, kanatlarını birbirine vurunca işte şimşek ondan meydana gelir ve buna denir.
Taberi diyor ki: kelimesini “Bulutlan süren meleklerin ellerindeki nurdan kamçılar” şeklinde izah ederek bu görüşleri birleştirmek mümkündür.
Taberi diyor ki: “Bu âyet-i kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir nitekim Abdullah b. Abbasın bu âyeti şu şekillerde izah ettiği rivayet edilmektedir. Said b. Cübeyr’in Abdullah b. Abbastan naklettiğine göre o bu âyeti şöyie izahe tmiştir: “Münafıklar, içinde bulundukları inkarcılık, öldürülme korkusu, müminlerden çekinme duygusu yönünden karanlık gecede kara buluttan yağan sağanak halindeki yağmura yakalanan bir kişiye benzerler. Öyle ki bu kişi, yıldırım çarpması korkusuyla, gök gürültülerini duymamak için kulaklarını parmak uçlarıyla kapatır. Aydınlığı güçlü olan hakkın karşısında münafıkların durumu, neredeyse gözleri alacak olan şimşeğin karşısındaki adamın durumun benzemektedir. Bu kişi nasıl ki şimşeğin aydınlatmasından istifade ederek belli bir mesafe yürür sonra karanlık olunca da yerinde kalır. Münafıklar da hakkı öğrenerek dilleriyle söyler belli bir mesafe aldıktan sonra kalblerindeki inkarcılık ortaya çıkınca şaşkın bir vazıyette ortada kalırlar.
Ebu Malik ve Ebu Salih’in, Abdullah b. Abbastan, Mürrenin de Abdullah b. Mes’uddan ve diğer sahabilerden rivayet ettiğine göre ise onlar bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: “Aliah teala bu âyet-i kerime ile, Medinede, (inco münafık olan ve daha sonra İslama dönen iki münafıkı diğer münafıklara ömek göstermiş, on-lanti da bu iki münafık gibi gerçekten iman etmelerini istemiştir. Şöyle ki: Medine halkından ve isminde iki münafık bulunuyordu. Bunlar Resulullah’tan kaçıp müşriklere sığınmak istemişlerdi. Kaçmaları esnasında kendilerine, Allah tealanm bu âyette zikrettiği yağmur isabet etti. Bu yağmur, şiddetli gök gürültüleri, yıldırımlar ve şimşeklerle doluydu. Yıldırım onların yolunu her aydınlattığında, kulaklarından girer de kendilerini öldürür korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, şimşek çaktığında onun aydınlığında yürüyor, şimşek çakmayınca da olduktan yerde beklemek zorunda kalıyorlardı. Bu halde olan bu iki kişi şöyle demeye başlamışlardı: Keşke sabaha erişebilsek te Muhammed’e varsak ve ellerimizi onun ellerine versek (Ona biat ederek müslü-man olsak) Bu adamlar sabahladılar, Resulullaha varıp Müslüman oldular ve ona biat ettiler, gerçek birer mümin oldular. İşte Allah teala, diğer münafıklara bu iki kişiyi misal vermektedir. Onların da böyle olmalarım islemektedir. Zira münafıklar, Resulullah’ın meclisinde bulunduklarnıda, aleyhlerinde bir vahiy geleceğinden veya aleyhlerine bir şey anlatılarak öldürüleceklerinden korkarak parmaklarıyla kulaklarını tıkıyor ve onu dinlemek istemiyorlardı. Tıpkı Resulul-lahtan ayrılıp giden bu iki münafıkın, yolda yıldırım korkusundan kulaklarını tıkamaları gibi. Yine Medine’de yaşayan bu münafıkların malları çoğaldığı, erkek çocukları olduğu ve ganimetten pay aimalan durumunda İslamdan hoşlanıyor “Muhammed’in dini doğru bir din” diyorlar ve doğru yolda devam ediyorlardı. Tıpkı bu iki münafıkın şimşeğin aydınlatmasıyla yürümeleri gibi. Medine-deki münafıkların malları helak olduğu, çocuklarının kız doğduğu ve başlarına bir felaket geldiğinde ise “Bu, Muhammed’in dininin yüzünden oldu” diyorlar ve kalblerindeki inkar üzerinde karar kılıyorlardı. Tıpkı bu iki münafıkın, şimşek çakmadığı durumda, bulundukları yerde kalmaları gibi.
Abdullah b. Abbas’tan nakledilen başka bir görüşe göre o, bu âyeti şöyle izah etmiştir: Bu âyet bir münafıkı misal olarak zikretmektedir. Öyle ki münafık, Allah’ın kitabını konuştuğunda ve insanlara gösteriş olarak ameller işlediğinde aydınlık içerisinde bulunur. Tekbaşına kaldığında ise bunların aksine amel işler ve böylece karanlığa saplanmış olur. Bu âyette zikredilen “Karanlıklar” “Sapıklık” demek Şimşek te “Aydınlık” demektir,
Ali b. Ebi Talha’nın, Abdullah b. Abbas’tan naklettiğine göre, Abdullah b. Abbas bu âyeti şöyle izah etmiştir: Bu âyet-i kerime, münafıkları değil Kur’an-ı Kerimi misalle açıklamaktadır. Öyle ki Kur’an-ı Kerim, şimşek çakışları, gök gürültüleri ve karanlıklar içerisinde, gökten boşanan bir yağmura benzetilmiştir. Kur’an’daki, insana zor gelen hükümler karanlıklara, ondaki tehdit âyetleri gök gürültülerine, muhkem âyetler, gözleri kapıp alacak olan şimşeklere benzetilmiştir. Zira muhkem olan âyetler, münafıkların ayıplarını ortaya koymaktadır. Münafıklar İslamdan faydalandıkça müsterih olurlar. İslam yolunda bir sıkıntıya düştüklerinde ise inkârlarına döner, orada karar kılarlardı.
Taberi diyor ki: “Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bu görüşler ve ondan başkalarından da nakledilen benzer görüşler, kelimeleri farklı olsa da mânâları birbirine yakın olan görüşlerdir.Zira bu görüşlerin hepsi de ifade ediyorlar ki, Allah teala, münafıkın imanını, gökten inen yağmura, sapıklığını karanlıklara, geçici imanının aydınlatmasını, şimşeğin geçici aydınlatmasına, imanının zayıflığını ve Allah’ın azabına çarptırılma korkusuyla şaşkınlığa düşmesini, ölüm korkusuyla, şimşeğin çarpması anında parmaklarını kulaklarına tıkamasına, iman içerisinde bulunduğu süreyi, şimşeğin ışığında yürümesine, sapıklık içinde bocalayıp durmasını ise karanlıklar içerisinde kalmasına benzetmiştir. Bu izaha göre âyetlerin mânâsı şöyledir: “Münafıkların, Resulullah’a ve müminlere, dilleriyle “Allah’a, âhiret gününe, Muhammed’e ve Muhammed’in getirdiği dine iman ettik.” demeleri kendilerine, dünyada müminlere uygulanan hükümlerin uygulanmasını sağlar. Aslında ise onların kalblerinde Muhammed’i ve onun getirdiklerini yalanlamaları, onların bir cehalet ve bir kargaşa içinde olduklarını gösterir. İçinde bulundukları inkarcılığın mı yoksa iman etmenin mi kendileri için daha faydalı olacağını kestiremez bir halde bulurar. Onların, hem Hz. Muhammed’in kendilerini tehdit ettiği azaplardan korkmaları hem de o azabın gerçekleşeceğinde şüphe etmeleri, işte bu halleri, karanlık gecede kara buluttan yağan sağanak halindeki yağmura tutulmuş kişinin haline benzemektedir. Öyleki bu yağmura, gök gürültüleri, şimşek çakmaları eşlik etmekte, kendisine yakalananları şaşkınlığa ve dehşete düşürmektedir.