sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 282. AYET-İ KERİME

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 282. AYET-İ KERİME
03.07.2024
216
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

282- Ey iman edenler, belirli bir vadeye kadar birbirinize borçlandı­ğınız zaman onu yazın. Bunu, aranızda bir kâtip doğru olarak yazsın. Kâtip onu, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borçlu olan kimse yazdırsın. Ve rabbi olan Allahtan korksun. Borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Eğer borçlu aklı ermez veya zayıf yahut da yazdır­maya gücü yetmeyen bir kimse ise onun yerine velisi doğru olarak yazdır­sın. Erkeklerinizden iki de şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahit­lerden kendisine güvendiğiniz bir erkek ve biri unutunca diğerinin hatırla­ması için iki kadın (şahitlik etsin) Şahitler çağırıldıklarında kaçınmasınlar. Borç büyük olsun küçük olsun onu, müddetiyle birlikte yazmaya üşenme­yin. Bu, Allah katında en âdil, şahitlik için en doğru, şüphe etmemeniz için en yakın bir yoldur. Ancak aranızda yaptığınız ticaret, peşin olursa yazma­manızdan dolayı size bir günah yoktur. Alış veriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Kâtibe de şahide de zarar verilmesin. Eğer zarar verirseniz o sizin için doğru yoldan sapma olur. Allahtan korkun. Allah size doğruyu öğreti­yor. Allah, her şeyi çok iyi bilendir.

Ey iman edenler, belli bir vadeye kadar alış veriş veya ödünç verme gibi şeylerden dolayı birbirinize borçlandığınız zaman o borcu yazın. Aranızdaki bu borçlanmayı bir kâtip, hak ve adaleti gözeterek yazsın. Bunu yazacak olan kâtip Allah’ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın. Bu borcu kâtibe bizzat borçlu yazdırsın. Rabbinin azabından korksun. Alacaklının hakkından herhangi bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, yazdırmayı bilmemek veya neyin sağlam ola­cağım idrak edememek gibi sebeplerden dolayı aklı ermez birisi ise yahut keke­melik veya dilsizlik gibi sebeplerden dolayı yazdırmaktan âciz birisi ise ya da hapiste bulunmak veya kaybolmak gibi sebeplerden dolayı yazdırma imkânı yoksa, onun yerine velisi, kâtibe doğru olarak yazdırsın.

Bu alacak hakkınızı yazdırırken iki Müslüman hür erkeği de şahit göste­rin. Eğer iki erkek bulunmazsa adaletli, dindar ve salih kimselerden uygun gör­düğünüz bir erkek ve iki kadın şahit gösterin. Zira bu kadınlardan birisi şaşırır

veya unutursa diğeri ona hatırlatır. Şahitler, çağırıldıklarında şahitlik yapmaktan kaçınmasınlar. Borç ister az olsun ister çok olsun, onun vade miktarını yazdır­maktan üşenmeyin. Çünkü yazma, hem ödeme zamanı hem de borcun miktarını tesbit etmekte en sağlam yoldur. Şahitlerin şahitlik etmeleri için de en sağlam yoldur. Çünkü bu yazı satıcının da müşterinin de veya borçlunun da alacaklının da ikrar ve ifadelerini ihtiva etmektedir. Böylece şahitlik edilecek hususta şahit­ler arasında ihtilafta olamaz. Bu şekilde yazmak, şahitlerin şahitliğinden şüphe etmemeye en yakın olanıdır.

Eğer alış veriş nakit olarak peşin yapılırsa, onu yazmamanızda bir mah­zur yoktur. Çünkü bu durumda her iki taraf birbirlerinden ayrılmadan alacakla­rını almış vereceklerini vermişlerdir.

Haklarınız zayi olmasın diye alış verişlerinizde şahit bulundurun. Kâtip te şahit de zarara uğratılmasın. Yani, Özel bir işi ile meşgul olan bir kimse kâtiplik yapmaya, yine başka bir şeyle meşgul olan bir insan da o işi bırakıp şahitlik yapmaya zorlanmasın.

Eğer kâtibe yahut şahide zarar verirseniz, rabbinize isyan etmiş günah iş­lemiş ve ona itaatten ayrılmış olursunuz. Koymuş olduğu hudutları aşmak husu­sunda Allahtan korkun. Allah size, dininizin hükümlerini, nelerin vazifeleriniz nelerin ise hakkınız olduğunu öğretiyor. Allah, sizin bütün yaptıklarınızı bilen ve sizi, amellerinize göre cezalandıracak olandır.

Âyet-i kerimede Allah teala bizlere çeşitli muamelelerimizi yazı ile tes­bit etmemizi öğretiyor, hayat sistemimizi nasıl tanzim edeceğimizi bildiriyor. Buna uyduğumuz takdirde tartışmalar yerini kaynaşmaya, ayrılmalar yerini bir­leşmeye terkeder. İslam dini zannedildiği gibi sadece ibadet dini değildir. Bu din, hayatın bütününü tanzim eden bir dindir. Evet İslam dini hem ibadet, hem ahlak hem iktisat hem siyaset hem de idari bir sistemdir. Bu yüce İslam nimeti­ne karşılık Allaha ne kadar hamdetsek azdır.

Âyet-i kerimenin başında “Ey iman edenler, belirli bir vadeye kadar bir­birinize borçlandığınız zaman” Duyurulmaktadır. Taberi buradaki “Borçlanma” ifadesine vadeli alış vadeli satış, bir malı sipariş etme, sipariş venne, bir malın bedelini verip belli bir süre sonra teslim edilmek üzere ısmarlama, ödünç verme gibi bütün borçlanmaların dahil olduğunu ve âyet-i kerimenin, bunların hepsinin yazılmasını emrettiğini söylemiştir.

Abdullah b. Abbasa göre ise buradaki “Borçlanma” ifadesine, sadece İs­lam hukukunda “Selem” diye adlandırılan, parası peşin verilip malın sonradan teslim alınması şeklinde olan alış veriş girmektedir. Ayet-i kerimede, borçlan­manın yazılması emredilmektedir. Müfessirler bu emrin mensuh olup olmadığı hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

Dehhak, ibn-i Cüreyc, Rebi1 b. Enes ve Katadeye göre buradaki emir far-ziyet ifade etmektedir ve halen geçerliliğini korumaktadır.

Şa’bi, İbn-i Zeyd, Hasan-ı Basri ve Ebu Said el-Hudriye göre ise daha ön­ce bu âyete göre borçlan yazmak farz iken şu âyet-i kerime bu farziyeti neshetmiş ve ortadan kaldırmıştır. “…Şayet birbirinize güveniyorsanız, güvenilen kim­se, emaneti yerine versin.

Âyet-i kerimenin devamında “Bunu, aranızda bir katip doğru olarak yaz­sın. Katip onu, Allah’ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin.” buyu­ru 1 maktadır.

Mücahid, Ata ve Amir eş-Şa’bîye göre, borcu yazmaya çağırılan kâtibin bu vazifeyi yerine getirjnesi onun üzerine farzdır. Çünkü âyet- kirimecle “Kâtip onu yazmaktan çekinmesin.” buyrulmaktadır.

Şa’bî, İbn-i Cüreyc, İbn-i Zeyd, Hasan-ı Basri, Ebu Said el Hûdri, Deh­hak ve Reb’ b. Enese göre ise, borcu yazmaya çağırılan kâtibin bunu yazması farz idi. Fakat daha sonra neshedildi ve “Kâtibe de şahide de zarar verilmesin.” buyuruldu.

Süddiye göre ise, borcu yazmaya çağırılan kâtibin işi olmadığı takdirde onu yazması üzerine farzdır. Şayet meşgul ise, onu yazmak üzerine farz değil­dir.

Taberi diyor ki: “Tercihe şayan olan görüş, Allah tealanın, borcunun ya­zılmasına dair burada zikrettiği emir, farziyet ifade etmektedir ve mensuh da de­ğildir. Zira, Allah Teâlâ, belli bir vadeye kadar borçlanma ile muamelede bulu­nan iki tarafa, aralarında bulunan borcu yazdırmalarını ve yazmaya çağrılan kâtibin de hakkaniyetli bir şekilde bu borcu yazmasını emretmiştir. Allah tealanın emirleri ise aslında farzilet ifade etmektedir. Ancak, emrin farz olmayıp mendup olduğuna veya irşad edici mahiyette olduğuna dair delil bulunması ha­linde Allah telanın emirleri mendubiyet veya irşad hükmü ifade ederler. Bu âyet-i kerimede böyle bir delil olmadığına göre, borçlanan tarafların borçlarını yazdırmaları ve bunu yazmaya çağırılan kâtibin de bunu yazması farzdır. Bir kı­sım âlimlerin: “Şayet birbirinize güveniyorsanız, güvenilen kimse emaneti yeri­ne versin. âyetini delil göstererek borcu yazma farziyetinin neshedildiğini söylemeleri isabetli değildir. Zira bu son âyet-i kerime, borcu yazdırmaya bir imkân olmadığı veya borcu yazacak bir kâtip bulumadığı durumları sözkonusu etmektedir. Yazma işinin mümkün olduğu ve yazacak kâtibin de bulunduğu du­rumlarda borcu yazmanın farz olması hükmü geçerlidir. Bu itibarla bu son âyetin, birinci âyeti neshettiği söylenemez. Çünkü, iki âyetin birbirini neshetti-ğini söyleyebilmek için ikisinin hükmünün bir mesele üzerinde aynı anda çakış­maları gerekir. Şayet birinin hükmünü uygulama imkân dahilinde olmadan ikin­ci hükmü, bir alternatif olarak uygulanacaksa, burada nâsih ve mensuh sözkonu­su değildir. Bir sıralama vardır. Eğer denilirse ki: “Şayet birbirinize güveniyor­sanız güvenilen kimse, emaneti yerine versin. âyeti “Ey iman denler, belirli bir vadeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın.” âyetini neshet-miştir. Bu takdirde “Şayet hasta iseniz yahut yolculukta bulunuyorsanız veya herhangi biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuşsanız ve su da bulamamtşsanız temiz toprakla teyemmün yapın ifadesinin: “Ey iman eden­ler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve ellerinizi, dirseklere kadar yıkayın, başlarınızı mesnedin, ayaklarınızı da topuklara kadar yıkayın.”ifadesini neshettiğini söylemek icabeder ki bunun böyle olduğunu kimse iddia edemez. Zira, abdest almaya imkân bulamayan kimselerin teyemmüm etmeleri emredil­miştir. Keza, zihar, keffareti hakkında “Azad edecek köle bulamayanın ise karı­sı ile temasta bulunmadan önce aralıksız iki ay oruç tutması gerekir. âyetinin “Karılarına zıhar yapıp sonra da söylediklerinden dönenlerin kanlarıyla temasta bulunmadan evvel bir köle azad etmeleri gerekir âyetini neshettiği­ni söylemek icabeder ki bunun da yanlış olduğu ortadadır. Zikredilen bu son âyetlerle bahse konu olan âyetin ve onu neshettiği iddia edilen âyetin, birbirleri­ne alternatif olma bakımından, aralarında hiçbir fark yoktur. Nasıl ki, abdest al­ma imkânı bulamayana teyemmün etmesi emredilmiş, zıhar keffaretinde köle azad etmeye gücü yetmeyene iki ay peşpeşe oruç tutması emredilmiş, aynı şe­kilde borcu yazdırmaya imkân bulamayana da “Şayet birbirlerine güveniyorlar­sa yazdnrnadan borçlanma muamelesini yapabileceklerine izin verilmiştir. Bun­ların, birbirlerini neshettiklerini söylemek yersizdir.

Âyet-i kerimede: “Borçlu olan kimse yazdırsın ve rabbi olan Allahtan korksun. Borcundan hiçbir şey eksiltmesin.” buyrulmaktadır. Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi, borcu yazdırma yükümlülüğü borçluya aittir. Onun borcu yaz­dırması, üzerine farzdır. Borcunu yazdırırken alacaklısının hakkında herhangi bir şeyi eksiltmemesi emredilmiştir.

Âyet-i kerimede: “Eğer borçlu, aklı ermez veya zayıf yahut da yazdı rma-ya güc yetmeyen bir kimse ise onun yerine velisi doğru olarak yazdırsın.” buyrulmaktadır. Âyetin bu bölümünde, borcunu yazdırmaktan âciz olan kimseler zikredilmektedir. Onlar da şu kimselerdir:

a- Aklı ermeyen diye tercüme edilen dir. Mücahide göre “Se-fih”ten maksat, yazdırmayı ve diğer işleri kavramayan kimse demektir.

Süddi ve Dehhaka göre ise buradaki “Sefih”ten maksat, küçük çocuktur. Taberi buradaki sefihten maksadın, yazdırmayı bilemeyen kişi okluğunu söyle­yen görüşün daha evla olduğunu, küçük çocuğun da bu ifadenin kapsamına gir­diğini söylemiştir.

b- Zayıf olan kimes’den maksat ise, dilindeki pelteklikten veya konuşmak­tan acizliğinden dolayı kâtibe yazdıramayan demektir. Dehhak, Süddi ve Müca­hide göre buradaki “Zayıf kimseden maksat, ahmak olan kimsedir.

c- Yazdırmaya gücü yetmeyen kimseden maksat ise, yazma anında orada bulunmayan veya hapsedilmiş gibi kimselerdir.

Ayet-i kerimede “Erkeklerinizden iki de şahit tutun.” buyurulmaktadır. Burada geçen “Erkekleriniz” ifadesinden maksat, Müslüman ve hür olan erkek­lerdir. Köleler ve kâfirler bu ifadenin dışındadır. Onların şahitlikleri söz konusu değildir. Nitekim Mücahid, bu kelimeyi bu şekilde yorumlamıştır.

Âyet-i kerimede: “Eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden, kendisine gü­vendiğiniz bir erkek ve biri unutunca diğerinin hatırlaması için iki kadın şahitlik etsin.” buyrulmaktadır. Burada “Kendilerine güvendiğiniz” şeklinde tercüme ifadesinden maksat, Reb’ b. Enes ve Dehhaka göre, dinine ve dürüstlüğüne güvenilen kimselerdir

Ayet-i kerimede “Kadınlardan biri unutursa diğerinin hatırlaması için Şeklinde geçen ifade üç şekilde okunmuş­tur.

a- Bütün Hicaz ve Medine halkı ile Irak halkının bir kısmı, âyetin bu bö­lümünü, Kur’an-ı Kerimde tesbit edilmiş olan bu şekliyle okumuşlardır ve âyetin mânâsının “Şayet şahitlik edecek iki erkek bulunmazsa bir erkek iki de kadın şahitlik etsinler. Kadınların iki oluşunun sebebi, onlardan birinin meseleyi toparl ayam aması halinde diğerinin ona hatırlatması içindir.” şeklinde olduğunu söylemişlerdir.

b- Diğer bir kısım âlimler ise âyetin bu bölümünü şeklinde okumuşlardır. Âyeti bu şekilde okuyanlar, mânâsı husu­sunda iki kısma ayrılmışlardır.

Bunların bazılarına göre âyetin mânâsı şöyledir: “Eğer iki erkek bulun­mazsa, şahitlerden kendisine güvendiğiniz bir erkek ile iki kadın şahitlik etsin. Kadınların iki oluşunun sebebi, onlardan birinin meseleyi toparlayamaması ha­linde, diğeri onu takviye ederek bir erkek gibi yapması içindir.” Yani, kadınlar­dan biri şahitlik esnasında irade zafiyetine düşecek olursa diğeri onu güçlendi­rir. Böylece ikisi bir erkeğin yerini tutmuş olur. Süfyan b. Uyeyne, âyetin bu bölümünü işte bu şekilde izah etmiştir.”

Âyetin bu bölümünü bu kıraatla okuyan diğer bazı âlimlere göre ise mânâ şöyledir: “Kadınlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması için bir erkeğin yerine iki kadın şahitliği aranmıştır.”

c- Diğeri bir kısım âlimler ise âyetin bu bölümünü şu şekilde okumuşlar­dır: Mânâsının da şöyle olduğunu zikret­mişlerdir: “Erkeklerinizden iki de şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahit­lerden kendisine güvendiğiniz bir erkek ve iki kadın şahit tutun. Eğer kadınlar­dan biri unutacak olursa diğeri ona hatırlatsın.” âyet-i kerimeyi bu şekilde A’meş okumuştur.

Taberi, birinci kıraat şeklini tercih etmiş ve âyetin bu bölümünün mânâsının: “Eğer iki erkek bulunmayacak olursa bir erkek ile iki kadın şahitlik etsin. Ta ki kadınlardan biri unutacak olursa diğeri ona hatırlatmış olsun.” şek­linde olduğunu söylemiştir. Taberi bu kıraat şeklini tercih etmesinin sebebinin, Önceki ve sonraki kurraların, âyet-i kerimeyi bu şekilde okumaları ve bu kıraa­tin yaygın bir kıraat olduğu, bunun dışındaki A’meş’in kıraatinin ise ferdi bir kı­raat olmasıdır. Taberi, Süfyan b. Uyeynenin te’vilinin de yanlış olduğunu söyle­miştir. Zira Süfyan b. Uyeyne bütün müfessirlerin aksine bir yorumda bulun­muş, ayrıca kadınlardan birinin diğerini erkek gibi yapacağım ifade eden bir açıklama yapmıştır. Onun bu izahı doğru değildir. Çünkü kadınlardan birinin meseleden sapması erkeklerde olduğu gibi onu unutmasıyla olur. Diğer kadın onu erkek haline getirmez unuttuğunu ona hatırlatır. Nitekim Reb’i b. Enes, Süddi ve Dehhak âyeti: “Onlardan biri unutursa diğeri ona hatırlatsın.” şeklinde izah etmişlerdir. Bu da bizim izah tarzımıza uygundur.

Ayet-i kerimede: “Şahitler çağrıldıklarında kaçınmasınlar.” buyrulmakta­dır. Müfessirler, şahitlerin çağrılmaları halinde hangi çeşit şahitlikten kaçınma­larının yasaklandığı hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Katade ve Rebi’ b. Enese göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir:

Bir yazışma veya herhangi bir hak için şahit olmaya çağırılan insanlar, şahit ol­maktan kaçınmasınlar, Kendilerini çağıranın çağırışını kabul etsinler.” Bu hu­susta Reb1 b. Enes diyor ki: “Kişi geliyor bir çok topluluklar geziyor, şahit tuta­cak birini arıyordu. Fakat kimse onun çağırışını kabul etmiyordu. Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirdi ve “Çağırıldıkları vakit, şahit olacak kişiler imtina et­mesinler.” buyurdu. Böylece çağırılan kişinin şahitlik etmesi gerekli oldu.

b- Şa’bi’ye göre ise âyet-i kerimenin bu bölümü ifade etmektedir ki, her­hangi bir hak için şahit olmaya çağırılan kimsenin şahitlik yapmasının farz ol­ması için, orada çağırılan kimseden başkasının olmaması gerekir. Şayet başka kimse varsa çağırılan kişi şahit olmayı kabul edip etmemekte serbesttir.

c- Hasan-i Basri, Ma’mer ve Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: “Şahitler bir şey için şahit tutulmaya çağırıldıkları zaman veya bildikleri bir şey hakkında şahitlik yapma­ya davet edildikleri zaman bu çağın ve daveti kabul etsinler, bundan kaçınma­sınlar.” Bu hususta Ma’mer Hasan-ı Basrinin şöyle dediğini rivayet ediyor: “Bu âyet iki şehadet şeklini ifade etmektedir. Sen, bildiğin bir şey hakkında şahitlik etmeye çağırılacak olursan şahitlik etmekten kaçınma. Yine sen bir şey için şa­hit tutulmaya çağırılacak olursan o mesele hakkında şahit olmaktan kaçınma.”

d- Mücahid, Ebu Miclez, Âmir eş-Şa’bî, İkrime, Ata, Said b. Cübeyr ve diğer bir kısım âlimlere göre âyet-i keriminin bu bölümünün mânâsı şöyledir: “Şahitler, daha önce şahit tutuldukları mesele hakkında şahitliğe çağrıldıkları zaman şahitlik yapmaktan kaçınmasınlar.” Görüldüğü gibi bunlara göre daha önce olaya şahit olmayan kimse, şahit tutulmaya çağırıldığı zaman, onu yapıp yapmamakta serbesttir. îbn-i Cüreyc diyor ki: “Ben Ataya dedim ki: “Nasıl olur da bir kişi borçlanma ile ilgili bir muameleyi yapmaya çağırıldığında onu yaz­maya mecbur olur?” Ata da dedi ki: “Bu böyledir. Kâtibin yazması, üzerine farzdır. Fakat şahidin şahit olması, üzerine farz değildir. Çünkü şahitler çoktur.

e- Atiyye el-Avfî ve Atadan nakledilen diğer bir görüşe göre Allah Teâlâ âyet-i kerimede, herhangi bir hak için şahit tutulmaya çağırılan erkek ve kadına, davete icabet etmelerini ve şahit olmaktan kaçınmamalarını emretmiştir. Ancak buradaki emir farziyet değil mendupluk ifade etmektedir. Şahitlikten kaçınan kimse günahkâr olmaz. Görüldüğü gibi bunlara göre buradaki şahitlikten mak­sat, kişinin, bildiği bir mesele hakkında şahitlik yapması değil belli bir muame­lede şahit gösterilmesidir.

Taberi diyor ki: Bu görüşlerden tercihe şayan olan görüş, buradaki şahit­likten maksadın, kişinin bildiği bir şey hakkında, idarecinin veya hakimin huzu­runda şahitlik etmesi ve böylece hak sahibinin hakkının, yükümlü olandan alın­masına vasıta olmasıdır. Kişi bu şekilde bir şahitlik yapmaya davet edildiğinde bu davete icabet etmesi gerekir.

Taberi diyor ki: “Burada zikredilen şahitten maksadın, bildiği bir mesele hakkında şahitlik yapacak kimse olduğunu söylememizin ve bu görüşü tercih et­memizin sebebi, âyet-i kerimede, bu insanlara “Şahitler” ismi verilmesidir. İn­sanlar, ancak olaylara şahit tutulmaları ve olayları daha önce bilmeleri halinde kendilerine “Şahit” denir. İnsanları belli bir olay için şahit tutmadan onlara “Şa­hit” adı vermek caiz değildir. Ayrıca “Şahitler” kelimesinin başında harf-i tarifinin bulunması, bunların belli şahitler olduklarını, yani olayı daha önceden bilen kişiler olduklarını ifade eder ki bu da bizim izah şeklimizi te’yid etmekte­dir.

Taberi eliyor ki: “Her ne kadar, âyetin bu bölümünde zikredilen “şahit­ler” den maksat, daha önce geçen bir olaya şahit tutulan kimseler ise de herhangi bir olaya şahit olmayan kimselerin belli bir mesele veya hak hususunda şahit tu­tulmaya çağınlmalan halinde, şayet kendilerinden başka şahitlik etmeye müsaid biri bulunmayacak olursa bu gibi kimselerin de bu gibi çağırılan kabul etmeleri farzdır. Şahit olma davetine icabetten imtina edemezler. Çünkü, haklan tavsik eden bir belgeyi yazmaya çağırılan katip imtina edemeyeceği gibi, ona şahit tu­tulmak istenen kimse de imtina edemez. Bu mesele tıpkı, Allah’ın dinini ve İs­lam şeriatını bilen bir kimseye dini ve imanı bilmeyen cahil bir kimsenin, ken­disine din ve imanı öğretmesini istemesi gibidir. Şayet orada, bu çağırılan kişi­nin dışında imani esasları ve İslam şeratını bilen başka bir kimse bulunmazsa o kişinin, çağıranın davetini kabul etmesi farzdır. Ancak bu hüküm bu âyet-i keri­meden değil zikrettiğimiz diğer delillerden çıkartılmaktadır.

Âyet-i kerimede “Alış veriş yaptığınız zaman da şahit tutun.” buyurul-maktadır. Bu ifadeden maksat, peşin olarak yapılan alış verişlerde de şahit tut­maktır. Âyetin bundan önceki bölümünde peşin olarak yapılan alış verişlerin yazılmamasının bir mahzuru olmadığı belirtildikten sonra bu bölümünde de şa­hit tutmanın yazdırma gibi olmadığı, peşin yapılan alış verişlerde dahi şahit tut­manın icabettiği belirtilmektedir. Zira, şahit tutulmaması halinde her iki tarafın da zarara uğramalanndan korkulmaktadır. Mesela, müşterinin hakkının zayi ol­ması şu şekilde olabilir. Satıcı satışı inkâr etmiş olabilir. Sattığı malın, kendi malı olduğuna dair bir şahit bulur, satıcı, şanidiyle birlikte malın kendisine ait olduğuna dair yemin edecek olursa, hakim satıcı lehine karar verir. Böylece alı­cının satın aldığı mal elinden çıkmış olur. Satıcının hakkının zayi olması ise şu şekilde olur. Müşteri teslim aldığı malı satın aldığını inkâr eder. Elinde bulunan malın kendisine ait olduğuna dair yemin eder. Böylece satıcının sattığı malın bedelini alma hakkı zayi olur. İşte bu gibi durumların meydana gelmemesi için alış verişlerinde şahit tutmaları emredilmiştir. Ancak müfessirler taraflara, bura­daki emrin mendubiyet mi yoksa farziyet mi ifade ettiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a- Hasan-i Basri ve Şa’bîye göre, âyetin bu bölümündeki şahit tutma em­ri, mendubiyet ifade eder. Peşin alış veriş yapanlar, dilerlerse şahit tutarlar dile­mezlerse tutmazlar. Bunlar, görüşlerine delil olarak şu âyeti zikretmişlerdir: “Şayet birbirinize güveniyorsanız, güvenilen kimse emaneti yerine ver­sin. Görüldüğü gibi, birbirine güvenen kimselerin şahit tutmaktan muaf oldukları beyan edilmektedir

b- Dehhaka göre ise âyetin bu bölümündeki “Şahit tutun” ifadesi, farziyet ifade etmektedir. Buna göre peşin alış veriş yapan taraflar, muamelelerini yazdırmak zorunda değillerse de ona mutlaka şahit tuüîiak zorundadırlar.

Taberi bu son görüşü tercih etmiş, bu görüşüne gerekçe olarak ta şunu zikretmiştir: Aslında Allah Teâlâ’nın bütün emirleri farziyet ifade ederler. Ancak bu emirlerin mendubiyet ve irşad ifade ettiklerine dair kesin bir delil bulunması halinde bu emirler mendubiyet veya irşad ifade ederler. Burada buna dair her­hangi bir delil bulunmadığına göre her satıcı ve müşterinin yaptıkları alış verişe şahit tutmaları farzdır. Bu farziyeti ortadan kaldıran herhangi bir delil yoktur.

Âyet-i kerimede geçen ve “Kâtibe de şahide de zarar verilmesin.” şeklin­de tercüme edilen cümlesi müfessirler tarafından çe­şitli şekillerde izah edilmiştir.

a- Tavus, Hasan-ı Basri, Katade ve İbn-i Zeyde göre bu âyet-i kerimenin mânâsı şöyledir: “Katip te şahit te, yazdıran ve şahitlik yaptıran kimselere zarar vermesinler. Yani, katip, yazdırılandan daha fazla veya daha eksik yazarak ken­disine yazdıran tarafa ve karşı tarafa zarar vermesin. Tutulan şahit de şahitlik ederken doğruyu söylemeyerek tarafların haklarım zayi etmesin. “Görüldüğü gi­bi, âyeti bu şekilde tefsir edenler kelimesinin aslımn olduğunu kabul etmişlerdir.

b- Ata, Abdullah b. Abbas ve Mücahid de âyette zikredilen kelimesinin aslının olduğunu, bu nedenle âyetin mânâsının, “Katip te şahit te, yazdırana ve şahitlik yaptırana zarar vermesinler.” demek olduğunu söylemişler ancak kâtibin ve şahidin taraflara zarar vermelerinin, yazmaktan ve şahitlik yapmaktan kaçınmakla meydana geleceğini söylemişlerdir. Bunlara gö­re alış veriş yapan insanlar, bu muamelelerini yazmak için bir kimseyi yazmaya çağıracak olurlarsa o kimse çağıranlara uyup muamelelerini yazmalıdır. Aksi takdirde âyetin bu bölümünde de ifade edildiği gibi, taraflara zarar vermiş olur. Şahit olmaya çağırılan kimsenin durumu da böyledir.

c- Hz. Ömer, Abdullah b. Mes’ud, Mücahid, Abdullah b. Abbas, İkrime, Dehhak Süddi, Rebi1 b. Enes ve Tavustan nakledilen diğer bir görüşe göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: “Yaptıkları muameleyi yazdırmak iste­yen ve bu muameleye şahit tutmak isteyen kimseler, yazacak olan kâtibe ve şa­hitlik yapacak olan şahide zarar vermesinler. “Bunlara göre kelimesinin aslı dür. Katip ve şahide zarar verilmesi ise, bunları yapacak başka insanların bulunmasına ve bunların meşgul olmalarına rağmen, muamele­yi yazmaya ve şahit olmaya manevi bir baskı ile zorlanmaları İle olur. Mesela: “Benim işim var git başkasına yazdır.” diyen kâtibe: “Sen yazmakla emrolundun. Allah Teâlâ ‘Katip onu, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmakta!) kaçın­masın.’ buyurmaktadır.” diyerek onu mecbur etme ile olur. Şahit için de aynı şeyler sözkonusudur. Mealde bu görüş tercih edilerek âyete buna göre mânâ ve­rilmiştir. Taberi de bu görüşü tercih etmiş ve gerekçe olarak özetle şunları söy­lemiştir: “Allah Teâlâ âyet-i kerimenin başından sonuna kadar borçla muamele yapan kimselere hitabetmiş, onlara bir kısım şeyleri emretmiş ve bir kısım şey­leri de yasaklamıştır.”

Âyet-i kerimede, borçla muamele yapan tarafların dışındaki kişilere ya­pılan hitap ise emr-i gaip ve nehy-i gaip siygasıyla (istek ve dilek kalıplarıyla) ifade edilmiştir. Mesela: “Katip doğru olarak yazsın” “Şahitler çağırıldıklarımla kaçınmasınlar.” şeklinde ifade edilmişlerdir. Burada da “Katip ve şahit zarar görmesin” demek daha isabetlidir. Çünkü onlar için yine emr-i gaip siygası kul­lanılmış olur. Ayrıca âyet-i kerimenin devamında ikil kalıbı kullanılmayıp çoğul kalıbı kullanılarak: “Eğer zarar verirseniz o sizin için doğru yoldan sapma olur” buyurulması da gösteriyor ki burada kendilerine zarar verilmesi yasaklanan kimseler kâtip ve şahittir. Zarar vermemeleri istenenler ise borçla muamele ya­pan taraflardır. Şayet, kâtip ve şahidin zarar vermemesi istenecek olsaydı ikil kalıbı kullanılır ve “Eğer o ikisi zarar verirse” denirdi ve muhatap yerine gaip cümleleri kullanılırdı.

Âyet-i kerimede “Eğer zarar verirseniz o sizin için doğru yoklan sapma olur.” Duyurulmaktadır. Dehhak, Abdullah b. Abbas ve Rebi1 b. Enes âyetin bu bölümünü “Ey borçla muamele yapan insanlar, şayet sizler, kâtibe veya şahide zarar verecek olursanız, şüphesiz ki böyle yapmanız, doğru yoldan ayrılmak ve günah işlemek olur.” şeklinde izah etmişlerdir. İbn-i Zeyd ise “Şayet katip, ken­disine yazdı nl un in dışında bir şey yazarak şahit de -şahitliğini değiştirerek borçla muamele yapan kişilere zarar verecek olurlarsa bu onlar için haktan ayrılma ve yalana düşme olur.” şeklinde izah etmiştir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.